9 Durak: Niçin Anlaşamayız? – Taner Beyter

/
1.4K Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

İnsanlar niçin anlaşamaz? Bilhassa aynı alanda uzman olduğunu düşündüğümüz insanların belirli bir ciddiyet ve önemdeki konularda anlaşamamaları bir hayli ilginç bir fenomen. Bu çağdaş epistemolojide “anlaşmazlığın epistemolojisi” başlığı altında bir süredir inceleniyor.

İnsanların anlaşamamalarının bazı sebepleri çoğunlukla iletişim becerisi, örtük yanlış varsayımlar, kullanılan dilin muğlaklığı, ideolojik motivasyon, bilişsel çarpıtmalar gibi sebeplerden kaynaklanır. Bunların bazıları sahte problem bazıları mantıksal safsata bazıları ise epistemik erdem kusuru başlığı altında incelenir. Biz burada ilk elden dikkat çeken 9 sebebe işaret edeceğiz. 

1. Kendi Tanımını Dayatmak

Bazen taraflardan biri literatüre ve alandaki uzmanlıklara başvuru yapmaksızın kavramlara kendi yüklediği tanımlardan yola çıkarak tartışmaya girer. Örneğin “inanç” ifadesine “kanıtlara rağmen kabul edilen, bilginin zıttı olan, gelişigüzel kabul edilen, olgulardan bağımsız olan, rasyonellikle gerilim içinde olan” gibi kendi dilediğiniz işlevleri yüklerseniz muhtemelen bu tanım yalnızca sizi tatmin edecek bir tartışmaya kapı açar. Çünkü “inanç” ifadesinin farklı tanımları olabileceğini ve tartıştığımız kişinin farklı bağlamlardaki tanımlara dayalı olarak argüman sunabileceğini görmemiz gerekir. Şayet kişi, kendi tanımının doğru tanım olduğu konusunda dayatmacı davranıyorsa, muhtemelen anlaşmazlık devam edecektir (“inanç” yerine “metafizik”, “bilim”, “akıl” veya “Tanrı” örneklerini de düşünebilirsiniz).

2. Kavramların Yanlış Kullanımı

İnsanlar tartışma içine girdiklerinde ne yazık ki kavramları yanlış kullanabilmektedir. Bu da anlaşmazlığın ortaya çıkması için uygun bir zemin yaratıldığı anlamında gelir. Örneğin “kıskanmak mavi renkli midir?” türünden bir soru “kıskanma”yı yanlış bir bağlama ve kullanıma sokmaktadır. “Kuantum” veya “enerji” ifadesini spiritüel gerçeklik, düşünce gücüyle tedavi vb anlamlarda kullanan bir tarafın bulunduğu tartışmada muhtemelen anlaşmazlık sonlanmayacaktır.

3. Sorulan Sorunun Anlamsızlığı

İnsanlar bazen anlamsız sorular sordukları için anlaşamazlar. Heidegger felsefesindeki bir noktaya parmak basarak “Zaman varlığın ufku mudur?” türünden bir soru sormanın, anlaşma kriterlerine açık olduğunu düşünmek pek makul değildir. Taraflar ne türden güçlü bir yanıt vermelidir ki, gerçekten birbirlerinin aynı doğruluk değeri aldığını düşündükleri bir yanıt konusunda hemfikir olduklarını düşünsünler? Aynı şey “Hiç sürekli hiçer mi?” şeklindeki bir soru için de geçerli. Bu soru anlamsızdır, anlamsız sorular söz konusu olduğunda tarafların epistemik pozisyonlarının doğruluk değerlerini göremeyiz ve anlaşmazlık devam eder. 

4. Her Zaman İçin Bir Taraf Haklı Olmak Zorunda Değil 

İnsanlar genellikle her tartışmada en az bir tarafından haklı olması gerektiğini düşünür. Hatta bu o kadar açık ve verili bir varsayımdır ki, bir süre sonra hangi tarafın “kazanacağını” izlemeye koyuluruz. Fakat bir tartışmanın, her zaman için “bir kazananı” olmak zorunda değildir. Örneğin “suç işleyen birinin çocuğunu mu yoksa eşini mi öldürmemiz gerekir?” gibi bir tartışmada muhtemelen iki tarafta haklı değildir; çünkü suç işleyen kişilerin eşlerini veya çocuklarını öldürmememiz gerektiğini biliriz ve bunu yapmayız. Aynı şekilde “x değerine hakaret eden bir kişinin kolunun mu yoksa kafasının mı kesileceği” konusundaki bir tartışmada da haklı bir taraf yoktur; çünkü ifade özgürlüğünü kullanmanın uzuvlarımızı kaybetmekle sonuçlanmasını onaylamayız. 

5. Bazen Farklı Düzeylerde De Olsa İki Taraf da Haklıdır

Bilhassa sosyal bilimler söz konusu olduğunda tek bir sonucun tek bir nedeni olduğu varsayımının hiç de sağlıklı bir varsayım olmadığını görürüz. Örneğin X partisinin seçimleri kaybetmesi hem kutuplaşma hem de enflasyon sebebiyle, ve hatta aynı anda etkili olan başka faktörlerin de etkisiyle gerçekleşmiş olabilir. Bu durumda, X partisinin seçimleri kaybetmesinde aynı anda etkili olan faktörlerin herhangi birine işaret eden her taraf muhtemelen haklıdır. Şayet enflasyon, kutuplaşmadan daha belirleyici bir faktör olmuşsa tartışmayı, “Hangi faktör daha etkili olmuştur?” şeklinde sormak gerekir. “Daha az etki etmek ile hiç etki etmemek aynı şey değildir”. Demokrasi, sanat, felsefenin doğası vb birçok tartışmada çoklu faktörleri veya birden çok doğru pozisyon olabileceğini görmezden gelip “ya x ya da y” şeklinde düşünmemiz hiç bitmeyen bir anlaşmazlığa sebep olabilir. 

6. İnanç Kümemize Aşırı Bağlılık

İnsanlar mevcut arka plan bilgileri ve inanç kümelerine, olması gereken çok daha yüksek epistemik bağlılık sergilerse bu karşı tarafı dinlememeye, hatta bu epistemik bağlılığa tehdit olarak gördüğü şeye karşı “şiddete başvurmaya” dek uzanabilir. Fakat insanlar inanç dünyalarındaki unsurların birbiriyle uyuşmasını ister, şayet karşı tarafın iddiası doğru görünmesine rağmen bizim inanç kümemizin unsurlarıyla uyuşmaz veya gerilim içine girerse, karşı tarafın iddiasını reddetmeyi seçeriz. Böylesi bir süreç epistemik olduğu kadar epistemik-olmayan süreçlerin de etkisiyle gerçekleşebilir. Söz konusu epistemik bağlılığım küçüklüğümden beri içinde bulunduğum dünya görüşü ile ilgiliyse, sevdiğim insanları da kapsıyorsa, değerli deneyimlerle birlikte ortaya çıktıysa yani bir dizi güçlü psikolojik etkenler “direnmem” gerektiğini ve anlaşmazlığı sürdürmenin doğru olacağını hissettirebilir. İki farklı dini cemaatten veya iki farklı politik fraksiyondan tartışmaya katılan insanlar yıllarını, hatta tüm yaşamlarını verdikleri bir kimlik taşıyarak girdikleri tartışmada kitle sinyalleme, kabileye bağlılık gösterme, batık maliyet safsatası vb birçok sebepten ötürü anlaşmazlığı sürdürmeye mecbur olduğunu düşünebilir veya anlaşmaya direnebilir.

7. Anlaşmazlığı Bilerek Sürdürmek

Fikrimizi değiştirdiğimizi beyan etmenin riskli olabileceğini düşündüğümüz meselelerde (iş hayatı, kişisel husumet, dini/politik sebepler vb) anlaşmazlığı devam ettirmek, hatta tırmandırmak daha daha çekici gelebilir. Tarafları izleyen ideal bir rasyonel gözlemci olsaydı, taraflardan birinin açıkça yanıldığını artık kabul etmesi gerektiğini ve anlaşmazlığı sürdürmesinin anlamsız olduğunu ona söylemesi gerekirdi. Bazı anlaşmazlıklarda kendinizi bu ideal gözlemci gibi hissediyorsanız, muhtemelen taraflardan biri anlaşmazlığı bilerek sürdürüyordur. Diğer yandan insanların bazen kişisel menfaatlerinden ötürü bilerek anlaşmazlık çıkardığını ve anlaşmazlığı sürdürülebilir kılmaya çalıştığını da unutmamak gerekir.

8. Mantıksal Safsalalar

Elbette farklı türden safsatalara başvurmanın anlaşmazlığı sürdürülebilir kılma özelliği vardır (Bunun en güzel örneği sürekli ad hoc yaparak savunduğu kuramı kurtarmaya çalışmak olsa gerek). İnsanlar bazen bilerek bazen ise farkında olmadan yanlış akıl yürütmelere başvurmaktadır. Şayet başvurulan safsata açıkça ortaya konursa, anlaşmazlığın şiddetinin azalmasını beklememiz gerekir. Ancak bir safsataya çok sık düşenler, başka safsatalara da düşmeye eğilimli olabiliyor. Var olan anlaşmazlık manzarası safsata tespiti ve safsata tanıtımıyla dolu olabilir.  

9. Yanlış Kişiyle Tartışmak

Anlaşmazlığın devam etmesinin en belirleyici sebeplerinden biri, taraflardan birinin aslında tartışmaya girmemesi gereken kişi olarak tartışmanın tarafı olmasıyla ilgilidir. Çünkü her epistemik tartışma, belirli bir epistemik zemin gerektirir; önermesel içeriği olan her ifade belirli bir epistemik kavrayış düzeyine ihtiyaç duyar. Şayet karşınızdaki kişi tartıştığınız meseleyi yeterince kavrayamıyor ve nüanslı düşünemiyorsa, muhtemelen anlaşmazlık son bulmayacaktır. Bunu bazen kendi yetkinlik alanları dışındaki meselelerde tartışmaya giren bilim insanları ile din adamları örneklerinde de çok sık görmek mümkün. X konusunda (jeoloji veya hadis usulü) epistemik otorite olmak Y, Z veya diğer alanlarda epistemik otorite olmak anlamına gelmez. Aynı tartışma başlığını aynı pozisyonlardan farklı bir kişi ile ele aldığımızda anlaşmazlığın sonlandığını görmek mümkün olabiliyor. 

Herkesin düşünce ve ifade özgürlüğü vardır. Tartışma içine girmek kimi zamanlar yıkıcı etkileri olsa da epey yapıcı sonuçları da beraberinde getirebilir. Fakat mevcut anlaşmazlıklarımızın bir kısmı yanlış kişilerle tartışma içerisinde girmemizden kaynaklanıyor olabilir (Felsefe hakkında hiçbir birikimi ve kavrayışı olmayan biriyle özgür iradenin doğası veya Tanrı’nın varlığını tartışmamak -bir derste olmadığınızı varsayıyorum- iyi bir strateji olmayabilir).


İnsanların anlaşmazlık içerisinde olmasının hem epistemik hem de epistemik-olmayan sebepleri olabileceğini düşünmek akla yatkındır. Fakat daha spesifik olarak “epistemik akran anlaşmazlığı” (epistemic peer disagreement) birçok açıdan yanıtın bu kadar açık olamayacağı bir mesele: Her iki tarafından da benzer bilgi birikimi, zeka seviyesi ve kavrayış yetkinliliğine sahip olduğunu; hatta bunun farkında olarak da birbirini takdir ettiklerini ama yine de anlaşmazlık içinde olduklarını sık sık görürüz. Epistemik akranlar niçin anlaşmazlığı düşer ve şayet benzer epistemik araç, kaynak ve yetkinlikleri varsa anlaşmazlık karşısında ne yapmaları gerekir? Bu soruyu merak edenler şu içeriği okuyabilir: Anlaşmazlığın Epistemolojisi – Jonathan Matheson

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Antik Toplumlarda Herkesin Genç Yaşta Öldüğüne mi İnanıyorsunuz? Bir Daha Düşünün – Christine Cave

Sonraki Gönderi

Anlam ya da Anlamsızlık: Wittgenstein’da Dilin Sınırları Üzerine – Luke Dunne

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü