Ne Oldu Da Parapsikolojinin Sahte Bilim Değil De Bilim Olduğuna İnanmaya Başladım? – Chris French

/
1183 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Geçtiğimiz aralık ayında The Skeptic için paranormal inanca dair birtakım meselelere ilişkin fikirlerimi değiştirme sebeplerimi tartıştığım bir yazı kaleme almıştım. O zaman da savunduğum üzere, doğru septisizmin önemli bir parçası, kanaatimce, bir konu hakkında fikrini yeni bir delil ışığında değiştirmeye daima gönüllü olmaktır. Söz konusu yazının sonunda, septikler arasında hayli azınlık kalacak bir görüş olmasından şüphelendiğim parapsikolojinin bilimsel statüsü hakkındaki pozisyonumu benimsememle alakalı sebeplerimi başka bir yazıda sunma niyetinde olduğumu belirtmiştim.

Bazı okuyucuların bileceği üzere, birçok paranormal fenomene inanırdım. Kırk yıl kadar önce septik olduğumda ise parapsikolojinin sahte bir bilimden fazlası olmadığını çoğu septik gibi kabul etmiştim. İşin doğrusu, 1990’ların ortasından beri derslerimde bu görüşü yıllarca destekledim. Sonrasında ise fikrimi değiştirdim. Şimdi neden değiştirdiğimi özetleyeceğim.

Bu argümanlarımı önceden paylaşmıştım, o yüzden eğer Center for Inquiry UK’in Kasım 2013’te Conway Hall, Londra’daki sahte bilim üzerine bir günlük konferansına katılanlardansanız veya Allison B. Kaufman ve James Kaufman’ın mükemmel editörlüğündeki Pseudoscience: The Conspiracy Against Science (Cambridge, MA: MIT Press, 2018) kitabındaki bölümümü ya da ders kitabım Anomalistic Psychology’deki (Anna Stone ile beraber kaleme aldığım) ilgili kısmı halihazırda okuduysanız bu yazının gerisini okumak yerine çayınızı, bisküvinizi almak isteyebilirsiniz. Şayet okuyucuların bu meseleyi daha önce duymamış hayli küçük bir kısmındaysanız, argümanlarımı biraz düşünmeye değer bulabilirsiniz hiç değilse.

Herhangi bir disiplinin bilimsel statüsünü değerlendirmeden önce bilim felsefecilerinin sınır belirleme sorunu dediği şeyi ele almalıyız. Bir disiplinin gerçek bir bilim olup olmadığına karar vermek için ne gibi kriterler uygulanabilir? Bu, bilim felsefecileri arasında uzunca bir süre tartışma konusu olagelmiş etkileyici bir başlıktır. Konunun tam teşekküllü ele alınması bu yazının kapsamını hayli aşacaktır. Fakat yine de bu işin sonunda birçok yorumcunun, bir yandan tüm gerçek bilimleri gereğince sınıflandıracak, öte yandan da sahte bilimler dahil olmak üzere bilim dışıların her bir örneğini isabetle dışarıda tutacak şekilde uygulanabilecek sıkı bir kriterler dizisi türetmenin basitçe mümkün olmadığı sonucuna vardığını söylemekle yetinelim.

Bu, bilimle sahte bilim arasında hiçbir farkın olmadığı anlamına mı geliyor? Hayır, gelmiyor. Siyah ile beyaz kadar sarih bir ayırıcı çizgi olmasa da her birinin açık örneklerini bulmanın kolay olduğunu kabul edebiliriz. Aynı şekilde, mesela, fiziğin ve kimyanın gerçek bilimlerin açık örnekleri olduğu ve astroloji ve homeopatinin sahte bilimin harika örnekleri olduğu konusunda uzlaşabiliriz. Peki buna nasıl karar veriyoruz?

Görünüşe bakılırsa en iyi yaklaşım, nihai bir sıkı kriterler dizisi uygulamaya kalkışmayan, onun yerine iyi bilim olarak gördüğümüz şeyi betimleyen belirli ‘ölçütler’ olduğunu kabul eden yaklaşımdır. Başka bir yerde bu ölçütlerin bazılarını listelemiştim ve “hipotezlerin ve teorilerin yanlışlanabilirliği, bulguların yeniden üretilebilirliği, genel olarak kabul gören temel bilgi, uzlaşılmış prosedürler, uygun kontrol koşullarının kullanılması, diğer bilim dallarıyla irtibat ve dahası.” gibi şeyleri içeriyordu. Bir disiplinin, her bir ölçütü bütünüyle veya kısmen karşılaması ya da hiç karşılayamaması mümkündür.

Disiplinler, bu ölçütleri karşılama derecesine ilişkin profilleri açısından büyük farklılıklar gösterebilir. Çok yüksek veya çok düşük puanlar alan disiplinleri sınıflandırmak kolay olsa da kararın o kadar keskin çizgilerle verilmediği disiplinler muhakkak olacaktır. Profiller, bir disiplin içindeki alt disiplinler arasında bile ayrışabilir hatta. Şüphesiz, psikolojide bilim ölçütlerini genel olarak karşıladığını şahsen düşündüğüm birçok alt disiplin var (deneysel nöropsikoloji ve bilişsel psikoloji gibi) ama aynı zamanda sayısız sahte bilim örneği de var (psikanalitik teori, nörolinguistik programlama (NLP) ve dahası).

Sahte bilim, gerçek bilimin bazı ziynetlerini alan ama yakından incelendiğinde, gerçek olanın yalnızca adi bir kopyası olan bir disiplindir. Birden fazla yorumcu sahte bilimin özelliklerine dair listeler öne sürmüştür. Bazılarında özelliklerin sıkı bir kriter olarak ele alınması gerektiği ve şayet söz konusu disiplin tüm kriterleri tamamen karşılayamıyorsa o disiplinin sahte bir bilim olarak kayıtlara geçmesi gerektiği savunulmuştur.

Bu katı yaklaşımın bir örneği, Daisie ve Michael Radner’ın ses getiren küçük kitabı Science and Unreason’da verilmiştir. 1980’lerin başında Radnerlar, onlara göre sadece “uçuk işlerde” bulunan ve “hakiki bilimsel” işlerde hiç bulunmayan dokuz “sahte bilim işaretini” listelemişti. Başka bir yerde listelediğim üzere bunlar, “anakronistik düşünme, ‘gizemleri arama’ eğilimi, ‘mitlere riayet’, ‘delile karman çorman yaklaşım’ (delilin asıl niteliğini görmezden gelmek), çürütülemez hipotezler, ‘sahte benzerlikten argüman’ türetme, ‘senaryoyla açıklama’, ‘yorum yüklü araştırma’ ve eleştiri ışığında teorileri elden geçirmeyi reddetme” idi.

Bekleyeceğiniz üzere, bilim ve sahte bilim arasındaki ayırımın bir ya hep ya hiç fenomeni olmadığını öne sürme açısından daha çok merhum Scott O. Lilienfeld’den yanayım. Lilienfeld, bir disiplinin aşağıdaki özellikleri sergileme derecesinin, çizginin sahte bilim ucuna daha yakın olarak ele alınması gerektiği derecenin göstergesi olduğunu öne sürmüştür:

  • Ad hoc hipotezlere başvurma eğilimi. Bu durum ‘imdat çıkışı’ veya yasal boşluk, iddiaları yanlışlanmaktan muaf tutma yolu olarak düşünülebilir;
  • Kendi kendini düzeltme eksikliği ve beraberinde gelen düşünsel atalet;
  • Çürütmeden ziyade tasdik etmeye odaklanma;
  • Delil yükümlülüğünü iddianın destekçilerine değil, septiklerine bırakma eğilimi;
  • İddiaları doğrulamak için anekdotsal ve tanıklığa dayalı delillere aşırı güven;
  • Akran değerlendirmesinin sağladığı tahkikten kaçınma;
  • ‘Bağlantısallık’ eksikliği […], yani mevcut bilimsel bilginin üzerine inşa edememe;
  • Tek amacı iddialara bilimsel bir saygınlık makyajı çekmek olan, kulağa hoş gelen jargon kullanımı;
  • Sınır koşullarının eksikliği […], yani iddiaların tutmadığı ortamları tespit edememe.

Diğer yorumcular kendi sahte bilim özelliklerini de sıralamıştır. James Alcock, Mario Bunge’nin sahte bilim özellikleri dizisini aktarmıştır. Bunge’ye göre şu şartlar karşılanıyorsa sahte bir bilimle karşı karşıyasınızdır:

  • Bilgi kuramı sadece mensup olan kişiye açık olan yönler içeriyorsa ve öznelciyse;
  • Formel arka planı, matematik veya mantığın çok az dahil olduğu yalın bir arka plansa;
  • Bilgi birikimi, daha büyük bir bilgi yığınıyla çatışma içinde olan sınanamaz, hatta yanlış hipotezler barındırıyorsa;
  • Metotları, ne alternatif metotlarca kontrol edilebiliyor ne de oturmuş teoriler bakımından gerekçelendirilebiliyorsa;
  • Komşu alanlardan hiçbir şey almıyorsa, başka bir araştırma sahasıyla hiçbir örtüşmesi yoksa;
  • Görece tasdik edilmiş teorilerine dair spesifik bir arka planı yoksa;
  • Bilimsel soruşturma yeniliklerle kaynarken, değişmez bir inanç yığını varsa;
  • Bilim sadece değişken somut şeyleri uygun bulurken, bedensiz zihinler gibi tanımlanamaz gayrimaddi varlıkları kabul eden bir dünya görüşüne sahipse.

Sahte bilim için daha birçok farklı özellik dizisi önerilmiştir. Listeleri karşılaştırdığımızda, beklenebileceği üzere göze çarpan bir örtüşme görülebilir. Örneğin yanlışlanabilirliğin eksikliği sıklıkla bu listelerde mevcuttur (her ne kadar Bunge dahil etmese de). Fakat listeler arasında kayda değer bir çeşitlilik de vardır. Bunun bir örneği, Radner’ın “mitlere riayete” büyük bir yer ayırmasıdır. Bu durum şüphesiz, Erich von Däniken’in antik astronot iddialarını yazdığı vakitteki popülerliğini yansıtmaktadır ama günümüze daha yakın listelerde nadiren gözükmektedir.

İlk kez septik olduğumda, parapsikolojiye karşı oldukça olumsuz bir görüş geliştirmiştim. Okuduklarım bana tüm parapsikologların, konu deneysel tasarım ve istatistiksel analiz gibi hünerlere geldiğinde beceriksiz olduklarını gösteriyordu. Koestler Parapsikoloji Başkanlığı sıfatının ilk taşıyıcısı merhum Bob Morris ve şu anki taşıyıcısı Caroline Watt gibi zeki ve açık görüşlü şahıslar dahil olmak üzere parapsikologları daha yakından tanıdıkça bunun tam olarak doğru olmadığını fark ettim. Septiklerin parapsikolojideki kalitesiz pratik örneklerini vurgulaması anlaşılırdır (ve elbette tam olarak meşrudur) ama bu bize oldukça yanıltıcı ve tek taraflı bir izlenim verebilir. Bir disiplini bütün olarak yargılarken adilane olan, disiplin içindeki iyi kalitedeki işleri de hesaba katmak olsa gerek değil mi? Psikoloji yalnızca disiplin içindeki en kalitesiz işlerden hareketle yargılanacak olsaydı ne halde olurdu düşünmek bile istemiyorum!

Sonunda parapsikolojinin bilimsel statüsüne ilişkin görüşümü elden geçirmemi sağlayan şey, Marie-Catherine Mousseau’nun müstakil bir makalesini okumaktı. Üç ana akım dergi (British Journal of Psychology veJournal of Physics B: Atomic, Molecular and Optical Physics gibi) ve dört de ‘sınır’ dergi[i] (Journal of Scientific Exploration ve Journal of Parapsychology gibi) üzerinde bir içerik analizi gerçekleştirip meseleye değinerek ampirik bir yaklaşımı tercih etmişti. Daha sonra, bilimin sahte bilimden ayırt edilebileceği yollar olarak sıklıkla öne sürülen çeşitli kriterlere nazaran içerikleri değerlendirdi. Sonuçlar parapsikolojinin sahte bir bilim olduğu iddiası lehine çok az destek sunuyordu.

Örneğin parapsikolojinin “çürütmeden ziyade tasdik etmeye odaklandığını” gösteren hiçbir delil yoktu. Aksine, sınır dergilerdeki makalelerin neredeyse yarısı hipotezlerin yanlışlığının aktarıldığını bildiriyordu. Kıyasen bu durum, ana akım dergilerde hiç yoktu. Benzer şekilde “değişmez bir inanç yığını” için de hiçbir delil bulunamamıştı, zira sınır dergilerdeki makalelerin %17’si teorileri ele alıyordu ve yeni hipotezler öne sürüyordu.

Başka bir yerde Mousseau’nun diğer bulgular şu şekilde özetlemiştim:

Diğer sahte bilimlerde görüldüğü gibi “iddiaları doğrulamak için anekdotsal ve tanıklığa dayalı delillere aşırı güven” için bir delil var mıydı? Yoktu. “Sınır dergilerdeki makalelerin %43’ü ampirik konuları ele alıyor ve neredeyse dörtte biri de laboratuvar deneylerini raporluyor.” (Mousseau, 2003, s. 273). Bir “kendi kendini düzeltme eksikliği” var mıydı? Yoktu. Parapsikoloji, bu kriterde ana akım bilimlerden daha başarılıydı: “…sınır dergi makalelerinin %29’u […] araştırmanın ilerleyişini, karşılaşılan problemleri, epistemolojik meseleleri konu ediniyor. Bu türden bir makale ana akım örneklemde hiç yoktur.” (s. 275). Diğer araştırma sahalarıyla bağlantısı nasıl peki? Mousseau (2003) sınır dergilerdeki atıfların üçte birden fazlasının fizik, psikoloji, nörobilim dergileri gibi ana akım bilim dergilerindeki makalelerden olduğunu tespit etmiştir. Tam tersine ana akım bilim makaleleri ezici bir çoğunlukla aynı alandan makalelere atıfta bulunmuş (bir bütün olarak örneklemede %90 ama fizik dergilerinde %99 oranında).

Bu analiz bazında parapsikolojiyi sahte bir bilim olarak etiketlemenin adil olmayacağı kanısındayım.

Her şeyden önce bilim, gerçeğe uygun bilgiyi elde etmeye teşebbüs etme amaçlı bir metolar dizisidir. Hiçbir zaman sorgulanmaması gereken yerleşik ‘olgular’ bütünü değildir. Önsezi, telepati, duru görü gibi paranormal fenomenlere şahsen artık inanmıyorum. Elbette yanılıyor olabilirim ve belki bir gün fikrimi değiştirmeye sevk edecek, sağlam ve tekrarlanabilir bir paranormal fenomen delili sunulacaktır. Neredeyse bir buçuk asırlık sistematik araştırmadan sonra böyle bir şey beklemiyorum.

Richard Wiseman, Susan Blackmore, merhum James Randi ve başkaları gibi birkaç parapsikoloji eleştirmeniyle beraber, birçok paranormal iddiayı doğrudan sınamak için yıllar içinde çokça zaman ve emek harcasam da şimdiye kadar bu tarz iddiaları destekleyecek ikna edici pozitif bir delil hiçbir zaman bulamadan kalakaldım. Öyle vakitlerde doğrudan parapsikoloji soruşturmalarıyla meşgul olduğumuzu ve bunu bilimsel olarak yaptığımızı inkâr etmek zor olurdu.


Chris French– “Why I now believe parapsychology is a science not a pseudoscience“, (Erişim Tarihi: 06.02.2022)

Çevirmen: Mert Mirza

Çeviri Editörü: İzzet Can Kalender


Dipnot

[i] ‘Sınır dergi’ ifadesi kaynak metinde ‘Fringe journal’ şeklinde geçmektedir. ‘Fringe science’ ifadesi genelde ‘Sınır bilim’ şeklinde çevrildiği için bu ifadeyi böyle çevirmeyi tercih ettim. (Çev.)

1 Yorum

  1. Merhaba
    Parapsikoloji konusunda yurtdışında eğitim verildiğini duydum ama hiç paraspikoloji uzmanı ve çalıştığı alan diye bir şey duymadım. Bu bölümde eğitim alanların çalıştıkları bir yer biliyor musunuz?

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ahlaki Yanlışlardan Kaçınmak ve Ahlaki Doğruları Takip Etmek: Hayvan Yemeyin – Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Doxer mısın Filozof mu? – Annie Holmquist

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü