Osmanlı Erotik Sanatı Bize Cinsel Çoğulculuk Hakkında Ne Söylüyor? – İrvin Cemil Schick

/
3030 Okunma
Okunma süresi: 5 Dakika

Tarih bilimi, natrans kimliğin düşüncesiz ve tehlikeli bir şekilde doğallaştırılmasına karşın en iyi panzehir olabilir. Tarihin büyük bir bölümünde insanların cinselliği sabit ve ikili görmediği gerçeğiyle yüzleşirsek, özgürleştirici ve çoğulcu bir gelecek hayal etmek daha kolay olacaktır.

Antik Yunan’daki erastês ve erômenos (yetişkin bir erkek ve genç bir oğlan) arasındaki yarı-kurumsallaşmış ilişki, günümüzden farklı cinsel geleneklere örnek olabilir. Bilim insanları ‘eşcinselliğin’ modern bir kurum olduğunu söylerken tabii ki geçmişte insanların hemcinsleriyle cinsel ve romantik bağlar kurmadıklarını kastetmiyor. Kastettikleri, eşcinselliğin modern çağdan önceki zamanlarda yalnızca bir tercih ve eylem olarak görülürken 19. yüzyılda bunun doğuştan gelen bir kimlik olduğuna inanılmaya başlanması.

Almanca Homosexualität terimi yaklaşık 1868 yılında Avusturya-Macaristanlı gazeteci ve yazar Károly Mária Kertbeny tarafından icat edildi. Bu bilgi bizim şu an eşcinsellik olarak tanımladığımız konsepti, kelime icat edilmeden önce insanların nasıl kavramsallaştırdıkları sorusunu akla getiriyor. Bu soruyu cevaplayabilmek için Robert Beachy’nin de dediği gibi geç 19. yüzyıl Avrupası’nda eşcinselliğin ‘icadını’ konuşmalıyız. Bu bağlamda entelektüel tarihçi Khaled el-Rouayheb’in eşcinsel ilişkilerle ilgili olarak, daha batılı konsept oluşmadan öncesini anlatan kitabı ‘Before Homosexuality in the Arab-Islamic World 1500-1800’ (2005), önemlidir.

19. yüzyılın sonlarında Batı etkili heteronormativitenin ulaşmasından önce, Osmanlı İmparatorluğunda cinsel normlar çok daha farklı bir manzara sunuyordu: Osmanlıların cinsellik deneyimine daha yakından bakmak bizim için yol gösterici olacaktır. Osmanlı araştırmacıları Helga Anetshofer ve İpek Hüner-Cora ile birlikte Chicago Üniversitesinde, 5 yüzyıllık bir Osmanlı edebi külliyatında cinsel terminoloji bulma amacıyla tarama yaptım. Araştırmanın sonucu -şimdilik 600’den fazla kelime- kesin olarak insanların nasıl yaşadığını göstermese de en azından Osmanlıca konuşulan bölgelerde -günümüzde genel hatlarıyla Türkiye ve yakın komşuları- cinsellik hakkında ne düşünüldüğünü bize gösteriyor.

Kuşkusuz, bu zaman aralığından bulunan kelimeler tamamen kapsayıcı olmasa da bazı belirgin kalıplar görülebilir; özellikle bunlardan birisi, zamanında üç cinsiyetten ve iki cinsellikten bahsedildiğini gösteriyor. Öncelikle, kadın/erkek ikiliğinden ziyade kaynaklar kadın, erkek ve oğlanı üç ayrı cinsiyet olarak açıkça belirtiyor. Hatta oğlanlar yüz kıllarının yokluğu gibi bazı karakteristik özellikleri paylaşsa da kadınların yerini tutan bir cinsiyet veya ‘feminen’ olarak nitelendirilmiyor; oğlanlık bariz bir biçimde ayrı bir cinsiyet olarak düşünülüyor. Dahası, oğlanlar büyüdüğünde ‘adam’ oldukları için cinsiyetleri akışkan ve bir bakıma her yetişkin erkek bir zamanlar oğlan olduğu için de bu kişiler transgender olarak değerlendirilebilir.

İkinci olarak, kaynaklar iki farklı cinsel yönelim olduğuna işaret ediyor. Fakat bunlar heteroseksüel/homoseksüel ikili zıtlığından ziyade penetre etme ve penetre edilme kavramlarıyla tanımlanıyor. Penetre eden bir erkek için, Penetre ettiği kişinin kim olduğu küçük bir önem taşıyordu ve büyük oranda kişisel zevklerine bağlıydı. ‘Aktif’ bir erkeğin cinsel yönelimini anlatmak için kullanılan kelimelerin değer yargılarından tamamen yoksun olması dikkate değerdir. Örneğin; matlab, (talepler, arzular) meşreb, (mizaç, karakter) mezhep, (tavır, hareket) tarik, (usül, metot) ve tercîh.

Penetre edilme objeleri olan oğlanlar ve kadınlar, erkekler kadar asil görülmüyordu; ancak cinsel partner olarak kadınlar veya oğlanlar, birbirlerinden daha değerli de görülmüyorlardı. Kısacası, edebi eserler bize gösteriyor ki kesin sınırlarla çizilmiş bir cinsel kimlikten ziyade, Osmanlı toplumunda bir erkeğin cinsel partner seçimi tamamen kişisel tercih ve zevklerine bağlıydı; bugün birinin şarap yerine bira tercih etmesi ya da tam tersini yapmasından pek de farklı değildi.

El-Rouayheb, eşcinselliğe şu anı esas alarak bakan, onu evrensel ve tarih boyunca geçerli sabit bir kavram olarak ele alan birçok batılı oryantalistin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da eşcinselliğin tarihini araştırış tarzının kronolojik gerçeklerle uyumsuz olduğunu; erken modern çağ ve öncesi Arap kaynaklarının daha ayrıntılı, rol ve yaş farkını dikkate alan bir hemcins ilişki dinamiğine işaret ettiğini göstermiştir. Paris’teki Sorbonne Üniversitesinde Arap edebiyatı üstüne çalışan Frêdêric Lagrange’ın Islamicate Sexualities (2008) kitabında söylediği şekliyle:

‘Bütüncül eşcinsellik kavramını daha önce belki hiç sorgulamamış çağdaş batılı okur, bu anlayışın aslında bölünmüş bir dizi özel roller olduğunu fark eder, nitekim ortaçağ yazarları genelde eşcinsel ilişkilerde bulunan aktif ve pasif partnerler arasında bir ‘arzu ortaklığı’ olduğunu da düşünmez.’

Osmanlı dönemi edebiyatında kullanılan cinsel terminoloji, tamamen aynı durumu bu vakada da ortaya koymaktadır: erkek, kadın, genç, yaşlı, aktif ve pasif gibi bütün terimleri içerisinde bulunduran, kapsayıcı bir ‘eşcinsellik’ terimi var olmamıştır. Buna karşılık, Osmanlı dili spesifik katılımcıların spesifik rolleri yerine getirdikleri oldukça özelleşmiş cinsel kavramlarla doludur.

19. yüzyılın sonlarına doğru erkekler ve oğlanlar arasındaki ilişki gözden düşmeye başlamıştır. 1876-1909 yılları arasında padişah olan II. Abdülhamid’e arz edilen çokça alıntılanmış belgeselde tarihçi Ahmet Cevdet Paşa şöyle yazar:

Oğlanlara olan ilgi azalırken kadın sevgililerin sayısında artış olmaya başladı. Lut Kavminin insanları yerin dibine girmiş gibiydi. Istanbul’daki oğlanlara yöneltilen alışıldık sevgi ve yakınlık; doğanın yasalarıyla uyumlu bir şekilde kızlara yöneltilmeye başlanmıştı.

Oğlancılığın azalması, olumlu bir şeydi. Ancak bu değişim ayrıca Osmanlı toplumuna batı etkili heteronormativitenin girişinin ve bunun sonucu olarak kaçınılmaz olan baskının da alameti oldu.

Türkiye’de homofobi bugün etkili bir güç. 26 Mayıs 1996’da İstanbul’da düzenlenen İkinci Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı’ndan bir hafta önce sağcı bir grup Taksim Meydanı’nın yakınlarındaki Ülker Sokak’ta yaşayan trans bireylere karşı ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan planlı bir katliam gerçekleştirmiş ve kalanlar da evlerinden tahliye edilmiştir. 2017’de yetkililer, magandalar kalabalığı dağıtmakla tehdit ettiği için Onur Yürüyüşü’nün gerçekleşmesine izin vermemiştir.

Türk hükümetinin atalarına olan gösterişli hürmetinin bir gün cinsellik konusunda da daha açık fikirli bir yaklaşım içerecek şekilde genişlemesini umuyoruz.

İrvin Cemil Schick– “What Ottoman erotica teaches us about sexual pluralism”, (Erişim Tarihi: 29.06.2020), Erişim Kaynağı: https://aeon.co/ideas/what-ottoman-erotica-teaches-us-about-sexual-pluralism

Çevirmen: Efe Aytekin

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Şüphecilik, Yanılabilircilik, Anti-şüphecilik – Alex Malpass

Sonraki Gönderi

Gödel ve Zamanın Gerçekdışılığı – Edward Feser

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü