Tarski’nin Doğruluk Yaklaşımı: “Kar Beyazdır” Ancak Kar Beyazsa Doğrudur – Jonny Thomson

//
988 Okunma
Okunma süresi: 5 Dakika

Doğruya ulaşmak; doğru ifade kurallarını, dilbilgisini ve kriterlerini tanımlamayı gerektirir. Fakat bunu dilin kendi sınırları içinde yapabilir miyiz?

Herhangi bir doğruluk teorisi, doğru şeylerin doğru ve yanlış şeylerin de yanlış olduğunu söylememize izin vermelidir. Bunu yapmak içinse, tüm ifadelerimizin doğru olduğu ölçütleri, dilbilgisini ve kuralları tanımlamalıyız, ör. hangi kurallar “kar beyazdır.” ifadesinin doğru olduğunu gösterir? Ama problem şu ki, bu doğruluk-yapıcı kuralların kendileri, ihtiyaç duyulan doğruluk-yapıcı dilde ifade ediliyor. Bundan dolayı da, doğruluğu tanımlamak için bir tür üst-dile (Ç.N.: Metalanguage) ihtiyacımız var.

Neyin “doğru” olduğunu tanımlamak gerçekten de epey zordur. Çoğumuz, doğruluğun nesnel ve sabit olması gerektiğine dair sezgisel bir fikre sahibiz. Fakat bu fikrin beraberinde getirdiği metafizik varsayımlara burun kıvırıp onlardan pek hoşlanmıyoruz.

Bu varsayımlardan ilki, evvela; felsefi olarak kanıtlaması kolay olmayan, zihnimizin dışında bir dünyanın var olduğunu (bu görüşe realizm/gerçekçilik denir) kabul etmemizi gerektirir. Daha sonraysa nasıl, ne zaman, niçin, nerede gibi soruları yanıtlayarak sahip olduğumuz inançlarımızın ve iddialarımızın bu dünyada nasıl bir karşılığı olduğunu (ki bu da felsefi olarak epey zor bir iştir) belirlememiz gerekir. Doğruluğu tanımlamak kolay değildir. Ancak bir matematikçi ve mantıkçı olan Alfred Tarski’ye göre bahsettiğimiz kadar da zor olmamalı bu. Onun için doğruluk, olmasını istediğiniz şeydir; tabi ki bu şey doğru şeyleri doğru olarak adlandırmamıza izin verdiği sürece.

Doğrunun Yaptığını Yapmak

Tarski, Semantik Hakikat Teorisi’ adlı yaklaşımında doğruluğu tanımlamak için bir paradigma önerdi, buna göre: “Kar beyazdır.” iddiası, ancak ve ancak kar beyazsa doğrudur. Başka bir deyişle, kelimeler/cümleler bize neyin doğru neyin yanlış veya neyin anlamlı neyin anlamsız olduğunu söylemelidir. Onun da söylediği gibi, “Anlamlı olarak kabul edilecek söz konusu bu kelime ve ifadelerin neler olduğunu (yani sınıfını) açık bir şekilde karakterize etmeliyiz.”

Tarski’ye göre, bir doğruluk teorisinin yapması gereken tek şey bu sınır çekmeyi mümkün kılmasıdır. Bu kolay bir şey değil mi? Bu, anlamlı ile anlamsız arasındaki sınır ve farkı tanımlayan dilimiz için bir kural sistemi inşa edip sonra da onu kabul ettiğimiz anlamına gelir. İfadelerimiz (önermelerimiz) ile işaret ettikleri nesneler arasındaki bağlantıyı tanımlayan dilbilgisel ve anlamsal ilişkiler oluşturmalıyız. Örneğin “ulusun babası” kelimeleri, ABD’de, George Washington’u temsil eder ve bu öncelikle bir tanımlama/belirleme kuralı olarak ortaya konmalıdır. Veya “kar”’ın, “x beyazdır.” tümcesel/ifadesel işlevi karşılayan varlığı/doğruluğu kabul edilebilir bir nesne olduğunu, bir kural haline getirmeliyiz. Tarski bize “deflasyonist” bir doğruluk teorisi sunmaktadır. Bunun anlamı yazının girişinde sözünü ettiğimiz felsefi olarak şüpheli metafizik taahhütlere bağlı kalmamız gerekmediğidir. Doğruluk, bir ifadeye bağladığımız nesnel, uhrevi bir yüklem değildir.

T Konvansiyonu

Fakat problem şu ki; gündelik hayatta kullandığımız Almanca, İngilizce veya Çince (“nesne” veya “doğal” dil olarak bilinirler) diller ile bu nesne dilinin işlem ve fonksiyonlarını tanımlayan “meta dil” arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. Yaygın dillerimizin çoğu kendilerinin üst-dilleri (metalanguage) olarak işlev görür; takdir edersiniz ki mantıksal semboller aracılığıyla konuşmuyoruz. Bundan dolayı da, doğruluk ve tanımsal kriterler konusunu ele alırken doğruluk koşulları hakkında net olmamız gerekir. Tarski, (onun deflasyonist yaklaşımına göre) doğruluğun durumların veya dünyanın değil ifadelerin/cümlelerin bir niteliği olduğuna inandığından ötürü ona göre, bu ifadeler/cümleler için doğruluk koşullarını sağlayan bir tür dış veya daha yüksek “meta” dile ihtiyacımız var.

Bu durum, Tarski’yi (felsefi olarak) ünlü “T Konvansiyonu”na götürür ve o bir doğruluk teorisinin şu anlama gelmesi gerektiğini söyler:

Herhangi bir (s) tümcesi (L) dilinde ancak ve ancak p ise doğrudur.

P, “S”nin anlamını vermesi/göstermesi adına kullanılan bir ifadedir; yani ihtiyacımız olan üst dildir ve “S, P’ye eşittir.” (veya S, P’ye karşılık gelir) der. Klasik bir örnek verirsek;

Almanca’daki “Schnee ist weiß”, ancak ve ancak kar beyaz ise doğrudur.

Veya:

İngilizcede “Snow is white”, ancak ve ancak kar beyaz ise doğrudur

Bu örnek, eldeki sorunu ortaya koymaktadır.

T Konvansiyonu’nun “p” kısmı (nihayetinde bir robot olmadığımızdan dolayı) zorunlu olarak doğal dillerimizde de ifade edilir/kullanılır. Tarski için ise bu üst dil, doğruluğu tanımlamak için gerekli olan şeydir.

Doğruluk mu, Dilbilim mi?

Tarski’nin en büyük eleştirmenlerinden Donald Davidson, Tarski’nin teorisinin “doğal diller” açısından bakarsak iyi olduğunu kabul ediyor. Fakat bizi doğruluğa yaklaştırıyor mu? Tarski bir matematikçi aklıyla doğruluğa yaklaştı ve onun geliştirdiği Semantik Teori başlangıç parametrelerimizi, aksiyomlarımızı ve terimlerimizi tanımladığımız sürece doğruluğun büyük bir mesele olmadığını söyleyen Gödel’e çok şey borçluydu. Ve bu tanımlama işini ise bir üst dil kullanarak yapmalıyız, çünkü hiçbir dil kendi doğruluk ölçütlerini tanımlamada kendi başına yeterli değildir.

Peki bu pratikte işe yarıyor mu? Tarski, doğruluğu çerçevelemesi nedeniyle yalnızca Davidson’dan değil, aynı zamanda J.L. Austin’den ve ondan sonra gelen “Gündelik/Olağan Dil” Hareketi’nden de tepkiler gördü. Bu tepkiler, Tarski’nin doğruluk teorisinin mantığının ve matematiksel olarak düşünülen amaçlarının tam tersi yöndeydi. Gündelik/Olağan Dil Hareketi, kelimelerin aktüel olarak nasıl çalıştığına bakmamız gerektiğini ve burada doğruluğun anlama indirgendiğini belirtti. Doğruluk, kelimelere yönelik uzlaşım ve kullanımda yatar. Dolayısıyla da, “Kar beyazdır.”ın doğruluğu bir üst dile bağlı değildir: Tam aksine insanlar ona böyle demeye devam ettiği sürece kar beyazdır. Buradaki problem bir dereceye kadar, dilbilim ve mantıkçılar arasındaki büyük bir karşıtlığa işaret ediyor; ki bu dilbilimde bile gramerin “tanımlayıcı”(descriptivist) ya da “kuralcı” (prescriptivist) açıklamaları ile dilin arasında bulunan bir durumdur. Bu şu anlama gelir: Kullandığımız ifadeler için meta-tanımlı kriterler var mı, yoksa bu kriterler zamanla değişiyor ve kullanımımıza göre uyarlanıyor mu? Doğruluğun uyması gereken kurallar ve sistemler var mıdır, yoksa bu fikrin kendisi insan yaşamının dolambaçlı ayrıntılarıyla mı ilişkilidir? Sezgisel olarak Tarski’nin cephesine katılabiliriz fakat doğruluk gerçekten de böyle bir şey midir?


Tarski’nin yaklaşımına daha yakından bakmak isteyenler şu bağlantıya gidebilir. AÖF felsefe müfredat kitapları oldukça başarılı, birçok lisans felsefe bölümünde zorunlu okutulması çok iyi olabilirdi.


Jonny Thomson – “The philosopher Tarski on truth: “Snow is white” is true only if snow is white“, (Erişim Tarihi: 23.11.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ahlak Molekülleri: Ahlakın Ne Olduğuna Yönelik Yeni Bir Yaklaşım – Oliver Scott Curry & Mark Alfano & Mark Brandt & Christine Pelican

Sonraki Gönderi

Evrimsel Epistemoloji – Michael Bradie & William Harms (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü