Taş Paradoksu: Gazzâlî ve Aquinas Üzerinden Bir Çözüm Önerisi – Nazif Muhtaroğlu

“Tanrı kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi?” Felsefe tarihindeki en ilginç tartışmalardan biri bu soruyla başlar. Eğer bu soruyu olumlu cevaplarsanız, Tanrı’nın kaldıramayacağı bir taş olabileceğini kabul etmek zorunda kalırsınız ki bu da Tanrı’nın her şeye güç yetiremediğini dolayısıyla kudretinde noksanlık olduğunu ima eder. Eğer olumsuz cevaplarsanız, Tanrı’nın yaratamayacağı bazı şeyler olduğunu kabul etmekle yine her şeye güç yetiremediğini ve kudretinin noksan olduğunu kabul etmek durumunda kalırsınız. Kudretinde noksanlık olan bir varlık ise Tanrı olamaz çünkü Tanrı gücü her şeye yetendir (kâdir-i mutlak, omnipotent). Dolayısıyla bizi her halükârda çelişkiye götüren bir sonuçla karşılaşırız.

//
2596 Okunma
Okunma süresi: 11 Dakika

Soruyu “evet” veya “hayır” şeklinde cevaplamak teist biri açısından benzer şekilde problemli olduğundan soru bir ikileme yol açmış olur. Çözümü adına sunulan her iki seçeneğinin de kabul edilemez sonuçlara yol açtığı bu paradoksu Gazzâlî ve Aquinas’ın Tanrı’nın kudreti hakkında dile getirmiş oldukları düşüncelerden hareketle analiz etmeye çalışacağım. Birbirine çok benzer sezgilere sahip bu iki düşünürün sağladıkları bakış açısıyla söz konusu paradoksa şöyle bir çözüm önerisi getirilebileceğini düşünüyorum: Dikkate sunulan soru, yüklü bir soru ve Tanrı’nın kudretinin kapsamına mantıksal anlamda imkânsız durumların girebileceği önkabulünü taşıyor. Bu önkabulden dolayı da bize hatalı bir ikilem sunuyor. Ancak bu önkabul bir kategori hatası içeriyor ve bu yüzden de reddedilmesi gerekli. Bu önkabul reddedildiğinde bahsi geçen hatalı ikilem ve paradokstan kurtulmak mümkün hale gelir. Kısaca, taş paradoksu (stone paradox) yüklü soru, önkabul, yanlış ikilem ve kategori hatalarını bir arada tartışma imkânı bulabileceğimiz oldukça ilginç bir felsefe problemidir. Gazzâlî ve Aquinas  üzerinden bu probleme getirilecek cevabı ilgili temel kavramları açıkladıktan sonra ayrıntılandıracağım.

Önkabul

Timurlenk, Akşehir’de karargâh kurunca şehir halkı adına Nasrettin Hoca ile eşraftan iki zat hatır sormaya gitmişler. Kahveler eşliğinde sohbet koyulaşmışken Timur sormuş:

  • Karargâhımı nasıl buldunuz?

Önce beylerden biri cevap vermiş:

  • Karargâh güzel ama fena bir koku var!

Timur köpürmüş, adamın boynunun vurulmasını emretmiş ve öteki beye dönerek sormuş:

  • Sen de koku alıyor musun?

Diğer bey korkusundan:

“Ne münasebet efendimiz, misk gibi çok güzel kokuyor,” deyince Timur yine kızmış:

“Neresi misk kokuyor dalkavuk herif,” demiş ve adamcağızın da boynu gitmiş.

Sonra aynı soruyu Hoca’ya yöneltmiş. Hoca bakmış pabuç pahalı yapıştırmış cevabı:

  • – Vallahi hükümdarım ne diyeyim, nezleyim burnum koku almıyor!

Pek çok söylemin altyapısını oluşturup onları mümkün kılan önkabullerimiz (presuppositions) ve arka-plan inançlarımız (background beliefs) vardır. Bunlar çoğu zaman farkında olmadan pek çok insanın kabullendiği inançlardır ve bu yüzden de karşılıklı konuşmalarda veya tartışmalarda dikkatten kaçarlar. Bu önkabullerin sorgulanması veya reddedilmesi durumunda savunduğumuz düşüncelerde köklü değişiklikler meydana gelir.

Nasreddin Hoca’nın bu fıkrada yaptığı pek çok kişinin varsaydığı bir önkabulü sorgulayarak o önkabulün yol açtığı ikilemden kurtulmak olmuştur. Burnun iyi veya kötü koku alması her şeyden önce burnun sağlıklı bir şekilde çalışıp koku alabilmesine bağlıdır. Fıkrada anlatıldığı gibi iyi veya kötü koku almanın Timur tarafından cezalandırılması söz konusu olunca hocanın takındığı en makul tavır koku alabilme ihtimalini büsbütün ortadan kaldıracak nezle bahanesine sarılmak olmuştur ki canını ancak böyle kurtarabilmiştir. İşte bu fıkrada gerek Timur’un gerekse başları vurulan iki beyin dikkatinden kaçan ama Nasreddin Hoca’nın fark ettiği şey iyi veya kötü bir koku almanın ön şartının burnun koku alabilmesi olduğudur. Dolayısıyla “Burun iyi koku alıyor” veya “burun kötü koku alıyor” gibi iki farklı yargının önkabulü “Burun koku alıyor” yargısı olmaktadır. Bu önkabulün reddi ile problem çözülmüştür.

Aşağıdaki örnek cümleler üzerinden önkabullerin dil içinde nasıl ortaya çıktığını ve ne gibi fonksiyonlar icra ettiğini görebiliriz.

  • Ahmet futbolu bıraktı. (önkabul: Ahmet futbol oynuyordu.)
  • Selim yine derse geç kaldı. (önkabul: Selim daha önce de derse geç kaldı.)
  • Ayşe ne zaman Fransa’ya gitti? (önkabul: Ayşe Fransa’ya gitti.)

Yüklü Soru ve Hatalı İkilem

Önkabullerin en hileli kullanımı belki de yüklü sorularda karşımıza çıkar. Yüklü sorular (loaded questions) belli bir şartın önkabulü üzerine kurulan birden fazla sorunun tek bir soru formunda sorulmasıdır. Bu tür sorular genellikle de muhatabı tuzağa düşürmeyi hedefler. Örneğin, “Sınavlarda kopya çekmeyi bıraktın mı?” şeklinde sorulan bir soruya hiç kopya çekmemiş biri “evet” de dese “hayır” da dese problem çıkar. Bu yüklü soru aslında iki ayrı soru barındırmaktadır:

  • 1. Sınavlarda kopya çektiğin oldu mu?
  • 2. Kopya çektiysen kopya çekmeyi bıraktın mı?

Fakat yüklü soru sizin 1. soruya cevabınızın “evet” olduğunu baştan kabul ederek yani daha önceden kopya çekmiş olduğunuz önkabulüyle formüle edilmiştir. “Evet,” demek önceden kopya çektiğinizi kabul ettiğiniz anlamına gelir. “Hayır” demek ise halen kopya çekiyor olduğunuzu kabullenmeniz anlamına gelir. Bu tip sorulara doğrudan cevap verme yerine soruyu analiz edip dayandığı yanlış önkabulü nazara vermek gerekir. Başka bir deyişle, soruya alelacele bir cevap verme refleksi göstermeden önce soruyu sorgulamak, eğer soru yüklü ise ve bizi belli bir cevaba yönlendiriyorsa sorudaki hileyi ortaya çıkaracak bir cevap vermek icap eder. Yukarıdaki soru bana sorulsaydı herhalde “Siz beni başka biriyle karıştırdınız galiba!” derdim.

Yüklü sorular sizi “evet” veya “hayır” şeklinde ikisi de sakıncalı bir cevaba iter. Çözümü adına sadece iki seçenek sunulan ve her iki seçeneğinin de kabul edilemez sonuçlara yol açtığı bu tip problemlere ikilem (dilemma) denir. Eğer problemin çözümü adına iki seçenekten başka seçenekler var da size sunulmamışsa bir mantık hatası işlenmiştir ve buna hatalı ikilem (false dilemma) denir.

Kategori Hataları

Kategori hataları (category mistakes) birbiriyle uyuşmayan kategorilerin bir araya getirilmesidir. Kategori hatalarına felsefe tarihi boyunca dikkat çekilmiş olmakla beraber bu hatayı adlandıran ve felsefî çözümlemelerde oldukça yaygın şekilde kullanılmasını sağlayan filozof Gilbert Ryle’dır. Ryle kategori hatalarını açıklarken şöyle bir örnek verir: Bir misafir grubuna üniversitenizi gezdirdiğinizi düşünelim. “Bu hangi bina, şu hangi bina?” gibi soruları kütüphane, müze ve çeşitli bilim dallarının bölümleri şeklinde cevaplıyorsunuz. Aniden birisi “Peki üniversite nerede?” diye soruyor. İşte bu soruyu soran kişi Ryle’a göre birbiriyle uyuşmayan kategorileri karıştırmış ve bu da bir kategori hatasına yol açmıştır. Çünkü üniversite; kütüphane, müze ve çeşitli bilim dallarının içinde bulunduğu kümenin başka bir elemanı değil bütün bu birimlerin birbiriyle koordinesini sağlayan farklı bir yapıdır (Ryle, The Concept of Mind, 6).

Kategori hatalarına çok farklı örnekler verebiliriz. Aşağıdaki cümlelerde bakalım.

  • “Kuantum teorisi bugün çok kızgın.”
  • “Kerim sevinci içti.”
  • “Arabam hayal kuruyor.”

Birinci cümle bir teoriye insana ait duygusal bir durum yüklemektedir. Soyut bir şey olan teorilere somut varlıklara ait özellikler atfedilmesi birbiriyle uyuşmayan kategorilerin bir araya getirilmesidir. İkinci cümlede sevinç gibi duygusal bir durum, içilir cinsten bir sıvı olarak varsayılmış ve bu yüzden farklı bir kategori hatası ortaya çıkmıştır. Üçüncü cümlede ise araba gibi cansız kabul ettiğimiz bir nesneye zihin sahibi bir canlıya ait bilişsel bir özellik olan hayal kurma atfedilmiştir. 

Gazzâlî

İslam kelâmındaki genel görüş mantıksal ve metafiziksel imkânsızlıkların Tanrı’nın kudretinin kapsamına girmediği yönündedir. Bu türden imkânsızlıkların hiçbir türden kudretin kapsamına girmediği kabul edilir çünkü kudret sıfatı ancak mümkün durumlarla ilişkili olduğunda anlamlı sayılan bir sıfat olarak algılanır. Mesela, Gazzâlî “İmkânsız (muhal) kudretin ilişkide olduğu bir şey (makdur) değildir” der. (Enne’l-muhâle gayru makdûrin aleyh), (Gazzâlî, Filozofların Tutarsızlığı, 175). İmkânsıza örnek olarak da mantıksal çelişkileri veya cansız maddede bilginin yaratılması ve siyahlık arazının çaydanlık gibi bir cisme dönüşmesi gibi metafizik imkânsızlıkları verir.

Aquinas

Hristiyan teolojisindeki genel eğilime göre de mantıksal ve metafiziksel imkânsızlıklar Tanrı’nın kudretinin kapsamına girmez. Aquinas şöyle der:

Gerçekten, çelişki içeren şeyler Tanrı’nın kudreti altında bulunmaz çünkü onlar mümkün olmak için rasyonel bir temele sahip değildir. (Ea vero contradictionem implicant sub divina omnipotentia non continentur, quia non possunt habere possibilium rationem.) (Aquinas, Summa Theologiae, I. Q. 25, art. 3, Respondeo)

Buna binaen ilahi kudretin çelişkilerle ilişkisini ifade ederken nasıl bir dil kullanılması gerektiğini de şöyle ifade eder:

Onun [çelişki içeren herhangi bir şeyin] yapılamayacağını söylemek Tanrı’nın onu yapamayacağını söylemekten daha uygundur. (Unde convenientius dicitur qoud ea non possunt fieri quam quod deus ea non possit facere.) Aquinas, Summa Theologiae, I, Q. 25, Art. 3, Respondeo).

Görüldüğü üzere gerek Gazali’nin gerek Aquinas’ın dile getirmek istediği husus mahiyeti gereği imkânsız olan durumların kudret ile ilişkilendirilemeyeceği, Tanrı’nın bunları yaratmasından bahsetmenin bir kategori hatasına yol açacağıdır. Burada bir kategori hatasıyla karşılaşmamızın nedeni mantıksal veya metafizik türde imkansızlıkların kudretin kapsam alanına girmemesidir. Tıpkı sayıların, renkli olma özelliğinin atfedilebileceği nesneler içine girmiyor oluşu gibi.  

Taş Paradoksunun Analizi

Tanrı kaldıramayacağı taşı “yaratabilir” diyenlerin de “yaratamaz” diyenlerin de ortak önkabulü Tanrı’nın kudretinin kapsamına (scope of divine power) mantıksal veya metafiziksel anlamda imkânsız durumların girebileceğidir. Bu noktayı biraz açalım. Tanrı’nın kudreti bir atı yaratmışsa at kudretin ilişkide olduğu (taalluk ettiği) varlıklar içinde yer alıyor demektir. At gibi Tanrı’nın yaratabileceği bir sürü varlık da Tanrı’nın kudretiyle ilişki içindedir ve bu varlıkların hepsinin oluşturduğu küme Tanrı’nın kudretinin mantıksal kapsamını oluşturur. Taş paradoksunu ortaya çıkaran soru ise mantıksal çelişki içeren durumların dahi bu kapsama girdiğini peşinen varsayar. Herhangi bir taşın yaratılması ile kaldırılması arasında mantıksal imkân açısından bir fark bulamayız. Kaldırılma taşın başka bir konumda yaratılmasıdır. Tanrı’nın bir taşı yaratabilmesinin mümkün olup da onu kaldırabilmesinin mümkün olmaması Tanrı’nın bir taşı belli bir konumda yaratmasının mümkün olup da onu başka bir konumda yaratmasının mümkün olmayışıdır. Bu ise bir çelişki içerir ve mantıksal bir imkânsızlığa yol açar.

Haliyle Tanrı’nın kudretinin kapsamına mantıksal veya metafiziksel anlamda imkânsız durumların girebileceği varsayımı bizi problemin çözümü için sadece iki seçenek varmış gibi düşünmeye iter. Oysa bu bir hatalı ikilemdir. Bu önkabul reddedildiğinde üçüncü bir seçenek ortaya çıkar: İmkânsız durumlar kudretin kapsam alanına girmez, dolayısıyla Tanrı’nın kudreti böyle durumlarla ilişki içine girmez. Aksi durum bir kategori hatasına yol açar. Tanrı’nın gücünün her şeye yetmesi demek, mümkün olan her şeye yetmesi demektir.

Bu analizi kabul edenlere mucizelerin imkânını nasıl değerlendirdikleri sorusu yöneltilebilir. Eğer mantıksal veya metafiziksel imkânsızlık kudretin kapsamına girmiyorsa denizin ve ayın ikiye yarılması yahut ateşin insanı yakmaması gibi mucizeler nasıl yorumlanacaktır? Bu soruya cevap vermeden önce bahsi geçen mucizelerin hangi imkânsızlık durumunu örneklediğinin açığa kavuşturulması gerekir. Bu ve benzeri mucizeler henüz anlayamadığımız oldukça karmaşık bir doğal mekanizmanın işleyişi sonucu ortaya çıkmış olabilir. Bu durumda doğal imkana sahip olurlar ancak pratik veya teknik anlamda mümkün kabul edilmezler. Yahut bahsi geçen mucizeler doğal düzenin sınırlarını aşan olaylardır. Bu durumda da doğal bir imkânsızlık taşırlar. Her hâlükârda mucizeler mantıksal veya metafiziksel anlamda mümkündürler. Bu yüzden de Tanrı’nın kudreti kapsamına girerler. Dolayısıyla bütün mümkün durumlara gücü yeten Tanrı’nın mucizeleri yaratması bir kategori hatasına yol açmaz. Mucizeler hakkında teknik, pratik veya doğal anlamda imkansızlıktan bahsedebiliriz ancak mucizeleri doğrudan Tanrı’nın yaratmasıyla ilişkili olarak ele aldığımızdan dolayı bu türden imkansızlıklar durumun analizinde artık göz ardı edilir çünkü durum artık bizim açımızdan değil Tanrı’nın kudreti açısından ele alınmak durumundadır. 

Taş paradoksu ve mucizeler din felsefesinde tartışılan temel konulardan sayılır ve bu konuların iyice anlaşılması farklı imkân seviyeleri, kategori hataları, örtük önkabuller, hatalı ikilem ve yüklü sorular gibi eleştirel düşünmenin önemli unsurlarıyla yakından ilişkilidir.

Referanslar ve İleri Okumalar:

  • Aquinas, Thomas. Summa Theologiae. (Latince Metin ve İngilizce Çevirisi) Cilt. 5. Gilby, Thomas & Hislop, Ian. (İng. çev. ve ed.). 61 cilt. Cambridge: Cambridge University Press, 2006.
  • Gazzâlî. Filozofların Tutarsızlığı. (Arapça Metin ve Türkçe Çevirisi). Kaya, Mahmut & Sarıoğlu, Hüseyin. (çev. ve neşr.). 7. Basım. İstanbul: Klasik Yayınları, 2015.
  • Magidor, Ofra. Category Mistakes. New York: Oxford University Press, 2013.
  • Muhtaroğlu, Nazif. “A Linguistic Analysis of the Omnipotence Puzzle” Logic, Language and Metaphysics: Selected Papers from the 1st SIFA Graduate Conference içinde, ed. Vittorio Morato & Massimiliano Carrara. 197-211. London: College Publication, 2009.
  • Ryle, Gilbert. The Concept of Mind. 60th Anniversary Edition. London: Routledge, 2009.

1 Yorum

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Tarihteki Ahlaki Yönden Kusurlu Filozoflara ve Felsefelere Yaklaşımlar – Victor Fabian Abundez-Guerra & Nathan Nobis

Sonraki Gönderi

Mümkün Dünyalar Hiyerarşisi ve Mükemmel Varlık Teizmi – Utku Boyar

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü