Anselm’in ontolojik argümanının en sıra dışı versiyonu şöyledir:
- 1. Tanrı, kendisinden daha büyüğü/yücesi düşünülemeyen şeydir.
- 2. Var olmadığı düşünülemeyen şey, var olmadığı düşünülen şeyden daha büyüktür/yücedir.
- 3. Öyleyse, daha büyük/daha yücesi düşünülemeyen şeyin var olmadığı düşünülebilirse, o halde hala daha büyük bir şeyin var olabileceği düşünülebilirdir.
- 4. Fakat düşünülemeyenden daha büyük/daha yüce bir şeyin var olabileceğini söylemek saçmadır.
- 5. Böylece daha büyüğü/daha yücesi düşünülemeyen şeyin, var olmadığı düşünülemez.
- 6. Öyleyse Tanrı’nın var olmadığı düşünülemez.
- 7. O halde Tanrı vardır.
Bu argümanı, arka planını oluşturan Platonik-Augustinyan geleneği bağlamında okumadığınız sürece düzgün bir şekilde anlayamazsınız. Daha sonraki Skolastik gelenek hakkında da bir şeyler bilmek epey yararlı olacaktır. Bu sebeplerden dolayı modern okuyucular çoğunlukla tartışmaları anlamıyorlar. Örneğin, çoğu zaman bu argümanın “Tanrı’nın varlığını kanıtlamak” olduğunu düşünüyorlar, sanki Anselm’in kendisi belirli kelimelere keyfi anlamlar yüklemenin bize nesnel gerçeklik hakkında bir şeyler söyleyeceğine inanıyormuş gibi.
Fakat bu, Skolastiklerin nominal tanım dedikleri –bir kelimenin anlamının açıklamasını- şeyi, gerçek tanımla –bir kelimenin gönderme yaptığı nesnel bir gerçekliğin doğasını veya özünü açıklamakla- karıştırmaktır. Anselm nihayetinde ilkiyle değil, ikinciyle ilgilenir. Hiç şüphesiz herhangi bir yansıtıcı dil kullanıcısının Tanrı kelimesini kullanarak “daha yücesi/büyüğü düşünülemeyen” kavramının ima edildiğine katılacağını düşünmektedir; ancak onun iddia ettiği daha önemli şey daha yücesi/büyüğü düşünülemeyen varlığın objektif bir gerçeklik olarak ilahi olanın özü veya doğası olması gerektiğidir, (tipik bir çağdaş örnek kullanırsak) tıpkı hidrojen ve oksijen bileşiği olmanın suyun bizzat özü olması gibi.
Elbette, birçok modern filozof keşfedilecek herhangi bir öz veya doğa olduğunu reddeder ve bu temelde “nominal” ile “gerçek” tanımlar arasındaki herhangi bir ayrım ilkesini kabul etmez. Fakat böyle bir reddediş, zaten başlı başına Anselm ve diğer Skolastikler tarafından varsayılan özcülük anlayışının yanlış olduğunu iddia etmektir. Bu nedenle, bu Anselsm’e karşı döngüsel akıl yürütme/soruya yalvarma safsatasını yapmayan bir itiraz olamaz. Her durumda burada önemli olan Anselm’in bir tanım verirken ifade etmek istediği şeydir, modern bir filozofun ifade etmek istediği değil.
Ayrıca modern okuyucular genellikle daha iyi ve daha kötü, daha yüce/büyük ve daha az yüce/büyük olmanın nihayetinde öznel olduğunu varsayarlar. Ancak bu da, yalnızca bir varsayım olarak bırakılırsa, Anselm’e karşı soruyu yalvarma safsatasıdır. Buradaki arka planda Platonik-Augustinyan özcülük argümanın olması oldukça önemlidir. Kendi örneklerinden bazılarını öne sürersek; düz bir kenarla çizilen bir Öklid üçgeni, rastgele çizilmiş olandan daha bir üçgendir (ve bu nedenle de yalnızca kabaca düz doğrulara sahip olmak) Öklid üçgeni olmanın ne olduğunu düşünürsek objektif bir gerçeklik meselesidir. Dört bacağı ve tüylü kuyruğu olan bir sincap, bir sincap olmanın ne olduğu göz önüne alınırsa, kuyruğunu ve bacağını bir kedi ile kavga ettikten sonra kaybetmiş olan sincaptan daha iyi bir sincaptır. Ve böylece de daha iyi bir üçgen, daha üçgen benzeri bir üçgendir ve daha iyi bir sincap, yalnızca daha sincap benzeri bir sincaptır. Daha iyi ve daha kötü, daha yüce/büyük ve daha az yüce/büyük olmak; onu böyle yapan doğanın ne kadar mükemmel veya kusursuz olduğuyla ilgilidir. Ve eğer klasik özcülüğün bir biçimi doğruysa (Platonik, Aristocu veya Skolastik), o halde söz konusu doğalar objektif gerçeklikler olduğu için, daha iyi ve daha kötü olma ölçütlerinin de nesnel olmasını gerektirir.
Şimdi Anselm’in söylediklerinden çıkan bir diğer şey, varlığın bu açıdan bir üçgen veya sincap olmaktan farklı olmadığıdır. Doğrusal kenarlara sahip olmak bir şeyi “üçgen benzeri” yapar ve dört bacağa sahip olmak da onu “sincap benzeri” yapar. Benzer bir şekilde var olmadığı düşünülemeyen, -Anselm’in var olmadığı düşünülemeyen derken kast ettiği budur- zorunlu varlıktır, buna, daha kusursuz var olabilmek için daha “varoluşa benzer” diyebiliriz; bu var olmayabilecek bir şey olmaktan ziyade yalnızca zorunlu olarak var olandır. Ve daha mükemmel üçgen gibi olmak, bir şeyi daha iyi bir üçgen yapar ve daha mükemmel bir sincap benzeri olmak da onu daha iyi bir sincap yapar, bu yüzden zorunlu varlık olmak bir şeyi mevcut şeylerden daha mükemmel varlık yapar. Şimdi, var olandan daha çok varlığa benzeyemezsiniz ve Aquinas elbette daha sonra, Tanrı’yı özü yalnızca kendisi olarak var olan ve diğer varlıklar arasında olmayan olarak karakterize eder. Ancak bu doktrin benzeri şey Anselm’den önce gelen ve onu etkileyen Platonik gelenekte de vardı ve elbette Tanrı’nın var olmadığı düşünülemeyen şey olduğu konseptinin arka planında gizlenir. Buraya Skolastik bir doktrin olan aşkınların dönüştürülebilirliğini eklersek (ki bu varlığın, iyiliğin ve bütünlüğün hepsinin aslında aynı şeyin farklı bakış açılarından görülen şeyler olduğunu içerir), neden birinin kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen şey ile var olmadığı düşünülemeyen şeyden bir ve aynı, tamamen benzersiz bir şey olması gerektiğini düşündüğünün ardındaki sebebini görmek kolaydır.
Aynı zaman kapsamlı bir Platonik öz metafiziğini de ekleyin, ve böylece gerçekte düşünülmüş olan Tanrı’nın, var olması gerektiği sonucunun da hemen geldiği görünür. Varlığın bizzat kendisi olan şey nasıl olurda var olamaz? Ve Tanrı varlığın kendisi ise bizzat kendisi nasıl var olamaz?
Tüm bunların ışığında, Anselm’in Gaunilo’nun itirazından neden etkilenmeyeceğini görmek kolaydır. (yani “neden böyle bir akıl yürütme, düşünülebilecek en büyük adanın var olması gerektiğini kanıtlamak için kullanılamadı -ki bu epey saçma olurdu?-“) Ontolojik argümana, Gaunilo tarzındaki adalar ve başka türlü örnekler gibi “parodi itirazlar” ile itiraz etmek, ifade edilenler göz önüne alındığında prensipte ontolojik argüman mantığına uygulanabilecek bir şey değildir. Bu yalnızca adalar ve diğer maddi şeyler için değil, aynı zamanda özü ve varlığı farklı olan her şeyin, Varlığın bizzat kendisinden daha az olan her şey için prensip olarak var olmadığı düşünülebilir.
Tabi ki Anselm’in, tamamen burada önerdiğim gibi akıl yürüttüğünü, ilgili kavramların ve terminolojinin çok daha azının yazılarında açıkça yer aldığını iddia etmiyorum. Bunun yerine, düşündüğü entelektüel ortam göz önüne alındığında, bu düşünce hattı benzeri bir şeyin, söylemiş olduğu şeylerin içinde kesinlikle ima edildiğini söylüyorum. Söz konusu temalardan bazıları, gelenek içinde bütünüyle eklemlenmiş olarak zaten mevcuttu, diğer bir kısmı ise daha sonradan eklendi, ama hepsi Anselm’in neler söylediğini anlamakla ilgilidir. Söz konusu temalardan bazıları, gelenek içinde bütünüyle eklemlenmiş olarak zaten mevcuttu, diğer bir kısmı ise daha sonradan eklendi, ama hepsi Anselm’in neler söylediğini anlamakla ilgilidir. (Karşılaştırma: Gelecek felsefe tarihçileri, J.J.C. Smart’ın ünlü “Duyumlar ve Beyin Süreçleri” makalesinde neler olup bittiğini anlamak istiyorsa, sadece bu daha önceki genel materyalist gelenek ışığında okumakla kalmayıp, aynı zamanda daha sonra gelen materyalizmin işlevselci versiyonu ışığında, temel işlevselci düşüncenin tamamlanmamış bir versiyonunu temsil eden Smart’ın “konu tarafsızlığı” kavramına da bakmalıdır. Ve eğer bu gelecekteki tarihçiler Aristotelesçi olsaydı, Smart’ın “öz” ile ifade ettiği şeyi ya da işlevselcilerin “işlev” ile kastettiklerini kabul ederlerse – çağdaş filozofların yaptığı gibi farkında olmadan kendi Aristoteles, Anselm veya Aquinas’larını okudukları zaman gibi- ciddi bir hata yaparlardı. Geçmişin filozoflarının hem onlardan önce gelen gelenekler hem de onlardan sonra gelen geleneklerin ışığında okunması gerektiği, daha önce ele aldığım bir meseledir, örneğin bu ve şu yazılarda.)
Anselm’e yapılan klasik itirazların çoğu bana argümanının bu daha geniş felsefi bağlamını anlamaktan uzak kalıyor gibi geliyor. Elbette hepsi değil. Okurlarımın da bildiği gibi, Thomist bir kuramcı gibi karşılanmaktan nefret ederim. Ama bana öyle geliyor ki Aquinas’ın Anselm’e itirazı, meselenin özüne iniyor. Aquinas, Tanrı’nın özünü kavramanın, O’nun var olmamasının mümkün olmadığını görmek olduğunu kabul eder. Tanrı’nın varlığı bu anlamda kendinde apaçıktır. Ancak bazı şeyleri öğrenmemiz ve bilmemiz için geçmemiz gereken yol göz önüne alındığında, bu bizim için apaçık değildir. (ST I.2.1) Öncelikle, bir Aristotelesci olarak Aquinas, Tanrı’nın bilgisi de dahil olmak üzere tüm bilgimizin duyulardan türetilmesi gerektiği görüşüne bağlıdır. Diğer yandan o, bir şeyin özünü kavramamızın, o şeyin cinsini ve spesifik ayrımını kavramak olduğunu düşünüyor. Fakat bir Tanrı olduğunu akıl sayesinde (ve özellikle *Beş Kanıtlama aracılığıyla) kavradığımızda, kavradığımız şey, dünyanın tamamen aktüel olan ve özü ile varlığı arasında hiçbir ayrımın olmadığı nedensiz bir nedeni olduğudur. Bu onun var olmaması düşünülemeyen şey olduğu, aynı zamanda O’nun mutlak yalın bir varlık olduğu; bu nedenle de bir cinsten meydana gelmediği veya spesifik bir ayrım içermediği anlamına gelir. Dolayısıyla da onun özünü kavrayamaz ve böylece ne olduğunu bilemezsiniz, Anselm’in argümanını Tanrı’nın varlığını kavramamızın bir yolu olarak kullanmayı bilmemiz gerekir. Yani, tam da Anselm’in bize var olduğunu söylediği bir tür Tanrı’nın var olması gerektiğini a posteriori olarak biliyoruz, aynı zamanda Anselm’in O’na ulaşmanın a priori bir yolunun işe yaramayacağını öğrenmeye başladığını da biliyoruz.
Buradan çıkarılacak ders, Anselm’in argümanının çok sağlam olduğu değil, sahip olamayacağımız bir bilgiyi (yani Tanrı’nın özü) varsayacak kadar hatalı olduğudur. Dahası, aklın bize daha büyüğü düşünülemeyen bir varlığa işaret ettiği fikri, Aquinas’ın Dördüncü Yol’unda olduğu gibi a posteriori bir tarzda geliştirildiği sürece bizzat Aquinas’ın onayladığı bir yoldur. (Aquinas’ın yukarıda değinilen diğer ana metafiziksel fikirlere dair değerlendirmelerini ve savunularını açıklayacağım.)
Çevirmen Notu: *5 Kanıtlama: Aquinas’ın Tanrı’nın varlığına yönelik öne sürdüğü ünlü 5 “yolu, kanıtlaması veya argümanı” olarak bilinir. Bunlar; Hareketsiz Hareket Ettirici Kanıtı, Sebepsiz Sebep Kanıtı, Kozmolojik Kanıt, Dereceden İspat Kanıtı ve Teolojik Kanıt’tır.
Edward Feser- “Anselm’s ontological argument”, Erişim Tarihi: 05.07.2020, Erişim Kaynağı: http://edwardfeser.blogspot.com/2010/11/anselms-ontological-argument.html
Çevirmen: Taner Beyter
Çeviri Editörü: Talha Gülmez