Mümkün Dünyalar Hiyerarşisi ve Mükemmel Varlık Teizmi – Utku Boyar

//
1594 Okunma
Okunma süresi: 91 Dakika

Giriş  

Mükemmel varlık teizmi (perfect being theism) gerek Yahudi, Hristiyan, Müslüman inananların ezici çoğunluğunun inanç sistemlerinin temelinde bulunmasıyla, gerekse din felsefesinde akademik tartışmalarda merkezi bir konumu olmasıyla Tanrı’nın doğası hakkında en fazla kabul gören görüşlerden biridir. Kökleri muhtemelen Antik Yunan’a dek uzansa da genellikle Aziz Anselm’e atfedilen bu görüş, şu şekilde ifade edilebilir: 

  • (1) Tanrı, kendisinden daha mükemmeli metafiziksel olarak mümkün olmayan varlıktır. 

Anselm bu şekilde açık bir tanımı bizzat vermese de ima ederek Tanrı’nın varlığı lehindeki meşhur ontolojik argümanını ortaya koyar. Bir aptal bile kendisinden daha mükemmeli mümkün olmayan bir varlığı tasavvur edebilir. Fakat böyle bir varlık yalnızca zihinde var olamaz zira gerçekten var olan bir varlık sadece zihnimizde olan bir varlıktan daha mükemmel olacaktır. Öyleyse gerçekte de kendisinden daha mükemmeli mümkün olmayan bir varlık olmalıdır.  

Çağdaşı keşiş Gaunilo, Anselm’e argümanının bir parodisini oluşturarak cevap vermeyi dener. Biz aynı şekilde kendisinden daha mükemmeli mümkün olmayan bir adayı da tasavvur edebiliriz. Ontolojik argümanda kullanılan akıl yürütme ile birlikte buradan çıkan sonuç, Gaunilo’ya göre böyle bir adanın gerçekte var olması gerektiğidir. Bu saçma olduğuna göre Anselm’in akıl yürütmesi hatalıdır. 

Gaunilo’ya verilen bir cevap, mümkün en mükemmel varlık olarak Tanrı’nın aksine bir ada için mükemmellik düzeyinin zatî bir üst sınırı (intrinsic maximum) olmadığı şeklindedir.1 Örneğin herhangi bir ada için her zaman ondan daha fazla palmiye ağacı veya dans eden kıza sahip başka adalar düşünülebilir. Öte yandan Tanrı’nın sahip olduğu mükemmel yapıcı nitelikler -temel olarak güç, bilgi ve iyilik- zatî maksimum düzeylere sahip gibi görünmektedir. Bir varlık, bilgi ele alındığında, tüm önermelerin doğruluk değerini biliyorsa bu önermelerin sayısı ne olursa olsun maksimum düzeyde bilgili (âlim-î mutlak) olacaktır. Gaunilo’nun itirazına cevap verenlere göre güç ve iyilik de bu şekildedir. Plantinga iyiliğin bilgi ve güç kadar açık olmayabileceğini teslim etse de yine bu görüştedir ona göre örneğin bir varlığın tüm durumlarda iyi olanı yapması maksimum düzeyde iyi olması için yeterli olabilir. Plantinga’nın bu yöndeki hisleri bizce temelsiz olmamakla beraber, Anselmci bir teizm aleyhine Gaunilo’nun parodi argümanına verilen mezkûr cevaba paralel bir argümana ilham kaynağı olabilir.  

Argümanın temellerini atmak için genel ve özel iki problemden bahseden Kretzmann’ın “yaratılışın genel problemi”2 olarak bahsettiği klasik sorudan bahsedebiliriz: Bir gerekçeye sahip olmasının makul olduğu göz önüne alınırsa, mükemmel bir varlık olarak kendisinden başka bir şeye ihtiyacı olmayan Tanrı neden bir dünya (Bir gezegenden değil, Tanrı hariç var olan her şeyden bahsediliyor) yaratmıştır? Aziz Aquinas bu soruya gerek bizzat kendisinin, gerekse varyantlarının felsefeciler arasında geniş kabul gördüğü makul bir cevap verir: Tanrı iyiliğini dışa vurmak (manifest) için yaratmıştır. Benzer şekilde Leibniz’i takip ederek Tanrı’yı iyi bir dünya yaratmak ile hiçbir şey yaratmamak arasında tercihte bulunurken de düşünebiliriz. İyi bir dünya yaratmak hiçbir şey yaratmamaktan daha iyi olduğuna göre, mutlak iyi oluşu göz önüne alındığında Tanrı’nın bu dünyayı yaratacağını söyleyebiliriz. Leibniz akıl yürütmesini ileri götürür. Muayyen miktarda iyi bir dünya ile ondan daha iyi bir başka dünya arasındaki tercihe geldiğinde mutlak iyi bir varlık ne yapacaktır? Daha iyi olanı yaratacağını söylemek makuldür. Bu şekilde devam edildiğinde varılacak sonuç ise Leibniz’e göre Tanrı’nın mümkün olan en iyi dünyayı yaratmasıdır.  

Kretzmann’a göre, Aquinas, Kretzmann’ın “yaratılışın özel sorusu”3 olarak nitelendirdiği, niçin özel olarak bu dünyanın yaratıldığına yönelik ikinci soru karşısındaki akıl yürütmesine mümkün dünyalar hiyerarşisinin sonsuza dek uzandığına dikkat çekerek başlar. Mümkün dünyalar için bir en iyi söz konusu olmadığına ve yaratılabilecek her dünya için ondan daha iyisi olabileceğine göre Leibniz’in inandığının aksine Tanrı’nın yalnızca iyi, ancak en iyi olmayan, bir dünya yaratacağını düşünmek makuldür.  

Yaratılışa dair bu temel sorulara yaklaşımları açısından çağdaş analitik din felsefecilerini de Aquinas ve Leibniz’in takipçileri olarak ayırabiliriz. Söylenebilir ki Aquinas’ın çizgisini takip edenler şu önermeyi kabul etmektedir: 

  • (2) Tüm mümkün dünyalar için söz konusu mümkün dünyadan daha iyisi vardır.  

Yaklaşık yirmi yıl önceye dek süren ciddi tartışmaların ardından (2)’nin felsefeciler arasında neredeyse bir konsensüs haline geldiği görülebilir. Plantinga4 ve Swinburne5 gibi analitik din felsefesinin ustaları buna örnek teşkil etmektedir. Öte yandan Leibniz’in fikir hattından gidenlerin motivasyonlarından birinin şu önerme olduğu söylenebilir: 

  • (3) Kadir-î mutlak ve âlim-î mutlak bir varlığın kıldığından daha iyi bir mümkün dünyayı fiilî kılmış olması mümkünse bu varlıktan daha mükemmel mümkün bir varlık vardır. 

Ancak (2) ve (3)’ün doğal sonucu, kendisinden daha mükemmeli mümkün olmayan bir varlık fikrinin de en mükemmel ada gibi anlamsız oluşudur. Mükemmel varlık teizminin temel doktrinini ifade eden (1) ile birlikte ele alındığında bu sonuç, teizm aleyhine ciddi bir sorundur. 

Argümanın iki öncülü de güçlü sezgilere dayansa da her ikisi de ciddi itirazlarla muhataptır.

Bahsettiğimiz üzere neredeyse bir konsensüs olan mümkün dünyaların en iyisi fikrinin anlamsızlığı tezi tutarlı bir Anselmci teistçe benimsenmesi durumunda (3)’ün reddini zorunlu kılar ki tam da bu nedenle bu öncül birçok teist tarafından ciddi bir şekilde itirazlara maruz bırakılmış, öncülün literatürde en geniş ve hayranlık uyandırıcı savunusu ise Rowe6 tarafından yapılmıştır. Genel anlamıyla eleştirilerin odağında bulunan öncülün (3) olmasına karşın Leibniz’i klasik anlamda takip eden ve onun görüşlerine paralel olarak çağdaş literatürde daha radikal fikirlerle ortaya çıkan felsefeciler (2)’yi de itirazlara maruz bırakmıştır ve bizce bu itirazlar daha makuldür. Bu anlamda Leibnizci kanat ile argümanın nispeten zayıf olan öncülünün (2) olduğu konusunda hemfikiriz. Literatürde bu öncül lehinde sistematik argümanlar oluşturulmamış olması bu asimetrinin bir nedeni olabilir. İkinci bölümü bu sebeple (2)’nin detaylı inceleme ve savunusuna ayıracağız. Üçüncü bölümde ise (3)’ün temelinde yatan gerekçeleri ve öncüle itirazları ele alacağız.  

(2): Sonsuz Mümkün Dünyalar Hiyerarşisi 

(2) ile karşılaşıldığında akla gelecek ilk soru, bir dünyanın iyi ve daha iyi olmasının ne anlama geleceğiyle ilgili olacaktır. Bir dünyayı iyi yapan unsur nedir? Her ne kadar sistematik argümanlar oluşturmamış olsalar da felsefecilerin bu önermeyi makul bulmalarının temelinde yatan fikirlere bakmak, bu soruların cevaplarına dair arayışımızda iyi bir başlangıç noktasıdır.  

Swinburne, neyin ahlâken iyi ya da kötü olduğuna dair değerlendirmelerimizin hatalı olmalarının mümkün olduğunu kabul etmekle birlikte bunların tamamen temelsiz ve hatalı olduklarını düşünmenin makul olmayacağını haklı olarak belirttikten sonra, kusursuz olmayan rasyonel değerlendirme yetimizle Tanrı’nın ne tür bir dünya yaratmasının muhtemel olduğuna dair makul fikirlere sahip olabileceğimizi söyler. Hissedebilen varlıklar (sentient creatures) içermek ve bu varlıkların refah içinde yaşaması bir dünyayı iyi kılıyor gibi görünmektedir. Sezgilerimizin belirli ölçüde güvenilir olduğuna dair yukarıdaki ifadeler kabul edildiğinde, dünyadaki hissedebilen varlıkların mutluluğunun o dünyayı iyi kılan unsurlardan olduğunu düşünmek de makuldür.7 Benzer şekilde rasyonel varlıkların erdemli -Tanrı’ya itaat içerisinde ahlaklı- yaşamlar sürmeleri de bu şekilde düşünülebilir.8 

Bir dünyayı iyi kılan unsurların dünyayı eriştirebilecekleri iyilik düzeyinde bir sınır var mıdır? Bahsedilen iki iyi türü olan hissedebilen canlıların refahı ve rasyonel varlıkların erdemli yaşamı bakımından bir dünya iki şekilde daha iyi kılınabilir: (a) halihazırda dünyada bulunan bu varlıkların refah ve/veya erdem düzeyi artırılarak ve (b) dünyaya böyle varlıklardan daha fazla eklenerek. Varlıkların doğalarından kaynaklanan, onların ne düzeyde mutlu ve erdemli olabileceklerine sınır getirebilecek olası özelliklerinden dolayı (a) pek de iyi bir yol olmayabilir. Ancak (b) en azından prima facie makuldür; muayyen miktarda mutlu ve erdemli varlık içeren bir dünya mümkünse neden ondan bir miktar daha fazlasını içeren başka bir dünya da mümkün olmasın?  

Buraya kadarki değerlendirmeyle pek bir sorunu olmayan Strickland, kötülük problemi ve teodise literatürünün bir dünyayı iyi kılan unsurlara refah (happiness) ve erdem (virtue) dışında en az onlar kadar makul olan farklı iyiler keşfetme imkânı sunduğunu ifade eder ve üç tanesini değerlendirir: özgür irade sahibi yaratılmış varlıklar, doğa yasalarının basitliği ve fenomenlerin çeşitliliği.9 Çağdaş literatürde büyük ölçüce Plantinga’yla ün kazanmış fikre göre özgür irade sahibi yaratıkların varlığı, acı ve ahlâkî kötülük bedeli karşısında elde edilmiş, bunlara ağır basabilecek ölçüde önemli bir iyidir. Özgür yaratıkların varlığı da bir dünyanın içerebileceği özgür irade sahibi yaratılmış varlıkların bir sınırı olmaması dolayısıyla daima artırılabilir gibi görünmektedir. Öte yandan doğa yasalarının basitliğinden anlaşılması gereken onların cebirsel olarak basitçe ifade edilebilirliğinden ziyade evrensel ve tekdüze olmalarıdır. Bu açıdan bakılınca maksimum düzeyde basit doğa yasaları fikrinde bir absürtlük yoktur, evrenin her noktasında tüm zamanlarda geçerli olan doğa yasaları bu şartı karşılayacaktır. Çeşitlilik de maksimize edilebilir gibi görünüyor. Fikrî kökenleri Antik Yunan’a dek uzanıp felsefe tarihinin her döneminde filozoflarda etkisini gösteren “Bereket İlkesi (Principle of Plentitude)” bu hususta değerlendirilebilir.10 Farklı varyantlarla ortaya konan fikre göre gerçeklik mümkün olan tüm türleri içermektedir. Bu tarz bir ilkenin doğru olması da çeşitliliğin maksimum düzeyde olmasını karşılayacaktır.  

Basitlik ve çeşitliliğin dünyalar için farklı iyi adayları olarak önemlerine dikkat çekmek açısından, teodiselerde nasıl kullanıldıklarına örnek verebiliriz. Basitlik, özgür varlıkların eylemlerinin sorumluluklarını alabilmeleri için sonuçlarını öngörmeleri açısından önemlidir. Örneğin tetiği çekilen bir silahın ne yapacağını garanti etmeyen doğa yasalarına sahip bir dünyada, kişiler cinayetle suçlanamayabilir. Çeşitlilik de özgür varlıkların seçeneklerini artırmak suretiyle onları potansiyellerine ulaştırmak için gereklidir.  

Basitlik ve çeşitlilik, yalnızca başka iyilerle ilişkileri açısından değil, muhtemelen esas olarak, kendi başlarına da değerlidir. Leibniz, basitlik ve çeşitliliği bir arada ele alarak “mümkün olduğunca çeşitli fenomenin mümkün olduğunca basit yasalarca yönetilmesi”nden bahseder ve refah ve erdemin bir dünya için ahlâkî iyiler olmasına paralel olarak basitlik ve çeşitliliğin bu kombine edilmiş halini de metafiziksel iyi olarak adlandırır; ona göre bu halleriyle basitlik ve çeşitlilik yaratıcısının bilgeliğini yansıtır, Tanrı’nın dünyayı yaratırken gözettiği temel iyi de budur.11 Benzer biçimde Aquinas da farklı türler yaratması anlamında Tanrı’nın çeşitliliği gözettiği fikrindedir. Ona göre Tanrı iyiyi, kendisi (yine iyi) için arzular ve onu coğaltmak ister. Bizzat kendisi için istenebilecek iyi Tanrı’nın kendi doğasıdır. Kendi doğasını çoğaltamayacağına göre Tanrı, ona en çok benzeyen şeyleri çoğaltacaktır.12 Bu nedenle Tanrı farklı türler yaratır. Her bir tür Tanrı’yı yalnızca sınırlı miktarda yansıtabileceği için hem Aquinas’a hem de Leibniz’e göre Tanrı birçok tür yaratmıştır. Ancak Aquinas, dünyadaki en yüksek türler ile Tanrı arasında dahi sonsuz bir fark olduğu için Tanrı’nın yarattığından daha iyi bir dünya yaratmasının her zaman mümkün olacağını düşünür. Aquinas’ın daha sonra geri döneceğimiz bu fikri doğruysa çeşitlilik ve -Leibniz’in basitliği çeşitlilikle endekslediği yorumu dolayısıyla- basitlik de aslında maksimize edilebilir iyiler olmayabilir.  

Böylece üçü maksimize edilemez ikisi ise edilebilir görünen beş makul iyi adayına sahibiz. Kimilerine bu iyilerden bazıları dünyalara uygulanabilirlik açısından uygun görünmeyebilse de biz her birinin bir dünyanın iyiliğine katkı sağlayabileceğini düşünüyoruz. Örneğin hissedebilen ya da rasyonel varlıklar içermeyen bir dünya birçoklarına değerden yoksun gibi görünebilse de sadece birkaç türün mensuplarının bulunduğu ve doğa yasalarının daima bu mensupların refahı lehine çalıştığı bir dünya da hakikaten geniş bir skaladan türlerin aynı yasalara tâbi olduğu bir dünyadan daha az iyi olabilir. Bu anlamda tüm bu iyilerin dünyanın iyiliğine katkı yaptığını düşünmek bizce makuldür.  

Geldiğimiz nokta itibariyle dünyaların iyiliğine katkı yapan birden fazla unsur olmasının dünyaların iyiliklerini karşılaştırılabilir olmaktan çıkardığı düşünülebilir. Örneğin bir tür iyiden beş ve diğer bir tür iyiden yüz birim içeren bir dünya ile ilkinden yüz ve ikincisinden beş birim içeren başka bir dünyayı değerlendirelim. Hangisinin daha iyi olduğu hakkında konuşmak anlamlı olacak mıdır? Dikkat çekilmesi gereken nokta şudur ki dünyaların karşılaştırılabilir görünmemesi gerçekten karşılaştırılabilir olmadıkları anlamına gelmek zorunda değildir. Her iki tür iyiden de beşer birim içeren üçüncü bir dünya düşünelim. Bu dünya ilk ikisiyle karşılaştırılabilirdir zira o açık bir biçimde ikisinden de daha az iyi olacaktır. İlk iki dünyanın birbiriyle karşılaştırılamaz, üçüncünün ise her ikisiyle de karşılaştırılabilir olmasının yanı sıra, üçüncüden çok az daha fazla iyiye sahip dördüncü bir dünyayı da değerlendirmeye dahil ettiğimizde bu dünyanın ilk ikisiyle karşılaştırılabilir olup olmadığı hakkında ne söyleyeceğiz? Üçüncü dünya ilk iki dünya ile karşılaştırılabilir olduğuna ve dördüncü üçüncüden çok küçük bir farkla ayrıldığına göre dördüncü ile ilk iki dünyanın da karşılaştırılabilir olduğunu düşünmek oldukça makuldür. Bunun ardından aynı yöntemle beşinci bir dünya tasavvur edebilir ve bu akıl yürütmeyi devam ettirebiliriz. Böylece öyle görünüyor ki nihaî olarak yapılması gereken birinci ve ikinci dünyaların karşılaştırılamaz olduğu fikrini de terk etmektir.13 Hangi tür iyinin daha büyük ağırlığa sahip olduğunu şu anda bilemiyor hatta asla bilemeyecek olabiliriz ancak daha iyi bir dünyayı fiilî kılma niyetindeki bir varlığın bu bilgiye sahip olması yeterli olacaktır. 

İtirazların argümanların derinleştirilmesi amacı için iyi araçlar olduğunu hatırlayarak orijinal bir itirazı inceleyebiliriz. Strickland, maksimizasyon ile optimizasyon arasındaki farka dikkat çeker. Maksimizasyon, bir değişkenin maksimum düzeyine ulaştırılmasıdır. Öte yandan optimizasyonda birbiriyle çatışma halinde olan birden fazla değişken vardır. Bu süreçte ise tek bir değişkenin artırılması hedeflenmez. Yapılan, tüm değişkenlerin birlikte çıkarılabilecekleri en yüksek değerlerine çıkarılmalarıdır. Örneğin kimi ekonomistlere göre devletin düşük enflasyon ve düşük işsizlik objektifleri arasında ters bir ilişki vardır, aynı anda ikisi de maksimize edilemez ve bu nedenle aralarında bir denge gözetilir. Hayvanların tek bir doğumda dünyaya getirebileceği yavru sayısı ile yavruların boyutları arasında da benzer bir ilişki vardır. Uçak ağırlığı ve yakıt kullanımının düşüklüğü gibi parametreler de buna örnek olarak verilebilir. 

Strickland, dünyayı iyi yapan bahis konusu unsurlar arasında üç çatışmadan bahseder. 

Refah ve basitlik: Doğa yasaları evrensel ve tekdüze olmasaydı hissedebilen varlıkların acı çekmesine yol açan pek çok hadise vuku bulmayabilir, aksine onların mutluluk içinde yaşayacakları koşullar sağlanabilirdi. Örneğin böyle bir dünyada doğa yasaları yıkıma yol açacak bir depremin engellenmesi için askıya alınabilirdi. Ancak bu, hissedebilen varlıkların refahı uğruna doğa yasalarının basitliğinin feda edilmesi anlamına gelir. Bu demektir ki bir dünyanın iyiliğine katkı yapan unsurlar olarak refah ve basitlik çatışma halindedir. 

Refah ve çeşitlilik: Çeşitlilik, doğaları gereği diğer canlılara zarar veren türlerin varlığını da içerir.  Örneğin bakteriler insanoğlunun refahını ciddi şekilde tehdit edebilmektedir. Hissedebilen varlıklara zarar veren türlerin onlardan yalıtık bölgelerde yaşamasının bu iki iyi arasındaki çatışmayı ortadan kaldıracağı düşünülebilse de bu senaryoda iki sorun vardır: birincisi -daha önce bahsedildiği üzere- bu durum özgür eylemlerin malzemesi olan seçenekleri ve dolayısıyla azaltacaktır. İkincisi bu tarz yalıtık bölgelerde ortaya açlık yahut yamyamlık olacaktır.  

Refah ve erdem: Yardım, iffet ve cesaret gibi sıfatlar taşıyan eylemlerin örnek verilebileceği erdemli davranış birçok durumda kişinin kendi refahının en azından bir kısmını feda etmesini gerektirir. Bir diğer yandan, bazı erdemli davranışlar halihazırda refahtan yoksunluklar gerektirir. Örneğin yürekli bir davranış için ortada zor bir durum, yardımseverlik için ise yardıma muhtaç kimseler bulunmalıdır. Hem zorluk hem de yardıma muhtaçlık refahın karşısındadır.  

Strickland’ın incelediklerine ek olarak birkaç çatışmanın varlığından daha söz edebiliriz. 

Refah ve özgür yaratıkların varlığı: Özgür irade sahibi varlıklar yeri geldiğinde gerek kendilerinin gerek çevrelerindeki diğer hissedebilen varlıkların refahını tehdit edebilecek eylemlerde bulunma kapasitesine özgür iradelerinin gereği olarak sahip olacaklardır.  

Erdem ve özgür yaratıkların varlığı: Özgür irade sahibi varlıklar bir önceki çatışma örneğine benzer olarak erdeme aykırı davranışlar ortaya koymaya da kâdir olabilecektir. 

Basitlik ve çeşitlilik: Dünyanın farklı bölgelerinde farklı doğa yasalarının örneklemesi çeşitliliği artırıcı bir unsur olabilir. Farklı türler arasına varlıklar arasındaki ilişkileri de katarsak yasaların çeşitliliğinin de çeşitliliğe katkı yapıp yapmayacağı açık değildir. Ancak bunun dışında, farklı yasalar gerektiren farklı türlerin mümkün olduğu söylenebilir.

Bahsedilen iyiler, çatışma halinde olmaları sebebiyle Strickland’a göre birlikte maksimize edilemez ve dolayısıyla ekonomi, biyoloji ve mühendislik örneklerinde olduğu gibi maksimizasyonun değil optimizasyonun gözetilmesi gerekmektedir. Bu noktada çağdaş felsefecilerin mutluluk ve erdem gibi iyilerin sonsuza dek artırılabilir gibi görünmesine dayanan akıl yürütmeleri hatalıdır zira (i) maksimize edilebilir başka iyiler de mevcuttur ve (ii) farklı iyiler çatışma halinde oldukları için kendi başlarına sonsuza dek artırılabilen iyiler belli bir dereceden sonra toplam iyiliği artıramayacak ve artmaları toplam iyiliği azaltacaktır. Böylece Strickland birçok iyinin çatışma halinde olduğu önümüzdeki tabloda mümkün dünyalar arasında bir en iyinin olmasının akla aykırı olmadığını iddia eder.  

Strickland’ın akıl yürütmesinin iki aşaması da itiraza açıktır. (ii)’deki kusuru maksimizasyon ve optimizasyon işlemleriyle ilişkili yeni bir örnek üzerinden inceleyebiliriz. Boy ve yüksekliklerinin toplamı on iki birim olan (başka bir sonlu değer de düşünülebilir) dikdörtgensel prizmanın hacmi olarak ifade edilen bir fonksiyonu değerlendirelim. Prizmanın hacmini belirleyen üç unsur olarak en, boy ve yükseklik düşünülebilecek olsa da konumuza paralellik açısından bu unsurları taban alanı ve yükseklik olarak ele alalım; taban alanını belirleyen iki unsur ise bu noktada en ve boydur. Son durumda hacmin büyüklüğünü belirleyen iki (taban alanı ve yükseklik) değer ve bunlardan birini (taban alanı) belirleyen de yine iki unsur (en ve boy) vardır. Taban alanını belirleyen iki unsurdan biri olan boy ile hacmi belirleyen değerlerden yükseklik ise çatışma halindedir. Dolayısıyla prizma hacminin büyük olması amaçlanıyorsa bu ikisi arasında bir optimizasyona gidilmelidir. Ancak bu, hacmin iki temel unsurundan biri olan taban alanının bu optimizasyondan bağımsız olarak artırılamayacağı anlamına gelmez. İki temel unsur -taban alanı ve yükseklik- mutlak değil ancak kısmî bir çatışma içerisindedir zira taban alanını belirleyen iki alt unsurdan yalnızca biri olan boy, hacmi belirleyen diğer temel unsur olan yükseklikle çatışma halindedir. Böylece daha büyük hacimli bir prizma için yapılması gereken boy -dolayısıyla taban alanı- ve yükseklik arasındaki kısmî optimizasyonu gerçekleştirip taban alanının yükseklikle çatışma halinde olmayan unsurunu bağımsızca artırmaya devam etmektir.  

Prizma örneği gösteriyor ki muayyen bir amaca hizmet eden farklı temel unsurların birbirini engellemesi her zaman mutlak bir çatışmaya tekabül etmez. Çatışma pekâlâ kısmî de olabilir ve böyle olduğunda söz konusu amaca hizmet eden farklı unsurlar arasındaki optimizasyon da mutlak değil kısmî olacak; unsurlar kendilerini oluşturan alt unsurlardan birbiriyle çatışmayanların artırılması suretiyle bağımsızca artırılabilecektir. Öyleyse (ii)’nin makul olarak savunulabilmesi için dünyaları iyi kılan unsurların mutlak bir çatışma halinde olması gerekmektedir. Ne var ki bu tüm örnekler için doğru olmaktan için çok uzaktır. Zira, örneğin, ne hissedebilen canlıların refah içinde yaşamalarını sağlamanın tek yolunun doğa yasalarını askıya almak olduğunu ne de doğaları gereği diğer canlılara zarar veren türlerin canlıların tümüyle yüzleştirilmesi gerektiğini öne sürmek sağduyuya uygundur. Erdemin her zaman refahta bir noksanı gerektirdiği de savunulması neredeyse olanaksız bir iddiadır. Üstelik bir varlığın yahut varlıklardan oluşan sistemin dünyanın iyiliğine tüm iyi türleriyle katkı yapması gerektiğinin düşünülmesi de zorunlu değildir. Örnek olarak uzak bir gezegende kendi kendine yeten (örneğin biyolojik beslenme türü bakımından üretici), rasyonel olmayan ve özgür iradeden yoksun ancak hissedebilen bireylerden oluşan, bireyleri genellikle mutlu hayatlar yaşayan bir tür, dünyanın iyiliğine erdem veya özgür irade yönünden olmasa da refah bakımından katkı yapacaktır. Verilen diğer çatışmaların mutlak boyutta olmadıkları benzer akıl yürütmelerle fazla uğraş gerektirmeden görülebilir.  

Bir ara sonuca varmış bulunuyoruz: Dünyalar bakımından iyiler, kendilerini oluşturan unsurların belirli noktalarda birbirini engelleyici davranış göstermesiyle çatışma halinde olsalar da nihaî anlamda birbirinden bağımsız olarak artırılabilir görünmektedir. Böylece Strickland’ın akıl yürütmesindeki ilk adım olan (i)’e geçebiliriz. Basitlik ve çeşitlilik gerçekten maksimize edilebilir iyiler midir? Aquinas’ın sonsuz mümkün dünyalar hiyerarşisine inanmasının temel sebebi, çeşitliliğin maksimize edilebilir olmadığını düşünmesidir.14 Ona göre bir dünya ne kadar fazla tür içerirse içersin, dünyadaki en yüksek türler ile dahi Tanrı arasında daima sonsuz bir boşluk bulunacağından Tanrı her zaman yeni türler yaratarak veya tüm türleri daha gelişmiş türlerle değiştirerek daha iyi bir dünyayı fiilî kılabilir. Leibniz’in basitlik ve çeşitliliği bir arada değerlendirdiğini hatırlayalım. Tanrı maksimum düzeyde fenomenin, mümkün olduğunca basit yasalara itaat edeceği bir dünyayı amaçlar. Bu anlamdaki basitliğin evrensellik ve tekdüzeliği temsil ettiğini akılda bulundurarak yalnızca birkaç atom içeren olası bir evren ile bizimkine benzeyen başka bir evreni karşılaştıralım. Evrensellik yani uzayzaman içindeki her varlık için geçerliliğin bu varlıkların çeşitlenmesiyle daha anlamlı bir görünüm kazandığı sezgisini taşıdığımız için böyle bir karşılaştırmada evrenselliğe endeksli basitliğin de ikinci evrende daha anlamlı bir düzeyde söz konusu olduğunu düşünmeye meyilliyiz. Aquinas çeşitliliğin sonsuza dek artırılabilir olduğu konusunda haklı ve bu sezgimiz de yerinde ise çeşitlilik gibi basitlik de maksimize edilebilir olmayacaktır.  

Aquinas’ın pozisyonunu detaylı biçimde incelemeyi ileriye bırakarak şimdilik kabul edelim ve (2) için kuracağımız argümana giriş yapalım. Argümanın temel yapıtaşı, Rasmussen’in “modal devamlılık ilkesi (principle of modal continuity)” dediği ilke olacaktır.15 Rasmussen bizden her biri bir öncekinden iki birim daha uzun olmak üzere birbirini takip eden -herhangi keyfi bir u birimi için- 2u, 4u, 6u şeklinde sonsuzca devam eden bir vazolar silsilesi hayal etmemizi ister. “Boyut” olarak adlandırdığı bu varsayımsal tablonun karşımızda bulunuyor olması durumunda şu soruya nasıl yanıt vereceğimizi düşünür: Boyut mümkün ise 3u birim uzunluğunda bir vazo da mümkün müdür? Bu soruya olumlu yanıt vermek en doğal tavır olacaktır zira 3u hariç tüm boyutlarda mümkün vazo olduğunu kabul etmek oldukça garip ve epistemolojik olarak istenmeyen bir sonuçtur. Rasmussen benzer olarak, Aristoteles’ten esinlenerek, iki “ortak konumlandırılmış (co-located)” nesne düşünmemizi talep ederek bu kez de bu senaryonun mümkün olması durumunda üç ortak konumlandırılmış nesnenin de mümkün olup olmayacağını sorar. Cevap yeniden olumlu olacaktır, Ortak Konumlandırılmış Olma senaryosunu mümkün görmeyen biri dahi bunun mümkün olması durumunda üç nesne için de geçerli olduğunu doğal olarak kabul edecektir. Ardından Rasmussen bu senaryolardan yola çıkarak bu tarz durumlara uygulanabilir genel bir ilke önerir: 

  • (M) Normal şartlar altında, bir M1 önermesi başka bir M2 önermesinden yalnızca nicelik yönünden ayrılıyor ise M1‘in mümkün olması durumunda M2 de mümkündür. 

İki önermenin yalnızca nicelik bakımından farklı olması ile kastedilen bu önermelerin yalnızca en az bir niteliksel terim bakımından farklı cümlelerle ifade edilebilmesidir. Örneğin “İki adet ortak konumlandırılmış nesne vardır.” ile “Üç adet ortak konumlandırılmışnesne vardır.” önermeleri böyledir çünkü yalnızca iki adet ve üç adet niteliksel terimleri açısından birbirlerinden farklıdırlar.  

Normal şartlar altında operatörü ise ilkenin istisnalara, karşı örneklere açık olduğunu ifade eder ve Rasmussen daha az istisna içeren bir ilke bulmak amacıyla ilkeyi farklı türdeki karşı örnekler ışığında revize eder. Düzgün çokgenler kümesi düşünüldüğünde, her ne kadar eşkenar üçgen, kare, düzgün beşgen, düzgün altıgen ve bu şekilde sonsuza uzanan bir düzgün çokgenler silsilesi olsa da çokgen olmak en az üç kenarlı olmayı gerektirdiği için modal süreklilik bu kümede bir kenarlılık ve iki kenarlılık için kırılır. Yine düzgün çok yüzlülerde bu modal boşluk bir, iki ve üç yüzlülük için geçerlidir zira bir çok yüzlünün en az dört yüzü olmak zorundadır. Bunlar ve benzeri örnekler göstermektedir ki bahis konusu ilke tutarsız üye içermeyen kümeler için uygulanabilirdir. Bu şartı karşılayan kümelere “tutarlı küme” diyelim. 

Rasmussen bir diğer karşı örnekler grubunu da Keith Lehrer örneği üzerinden inceler. Elemanları, her n değeri için, “Keith Lehrer olmak ve n kilogram kedi maması yiyebilmek” olan bir küme de bir insanın yiyebileceği kedi maması miktarında bir sınır olması dolayısıyla modal sürekliliğe sahip değildir. Ancak bu örneğin Boyut ve Ortak Konumlandırılmış örneklerinden önemli bir farkı Keith Lehrer kümesinde söz konusu olan niteliğin yalnızca bir bireye (individual) bağlı olan bir parça (Keith Lehrer olmak) içermesidir. Nitelikteki bu tarz parçaların muayyen sınırlamalara yol açabilecekleri a posteriori olarak keşfedilebileceği için -Keith Lehrer örneğinde besin tüketme kapasitesi bu sınırlamalardan biridir- kırılganlıktan arındırılmış bir modal süreklilik ilkesinin incelenen örnekte olduğu gibi bir bireye has niteliklere sahip parçalar içermeyen önermelerle sınırlı olması gerekmektedir. Yine bu bakımdan “Bob olmak ve h uzunluğunda olmak” olarak iki parça içeren bir niteliği ifade eden önerme “h uzunluğunda olmak” şeklinde olan ve bir bireye has parça içermeyen bir niteliği ifade eden önermeden ayrılır. Öyleyse üyeleri ikinci önermeye benzer olan, belirli bireylere has parçaları olan nitelikleri ifade eden önermelerden oluşmayan kümeleri “bir bireye has olmayan küme (non-haecceitous)” olarak adlandıralım. 

Böylelikle iki tür içinde incelenen karşı örneklerin değerlendirilmesinin ardından ilkenin revize edilmiş hali aşağıdaki şekilde ifade edilebilir: 

  • (M4) Bir bireye has olmayan, tutarlı kümelerin elemanları olmak üzere; bir M1 önermesi başka bir M2 önermesinden yalnızca nicelik yönünden ayrılıyor ise M1‘in mümkün olması durumunda M2 de mümkündür. 

Muayyen miktarlarda iyi içeren dünyalar kümesini incelediğimizde bu kümenin tutarsız yahut bir bireye has olmadığını söylememiz makuldür. Bir bakımdan, Strickland’ın mümkün dünyaların en iyisini temellendirme girişimi bu kümenin tutarlılığına bir itiraz teşkil ediyor gibi görülebilir. Buna göre farklı iyiler doğaları gereği bir noktadan sonra birbirini bağımsızca artırılabilir olmaktan alıkoymaktadır. Ancak daha önce gördüğümüz üzere Strickland, iyilerin mutlak değil yalnızca kısmî bakımdan çatışma halinde olduğunu göstermesi bakımından hatalıdır. Örneğin evrenin geri kalanından yalıtılmış bir alanda yaşamaya değer hayatlar süren insanlar ya da yeni türlere yaşam alanı oluşturan bir gezegeni içeren bir dünya, bu gezegene sahip olmamak dışında kendisiyle aynı olan başka bir dünyadan daha iyi olacaktır. Bu bakımdan söz konusu dünyalar kümesinin tutarsız parça içerdiğini, dolayısıyla tutarsız küme olduğunu düşünmek için -en azından Strickland’ın sunabileceği- ikna edici bir gerekçeye sahip değiliz. Bir bireye has olmama hususunda ise mezkûr kümedeki elemanların bir bireye has parça içeren özellikleri ifade etmediğini söyleyebiliriz zira kümenin elemanlarının “muayyen miktarda iyi içermek” şeklinde ifade edilmesi yeterli olacaktır. Gösterilmek istenenin, belirli bir birey için farklı boyutlara sahip olmak değil yalnızca farklı boyutlara sahip olmak olduğu duruma paralel olarak burada da herhangi bir birey, daha kesin olarak, belirli bir dünya için konuşmadığımız ancak yalnızca farklı miktarlarda iyilik içerilmesinden bahsettiğimiz için tartışılan küme bir bireye has olmama niteliğini taşıyacaktır. O halde argümanımız şu şekildedir: 

  • (4) n herhangi bir miktarı temsil etmek üzere, “n miktarda iyi içeren bir dünya vardır.” önermesi “n+1 miktarda iyi içeren bir dünya vardır.” önermesinden yalnızca nicelik yönünden ayrılır. 
  • (5) n herhangi bir miktarı temsil etmek üzere, “n miktarda iyi içeren bir dünya vardır.” önermesinin mümkün olması durumunda “n+1 miktarda iyi içeren bir dünya vardır.” önermesi de mümkündür. (4 ve M4)  

Sonucun bir diğer ifadesi ise 

  • (6) Herhangi bir miktarda iyi içeren her mümkün dünya için kendisinden daha fazla iyi içeren mümkün bir dünya vardır. 

Modal devamlılık ilkesi kabul edildiğinde argümanın tek öncülü (4)’tür ve öncülde ifade edilen yalnızca verili bir miktarda iyi içeren bir dünya ile ondan biraz daha fazlasını içeren başka bir dünyanın yalnızca niceliksel bakımdan ayrılmasıdır. Somutlaştırma açısından iyiler yeniden yaşamaya değer hayatları olan insanlar olarak düşünülebilir. Herhangi pozitif bir tam sayı olabilecek n için bu tip n adet insan içeren bir dünya ile n+1 adet içeren bir dünya konumuz açısından salt nicelik bakımından farklıdır. Paralel olarak, somutlaştırmayı tür çeşitliliği üzerinden de yapabiliriz. Yeniden herhangi pozitif bir tam sayı olabilecek n için bu tip n çeşit tür içeren bir dünya ile n+1 çeşit tür içeren bir dünya sırf niceliksel olarak ayrılır ve her iki durumda da nicelikteki fark imkânda fark ortaya çıkarmaz.  

Öncülün makul oluşu bir kenara bırakılırsa, argümana nasıl saldırılabilir? Modal süreklilik ilkesinin tüm mümkün dünyalar için kendisinden daha iyisinin olduğunu düşünmek için bir gerekçe teşkil ettiği doğru olsa da elbette ilkenin kendisi vazgeçilmez değildir. Strickland’a benzer olarak, mümkün bir dünya için aslında kendisinden daha iyisi bulunmadığını gösterebilirsek modal süreklilik kırılır. Birçok çağdaş felsefecinin düşündüğü üzere dünyalar için iyi türleri olarak refah ve erdemin, ek olarak özgür irade sahibi yaratılmış varlıkların basitçe yaşamaya değer hayatları olan daha fazla insan yaratmak suretiyle artırılabilir görünmesine veya Aquinas’ın fikir hattına göre Tanrı için yaratmış olduğundan daha çok türü yaratmasının her zaman mümkün olmasına karşın tüm bunların bir sınırı olabileceği öne sürülmüştür. Öyle ki Tanrı tüm mümkün türleri ve -örneğin- tüm mümkün insanları yaratabilir.  

Aquinas ve içerdikleri türlerin çeşitliliği bakımından sonsuza dek uzanan dünyalar hiyerarşisiyle başlayalım. Aquinas’ın Tanrı’nın fiilî kıldığı bir dünya için bu dünyadaki türlerin tamamının daha yüksek türlerle değiştiği başka bir mümkün dünyayı ya da dünyadaki en yüksek tür ile Tanrı arasında yine sonsuz bir boşluk olacağından bu türden daha yükseğinin de içerildiği mümkün bir dünyayı fiilî kılmak suretiyle daha iyi bir dünyayı fiilî kılmaya kâdir olduğunu düşündüğünü görmüştük. Ancak Batı Felsefesi’nde büyük etkisi bulunan “Bereket İlkesi” gibi bir ilkenin doğru ve tüm türlerin dünyada mevcut olmasında ne gibi bir sorun vardır? Böyle bir tabloda ne en yüksek tür olacak ne de tüm türler daha iyileriyle değiştirildiğinde dünyaya önceden olmayan yeni bir tür eklenebilecektir. Not etmekte fayda var ki türlerin ortadan kaybolup yenilerinin ortaya çıkması dünyanın iyi içeriğinde değişikliğe yol açmak zorunda değildir zira bakılması gereken evrende tüm uzayda bulunan türler olduğu gibi yine tüm zamanlarda yaşayan türlerdir.  

Daha ziyade ahlâkî iyiler için geliştirilen radikal bir çözüm çoklu evren teodiseleridir.16 “Yaratılmaya değer” ifadesi ile farklı anlamlara atıf yapsa da çoklu evren teodiselerinin savunucuları Tanrı’nın yaratılmaya değer tüm evrenleri yarattığını öne sürer. Burada dünya değil de evren ifadesinin kullanılması, bu kavramların tanımları açısından önemlidir. Bir evren uzayzamansal (çev: spatiotemporal) olarak birbirine bağlı şey ve olaylar iken dünya tüm gerçekliktir.17 Bir dünya bir veya birden fazla evren içerebilir. Tanrı evrenleri yaratır ancak dünyaları fiilî kılar -zira bir dünya Tanrı’yı da içerir ancak Tanrı kendisini yaratamaz.  

Bir mümkün dünyanın tam olarak ne olduğunu anlamak için durumlar arasında iki ilişkiye bakmalıyız: içerme (inclusion) ve dışlama (preclusion).

İçermenin tanımı: S durumu S* durumunu içerir ancak ve ancak S’in geçerli ve S*in geçersiz olması imkânsızsa

Dışlamanın tanımı: S durumu S* durumunu dışlar ancak ve ancak S’in ve S*in bir arada geçerli olması imkânsızsa.

  • Tanımlar ışığında söyleyecek olursak bir S durumu maksimaldir eğer her S* durumu için S S*i içeriyor ya da S*i dışlıyorsa. Son olarak mümkün bir dünya, maksimal bir durumdur.18  

Verdiğimiz tanımlara dayanarak çoklu evren teodisesini ve onun mümkün dünyaların sahip oldukları iyilik düzeyleri bakımından oluşturdukları hiyerarşik diziyi sonsuza gitmekten nasıl alıkoyacağını daha net açıklayabiliriz. Söylediğimiz gibi farklı sayıda evrenler içeren farklı mümkün dünyalar vardır. Evrenlerden bazıları iyi içerikleri bakımından yaratılmaya değer (örneğin iyilik miktarı kötülük miktarına ağır basan), bazıları ise değildir. İyilik miktarı kötülük miktarına ağır basan ve Tom’un sütlü kahve içtiği bir evren düşünelim. Tanrı’nın bu evreni yaratması -iyiliğin kötülüğe ağır basmasının yaratılmaya değerlik şartını sağladığı varsayımına göre- iyi olacaktır. Geri kalan kısmı aynı olan ve Tom’un sade kahve içtiği bir evreni de bu evrenin yanında yaratması da iyi olmayacak mıdır?19 Teodisenin savunucuları iddia eder ki olacaktır. Tanrı’nın iyiliği kötülüğüne ağır basan dolayısıyla “yaratılmaya değer” tüm evrenleri yarattığı mümkün bir dünya vardır ve yaratılabilecek bu tarz başka evren kalmadığı için bu, mümkün dünyaların en iyisidir.   

Climenhaga, çoklu evren teodisesine benzese de ondan temel bir noktada ayrılan bir akıl yürütme kullanır.20 Ona göre Tanrı’nın kişiler değil de evrenler yarattığını söylemek anlamsızdır. Nihayetinde evrenler de kişiler içerdiği için bu farkın pek anlamlı olmadığı düşünülebilecek olsa da Almeida’nın dikkat çektiği önemli bir nokta vardır. Leibnizci özcülüğün bir çeşidi doğruysa kendi başlarına yaratılmaya değer olsalar da ortak parçalara sahip olduklarından birlikte yaratılamayacak evrenler vardır. Örneğin yukarıda söz ettiğimiz, Tom’un sütlü ve sade kahve içtiği iki evren aynı anda yaratılamaz. Bu yüzden Climenhaga, Tanrı’nın yaratılmaya değer tüm evrenleri değil yaratılmaya değer tüm kişileri yaratmış olabileceğini öne sürer.  

Leibnizci özcülüğe temel oluşturan ilke “ayırt edilemezlerin özdeşliği (identity of indiscernibles)”dir. İlkeye göre iki nesne tüm niteliklerini paylaşıyorsa o iki nesne özdeştir.21 Her ne kadar gündelik yaşamdaki nesneler ile ilke arasında görünür bir çatışma bulunmasa da bu tarz temel ilkelerin -eğer geçerlilerse- tüm mümkün durumlarda geçerli olmaları beklendiğinden ilkeyi hipotetik durumlara uygulayabilmeliyiz. Bu bakımdan ilke, örneğin, birbirinden 2, 4 ve 5 birim uzaklıkta konumlandırılmış birbirinin kopyası A, B ve C kürelerinden oluşan bir evren ile tutarlıdır zira bu evrende A B’den 5 birim uzaklıkta olmasıyla C’den, C’den 4 birim uzaklıkta olmasıyla ise B’den ayrılır ve bu böyle devam eder. Öte yandan A, B ve C’den her birinin birbirine ikişer birim uzaklıkta olduğu tamamen simetrik bir evren hakkında ne söylenebilir? Bazıları bu tarz bir evrende dahi ilkenin geçerli olacağını çünkü nesnelerin spesifik A nesnesi olma gibi özelliklere sahip olduğunu söyleyebilir. Bu hamle ilkeyi önemsizleştireceğinden ilkede kastedilen özelikleri ayırabiliriz. Bu amaçla yapabileceğimiz ilk ayrım içsel/esas (intrinsic) ve dışsal (extrinsic) ayrımıdır. Bu kavramlarla kastedilenler, ne var ki açık değildir.22 Bir diğer ayrım saf (pure) ve saf olmayan (impure) özellikler arasındadır. Bir özellik özel bir varlık ile ilişki bakımından ifade ediliyorsa saf olmayan bir özellikken böyle değilse saf özelliktir. Örneğin Güneş’ten bir ışık yılı uzakta olma saf olmayan, bir yıldızdan bir ışık yılı uzakta olma ise saf özelliktir. Bir varlıkla ilişki ile ifade edilmeyen özellikler ise saftır. Bu tanımlara göre, en çok tartışma konusu olan iki ilke vardır: zayıf ilke saf, güçlü ilke içsel saf özellikler ile ilgilidir.  

Monton, çoklu evren teodisesine oldukça güçlü bir itiraz teşkil eden ve mezkûr ilkeyle de yakından ilişkili bir akıl yürütmeyle gelmiştir. Tanrı’nın yaratılmaya değer tüm evrenleri yarattıktan sonra yaratmaya son vermesi gerekmez, bundan sonra bu evrenlerin kopyalarını da yaratabilir ve yaratılabilecek kopyalarda bir sınır yoktur, her ne kadar kopya yaratılırsa yaratılsın, daha fazlası yaratılabilir.23 Fikir hattının tartıştığımız ilke ile ilişkisi ortadadır. Eğer ayırt edilemezlerin özdeşliği ilkesi doğruysa birbirinin aynısı iki evrenin yaratılabilmesi mümkün değildir. Bu noktada Monton üç farklı cevap verir. Birincisi, bu itirazı kullananlar ilke için kanıt öne sürmek yerine yalnızca onu doğru varsayar. Monton’a göre literatürde gerçekten kanıtlar olsaydı sorun olmayacak olsa da hakikaten hiç makul kanıt yoktur. İkincisi, ilke lehine iyi kanıt olmamasının aksine, aleyhine iyi kanıtlar vardır. Kendisi farklı bir argüman kullansa da biz onun argümanını sağlıklı bulmadığımız için tartışmanın odağını fazla saptırmamak adına Monton’ın diğer gerekçelerine geçiyoruz. Kendi argümanının ardından, ilkenin kuantum mekaniğinin mantıksal olarak mümkün olması durumunda zorunlu olarak doğru değil ve kuantum mekaniğinin doğru olması durumunda yanlış olacağını gösteren French ve Redhead’e atıf yapar.24 Sonrasında da haklı olarak ekler ki zorunlu olarak doğru olmayan bir ilke Tanrı’nın yapabilecekleri için bir sınır oluşturmaz. Üçüncüsü, Monton ilke hakkındaki tartışmasını kısa tutar çünkü ona göre itirazı ilke doğru olsa da savunulabilir. Nesnelerin spesifik A nesnesi olma gibi özelliklere sahip olma ihtimalini hatırlayalım. Böyle düşünenler için ilkenin geçerli olması önemli değildir zira evrenler spesifik x evreni olma gibi özelliklerle birbirinden ayrılır. Monton’a göre varlıklar böyle özelliklere sahip değilse de itiraz geçerlidir çünkü Tanrı evrenleri zihninde isimlendirebilir. Örneğin yaratılmaya değer evrenlerden bir tanesi için ilk evreni #1 olarak adlandırır ve bunu ilk kopyayı #2, diğer kopyayı #3 isimleriyle anması izler. Evrenler böylece birbirinden bu yönleriyle ayrılacağından ve verilebilecek isimlerin bir sınırı olmadığından itiraz geçerlidir.  

Ne var ki, biz Monton’ın son itirazını makul bulmuyoruz. Bunun nedeni Leibnizci ilkeye tabi olan özelliklerin türü ile ilgilidir. Monton’ın itirazındaki revizyonun asgari şartı karşılayıp karşılamadığını araştırmak adına kopyaların birbirinden ayrılan özelliklerin zayıf ilke ile uyumlu olup olmadığına bakarsak öyle olmadıklarını görebiliriz. Monton’ın kastettiği özellikler, her ne kadar o ne tür bir özellik kastettiği hususunda yeterince açık olmasa da, özel bir varlıkla (Tanrı) ilişki bakımından ifade edilebilirlikleri dolayısıyla saf olmayan özellikler olacaktır. Bu sebeple de Monton’ın revize edilmiş senaryosu, asgari şart olarak zayıf ilkeyle uyumlu değildir. Senaryosunu belki güçlü ilke ile değil ancak zayıf ilke ile uyumlu hale getirecek farklı bir revizyon önerecek olsak da bizim Monton’dan itirazının ilkeyle uyumu noktasında ayrılan şu andaki pozisyonumuz, dolayısıyla ilkenin daha iyi bir eleştirisini gerektirmektedir.  

Monton’a, ilkenin zorunlu olarak doğru olmaması durumunda Tanrı’nın yapabileceklerini sınırlamadığı noktasında katıldığımızı tekrar edelim. Ek olarak onun da kullandığı üzere ilkenin en azından zorunlu olarak doğru olmadığını düşünmek için French ve Redhead’in sunduğu empirik bir gerekçemiz de vardır. Biz iki empirik olmayan argüman daha ekleyeceğiz. İlk olarak, Black’in yalnızca iki ayırt edilemez (tüm özellikleri aynı olan) küreden oluşan varsayımsal evrenini düşünelim. Küreler başka cisimlerle ilişkileri bakımından da özdeştir zira evrende bu iki küre dışında cisim yoktur ve birbirine uzaklıkları doğal olarak eşittir. Ancak muhaliflerine göre böyle örnekler iki ayırt edilemez küre yerine Öklidçi olmayan uzaylarda tek bir küre biçiminde yeniden ifade edilebilir, öyle ki verilen örnekteki bir küreden diğerine yolculuk aslında Öklidçi olmayan bir uzayda bir küreden yeniden kendisine uzanan bir yolculuktur. Ortada bir ve yanlarda iki olmak üzere üç ayırt edilemez küre gibi daha karmaşık örneklerde zorlaşan bu “Öklidçi olmayan uzayda yeniden ifade edilebilirlik”, Adams’ın argümanına konu olmuştur. Adams yalnızca bir tanesinde bir çizgi olması haricinde birbirinden ayırt edilemeyen kürelerden oluşan bir sıra düşünmemizi ister. Ona göre eğer bu kürede bir çizgi olmasaydı uzayın şeklinin baştan aşağı farklı olacağını ifade etmek oldukça gayrimakuldür.  

Adams’ın ikinci argümanı ise “özdeşliğin zorunluluğu (necessity of identity)” ve genel kabul gören bir modal mantık aksiyomuna, S5 Aksiyomu’na, dayanır. Yine birbirinden yalnızca, bir tanesinde zorunlu olmayan (accidental) bir özellik olarak çizgi olması ile ayrılan iki küre düşünelim. Çizgi zorunlu olmadığı için bu çizginin var olmaması mümkündür. Ancak ayırt edilemezlerin özdeşliği ilke zorunlu bir doğruysa bu, kürelerin özdeş olmasının mümkün olduğu anlamına gelir. Özdeşliğin zorunluluğu ilkesine göre ise iki varlık özdeşse zorunlu olarak özdeştir. Böylece bir ara sonuç olarak, ayırt edilemezlerin özdeşliği ilkesi zorunlu bir doğruysa kürelerin zorunlu olarak özdeş olması mümkündür. S5 Aksiyomu ise ortaya koyar ki bir önermenin zorunlu olarak doğru olması mümkünse, o önerme zorunlu olarak doğrudur. Öyleyse ayırt edilemezlerin özdeşliği ilkesi zorunlu bir doğruysa küreler özdeştir. Ancak bu, kürelerden birinde çizgi olması dolayısıyla saçmadır. Bu nedenle ayırt edilemezlerin özdeşliği ilkesi zorunlu bir doğru değildir.  

Monton’ın senaryosunun ayırt edilemezlerin özdeşliği ilkesiyle uyumlu hale getirmek için sunduğu çözümün yetersiz olduğunu belirtmiştik. Peki bu amaç için başka ne yapılabilir? Birbiriyle ayırt edilemez olan evrenlerin aynı anda değil ancak sırayla yaratıldığı bir senaryo düşünebiliriz. Bu durumda evrenlerden bir tanesi yaratılan ilk evren olma özelliğine, bir diğeri yaratılan ikinci evren olma özelliğine sahip olacak ve bu böyle devam edecektir. Dolayısıyla birbirinden normalde ayırt edilemez olan evrenler de farklı sıra veya zamanlarda var oluşa geldiklerinden artık ayırt edilebilir olacaklardır.  

Monton’ın argümanına başka nasıl saldırılabilir? Çoklu evren teodisesini savunan O’Connor, iyinin türlerle ölçüldüğünü ifade ederek usta bir sanatçının mükemmel ve sınırlamalardan azade olsa bile neden sırf tekrara başvuracağını ve birbirinin aynısı obje ve sistemleri yaratacağını sorar. Bir tür iyi dünyada örneklendiyse bu türden bir başka iyinin dünyaya eklenmesi toplam iyiyi artırmaz. Monton’ın cevabı ise O’Connor’un inancının sezgilere aykırı olduğudur. Bir düşünce deneyi önerir. Bir insan toplumu düşünelim. Jane ve John’un mutlu bir evlilik yaşadığı bu toplumda bir filozof topluma başka bir çiftin evlenmesinde bir yarar olmadığını çünkü halihazırda bu türe ait bir iyi olduğunu söyleseydi bunun açıkça saçma olduğunu düşünürdük. Gerçek dünyada her mutlu evlilik kendine has biçimde iyiyse de gerçekten de tıpatıp aynı olsaydı filozofun önerisi makul olur muydu? Monton’ın bizce de yerinde olan sezgisine göre olmazdı. Ne kadar fazla çift, her ne kadar aynı olsa da, mutlu evlilikler yaşarsa toplumda o kadar mutluluk var demektir -burada belki tüm özelliklerini paylaşmalarıyla ayırt edilemez olan insanların yine de özdeş olmayacaklarına dikkat edilmelidir. Benzer olarak, yaratılmaya değer evrenlerin kopyalarının gerçekliğe eklenmesinin de toplam iyiyi artıracağını düşünmek makuldür. O’Connor, dünyayı iyi kılan unsurlardan çeşitliliği tartışıyor olsaydık haklı olabilirdi fakat buradaki husus refah ya da belki erdemle ilgilidir. Monton’ın burada O’Connor’a, cevabı gayet yerinde ve yeterlidir:

Tanrı çoklu evren teodisesi tablosunda sırf tekrara başvurmaz. O, O’Connor’un ifade ettiği gibi iyinin tüm türlerinin örneklerinden yaratır ancak ardından fark eder ki daha fazlasını yaratarak gerçekliğe daha fazla iyi ekleyebilir. Bu sırf tekrara başvurmak değildir, tekrarı bir yan ürün olarak içeren iyiyi takip etmektir.25 

Monton’ın çoklu evren teodiselerine eleştirisinin ardından çoklu evren teodisesinin savunucularından ayrıldığı noktaya değindiğimiz Climenhaga’nın özgün itirazına bakabiliriz. Climenhaga, fiilî dünyadan daha iyi mümkün dünyaların fiilî kılınabilecek olmasının Tanrı’nın varlığıyla bağdaşmayacak bir durum olduğu düşüncesine dayanan akıl yürütmelerin temelindeki inançların Tanrı’nın sonsuz iyi içeren bir dünyayı fiilî kılacağını düşünmek için neden teşkil ettiğini ifade ederek farklı sonsuz iyi içeren dünyaları inceler. Sonsuz iyi içeren bir dünyanın daha iyi kılınıp kılınamayacağı noktasında ise önerilmiş iki ilkeyi değerlendirir. İlkelerden birini anlamak için aynı iyi içeren unsurları barındıran (Bu iyi içeren unsurlardan bu bölümde Vallentyne ve Kagan’ı26 takip ederek “lokasyon” olarak bahsedeceğiz.) iki dünya düşünelim. İki dünyadaki iyi içeren unsurlar -lokasyonlar- da sonsuz sayıda olsun ancak bir tanesinde bu lokasyonların belli bir kısmı diğer dünyadakinden daha fazla iyi içersin. Bu senaryoyu lokasyonları insanlar olarak düşünerek örneklendirebiliriz. Her iki dünyada da aynı insanlar vardır, bu insanların tümü -varsayalım ki- iyidir (mutlu hayatlara sahiplerdir, erdemli yaşamlar sürerler), her iki dünyada da bu insanlardan sonsuz sayıda vardır ve son olarak dünyaların birinde insanların bir bölümü diğer dünyadaki karşılıklarından daha iyidir (daha mutlu ve/veya erdemli hayatlar yaşarlar). Bu senaryoyu belki aşağıdaki ifadeler temsil edebilir: 

  • W: 1, 1, …, 2, 2, 2, …, 1, 1, …                     
  • W2 : 1, 1, 1, 1, … 

W1, bahsettiğimiz üzere W2 ile aynı lokasyonları içermesine rağmen bu lokasyonların belirli bir bölümünde W2‘den daha üstün olduğu için nihaî olarak da daha üstündür. Vallentyne ve Kagan, bu tarz örnekler için genel bir ilke oluşturmuşlardır: 

  • W* ve W dünyaları aynı lokasyonlara sahipse ve sonlu bir lokasyonlar kümesi için W*, W’den daha üstünse W*, W’den daha üstündür.  

Öte yandan bu ilke, iyilikleri açısından asimetrik görünse de sonsuz sayıda lokasyon içerdikleri için karşılaştırılamayan farklı dünyalar örneklerinin tümü için uygulanabilir değildir. Monton, çoklu evren teodisesinin makul bulmadığı bir itirazını incelerken farklı bir ilkeyle gelir. İtiraza göre Tanrı’nın kardinalitesi sonsuz olan bir küme oluşturacak bir çoklu evren yarattıktan sonra bu çoklu evrene sonlu sayıda -hatta belki de daha küçük veya çoklu evrenle eşit büyüklükte bir sonsuz sayıda- daha fazla evren eklemesi çoklu evreni daha iyi kılmaz zira kardinalite değişmeyecektir. Monton’ın da incelediği üzere bu itiraz kanımızca kümeler kuramının dünyaların iyi içerikleri bakımından, her ne kadar iyi bir düşünme yöntemi olsa da, eksikliğini ortaya çıkarmada oldukça iyi bir örnektir. Monton’ın dikkat çektiği gibi Tanrı’nın evrenleri yaratırken çoklu evrenin toplam kardinalitesine bakmaktan ziyade bireysel olarak evrenlerin yaratılmaya değer olup olmadığını göz önüne alacağını düşünmek makuldür. Örneğin her ikisi de sonsuz sayıda yaratılmaya değer evrenden oluşan W3 ve W4 dünyalarını düşünelim. W3’ün sahip olduğu ek bir evren dışında bu sonsuz sayıda evrenin tümü ortak olsun. U’lar evrenleri temsil etmek üzere: 

  • W3: U0, U1, U2, U3, U4, … 
  • W4: U1, U2, U3, U4, … 

Monton’a göre böyle bir olasılıkta Tanrı’nın W3‘ü fiilî kılacağını düşünmek makuldür zira aşağıdaki ilke de doğrudur:  

  • W*, W ile tüm lokasyonları paylaşıyorsa, ek olarak W* başka lokasyonlara da sahipse ve W*’nin ek lokasyonlarının toplamı pozitifse W*, W’den üstündür. 

Bu iki ilkeyi değerlendiren Climenhaga, ikisinin de hüküm sürmediği bir alan bulur ve itirazını burada temellendirir. Öncelikle kardinalite tartışmasını tekrar inceleyelim. Pozitif doğal sayılar kümesi ile pozitif çift sayılar kümesi, elemanları arasında bire bir ve örten bir fonksiyon olduğu için, bir diğer deyişle bire bir eşleştirilebileceği için eşit kardinaliteye sahiptir. Bu bakımdan her pozitif doğal sayının lokasyon olarak iyi bir insanı temsil ettiği bir dünya, her pozitif çift sayının yine lokasyon olarak iyi bir insanı temsil ettiği bir dünyadan kardinalite anlamında üstün değildir. Ancak ilk dünya ikincisinden Monton’ın ilkesine referansla üstündür zira pozitif doğal sayılar kümesi pozitif çift sayılar kümesini kapsar.  

Buraya kadar sorun yoksa bile Climenhaga pozitif doğal sayılar kümesi ile pozitif çift sayılar kümesini değil, eleman olarak 0’ı da içeren çift sayılar kümesini değerlendirmemizi ister. Yine bu iki kümenin kardinalitesi eşittir. Ancak kümeler bu kez Monton’ın şartına uymaz zira pozitif doğal sayıların temsil ettiği insanların bulunduğu dünya, artık çift sayıların temsil ettiği insanların bulunduğu dünyadaki tüm insanlara ve ek olarak daha fazlasına, 0 dolayısıyla, sahip değildir. Climenhaga devam eder. Bu iki küme ne kardinaliteleri bakımından ne de yukarıdaki iki ilkeden birine referansla birbirinden üstündür. Buna paralel olarak eğer sonsuz sayıda iyi insan içeren dünyaların her ikisinde de diğer evrenle bir karşılık olarak paylaşmadığı insan varsa bu dünyalardan birinin diğerinden üstün olduğunu söylemek de yanlış olacaktır.  

Climenhaga’nın, fiilî dünyanın daha iyi kılınabilir oluşunun Tanrı’nın mutlak iyiliğiyle bağdaşmayacağı fikrine dayanan argümanların çekirdeğini oluşturan fikirlerin Tanrı’nın sonsuz iyi içeren bir dünya yaratacağını düşünmek için de gerekçe teşkil edeceğini düşündüğünü hatırlayalım. Tüm bunlar göz önüne alındığında Climenhaga’ya göre Tanrı’nın fiilî kıldığı dünyanın daha iyi kılınabilir olmadığını düşünmek için bir neden vardır ve bu da onun özgür iradesiyle ilgilidir. Eğer özgür iradeli eylemlerin hakikaten özgür olmaları için gelecekte yapılacak eylemin kesin bir doğruya dayanmaması gerekiyorsa mutlak özgür irade sahibi Tanrı’nın gelecekte hangi insanları yaratacağıyla ilgili de bir doğru olmayacaktır. Örneğin o A, B veya C kişilerini yaratacak olabilir. Hangi üyelerden oluştuğu belirli olmayan bir küme olarak böyle dünyalar arasında ise bu nedenle bir üstünlük söz konusu olamaz. Her ne kadar bu akıl yürütme Tanrı’nın fiillerini zamanın içinde ortaya koyduğu savına dayansa da Climenhaga’ya göre aynı fikir hattı paralel biçimde Tanrı’nın eylemlerinin zamansız ancak mantıksal olarak sıralı olduğu bir seçenekte de kurulabilir.  

Climenhaga’nın akıl yürütmesi açıklarla doludur. Ara basamakları ikna edici temellendirmelere dayandırmak bir yana, Climenhaga’nın yaptığı bir anlamda yalnızca bahsettiklerinin doğru olabileceğidir. Örneğin gelecekte vuku bulacak özgür iradeli seçimlerin ne yönde olacağıyla ilgili doğruların olmaması neden gereksin? Bu doğrular seçimleri zorunlu kılarak iradenin özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır, demek en kısa ifadeyle modal safsataya düşmek olur. Daha da önemlisi, gerçekten Tanrı’nın eylemlerinin zamansal sıralılığı ile mantıksal sıralılığı arasında bu eylemlerin kesin olmayışlarını -eğer gerçekten öyle iseler- benzer kılacak bir paralellik var mıdır? Tanrı’nın tüm emirlerini tek seferde verdiği ve bu emirlerin sıralı olduğu zamansız Tanrı tasavvuru için bir metafor düşünebiliriz. Genlerimiz döllenme ile birlikte belirlenir ve olağandışı bir durum olmadığı müddetçe ömrümüzün sonuna dek aynı kalır. Yine de genlerin etkin hale geldiği zamanlar birbirinden farklı olabilir. Tüm genler başlangıçtan sona aynıyken örneğin parmak oluşumu için apoptosisin gerçekleşmesi ile üreme döneminde mayozun başlaması zamansal olarak sıralıdır. Benzer olarak bir doktor hastasına reçete ile hangi ilaçları hangi sıra ve şekilde kullanması gerektiğini söyleyebilir ve doktorun zamansal olarak sıralı olmayan talimatlarına karşı hastanın yapacakları zamansal olarak sıralıdır. Tanrı da bu şekilde önce A, sonra B ve ardından C evreninin yaratılmasını zamansız eylemiyle sağlayabilir. Fakat burada onun kelimenin tam anlamıyla önce A, sonra B ve ardından C evrenlerini yaratmasının sebep olabileceği belirsizliği görmek oldukça zordur. Döllenmeyle belli olan DNA’da da doktorun verdiği reçetede de geleceğe yönelik bir belirsizlik yoktur. 

Akıl yürütmedeki bir nokta ise bize yeni ilkeler kazandırması bakımından argümanımızın derinleşmesine fayda sağlayabilir. Bunun için pozitif doğal sayılar ile çift sayılar üzerinden ilerleyen örneği yeniden inceleyeceğiz. Diyelim ki her ikisi de sonsuz sayıda lokasyon içeren ve kesişim kümelerinde de yine sonsuz sayıda lokasyon bulunan ancak fark kümeleri sonlu olan iki dünya vardır. L’ler lokasyonları temsil etmek üzere: 

  • W5: La1, La2, La3,…, Lb1, Lb2, Lb3,…,Lb500 
  • W6: La1, La2, La3,…, Lc1 

Dünyalarından her ikisi de a1’den başlayan ve sonsuza dek ilerleyen sonsuz sayıda lokasyon, yeniden diyelim ki iyi kişi, içermektedir. W5 buna ek olarak 500 farklı iyi kişi ve W6 de diğer dünyadaki ek 500 kişiye dahil olmayan bir iyi kişi barındırmaktadır. Kardinalitelerinin eşit olması ve ne Vallentyne-Kagan ne de Monton’ın ilkeleri ile karşılaştırılabilir olmaları bir yana, W5, W6‘dan açık bir biçimde daha iyi görünüyor değil midir? Denebilir ki bu iki dünyanın karşılaştırılabilir olmamasının sebebi fark kümelerini oluşturan lokasyonların karşılaştırılabilir olmamasıdır. Ancak iyi kişiler örneği düşünülürse, bir insanın hayatının bir başkasından daha mutlu ve/veya erdemli olmasının mümkün olmaması için ne gibi bir neden vardır? İki kişi arasında bile bu tarz kıyaslamalar yapmak mümkünken bir kişi ile beş yüz kişi arasında yapmak çok daha güçlü biçimde akla uygun görünüyor. İçerilen ek lokasyonların değer açısından birbirine yaklaşık olarak eşit olduğunu varsayarsak -örneğin bu kişilerin tümünün iyilik düzeyleri birbirine yaklaşık olarak eşitse- daha fazla ek lokasyona sahip dünyanın daha iyi olduğunu düşünmek bizce oldukça makuldür. Son tahlilde bu ve bunun gibi örneklere dayanarak yeni bir ilkeden bahsedebiliriz: 

  • Fark kümelerinden en az biri sonlu olan iki dünya için W*nin fark kümesi W’ninkinden daha iyiyse W*, W’den üstündür. 

Fark kümelerinden en az birinin sonlu olması şartının bulunmasının nedeni, birinin sonlu ancak diğerinin sonsuz olması durumunda zaten sonsuz elemandan oluşan fark kümesine sahip dünyanın daha üstün olacağıdır. Pozitif doğal sayılar ile çift sayılar kümeleri arasındaki durum böyledir. Her ikisinin fark kümesi de sonlu olan iki dünya için ise incelenen örnek geçerlidir. 

İlke, fark kümesinde daha az lokasyon içerse de nihaî olarak daha iyi olan bir dünyanın diğer dünyadan daha iyi olması ihtimalini de kapsar. Örneğin şu iki dünya için: 

  •   W7: La1, La2, La3,…, 10, 10, 10 
  •   W8: La1, La2, La3,…, 2, 2, 2, 2, 2, 2, 2 

her ne kadar ikincisi daha fazla lokasyona -iyi/değer taşıyan parçaya- sahipse de ilki daha fazla miktarda iyiye sahiptir. Somutlaştırmak adına ikinci dünyanın fark kümesini sorumluluklarını yerine getiren ve minimal ölçüde mutlu hayatlar süren yedi sıradan insan, ikinci dünyanınkini ise sorumluluklarını yerine getirmelerine ek oldukça özverili olan ve manevi açıdan refah içinde yaşayan üç keşiş düşünülebilir. Tabii ki bu karşılaştırmaları yapabilmek için ne yeterli bilgi ne de yetki sahibi olduğumuzu iddia ediyoruz. Öne sürdüğümüz yalnızca bu tarz objektif eşitsizliklerin olabileceğidir ve bunun alim-î mutlak bir varlık tarafından bilinmesi yeterli olacaktır. 

Dünyalar arası kıyaslamaları, pozitif doğal sayılar ve çift sayılar kümelerinin temsil ettiği örneklere bağışıklı hale getirmiş olsak da hala bir sorun var gibi görünmektedir. Fark kümelerinin her ikisi de sonsuz lokasyondan oluşan dünyalar için ne söyleyeceğiz? Uygun bir örnek olarak bu kez de çift sayılar ve asal sayılar kümelerini düşünelim. Yeniden her iki kümenin de kardinalitesi eşit ve sonsuzdur. Ortak tek elemanları ise 2’dir.  

Bunun gibi durumlar için kümeler ve kardinalitelerden farklı bir uygulamaya başvurulmasını öneriyoruz. Küme örneğini dünyalar ve lokasyonlara bu kez şu şekilde uyarlayalım: her bir doğal sayı bir evreni temsil etsin; çift sayılar kümesinin karşılığı olan dünyada çift sayılarla temsil edilen evrenlerin, asal sayılar kümesinin karşılığı olan dünyada ise asal sayılarla temsil edilen evrenlerin her birinde belirli bir sayıda -diyelim ki k– iyi insan bulunsun ve yalnızca aynı gezegenlerde bulunan insanlar birbirinin karşılığı olsun. Böylece çift sayılar dünyasının ilk evreninde -buna #0 diyelim- insanlar bulunacaktır. Bu #1’de bulunmayacak, #2’de bulunacak, #3’te bulunmayacak, #4’te bulunacak şekilde sonsuza dek devam edecektir. Asal sayılar dünyasında ise bu, ilk iki evren olan #0 ve #1’de bulunmayacak, #2 ve #3’te bulunacak, #4’te bulunmayacak, #5’te bulunacak şekilde yine sonsuza dek devam edecektir. Bize göre bu iki dünyaya bakıldığında çift sayıların temsil ettiği dünyanın daha fazla lokasyon -insan- içerdiğini düşünmek için bir sebep vardır. Çift sayılar dünyasının lokasyon içeren evrenleri #0, #2, #4, #6… biçiminde aralarında birer boşluk olmak üzere ilerlerken bu asal sayılar için #2, #3, #5, #7, #11, #13, #17 biçiminde aralardaki boşluklar daha düzensiz olacak şekildedir. Konumuz açısından önemli olan husus çift sayılar dünyasında lokasyon bulunduran evrenler arasında lokasyon bulundurmayan (boş) daima yalnızca bir evren bulunurken asal sayılar evreninde bu farkın (#2 ve #3 dışında) en az iki boş dünya olması ve birçok farklı sayıda evrenden oluşan boşluk için geçerli olmasıdır. Not düşmek gerekirse asal sayılar dünyasında (yeniden #2 ve #3 dışında) fark en az ikidir çünkü 2 haricindeki tüm asal sayılar aynı zamanda tek sayıdır ve bir tek sayının bir fazlası bir çift sayı verecektir. W5 ve W6 örneği gibi burada da evrenlerin k sayıdaki sakinlerinin her birinin dünyalarının iyi içeriğine birbirine eşit miktarda katkı yaptığını kabul edelim -basitlik adına buna 1 diyebiliriz. O halde bu iki dünya aşağıdaki gibi ifade edilebilir: 

  • Wç : k, 0, k, 0, k, 0, … 
  • Wa : 0, 0, k, k, 0, k, 0, k, 0, 0, 0, k, … 

Her kadar yalnızca üçüncü evren olan #2’de ortak lokasyon içeriyor olsalar ve her ikisi de nihayetinde sonsuz lokasyona sahip olsa da Wç daha hızlı artıyor veya sonsuza daha hızlı yaklaşıyor gibi görünmektedir. Başlangıçta kümeler ve kardinaliteden farklı bir uygulama olarak bahsettiğimiz yöntem bu noktada devreye giriyor. Sonsuza giden iki fonksiyon arasında sonsuza yaklaşma hızlarındaki farklılıktan kaynaklanan bir asimetri olabilir. Örneğin y=2x ve y=3xfonksiyonlarından her ikisinde de  x sonsuza giderken y de sonsuza gitse de ilki bir anlamda daha hızlı ilerler ve x sonsuza giderken ilk fonksiyon daha büyük kabul edilir. Bu asimetrileri kendisine dayandırmak için iyi tanımlanmış bir ilke oluşturmak zor olsa da yukarıda kullandığımız akıl yürütme, bu tarz asimetrilerin varlığının yine de mümkün olduğunu göstermek açısından önemlidir.  

Diğer taraftan, ne bir ilkeyle ne de yukarıdaki gibi akıl yürütmelerle karşılaştırılabilir oluşları temellendirilemeyecek dünyalar olabileceğini teslim ediyoruz. Son örnekteki dünyaların tümünde eşit ve sabit k sayıda değil de her evrende farklı sayıda insan olduğu bir durumu veya lokasyonları tamamen kuralsız biçimde dağılmış, yine sonsuz lokasyon içeren, dünyaları örnek olarak düşünebiliriz. Lokasyonlar dünyaya çift sayılar dünyası örneğinde olduğu gibi düzenli şekilde dağılmak zorunda da değildir doğrusu lokasyon olarak insanlar alındığında bu oldukça gayrimuhtemeldir de. Bunlar ve benzeri birçok durum için bazı dünyaların hakikaten karşılaştırmaya kapalı olmaları ihtimalini kabul etmekle birlikte bunun argümana zarar vereceği kanaatinde değiliz.  

İyi oluşları bakımından sonsuza dek uzanan mümkün dünyalar hiyerarşisinde tüm mümkün dünyalar aynı sıralamaya koyulabilir olduğu için bu senaryoyu sayıların dünyaları temsil ettiği tam sayı doğrusuna benzetebiliriz. Climenhaga’nın itirazına temel oluşturan karşılaştırılamaz mümkün dünyalar senaryosu ise birçok sayıda ayrık doğruya benzetilebilir. Şimdi karşılaştırılamaz mümkün dünyalar senaryosunun argümanla ilişkisini inceleyelim. Farz edelim ki Climenhaga haklıdır ve sonsuz sayıda lokasyon içeren iki dünyanın her ikisinin de birbiriyle ortak olmayan elemanları varsa bu iki dünya arasında bir karşılaştırmadan söz edemeyiz. Bir diğer deyişle şu önerme doğrudur: 

  • (7) Ne birbiriyle eşit düzeyde ne de birbirinden daha iyi olan mümkün dünyalar vardır. 

Bu haliyle önermeyi (2) ile birlikte doğru olabilmekten alıkoyan nedir? (2)’nin ne ifade ettiğine yeniden bakalım. 

  • (2) Tüm mümkün dünyalar için söz konusu mümkün dünyadan daha iyisi vardır.  

(2)’de ifade edilen yalnızca her mümkün dünyanın aşılabilir olduğudur. Bu yönüyle, ayrık doğrular benzetmesi hatırlanırsa, öncül karşılaştırılamaz dünyalar senaryosuyla tutarlıdır. Dolayısıyla da (2) ile tutarsız olacak önerme (7) değil, daha ziyade aşağıdakilerden biri olabilir: 

  • (8) Hiçbir mümkün dünya ile karşılaştırılabilir olmayan mümkün dünyalar vardır. 
  • (9) Karşılaştırılabilir olduğu mümkün dünyaların hiçbirisinin kendisinden daha iyi olmadığı mümkün dünyalar vardır.  

Bu iki önermeden en az birinin doğru olması durumunda ayrık doğrular benzetmemiz hatalıdır, belki daha doğru olarak ayrık doğru parçaları veya noktalardan bahsedilebilir. Ne var ki, (7)’den ne (8) ne de (9) geçerli biçimde çıkmaktadır. (7)’nin iddiası karşılaştırılamaz mümkün dünyaların olduğu iken (8) ve (9)’unkiler daha güçlüdür. (8)’e göre daha da fazla olarak başka hiçbir mümkün dünya ile karşılaştırılamaz mümkün dünyalar varken (9) kendi içinde karşılaştırılabilen bazı mümkün dünyalar için bunların en iyisi veya en iyilerinden biri olabilecek mümkün dünyaların olduğunu söyler. (7)’den çıkmadıklarını gözlemlememize ek olarak, Climenhaga’nın örnekleri ya da benzeri başka örnekler de bu önermeler lehine neden teşkil ediyor gibi görünmüyor. 

Diğer taraftan, (2) lehine modal süreklilik ilkesine dayanan argümanımız bu dolayla (8) ve (9) aleyhine de delil oluşturur. W5 ve W6‘nın karşılaştırılamaz olduğunu düşünelim. İddia ettiğimizin aksine W5‘ten daha az iyi olmayan W6‘nın, bu durumda hiçbir dünyayla karşılaştırılabilir olmadığı yahut kendi karşılaştırılabilir olduğu dünyalar arasında en iyi(-lerden biri) olduğu söylenebilir mi? Öncelikli olarak bu dünyanın hiçbir dünyayla karşılaştırılabilir olmadığı açıkça saçmadır zira en azından sahip olduğu lokasyonların yalnızca bir kısmına sahip olan mümkün bir dünyanın olduğunu söylemek makuldür ve W6 bu dünyadan daha iyi olacaktır. Diğer taraftan karşılaştırılabildikleri arasında en iyi(-lerden) olması da makul değildir zira (i) modal süreklilik ilkesi dolayısıyla W6‘nın sahip olduğu tüm lokasyonlara sahip olan ve (ii) Monton’ın ilkesi gereği böylece ondan daha iyi olan mümkün bir dünyanın olduğunu düşünmek rasyoneldir. Dolayısıyla birbiriyle karşılaştırılamaz mümkün dünya grupları olsa dahi (2) bu grupların elemanları için de geçerlidir ve gruplardaki mümkün dünyalar kendi aralarında yine hiyerarşik ve sonsuza dek uzanan bir silsile oluşturur. 

Bu bölümü bir miktar spekülasyon yaparak büyük ölçüde deneysel bir argümanın tartışılmasıyla kapatacağız. Şimdiye dek, sistematik argümanlara sahip olmasalar da tüm mümkün dünyalar için kendisinden daha iyilerinin olduğu fikrine benzer gerekçelerle inanan felsefecilerin bu benzer gerekçelerinin bir anlamda sistematikleştirilmiş hali olan bir argümanı savunduk. Buna göre, en basit biçimiyle, her mümkün dünya için ondan daha iyisinin olduğunu düşünmek makuldür zira bu iki dünyayı birbirinden farklı kılan unsurlar onların imkanlarında fark yaratacak türden olmadığından, ilk dünya mümkün olduğuna göre ikincisi de öyle olmalıdır ve bu her mümkün dünya için geçerlidir. Şimdi ise farklı bir argümana bakacağız. Temel fikrimiz, tümünün bir dünyada yaratılması mümkün olmayacak kadar fazla lokasyon olduğu iddiası olacak.  

Cantor, sonsuzun tek bir türü olmadığı ve farklı boyutlara sahip olabileceğini ifade eden devrimci bir fikir ortaya atmıştır. Nasıl olduğunu basitçe gösterebilmek için tüm doğal sayıların listelenebilir olup olmadığını düşünelim. Cevap olumludur zira her ne kadar sonsuz sayıda olsalar da bu basitçe 0’dan başlanıp daima bir eklenerek yapılabilir. Cantor bu nedenle doğal sayılar kümesinin kardinalitesinin “sayılabilir/listelenebilir sonsuz” olduğunu söylemiştir. Rasyonel sayılar da listelenebilirdir.  

  • 1/1 1/2 1/3 1/4 1/5 1/6 1/7 … 
  • 2/1 2/2 2/3 2/4 2/5 2/6 2/7 … 
  • 3/1 3/2 3/3 3/4 3/5 3/6 3/7 … 
  • 4/1 4/2 4/3 4/4 4/5 4/6 4/7 … 
  • … 

Her bir satırı soldan sağa ilerleyerek listeleyebilsek de bu şekilde bir satırdan sıradakine geçemeyecek olsak da verilen sayıları “çaprazlama” listeleyebiliriz. Buna göre sol üstteki sayıdan başlayıp 1/2 ve 2/1’den oluşan çapraz sırayı, sonra 1/3, 2/2 ve 3/1’den oluşan bir sağdaki çapraz sırayı not ederek ilerleyebilir ve bu şekilde sonsuza dek devam edebiliriz. 

Her ikisi de eleman atlanmaksızın bir listeye konulabilen ve dolayısıyla kardinaliteleri sayılabilir sonsuz olan doğal sayılar ve rasyonel sayılar kümelerinden farklı olarak Cantor reel sayıların böyle olmadığını göstermiştir. Onu takip ederek farz edelim ki tüm reel sayıların yazılı olduğu bir listeye sahibiz. Kanıta göre nasıl bir liste verilirse verilsin daima listede içerilmeyen sayılar bulabiliriz. Basitlik adına 0 ile 1 arasındaki sayılara bakalım.  

  • 0,3141592… 
  • 0,2718281… 
  • 0,7311120… 
  • 0,9920321… 
  • 0,0160127 
  • … 

Cantor ilk sayının virgülden sonraki ilk basamağı, ikinci sayının ikinci, üçüncü sayının üçüncü şeklinde devam ederek bu sayıları keyfi bir kurala tabi tutarak 1 ise 2’ye, başka bir sayı ise 1’e dönüştürürsek listede bulunmayan bir sayı elde edeceğimizi söylemiştir. Örneğin yukarıdaki listeden elde edilen sayı 11212…’dir ve listedeki ilk sayıdan virgülden sonraki ilk, ikinci sayıyla ikinci, üçüncü sayıyla üçüncü vb. basamakta farklıdır dolayısıyla da listede bulunmaz. Böylece söylenebilir ki reel sayılar sayılamaz/listelenemez sonsuzluktadır.  

Varsayalım ki listelenemez sayıda lokasyon vardır. Örneğin sayılamaz sonsuzluk nosyonunu, Monton’ın evrenlerin kopyaları senaryosunu ayırt edilemezlerin özdeşliği ilkesiyle bağdaştıracak farklı bir revizyon oluşturmada kullanarak bunu görebiliriz. Evrenler fizik yasalarından azade üst bir uzayda düz bir çizgi halinde, her biri birbirinden farklı bir reel sayı değeriyle ölçülebilecek uzaklıklarda dizilmiş olabilirler. Spekülasyonu daha da ileri götürürsek, eğer sayılamaz sonsuzlukta farklı mümkün doğa yasaları kombinasyonu varsa buna paralel olarak sayılamaz sonsuzlukta mümkün tür de olabilir. Bu durumda tüm bu lokasyonların bir dünyada yaratılması mümkün müdür? Şu üç önerme birbirinden farklıdır: 

  • (10) Kardinalitesi sayılamaz sonsuz olan bir kümenin tüm elemanları listelenemez. 
  • (11) Sayılamaz sonsuzlukta fiil gerçekleştirilemez. 
  • (12) Sayılamaz sonsuzlukta varlık var olamaz. 

Cantor’un kanıtı tek başına yalnızca (10)’u gösterir. Diğer taraftan (12)’yi savunmak Platonizm gibi ciddi bir görüşü karşıya almayı gerektirmesi nedeniyle risklidir. (11) de hiç açık değildir. Sonlu zamanda sayılamaz sonsuzlukta fiil gerçekleştirilebileceğine yönelik savunular vardır. Doğrusu bu doğru olmak zorunda da değildir. Konumuz açısından Tanrı’nın tüm lokasyonların düşüncesine zihninde sıralı olmayacak şekilde sahip olduğu ve bunları bu şekilde tek bir anda yaratabileceği düşünülebilir. Yine de eğer Tanrı’nın yaratmasının bir anlamda bir listenin elemanlarının örneklenmesi olarak görmenin makul olduğu gösterilebilirse (2) lehine yeni bir argümana da sahip olabiliriz. Bir öneriden bahsetmek gerekirse, yeter sebep ilkesi buna benzer bir durumu gerektirebilir. Ne var ki böyle bir görevin mümkün olmamasının hiç de düşük bir ihtimal olmadığını düşünüyoruz.  

Anselmci teizme karşı argümanımızın ilk öncülü olan (2)’yi incelediğimiz bu bölümü özetlemek gerekirse, başlangıçta bir mümkün dünyayı nelerin iyi kıldığına baktık. Çağdaş literatürde genellikle hissedebilen canlıların refahı ve rasyonel varlıkların erdemli yaşamlar sürmesi böyle iyiler olarak görülse de Strickland’ı takip ederek özgür irade, basitlik ve çeşitlilik gibi iyilerin de dünyaları iyi kılan unsurlardan olabileceklerini gördük. Üstelik Strickland’a göre son iki tür iyi, diğer üçünün aksine maksimize edilebilir idi. Strickland bundan da destek alarak tüm bu iyilerin hep birlikte optimize edilebileceğini ve böylece mümkün dünyaların bir en iyisinin olduğunu düşünmek için bahsedilen iyilerden bazılarının çatışma içinde olmasına dayanan bir akıl yürütme kullandı. Ancak hiçbirisi mutlak bir çatışma içerisinde olmadığından Strickland’ın fikir hattı ikna edici değildi.  

Strickland’dan aldığımız farklı iyi çeşitleri ve bu iyilerin birbiriyle tutarlı biçimde artırılmaları gerektiği fikirlerinin ardından Rasmussen’in niceliğin imkanda fark yaratmayacağını ifade eden modal süreklilik ilkesine bakıp bu ilkenin (2)’yi desteklediğini gördük. Mutlak olmayan bu ilke yine de defedilebilirdir. Örneğin bereket ilkesi, Aquinas’ın düşündüğünün aksine çeşitlilik bakımından mümkün dünyaların en  iyisini tasvir edebilir. Benzer olarak çoklu evren teodiseleri de refah ve erdem gibi iyiliklerin maksimizasyonu için kullanılabilse de Monton’ın yaratılmaya değer evrenlerin kopyalarının da gerçekliğin iyiliğine katkı yapacağı ve her ne kadar yaratılırsa yaratılsın daha fazla kopya yaratmanın mümkün olduğunu ifade eden itirazı karşısında bu teodiseler yetersizdir. Monton’ın itirazı ayırt edilemezlerin özdeşliği ilkesiyle çatışma içinde olsa da ilke makul değildir ve aslında -en azından zayıf ilke ile- bir çatışma söz konusu olmayabilir de.  

Climenhaga’nın itirazları doğrultusunda sonsuz lokasyon içeren dünyaların karşılaştırılması noktasında yeni bir ilke ve farklı bir düşünme stilini tartıştık. Nihai olarak ise bunlar yanlış olsa dahi Climenhaga’nın bazı dünyaların karşılaştırılamaz oluşu lehine gerekçelerinin (2)’ye zarar vermediğini gördük.  

Son olarak da Cantor’un sonsuzluğun doğasına dair söylediklerinden yola çıkarak bazı spekülasyonlar yaparak farklı bir olası argümanın ne şekilde öne sürülebileceğini gösterdik. Önümüzdeki bölümde ise giriş bölümünde bahsettiğimiz üzere Rowe’un kapsamlı bir savunusunu yaptığı (3)’ü inceleyeceğiz.  

(3): Sonsuz Mümkün Dünyalar Hiyerarşisinin İmaları 

Sonsuza dek uzanan iyi dünyalar hiyerarşisini, hiyerarşinin en az iyi olan dünyasını W1, ondan biraz daha iyi olan dünyayı W2, bu ikinci dünyayı yine küçük bir miktarla geçen üçüncü dünyayı W3 olarak adlandırarak bir sona ulaşılmayacak şekilde devam edilmesiyle ifade edebiliriz. Bu senaryo Rowe’a göre mükemmel varlık teizmiyle tutarsızdır çünkü -onun “Principle B” ismiyle incelediği ilkenin bir ifadesi olarak- aşağıdaki önerme doğrudur: 

  • (3) Kadir-î mutlak ve âlim-î mutlak bir varlığın, kıldığından daha iyi bir mümkün dünyayı fiilî kılmış olması mümkünse, bu varlıktan daha iyi mümkün bir varlık vardır. 

Tutarsızlığı görmek zor değildir. Eğer fiilî kılınabilecek her dünya için ondan daha iyi başka bir mümkün dünyayı fiilî kılmak mümkünse buna paralel çizgide her mümkün yaratıcı için kendisinden daha iyisi de vardır. Başlangıç bölümünde de ifade ettiğimiz gibi argümanın muhalifleri sonsuza dek uzanan iyi dünyalar hiyerarşisi senaryosundan ziyade ekseriyetle bu öncüle baskı uygulamışlardır. Genelinin zihninde yatan fikrin ana hatlarının anlaşılmasına yardımcı olacağına inandığımız için ilk olarak Kretzmann’ın bu öncül ile sorununa bakabiliriz.  

Kretzmann, yapılması imkânsız bir eylemin kudreti dahilinde olmamasının Tanrı’yı kadîr-i mutlak olmaktan alıkoymayacağı noktasında Aquinas’a katıldığını belirtir.27 Sonsuza dek uzanan iyi dünyalar hiyerarşisinde daha iyisi mümkün olmayan bir dünyanın fiilî kılınması açıkça imkânsız olduğundan böyle bir fiilde bulunamamak Tanrı’nın gücünü sınırlamaz. Kretzmann Tanrı’nın mutlak iyiliğinin de böyle olduğunu söyler, yapılması imkânsız olanı yapamaması üzerinden Tanrı’nın mutlak iyi olmadığı sonucuna ulaşmak yersizdir.  

Morris de Kretzmann’ın verdiğine benzer bir örnek verir. Eğer yapabileceğinizin en iyisinden daha az iyi bir eylemde bulunursanız, bu sizin iyiliğinizin noksan olduğunu gösterecektir. Ancak bir kimsenin yapabileceği en iyi eylemi gerçekleştirmemesinin onun iyiliğinde noksanlık olduğunu göstermesi için bu en iyi eylemin en azından mantıksal olarak mümkün olması gerekir. Dolayısıyla Tanrı’nın, mümkün en iyi dünyanın olmadığı bir senaryoda en iyiyi gerçekleştirememesi onun iyiliğinde noksanlık olduğunu göstermez. 

Rowe ise yapılması imkânsız olan bir eylem üzerinden mutlak mükemmelliğin imkânını sorgulamanın yersizliği konusunda Kretzmann’a haklı olarak katılmakla birlikte öncülün yapılması imkânsız olan değil yapılması mümkün bir durumu ifade ettiğine dikkat çeker. Şu üç önerme arasındaki farka dikkat edilmelidir: 

  • (a) Bir kimse için en iyi eylemi gerçekleştirmemek, ancak bu eylem onun için yapılabilirse o kimsede kusur oluşturur. 
  • (b) Bir kimse için yaptığından daha iyi bir eylemi gerçekleştirmemek, ancak bu daha iyi eylem onun için yapılabilirse o kimsede kusur oluşturur. 
  • (c) Bir kimse için yaptığından daha iyi bir eylemi gerçekleştirmemek, ancak bir en iyi eylem o kimse için yapılabilirse o kimsede kusur oluşturur. 

Rowe’a göre (a) ve (b) doğru ancak (c) yanlıştır. Bir en iyi eylemin olmaması, yapılabilecek olandan daha azının yapılmasını haklı çıkarmayabilir. Sonsuza dek uzanan iyi dünyalar hiyerarşisi ile karşı karşıya kalan ve ne yaparsa yapsın yaptığından daha iyisini yapabilecek olmasının doğru olacağını gören mümkün bir yaratıcının buna paralel olarak W1’i fiilî kıldığını düşünelim. Seçilebilecek dünyalar arasında bir en iyi olmamasının bu yaratıcının dünyalar arasından en az iyi olanı seçmesini aklayacağını ve bu yaratıcının mutlak biçimde mükemmel olabileceğini düşünmek sağduyuya uygun görünmüyor.  

(c)’nin yanlış olduğunu düşünmekle Rowe’un önemli bir hataya düştüğünü düşünen Hasker bu önermenin aslında doğru olduğunun gösterebileceğini söyler. Kaçınılması mümkün olmayan bir hata aslında bir hata değildir. Sonsuza dek uzanan iyi dünyalar hiyerarşisinde Tanrı’nın yaratabileceğinden daha az iyi bir dünyayı yaratması kaçınılabilir bir hata olmadığı için nihayetinde hata da değildir. Buna göre (c) aslında doğrudur. 

Rowe yine c ile doğruluğundan en çok emin olduğu b ile arasındaki farka dikkat çeker. Rowe’a göre Hasker, Rowe’un bizim benzerini (3) ile ifade ettiğimiz ilkesinin imkânsızı yapabilmeyi gerektiğini düşünerek ilkeyi yanlış yorumlamaktadır. W1’i yaratan bir yaratıcının W1’den daha iyisini yaratabileceği doğrudur. Diğer taraftan bu yaratıcının daha iyisi olmayan bir dünyayı yaratabileceği ise doğru değildir. Bunlar kabul edildiği zaman yaratıcının W1’i yaratması onun herhangi bir kusuru olduğunu gösterir mi? Rowe’a göre evet ancak Hasker’a göre hayır. Rowe, Hasker’ın bu soruya olumsuz cevap vermesini onun soruyu şu şekilde yanlış yorumlamasına dayandırır: ‘Yaratıcı, W1’den daha iyi olmakla birlikte daha iyisi mümkün olma kusuruna sahip olmayan bir dünya yaratabilir mi?’ Ancak asıl soru W1’i yaratmanın kusurlu olup olmadığıdır. Buradaki kusur, Hasker’ın düşündüğünün aksine kaçınılabilirdir: yaratıcı -örneğin- W2’yi yaratsaydı W1’i yaratma kusurundan kaçınmış olacaktı. 

Önemli yönlerden Hasker’ınkine benzese de Wainwright, Hasker’inkinden bir noktada ayrılan nispeten daha makul bir itirazda bulunur. Wainwright, yapabileceğinden daha az iyi bir eylemi gerçekleştirmesinin kaçınılmaz olması dolayısıyla mümkün bir yaratıcının bu nedenle suçlanamayacağını ifade eden Hasker’dan farklı olarak yapabileceğinden daha az iyi olan eylemi gerçekleştirmenin kaçınılabilir bir durum olduğunu teslim eder. Onun dikkat çektiği husus, daha iyi bir dünyayı fiilî kılması durumunda yaratıcının aynı şikayet ile değil ancak aynı tip şikayet ile yüz yüze gelecek olmasıdır. Ona göre ne olursa olsun geçerli olan bir şikayet aslında geçerli bir şikayet olamaz. Zira birinin yaptığı şey için suçlanması yalnızca o kimse suçlanamayacak bir şey yapabilirse haklı olabilir. 

Rowe ilk olarak bu örneğin tam olarak konuyla ilgili olmadığını söyler. Sınırlı veya sınırsız sayıdaki alternatifler failin yapmayı seçtiği şeyle aynı derecede değerliyse seçen faili suçlamamızın gerçekten de hiçbiranlamı yoktur. Ancak burada söz konusu olan sonsuza kadar artan daha iyi alternatiflerdir. 

İkincisi ve daha önemlisi, yaratıcıya dair bir ‘şikayet’ söz konusu değildir. Burada bahsedilen, daha ziyade yaratıcıların yarattıkları dünyadan daha iyisini yaratmalarının her zaman mümkün olduğudur. Şikâyet söz konusu olsaydı Wainwright haklı olacak olsaydı da ilke, bir yaratıcının sahip olduğundan daha yüksek kriterlerle bir evren yaratmıyor olmasından şikayet etmekten ziyade daha yüksek kriterlere sahip başka bir yaratıcının ilkinden daha iyi bir yaratıcı olacağını söyler.

İkisinin de banka hesabında sonsuz miktarda para olan iki hayırseverden biri bir dolar bağışladığında onu daha fazlasını bağışlamak varken bağışlayabileceğinden daha azını bağışlaması nedeniyle eleştirmek, bu eleştiriden kaçınmasının bir yolu olmadığı için yersiz olabilse de 1000 dolar bağışlaması durumunda bu hayırseverin daha iyi bir hayırsever olacağını söylemek hala makuldür. 

Kretzmann, Morris, Hasker ve Wainwright’ın itirazlarından farklı bir itiraz Howard-Snyder’den gelmiştir. Howard-Snyder sonsuza dek artan daha iyi dünyalar hiyerarşisi karşısında bizden üç kadîr-i mutlak ve âlim-i mutlak yaratıcı tasavvur etmemizi ister. Jove ne yaparsa yapsın fiili kılacağından daha iyi mümkün dünyalar olacağını bildiği için bir tür rastgele iyi bir dünya seçme cihazı kullanır ve cihaz W777’yi Jove’un fiili kılması için seçer. Thor ise bu cihazı kullanmaksızın W888’i seçer. HowardSnyder’e göre bu senaryoda Jove’un ondan daha az iyi bir dünyayı fiilî kıldığı için Thor tarafından ahlâken geçilebilir olduğunu söylemek yanlıştır. Bunu göstermek için üçüncü bir yaratıcı olan Juno’yu düşünelim. Juno da Jove ile aynı yöntemi kullanır ve onun cihazı W999’u gösterir. Bu senaryoda Juno Jove’dan daha iyi bir dünyayı fiilî kıldığı için daha iyi olmayacaktır aksine onlar eşit düzeyde iyi olarak düşünülebilir. Thor’un kendisinden daha iyi bir dünyayı fiilî kıldığı için Juno’dan daha az iyi ancak Jove’dan daha iyi olması saçmadır. Dolayısıyla daha iyi bir dünyayı fiilî kılıyor olması Thor’un Jove’dan daha iyi olduğunu tek başına göstermez.  

Howard-Snyder’in bu akıl yürütmesini eleştirenler, Thor’un hangi motivasyonlarla hareket ettiği sorusuna odaklanmışlardır. Daha iyisi olmayan bir dünyayı fiilî kılamayacağını bilen Thor’un dünyalar silsilesinde görece yüksek sırada bir dünyayı seçmek istediğini farz edelim. Buna bağlı olarak da diyelim ki o Jove’un aksine bir minimum düzey belirlesin ve yalnızca bu düzeyin üstündeki dünyalar arasından rastgele seçim yapan bir cihaz kullansın. Ancak Thor’un yöntemi bu durumda bir bakımdan Jove’unkinden üstündür zira o Jove’un yaratılabilir olarak gördüğü dünyalardan bazılarını yaratmaya değer düzeyde iyi olarak görmez. Böylece Thor’un Jove’dan daha iyi olduğunu düşünmek için bir sebep vardır.  

Howard-Snyder, bu türden itirazların Thor hakkında “W’den daha iyi bir dünya varsa W’yi yaratma.” gibi bir ilkeye dayandığını ima ettiğini söyleyerek bu ilke hiçbir dünya yaratmamak gibi herhangi bir iyi dünya yaratmaktan daha kötü bir sonuca ulaşacağı için itirazla savunucularını Thor hakkında tutarsız bir anlayışa sahip olmakla suçlar. Öte yandan Rowe böyle bir ilkenin ima edilmediğini söyler. Ona göre hem Thor hem de Jove şu iki prensibe uygun hareket ediyor olabilir: 

  • (i) İyi olmayan bir dünya yaratma.   
  • (ii) İyilik düzeyi yaratmaya değer olarak gördüğünden daha az olan bir dünyayı yaratma. 

Jove tüm iyi dünyaları yaratılabilir görür. Öte yandan Thor’un kriteri daha yüksektir -söz gelimi o W800’ün altındaki dünyaları yaratmaya değer görmez. Bu bakımdan Thor ahlâken daha üstündür. Ancak Howard-Snyder Jove ve Thor’un aynı prensip ile hareket etmediğinde ısrar eder ve Thor’un bu durumda daha yüksek bir prensibe sahip olacağını söyler. Aynı akıl yürütmenin sonsuza dek devam edilebileceğini ve böylece sonsuz bir prensipler hiyerarşisi olacağını söylerler ki bu onlara göre gariptir.  

Ancak eleştirileri birçok nedenden dolayı zayıftır. Birincisi, Rowe’un senaryosunun tutarlı olması için Jove ve Thor’un farklı prensiplerle hareket etmeleri gerekmez, aynı prensipler -(i) ve (ii)- ve farklı kriterlerle hareket ediyor olmaları yeterlidir. İkincisi, gariplik ile mümkün olmama birbirinden farklı şeylerdir. Garip olsa bile var olan çok sayıda şey vardır. Üçüncüsü, sonsuz prensipler hiyerarşisi Rowe’un senaryosu için zorunlu olsa bile bu hiyerarşinin garip olduğu bizce hiç de açık değildir. 

Bu noktada duraklayıp Howard-Snyder’in tartışmasına konu olan hipotetik yaratıcıların dünyalar için rastgele seçim yapma cihazları kullanmalarının arkasındaki nedeni irdeleyelim. Bu örneğin kullanılmasının arkasındaki temel sebep şu gibi görünüyor: seçim rastgele yapıldığında sonuç yaratıcının kontrolü dışındadır ancak rastgele olmayan bir şekilde yapıldığında kontrolü dahilindedir. Bununla ilgili bir dizi sorun vardır. Birincisi, âlim-i mutlaklıklarına dikkat edilirse yaratıcıların rastgele seçim cihazlarının sonuçlarını önceden bilecekleri ve dolayısıyla aslında cihazın verdiği sonuçtan sorumlu olmadıklarının o kadar da açık olmadığı söylenebilir.28 İkincisi, şimdiye kadarki itirazda incelendiği gibi farklı yaratıcıların farklı minimum düzeyde yaratılabilir görünen dünyalar için farklı kriterleri olabilir. Bir minimum çizgisi çekip rastgele seçim yapan cihazlarını bu çizginin üstündeki dünyalar için çalıştıran yaratıcılar gibi örneğin Jove’un cihazının sonucuna bir ekleyen, sonucunu ikiye katlayan ve bunun gibi Jove’dan daha yüksek kriterleri olan yaratıcılar da düşünebiliriz. Steinberg’in dikkat çektiği üzere Jove’un karşılaştığı çıkmazla karşı karşıya olan bir yaratıcının ne kadar iyi olduğunu yansıtabilecek (A) yaratıcının hangi dünyayı fiilî kıldığı ve (B) yaratıcının hangi dünyayı yaratacağına nasıl karar verdiği noktalarından ilki Howard-Snyder’e göre rasyonel bir kriter olmasa da ikincisi olmalıdır. Yaratıcının hangi dünyayı fiilî kılmayı seçeceği Howard-Snyder’in örnekleri göz önünde bulundurulursa gerçekten de her zaman onun ne kadar iyi olduğunu yansıtmayabilir. Ancak seçimi yaparken nasıl bir prosedür uyguladığı da önemlidir. Steinberg’e29 göre aşağıdaki önerme bu yüzden doğrudur: 

  • (13) Yaratıcının hangi seçim prosedürünü uyguladığı, onun iyilik düzeyini yansıtır.  

Wierenga, (3)’ün sonlu alternatif seçenek bulunan durumlardaki makullüğünün alternatiflerin sonsuz ve bunlardan birini seçmenin hiçbirini seçmemekten iyi olduğu durumlarda kaybolduğunu ifade eder. O, orijinal bir fikir olarak her dünya için kendisinden daha iyisinin olduğu sonsuza dek artan iyi dünyalar hiyerarşisinin tersine de geçerli olduğu yani her dünya için kendisinden daha az iyi dünyaların olduğu bir senaryoyu tartışır. Böyle bir senaryoda ise örneğin Thor’un Jove’dan daha iyi olduğunu söylemek her ikisi de sonsuz sayıda dünyayı yaratmaya değer görmediği için makul değildir. 

İyi dünyaların mutlu yaşamları olan canlılar eklenerek pozitif yönde artırılabilmesine karşın bu, negatif yönde bu canlıları eksilterek bir noktada elde canlı kalmayacağı için sonsuza dek sürdürülemez. Bunun yerine geriye gidildikçe kalan son canlıların hissettiği mutluluğun azaldığını düşünebiliriz. Ancak canlılar acı ve hazzı belli eşik değerlerin üstünde hissedebilir. Rowe’un dikkat çektiği gibi haz matematiksel olarak sonsuza dek küçültülebilse de canlı için bir yerden sonra bu küçük farklar değişim yaratmayacaktır. Dünyayı iyi kılan ise tek başına hazdan ziyade hazzın hissedilebilmesi olduğundan dünyaların iyilik bakımından geri yönde sonsuza gitmesi makul değildir. 

Diğer taraftan senaryo mümkün olsa da itiraz makul değildir. Thor ve Jove’un ikisi de sonsuz sayıda dünyayı yaratmaya değer görmese bile “C1 yaratıcısının C2 yaratıcısından daha iyi olması için ondan daha az dünyayı yaratmaya değer görmesi gerekir.” gibi bir önerme belki iyilik bakımından geriye doğru sonlu miktarda gidilebilen senaryoda doğru olsa da sonsuzda değildir zira Thor’un, reddettiği sonsuz dünyaya ek Jove’un kabul ettiği bazı dünyaları reddetmesi onu Jove’dan daha iyi yapar. 

Geldiğimiz konum itibariyle buraya kadarki tartışmaları değerlendirip nerede olduğumuza bakabiliriz. Kretzmann, Morris, Hasker ve Wainwright’ın benzer fikir hatları temelde daha iyisini yapmanın imkânı, en iyiyi gerçekleştirmenin imkânı gibi ifadeler ve bunların bir yaratıcı için teşkil etmesi söz konusu olabileceği kusur, şikayet gibi kavramlar üzerinden ilerliyordu. Rowe bu ifade ve kavramlar etrafında dönen tartışmaları berraklaştırmak adına üç önerme ortaya koymuştur. 

  • (a) Bir kimse için en iyi eylemi gerçekleştirmemek, ancak bu eylem onun için yapılabilirse o kimsede kusur oluşturur. 
  • (b) Bir kimse için yaptığından daha iyi bir eylemi gerçekleştirmemek, ancak bu daha iyi eylem onun için yapılabilirse o kimsede kusur oluşturur. 
  • (c) Bir kimse için yaptığından daha iyi bir eylemi gerçekleştirmemek, ancak bir en iyi eylem o kimse için yapılabilirse o kimsede kusur oluşturur. 

Bu önermelerle ilgili sezgilerimiz ne yönde? Problem kusur ve şikayet gibi olumsuz kavramlar kullanılarak ifade edildiği zaman Hasker ve Wainwright’ınki gibi itirazlar yöneltmeye itse de ‘iyi olma’ gibi olumlu kavramlardan hareket ettiğimiz zaman sezgiler karşıt yöndeymiş gibi görünüyor. Bu kavramlar arasındaki fark, sorumluluk ve gereği fazlasınca yapılan/takdire şayan iyilik (supererogatory/praiseworthy) arasındaki ilişkiye bakılarak daha iyi anlaşılabilir. Bir kimsenin yapılması imkânsız olanı yapması elbette ki onun sorumluluğunda olmayacaktır. Adams’ın düşündüğü üzere bu yaratılacak bir dünya seçecek olan Tanrı için elinden gelenin en iyisini yapması mümkün olsa bile sorumluluğu dahilinde olmayabilir. Ama tüm bunlar sorumluluğu dahilinde olmasa da daha iyi eylemleri seçmeye meyyal olan bir varlığın daha iyi olduğunu söylememize engel değildir. Bu perspektiften bakarak yukarıdaki üç önerme ile şunların karşılaştırılmasını öneriyoruz: 

  • (a*) Bir kimse için en iyi eylemi gerçekleştirmemek, ancak bu eylem onun için yapılabilirse o kimseyi olabileceğinden daha az iyi kılar. 
  • (b*) Bir kimse için yaptığından daha iyi bir eylemi gerçekleştirmemek, ancak bu daha iyi eylem onun için yapılabilirse o kimseyi olabileceğinden daha az iyi kılar. 
  • (c*) Bir kimse için yaptığından daha iyi bir eylemi gerçekleştirmemek, ancak bir en iyi eylem o kimse için yapılabilirse o kimseyi olabileceğinden daha az iyi kılar. 

(c)’nin yanlış olduğunu düşünmek sezgilerimize uygun olsa da bize öyle geliyor ki (c*)’nin yanlışlığı, 

(c)’ninkinden daha fazla sezgilerimize uygundur. Bunu görmek için daha önceden incelediğimiz bir örneğe yeniden göz atalım. Bağışlayabileceği paranın bir sınırı olmayan bir kimseyi bağışladığından daha fazlasını bağışlamamakla suçlamak, eleştirmek bu kimsenin bu suçlama ve eleştirilerden kurtulmasının bir yolu olmadığı için yersiz olabilir. Ancak onun daha fazla bağışta bulunması durumunda daha hayırsever ve övgüye layık olacağını düşünmek hala makuldür.  Ulaşılabilecek bir en iyi noktanın olmaması, alternatif eylemleri belki kusurlu olmaktan çıkarsa da eylemlerin birbirleriyle daha iyi ve daha kötü şeklinde karşılaştırılabilir olmasını engellemez. 

Benzer bir durum Jove ve Thor örneğinde de söz konusudur. Jove’un ne kendisinden daha yükseği olmayan bir kritere sahip olma gibi bir sorumluluğu vardır ne de onu daha yüksek kritere sahip olmamakla suçlamak haklı bir tavırdır. Diğer taraftan hala söylenebilir ki Jove’un daha yüksek bir kritere sahip olması daha takdire şayandır ve bu şekilde o daha iyi bir eylemde bulunmuş olacaktır. 

Diğer bir nokta şudur: Doğrusu (3)’ün muhalifleri kendisinden daha üstünü mümkün olmayan Anselmci varlığın var olduğunu varsaymakta gibi görünüyor. Takınılan tavır, sonsuza dek uzanan iyi dünyalar hiyerarşisinde (3)’ün böyle bir varlığın mümkün olmadığı anlamına geleceği ihtimalinin basitçe göz ardı edilip bu varlığın mümkün olduğu kabul edilerek (3)’ü bu sebeple imkânsızı istemekle suçlamaya benziyor. Bu hatayı bir kenara atıp farklı ne gibi sonuçlarla karşılaşacağımıza bakmak için muhaliflerin senaryosunu bir anlık kabul edelim. Senaryoya göre iyi mümkün dünyalar hiyerarşik bir düzende sonsuza dek uzanır yani bir en iyi mümkün dünya yoktur ve (3) de yanlıştır yani yapabileceğinden daha az iyi bir dünyayı fiilî kılması Anselmci varlığı daha az iyi yapmaz -ve paralel olarak daha iyisini fiilî kılması da onu daha iyi kılmaz. Bu durumda Anselmci varlığın neden fiilî kılacağı dünyayı seçtiği sorusunun akla gelmesi oldukça doğaldır. O neye göre seçim yapmaktadır? Jove’un rastgele seçim yapan cihazı gibi bir açıklama için yeniden benzer sorunları dillendirebiliriz. Diyelim ki Anselmci varlık rastgele seçim yapan A cihazını kullanmaktadır. Ancak A’nın seçtiği dünyanın bir üstündeki sırayı gösteren bir cihaz (A+1) da kullanabilir. A+0, A+1, A+2 şeklinde ilerleyen cihazlardan hangisini seçeceğine neye dayanarak karar verebilir? Hangi A cihazının seçileceğini belirleyen bir B cihazını devreye sokmak sonsuz geriye gidişe yol açacağı için makul değildir. Öte yandan basitlik adına baştaki cihaz olan A+0’a eklemeler yapan diğer hipotetik cihazları konuya dahil etmeden A+0 kullanmak, basitlik adına minimum düzeyde iyi dünyayı temsil eden W1’i fiilî kılmaya benzer. Doğrusu hakikaten (3) yanlışsa W1 dışındaki tüm dünyaların seçilmesi keyfi olabilir. Aşılamaz derecede mükemmel bir varlığın W1’i fiilî kılmasını beklemek, daha doğrusu W1’i fiilî kılan bir varlığın aşılamaz mükemmellikte olduğunu düşünmek ise tutarsız değilse bile oldukça saçmadır.  

Langtry’nin tartışmaya önemli katkısı30, itirazları değerlendirmeye başlamamız için uygun bir noktadır. Langtry üstün bir varlığın karşımıza çıkıp ömrümüzü istediğimiz sonlu bir miktarda uzatabileceğini söylediği bir düşünce deneyi önerir. İsteyebileceğimiz zamanın bir sınırının olmadığı bu durumda ne yapılabilir? Karar kuramı nasıl rasyonel davranabileceğimiz hakkında yardımcı olabilir. Elbette, seçebileceğimiz her N gün yerine N+1 günü seçmek daha rasyoneldir. Fakat bu çizgi bizi takınabileceğimiz en irrasyonel tavır olacak olan herhangi bir seçim yapmamaya götürür. Böylelikle şunu söyleyebiliriz: rasyonel olan tavır yeterince iyi bir sayı için seçim yapmaktır. Belirli bir düzeyin üstündeki her seçim rasyonel olsa dahi bazılarının daha rasyonel olacağı söylenebilirse de Langtry buna katılmaz zira ona göre kuram 

  • (i) bir seçimin hem yapılmasını hem yapılmamasını önermemelidir, 
  • (ii) bir seçimin kendisinden daha rasyonel alternatifler bulunuyorsa yapılmamasını önermelidir ve 
  • (iii) seçim yapılması rasyonel olarak gerekli ise bunu önermelidir. 

Ancak yeterince iyi olma sınırının üstündeki bir seçimin yine de sınırın üstündeki başka seçimlerden daha az rasyonel olduğunu söylemek bu maddelerden en az birini ihlal eder. İlk olarak bahsettiğimiz üzere bir seçim yapmak rasyonel olarak gereklidir ve tersine, seçim yapmamak takınılabilecek en irrasyonel tavırdır. Öyleyse eğer yeterince iyi olan seçimler yine de birbirine rasyonellik bakımından üstünlük sağlıyorsa (ii)’ye göre yapılmamalıdırlar. Ancak bu durumda kuram bir seçimin hem yapılmasını hem de yapılmamasını önermektedir ki bu açıkça çelişkidir. Dolayısıyla yeterince rasyonel olsalar da bir seçimin bir başkasından daha rasyonel olduğunu söylemek yanlıştır. Ömür uzatma örneğinin etik alanı için bir varyantı ise kendi ömrünüz yerine bakımından sorumlu olduğunuz bir çocuğun ömrü söz konusu olacak şekilde oluşturulabilir.  

Langtry’nin akıl yürütmesinde benzer problemlerden muzdarip iki temel zorluk bulunuyor. Birincisi, tahmin edilebileceği gibi, hangi dünyaların yeterince iyi olacağıyla ilgilidir. Langtry bunu şöyle tanımlar: bir dünya, dünyayı iyi kılan unsurları içermesi bakımından -yani iyilik düzeyi bakımından- hayal kırıklığına uğratıcı değilse (non-disappointing) ve hayal kırıklığına uğratıcı olmaktan kıl payı kurtulan dünyalardan önemli ölçüde daha iyiyse yeterince iyidir. Hayal kırıklığına uğratıcı olmaktan kıl payı kurtulan dünyalardan önemli ölçüde daha iyi olmak ne demektir? Bu, öyle görünüyor ki dünyaları değerlendiren varlığın kriterleriyle alakalıdır. Küçüklüğünüzde en fazla ne kadar büyük bir sayı hayal edebileceğinizi düşünmüş olmanız muhtemeldir. Küçük bir çocuk şunları düşünebilir: 20 mi, yoksa 100 mü? Büyük sayılarla uğraşan bir bilim insanı için ilk anda akla gelebilecek çok daha büyük sayılar vardır. Googolgoogolplex? Bilim insanı düşünebileceği sayının büyüklüğü açısından bir sınır olmadığını bilse de o, mümkün olduğunca büyük bir büyüklüğü seçmek istediği bir seçimde yine de böyle sayıları yeterince iyi veya hayal kırıklığıa uğratmayan olarak görmeye meyledecektir. Örneklerden çıkan bir sonuç yeterince iyi ve onun Langtry’nin tanımında içerdiği hayal kırıklığına uğratıcı olmama ve önemli ölçüde büyük olma gibi kavramların öznenin aşina olduğu sayılarla yakından ilişkili olduğudur. Peki bu açıdan bakıldığında sonsuz bir varlık olarak Tanrı hangi sayıları seçebilir? Sonlu ve kusurlu varlıklardan bu düzeye çıkıldığında daha objektif bir kriter beklemenin doğal olmasına karşın elbette bazı sayıların çok büyük olduğunu söylemenin anlamsızlığına paralel olarak alınacak herhangi bir kriterin objektiflikten uzak olacağı da açıktır. Yeterince iyi olmanın subjektif olması durumunda ise her zaman daha yüksek bir kriterle hareket ederek mümkün bir yaratıcının yaratmak için yeterince iyi gördüğü dünyaları yaratmaya değer görmeyen başka mümkün yaratıcılar da olacaktır.

İlk güçlükte görüldüğü üzere Langtry’nin akıl yürümesinde bir şeylerin ters gittiğini düşünmek pek de irrasyonel değildir. Peki bunun altında yatan sebep ne olabilir? Farklı açıklamalar olabilse de bize öyle görünüyor ki buradaki problem iki sorunlu varsayımdan kaynaklanır. Birincisi Langtry (3)’ün daha önce bahsettiğimiz muhalifleri gibi kendisinden daha üstünü mümkün olmayan bir varlığın mümkün olduğunu kabul etmiş ve ikincisi sonlu varlıklar ve sonlu seçimler için geçerli olan ancak sonsuz varlık ve seçimlerde geçerli olup olmayacağı hiç de açık olmayan karar kuramının (decision theory) sonsuz bir varlığın sonsuz seçenek arasında yapacağı seçime uygulanabilir olduğunu düşünmüştür. Ancak Oppy gibi biz de kuramın bunun gibi durumlarda anlamlı sonuçlar vermeyeceğini düşünüyoruz. 

(3)’e son bir itiraz olarak odağımızı Nagasawa’ya çevireceğiz. Mükemmel varlık teizmi hakkında orijinal bir yorum31 getiren Nagasawa’ya göre Anselmci varlığın mükemmel yapıcı niteliklerin her birine ayrı ayrı maksimum düzeyde sahip olduğunu düşünmek zorunda değiliz. Bundan ziyade Anselmci varlığın kendisinden daha üstünü mümkün olmama tanımı verildiğinde tüm bu niteliklere birbiriyle uyumlu olacak ölçüde maksimal düzeyde sahip olduğunu söylemeliyiz. Örneğin, kadir-i mutlak bir varlığın yalan söyleyebilmesi gerekir. Öte yandan diyelim ki mutlak iyi bir varlık ise yalan söyleyememelidir. Bu çatışma verildiğinde Nagasawa’nın maksimal Tanrı tezi, Anselmci varlığın kudret ve iyilik özelliklerini revize edecek ve örneğin yalan söylemenin onun kudreti dahilinde olmadığını ifade edecektir. Ancak bu revizyon, Anselmci varlığı kendisinden daha üstünü mümkünü olmayan varlık olmaktan alıkoymaz zira mükemmel yapıcı niteliklerin tümünün kombinasyonuna bakıldığında bu varlık hala en tepededir. Not etmekte fayda var ki maksimal Tanrı tezi kadîr-i mutlak, âlim-i mutlak ve mutlak iyi Tanrı konsepti ile de uyumludur. Tezin iddiası yalnızca Anselmci varlığın mükemmel yapıcı niteliklere hep birlikte, optimum düzeyde sahip olduğudur. Dolayısıyla mutlak kudret, bilgi ve iyilik özelliklerinde bireysel yahut özelliklerarası bir tutarsızlık yoksa Anselmci varlığın bu özelliklere mutlak düzeyde sahip olmasında da sorun yoktur. 

Nagasawa her varlığın kendisinden daha üstünü olduğu fikri üzerinden ilerleyen argümanlara maksimal Tanrı tezini kullanarak bir cevap oluşturmamış olsa da bunu farklı bir şekilde yapmıştır.32 O; bilgi, güç ve iyiliğin birer sınırı olup olmadığını ayrı ayrı incelemiştir. Mutlak bilginin söz konusu olamayacağı savı yanlış bir analize dayanır. Eğer bilgi birer birer eklenerek elde edilseydi bir kimsenin bir başkası kadar bilgi sahibi olabilmesi onun bildiği her şeyi bilmesini gerektireceğinden ve aslında insanlar sonsuz sayıda önermenin bilgisine sahip olduğundan (“P doğrudur.”, “P’nin doğru olduğunu bildiğim doğrudur.”, “P’nin doğru olduğunu bildiğimi bildiğim doğrudur.” …) imkansız olacaktı. Fakat açıkça biliyoruz ki bu imkânsız değildir, insanlar birbirinden daha fazla bilgiye sahip olabilir. Öyleyse bilgi tek tek bilgi eklenerek elde edilmez. Bir varlık -sonsuz sayıda doğru önerme olsa da- tüm doğru önermeleri biliyorsa âlim-i mutlak olabilir.  

Nagasawa bilgi için kurulan akıl yürütmenin bir benzerinin güç ve iyilik için de geçerli olduğunu düşünmüştür. Gücü eylem gerçekleştirme kapasitesi ve iyiliği de iyi davranmaya meyil olarak tanımladıktan sonra Nagasawa bir varlığın 3kg, 3.3kg, 3.33kg şeklinde devam eden sonsuz sayıda taşı hareket ettirebilme kapasitesine sahip olabileceğini ve benzer olarak 3kg, 3.3kg, 3.33kg ağırlığındaki yaralı yavru köpeklere iyi bakmaya meyyal olabileceğini söylemiştir. Her ne kadar iki örnek de sonsuz sayıda durum içerse de mümkündür. Dolayısıyla da sonsuz unsur içermeleri ne gücün ne de iyiliğin mutlak birer maksimuma sahip olmadığı anlamına gelir. 

Ne var ki iyilik güçten farklıdır ve doğrusu önemli bir noktada farklıdır. İki kaya arasına sıkışmış olan birini kurtarabilecek kadar güçlü iki sporcudan yalnızca birinin bu işe giriştiğini düşünelim. Kayaları birbirinden ayıranın ya da diğerinin diğer sporcudan daha güçlü olduğunu düşünmek için elimizde bir neden olmayacağı açıktır. Öte yandan ikisi de yaralıyı kurtarmaya meyilli olsa bile bunu yapan sporcunun diğerinden daha iyi olduğunu söylemek oldukça makuldür. Buradaki önemli fark, gücün faaliyete geçilmesini gerektirmeyip potansiyelle ilgili olmasıyken iyiliğin faaliyetle ilgili olmasıdır. Konumuza yakınlığı açısından yardıma muhtaç yaralıların sonsuz sayıda ve sporcuların herhangi sonlu miktarda yaralıyı kurtarabilecek kadar hızlı oldukları bir diğer varyant da ortaya konabilir. 

Nagasawa bahsettiğimiz üzere itirazını maksimal Tanrı tezine dayandırmasa da biz tezi kullanarak nasıl bir itiraz oluşturulabileceğine kısaca bakacak ve itirazı cevaplandırmaya çalışacağız. Tezden esinlenerek iki çeşit revizyona başvurulabilir. Bunlardan birine göre Anselmci varlığın mutlak iyiliği, diğerine göre ise mutlak kudreti/bilgisi diğer özellikle arasındaki sorun oranında sınırlandırılacaktır. Ne var ki her iki yöntem de sorunu çözmez zira argüman Tanrı’nın sıfatları arasındaki tutarsızlıklardan yola çıkan argümanlardan farklıdır. Mutlak güç ve iyilik arasındaki bir gerilime örnek olarak incelediğimiz yalan söylemek, Tanrı’nın kudretinin kapsadığı eylemler arasından çıkarılmıştı. Ancak bahsettiğimiz durumda böyle bir manevra etkili olmayacaktır. Diyelim ki Anselmci varlığı Wn’i fiilî kılmak için yeterli düzeyde görecek kadar iyi ya da Wn’e kadarki dünyaları yaratabilecek kadar kudretli/bilgili olarak tanımladık.

Yine de hala Wn+1’lerden bahsedilebileceğinden bu varlığın geçilebileceğini ve dolayısıyla gerçekten Anselm’in tanımına uymayacağını söyleyebiliriz. 

Sonuç 

Aquinas ve Leibnizci kanatların haklı ve haksız olduğu noktalar birlikte değerlendirildiğinde Anselmci teizmin ciddi bir sorun ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Elbette bu tabloya soruna yeni çözüm önerileriyle gelerek refleks verilebilir ve böylelikle tartışmalar da sürecektir. Bir diğer alternatif olarak da Anselmci teizmin teizm için vazgeçilmez olup olmadığı sorusunun da tartışılabileceğini düşünüyoruz. Her şekilde, felsefenin birçok alanıyla derin ilişki içerisinde olan bu argüman etrafındaki münazaranın devam etmesi, gerçekliğe dair arayışımıza katkısının yanında şimdiye dek olduğu gibi ilginç ve keyifli akıl yürütmeleri ortaya çıkarması açısından da değerli olacaktır. 

Notlar 

  1. Alvin Plantinga, God Freedom and Evil, (Grand Rapids, Michigan: William B. Eerdmans Publishing Company, 1974), s. 91 
  2. Bkz. Normann Kretzmann, “A General Problem of Creation” ve “A Particular Problem of Creation”, Being and Goodness: The Concept of the Good in Metapyhsics and Philosophical Theolog, ed. Scott MacDonald, (Ithaca, NY Cornell University Press, 1991), ss. 208-249 
  3. “A Particular Problem of Creation”, s. 229 
  4. Plantinga, God, Freedom and Evil, s. 61 
  5. Richard Swinburne, The Existence of God, 2. Baskı, (Oxford: Oxford University Press, 1991), s. 114 
  6. William Rowe, Can God Be Free, (Oxford: Oxford University Press, 2006), ss. 88-151 
  7. Swinburne, The Existence of God, ss. 114–115 
  8. Philip L. Quinn, “God, Moral Perfection, and Possible Worlds”, The Problem of Evil, ed. Michael L. Peterson, (Notre Dame, Ind: University of Notre Dame Press, 1992), s. 294 
  9. Lloyd Strickland, “Determining the Best of All Possible Worlds”, The Journal of Value Inquiry, 39, (2005), s. 37-47 
  10. Bkz. Arthur O. Lovejoy, The Great Chain of Being, (Harvard University Press, 1978)  
  11. Michael J. Murray ve Sean Greenberg, “Leibniz on the Problem of Evil”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy, (2016), ed. Edward N. Zalta, https://plato.stanford.edu/archives/win2016/entries/leibniz-evil (Erişim Tarihi 02.08.2019) 
  12. Rowe, Can God Be Free, s. 46. 
  13. Strickland, Determining the Best of All Possible Worlds  
  14. Rowe, Can God Be Free, s. 38 
  15. Joshua Rasmussen, “Continuity as a Guide to Possibility”, Australian Journal of Philosophy, 92, (2014), ss. 525-538. 
  16. Çoklu evren teodiseleri için bkz. John D. McHarry, “A Theodicy” Analysis, 38, (1978), ss. 132–134; Peter Forrest, “The Problem of Evil: Two Neglected Defences” Sophia, 20, (1981), ss. 49–54; Donald Turner, “The Many-Universes Solution to the Problem of Evil”, The Existence of God, ed. Richard Gale ve Alexander Pruss (Aldershot, UK: Ashgate, 2003), ss. 143–159; Michael Almeida, The Metaphysics of Perfect Beings (New York: Routledge, 2008), 8. Bölüm; Klaas Kraay, “Theism, Possible Worlds, and the Multiverse” Philosophical Studies, 147, (2010), ss. 355–368.
  17. Bradley Monton, Against Multiverse Theodicies, Philo, 13, (2010), s. 113-135 
  18. Alvin Plantinga, The Nature of Necessity, (Oxford: Oxford University Press, 1974), 45. 
  19. Notun biraz ardından gelecek olan görüşü daha iyi ortaya koyabilmek için Molinizm’in doğru olduğunu varsayan bir örnek kullandık ancak tabii ki bir çoklu evren teodisesini kabul edenler aynı Molinist olmak zorunda değildir. Molinizmi varsaymayan bir örnek için birinde Güneş Sistemi’nden uzaklardaki bir yıldızın bulunmaması haricinde aynı olan iki evren de düşünülebilir. 
  20. Nevin Climenhaga, “Ininite Value and the Best of All Possible Worlds”, Philosophy and Phenomenological Research, 97, (2018), s. 367-392. 
  21. Peter Forrest, “The Identity of Indiscernibles”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy , (2016 ), ed. Edward N. Zalta, https://plato.stanford.edu/archives/win2016/entries/identity-indiscernible (Erişim Tarihi 26.07.2019)  
  22. Brian Weatherson, “Intrinsic vs. Extrinsic Properties”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (2008), ed. Edward N. Zalta,  https://plato.stanford.edu/archives/fall2008/entries/intrinsic-extrinsic/ (Erişim Tarihi 26.07.2019)  
  23. Monton, Against Multiverse Theodicies 
  24. Bkz. Stephen French ve Michael Redhead, “Quantum Physics and the Identity of Indiscernibles”, British Journal for the Philosophy of Science, 39, (1988), ss. 233-246  
  25. Monton, Against Multiverse Theodicies  
  26. Peter Vallentyne ve Shelly Kagan, “Infinite Value and Finitely Additive Value Theory”, Journal of Philosophy, 94, (1997), s. 5-26. 
  27. Kretzmann, Morris, Hasker ve Wainwright’ın argümanları hakkında detaylı tartışmalar için bkz. Rowe, Can God Be Free, ss. 88-121 
  28. Bkz. Kaas J. Kraay, “The Problem of No Best World”, A Companion to Philosophy of Religion, ed. Philip L. Quinn, Paul Drapper ve Charles Taliaferro, 2. Baskı, (Oxford: Blackwell), ss. 482-491. 
  29. Jesse R. Steinberg, Why an Unsurpassable Being Cannot Create a Surpassable World, Religious Studies, 41, (2005), ss. 323-333. 
  30. Bruce Langtry, God, the Best, and Evil, (Oxford: Oxford University Press, 2008), ss. 74-83 
  31. Bkz. Yujin Nagasawa, Maximal God: A New Defence of Perfect Being Theism, Oxford: Oxford University Press, 2017) 
  32. Nagasawa, Maximal God: A New Defence of Perfect Being Theism, ss. 107-108. 

Yazar: Utku Boyar
Site Editörü: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Taş Paradoksu: Gazzâlî ve Aquinas Üzerinden Bir Çözüm Önerisi – Nazif Muhtaroğlu

Sonraki Gönderi

Hex, Tam Bilgili Oyunlar ve Strateji Çalma

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü