Din Duygu Düzenlemeyle İlgili, Bu Konuda Oldukça da İyi – Stephen T. Asma

/
2153 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

Din, doğayı açıklamamızda bize yardım etmez. Bilim öncesi zamanlarda yapabileceği her şeyi yaptı ancak uygun şekilde bilim tarafından yerinden edildi. Çoğu dindar insan ve hatta din insanlarının da kabul ettiği gibi; Papa II. John Paul 1996’da evrimin bir gerçek olduğunu ve Katoliklerin de bunu aşması gerektiğini açıkladı. Muhakkak bazı aşırı bilim karşıtı düşünceler Kentucky’deki Ken Ham’ın Yaratılış Müzesi gibi yerlerde hala varlığını sürdürüyor ancak onlar da çoğunluktan ayrılan, fazlasıyla küçük bir grup. Çoğu ana akım dindarlar, Galileo’nun “Kutsal Ruh’un maksadı, Sema’ya nasıl girileceğini öğretmesidir, semanın nasıl hareket ettiğini öğretmek değil” 1 olarak açıkladığı iş bölümü fikrini kabul ediyor. 

O zaman dinin özü, doğayı açıklayabilme kabiliyeti değil de ahlaki gücü olabilir mi?

Kendisini “inançsız Musevi” olarak nitelendiren Sigmund Freud, dini hayal dünyasına ait bir kavram olarak görüyordu, öyle olmasını da umuyordu. Freud, biz insanların, agresif ve narsist kurtlar benzeri, doğuştan berbat yaratıklar olduğumuzu iddia ediyordu. Kendi isteklerimize kalsak hayatımızı tecavüzle, yakıp yıkmakla geçireceğimizi düşünüyordu. Neyse ki dinin bizi, tıpkı bir atın sopa ve havuç kullanılarak yönlendirildiği gibi, cennet ve cehennem aracılığıyla hayırseverliğe, şefkate ve işbirliğine yönlendiren medeni bir etkisi var.

Bir diğer yandan, Fransız sosyolog Émile Durkheim, 1912 yılında yazdığı The Elementary Forms of the Religious Life (Dini Hayatın İlkel Biçimleri) adlı kitabında dinin özünde inanç sistemlerinin ya da ahlak yasalarının olmadığını, onların yerine; bireyin, içinde bulunduğu toplumla bütünleşmesini sağlayan ortak ve yoğun deneyimlerin sonucu olarak kolektif bir coşku yaratabilme yeteneği olduğunu iddia etmiştir. Din, Durkeim’ın iddia ettiği ve son zamanlardaki disiplinlerarası görüşlerin de onayladığına göre, bir tür toplumsal yapıştırıcı görevi görüyor.

Freud ve Durkeim dinin önemli işlevleriyle ilgili haklılar fakat dinin asıl önemi duygularımızı düzenleyerek iyileştirici bir görev görmesinde yatıyor. Nasıl hissettiğimiz, hayatta kalmamız için nasıl düşündüğümüz kadar önemlidir. Türümüz; korku, öfke, şehvet gibi adaptif duygularla donatılmıştır ve din, gereken yerde bu duyguların ve davranışların kullanılmasını sağlayan kültürel bir sistemdi, hala da öyle. Bunu, yıkıcı ve radikal dini düşüncelere bakarak değil ana akım dine bakarak açıkça görebiliriz. Ana akım din; kaygıyı, stresi ve depresyonu zayıflatır. Varoluşsal bir anlam ve umut sağlar. Saldırganlığı ve korkuyu düşmana odaklarken şehveti evcilleştirir ve evlatlarla olan bağları güçlendirir. Hikaye aracılığıyla diğer insanlara olan empati ve şefkat duygularını eğitir. Izdıraba karşı teselli de sağlar.            

Duygulara odaklı terapi, dinin özünün hayata geçirilmiş halidir. Toplumsal bağlılık, sadece aynı sembollere taptığımız için değil, aynı zamanda birbirimize karşı sevgi hissettiğimiz zaman da gerçekleşir. Gruplar; dini törenlere, ayinlere, şarkılara, danslara, yemeklere, acılara, tesellilere, azizlerin ve kahramanların masallarına, oruç ve kurban gibi zorluklara ortak olunca karşılıklı özenin hakim olduğu etkin bir topluluk ortaya çıkar. Teolojik inançlar, karşılaştırmalı kansız soyutlamalardır.

Hayat zor olduğundan duygu yönetimi önemlidir. Belli yaşı geçen çoğu kişinin de katılacağı üzere Buda, “Bütün yaşam acı çekmektir” demiştir. Din, benim “kırılganlık problemi” dediğim şeyle başa çıkabilmek için evrilmiştir. Hasta olduğumuz zaman doktora gideriz, papaza değil. Ama çocuğumuz öldüğünde ya da evimiz yandığında ya da dördüncü evre kansere yakalandığımızda din yardımcı olur çünkü biraz rahatlık ve güç.  Aynı zamanda da yapacak hiçbir şeyin olmadığı anda bize yapacak bir şey verir.

Dinin, bir ölümden sonra diğer insanlara nasıl yardımcı olduğunu düşünün. Ayrılık sıkıntısı yaşayan sosyal memeliler; dokunmayla, toplu yemekle ve tımarlanmayla sağlıklarına kavuşurlar. İnsanların matem gelenekleri de bu sakinleştirici monoton mekanizmaları içerir. Sevdiği birini kaybeden insana rahatlatıcı şekilde dokunuruz ve sarılırız. Vücutlarımız o tarihi rahatlığı direkt matemli vücuda aktarır. Yakınını yeni kaybetmiş olanlara yiyecek ve içecek getiririz, onlarla ekmeğimizi bölüşürüz (Musevi gelenek olan shiva’yı düşünün ya da birçok kültürde olan taziye ziyaretlerini düşünün). Kaybedilen kişiyle ilgili hikayeler anlatırız ve ölenin yakınının acılarına dair daha iyimser bir bakış açısı kazandırmaya çalışırız. Teselli edici melodilerden ve birlikte şarkı söylemelerden oluşan müzik bile paylaşılan bir acıyı ifade etmeye yardımcı olur; çekilmez ve yalnız olan bir deneyimi daha çekilebilir ve toplumsal bir deneyime dönüştürür. Bir ölümden sonraki toplumsal katılım antidepresan görevi görerek acıyı yaşayanın uyumsal duygularına destek olur.

Aynı zamanda din, “varoluşsal şekillenme” dediğim, ya da daha açık olarak “varoluşsal borç” denilebilecek, acıyla da başa çıkmaya yardımcı olur. Her ne kadar Batılılar olarak kendimizi önce bir birey sonra bir toplumun parçası olarak düşünsek de yalnız ana karakter olarak bireysel bir kaderi yaşama ideolojimiz bir gerçekten çok kurgudur. Birini kaybetmek bize, başkalarına ne kadar da çok ihtiyacımız olduğunu ve derin kırılganlığımızı hatırlatır ve böyle anlarda din bizi bir ilişki ağından uzaklaştırmak yerine ilişki ağına yönlendirir. Mesela ebeveynleriniz öldükten uzun bir zaman sonra bile din, onları anmanızı ve onlara olan varoluşsal borcumuzun farkına varmamızı sağlar. Asya’da Qingming adı verilen veya Meksika’da Ölüler Günü denilen festivaller veya Katoliklerin yıllık onursal ayinler aracılığıyla ölü birinin anısını resmileştirmek önemlidir çünkü bize, acı yoluyla olsa da, kaybettiklerimizin manidar etkilerini hatırlatır. Bu, ölümün gerçek dışılığıyla alakalı bir kendi kendimizi aldatmak değil, ölüm gerçeğiyle yaşamayı öğrenmenin ustaca bir yolu. Hissedilen acı, kaybettiğimiz kişinin değerini kabullendiğimiz bir duruma dönüşür ve dini ayinler de insanların bu durumu kabullenebilmeleri için gerekli olan zamanı ve zihinsel boşluğu yaratmalarına yardımcı oluyor.

Keder gibi bir duygunun birçok unsuru vardır. Kederin fizyolojik olarak uyarılmasına, “Arkadaşımı bir daha asla görmeyeceğim;”, “bunu durduracak bir şeyler yapabilirdim”, “O hayatımın aşkıydı” ve daha nice benzerleri gibi bilişsel değerlendirmeler de eşlik eder. Dinler yas tutanların trajedilerine, ızdıraba alternatif bir değerlendirme sunmaya çalışırlar. Michigan Üniversitesi’nden Psikolog Phoebe Ellsworth’e ve Cenevre Üniversitesi’nden Psikolog Klaus Scherer’e göre duygusal değerlendirmeler, anlık facianın da ötesine geçerek gelecekteki muhtemel çözümleri veya tepkileri düşünecek kadar ön etkinlerdir. Buna “ikincil değerlendirme” deniyor. “Bu aşırı üzücü” gibi bir birincil değerlendirmeden sonra, ikincil değerlendirme durumla başa çıkma yeteneğimizi, “Bu benim için çok fazla” ya da daha olumlu olarak “bunu da atlatacağım” şeklinde, değerlendirir. Kederle başa çıkabilme yeteneklerimizin bir parçası da güç ya da temsilcilik hislerimizden gelir: daha çok güç genelde daha iyi başa çıkabilme yeteneği demektir. Eğer kaçınılmaz bir kayıpla karşılaştığımda kendi sınırlarımın farkına varırsam ve aynı zamanda da güçlü bir dostun, Tanrı’nın, varlığını kendi gücümün ya da temsilciliğimin bir parçası olarak kabul edersem daha dirayetli olabilirim.

Dini davranışlara genelde büyülü düşünceler ya da doğaüstü inançlar eşlik ettiğinden dolayı Cristopher Hitchens, 2007 yılında yazdığı God Is Not Great (Tanrı Mükemmel Değildir) kitabında dinin sahte bir teselli olduğunu iddia eder. Din eleştirmenlerinin çoğu da onun bu suçlamalarını tekrarlar. Ancak sahte teselli diye bir şey yoktur. Hitchens ve emsalleri, “yeşil renk uykuludur” dercesine bir sınıflandırma yanlışı yapıyorlar. Teselli ve avunma birer duygudur, yoğun ya da zayıf olabilirler ama yanlış ya da doğru olamazlar. Neden daha iyi hissettiğinizle ilgili yanlış karar verebilirsiniz ancak iyi hissetme ne gerçektir ne de sahtedir. Doğru ve yanlış kavramları ancak savlarımızın gerçeklikle uyuşup uyuşmadığını değerlendirirken geçerli olur. Ve hiç şüphe yok ki dindeki dünya altı günde yaratılmıştır gibi birçok iddia da aynen böyle yanlıştır.

Din, tıpkı müziğin teselli yolu olduğu gibi gerçek bir tesellidir. Hiç kimse Mozart’ın The Magic Flute (Sihirli Flüt) operasından alınan zevkin, şarkı söyleyen flütler gerçekte var olmadığı için “sahte bir zevk” olduğunu düşünmüyor. Gerçeklikle uyuşmasına gerek yok. Müzik fanatiklerinin aksine bazı din fanatiklerinin, kendi tesellilerini metafizik iddialara iliştirdikleri doğru fakat dinin nasıl işlediği konusunda onların bilgisine neden güvenelim ki? Böyle inananlar, düşüncesiz dini ayinlerinin ve sosyal aktivitelerinin kendi iyileşmelerinin gerçek kaynağı olduğunun farkına varmıyorlar. Bu arada da Hitchens ve onun gibi diğer eleştirmenler, dinin yarattığı olgusal hayal kırıklıkları ile dinin genel değerini karıştırıyorlar ve böylelikle de dinin asıl özünü gözden kaçırmış oluyorlar.

Çevirmen notu: Cümlenin orijinali “The intention of the Holy Ghost is to teach us how one goes to heaven, not how heaven goes” olup, İngilizcede “heaven” kelimesinin hem “cennet” hem de “gökyüzü” anlamına gelmesinden yararlanılarak kelime oyunu yapılmıştır. Ancak Türkçede tam olarak bunu karşılayan bir kelime olmamasından ötürü, dini bağlamları da olan “sema” sözcüğü seçilmiştir ve büyük harfle başlayan, yani “Sema” şeklinde yazılan, kelime “cennet” anlamında kullanılırken, küçük harfle başlayan “sema” ise “gökyüzü” anlamında kullanılmıştır.

Stephen T. Asma- “Religion is about emotion regulation, and it’s very good at it.”, (Erişim Tarihi: 21.06.2020) Kaynak Linki: https://aeon.co/ideas/religion-is-about-emotion-regulation-and-its-very-good-at-it

Çevirmen: Çağan Fırtına

Çeviri editörü: Hüma Nur Çalışkan

TOBB Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü tamamladı, ODTÜ İngiliz Edebiyatı doktora öğrencisi. 18. yüzyıldan günümüze İngiliz edebiyatı en büyük tutkularından. Sosyoloji, psikoloji ve siyaset felsefesi ile akademik olarak ilgili. Orta seviye Almanca bilgisine sahip.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bilim ve Din: Epistemik Bir Bakış – Nebi Mehdiyev

Sonraki Gönderi

Plantinga’nın Dini Dışlayıcılık Savunusunun Eleştirisi – Nebi Mehdiyev

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü