Noam Chomsky’nin İnsan Doğası Teorisi Üzerine – Matt McManus

2526 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Chomsky aynı zamanda halkın entelektüel yaşamında da öncü olan belki de en ünlü (veya en kötü şöhretli) akademisyendir. Chomsky öncelikle politik sol için on yıllar boyunca sürdürdüğü aktivizm ile bilinir. Amerikan emperyalizmine karşı çıkar, eşitlikçi (egalitarian) ve demokratik sosyal politikaları savunur ve önde gelen sağ-kanat entelektüelleri ile tartışmalarda bulunur. Şu anda 90’larında olan Chomsky, 16 Nisan’da yayınlanacak olan benimle bir röportajı da dahil olmak üzere, baş döndürücü seviyede meşgul bir takvim izlemeye devam eder. Onu sevin veya ondan nefret edin, enerjisi gerçekten etkileyicidir.

Ne yazık ki halk, başlangıçta Chomsky’nin adını duyuran akademik çalışması söz konusu olduğunda daha az bilgilidir. 1957’de Chomsky, dilbilimi dönüştüren ve felsefede, psikolojide, bilgisayar biliminde ve pek çok diğer alanda oldukça etkili olan Syntactic Structures’ı (Sözdizimsel Yapılar) yayınladı. Kitap tartışmalıydı çünkü o zamanlarda baskın olan, dile ampirik yaklaşıma meydan okumuş; dilbilime ve zihne yaklaşım olarak Kantçı-Kartezyen rasyonalizmi yeniden benimsemişti. Chomsky’nin programının pek çok teknik detayı hem eleştirilere cevaben hem de deney ve araştırmaların sonucu olarak on yıllar içerisinde değişti. Fakat Chomsky’nin pozisyonu olağanüstü tutarlı halde kaldı. İnsanoğlunu; özünde rasyonel, yaratıcı bireyler olarak tanımlayan Aydınlanma’nın mirasını ileri taşıyan daha geniş bir insan doğası teorisinin bir parçasıydı.

Biz Ne Tür Yaratıklarız?

Kısaca, eğer bizler melek değilsek ve biyolojik organizmalarsak, anlamaya çalıştığımız şeylerin – belki de Galileo’nun neticelendirdiği ve Newton’un bir bakıma gösterdiği şekilde her şeyin doğru anlayışı – pek çoğu bilişsel sınırlarımızın ötesinde yer alabilir. Bilişsel alanın sınırlarının olması sadece bir gerçeklik değil, aynı zamanda şanslı bir gerçekliktir; eğer insan zekasının sınırları olmasaydı içsel bir yapıdan yoksun olurdu ve dolayısıyla bir kapsamı olmazdı: Hiçbir şeyi sorgulayarak elde edemezdik … Doğal bilimleri bilişsel kapasitelerimiz ve doğal dünyanın iyi kötü gerçekliğinin şanslı bir çakışması olarak görebiliriz. İnsanların karşılaştığı her problemi çözebileceğine ve hatta doğru soruları ortaya atabileceklerine inanmak için hiçbir neden yok; tıpkı farelerin bir asal sayı labirentini çözemedikleri gibi insanlar da kavramsal araçlardan yoksun olabilirler. – Noam Chomsky, Biz Ne Tür Yaratıklarız?

Chomsky’nin getirdiği yenilik, ampiristlerin on yıllarca eleştirdikleri insan doğasının genel anlamda rasyonalist görüşünü yeniden canlandırmaktı. Chomsky’nin anladığı şekilde rasyonalizm, ampirik dünya deneyimimizi şekillendiren, insan zihnine içkin bir yapının olduğunu savunan bir Aydınlanma felsefesiydi. Matematikçi ve filozof Descartes, herkesçe bilindiği gibi tüm ampirik bilgimizin bir illüzyon olabileceğini ve dolayısıyla mutlak kesinlik için hiçbir zaman temel oluşturamayacağını iddia etti. Aksine, düşündüğümüzden emin olabilirdik ve insan bilişinin ürünlerine saf aklı uygulayarak bilişin doğasına ilişkin kesinlik elde edebilirdik. 18. yüzyılda Kant, ampirik bilgi hakkında kısmi kesinlik elde edebileceğimizi iddia ederek bu Kartezyen görüşü düzenledi – ve bazı bakımlardan daha da ileri götürdü. Kant’ın argümanı karmaşıktır ancak basitçe her insan zihninin evrensel yapısının ampirik dünyayı az çok aynı şekilde algıladığını iddia eder. Tüm insanlar dünyayı uzay ve zaman bakımından gözler: Bu temel felsefi gerçeklik ile karşılaştırıldıklarında, aramızdaki kültürel farklılıkların – antropoloijk bakış açısından çok büyük olsa da – önemi azalır. Tüm insan zihinleri ampirik dünyayı aynı şekilde algıladığından herkes tarafından kabul edilebilecek bilgiler elde edebiliriz. Ne var ki, Kant bu durumun bir karşılığı olduğunu iddia eder. Her birimizin zihninin aynı şekilde yapılanmış ve gerçekliği aynı şekilde algılıyor olması sayesinde dünyanın ampirik bilgisini elde edebilmemiz, insanların gerçekliğin “kendisini” bilebileceği anlamına gelmez. Tüm kavradığımız, dünyanın kendi içinde görünüşüdür – Kant bunu fenomenal dünya olarak adlandırır. Gerçek şeylerin dünyasının deneyimlediğimiz fenomenler ile örtüşmesi muhtemeldir fakat tersi de muhtemeldir. Kant’a göre bu sınırlama insan doğasına içkindir ve hiçbir zaman tamamen aşılamaz – en azından saf akıl alanının içinde aşılamaz.

Noam Chomsky (1928-….)

Chomsky bu pozisyona dilbilimsel dönüş ekleyerek pozisyonu günceller. Dil edinimi için ileri sürülen çoğu ampirik argümanın insanları John Locke’un tabula rasa’sı (boş levha) gibi gördüğünü iddia eder. Bu görüşe göre insan zihni başlangıçta boştur ve dil gibi bir şeyi yalnızca öğretim deneyimi aracılığıyla öğrenebilir. B.F. Skinner gibi davranışçı figürler için bu görüşün pek çok cazibesi vardı çünkü bilimi olağanüstü seviyede ampirik bir disiplin olarak betimliyordu. Dünya deneyimimizi şekillendiren ancak ampirik çalışmaya elverişsiz zihnin içsel yapısı hakkında konuşmak için yapılan her girişim bilim öncesi metafiziğe bir gerileme gibi görünüyordu. Chomsky, boş levha öncülünü kabul ettiğimizde, bu durumun, üçü de bu dile maruz kalacağından; bir kayayı, bir domatesi ve bir bebeği Londra’da bir aileye bıraktığımızda her birinin İngilizce öğrenme olasılığının eşit olması gibi saçma bir sonuca yol açtığını iddia etti. Bir bebeğin oldukça çabuk bir şekilde dili edinmesinin – hatta pek çok dili edinmesinin – sebebi, zihninin bir insan lehçesini öğrenmeye a priori[1] muktedir olmasıdır. Her birimiz, beyinde gelişen ve insan dilini öğrenmemize ve kullanmamıza yardımcı olan bir kalıtsal bağış (inborn endownment) oluşturan bir dil yetisine veya hatta bir dilbilim organına sahibiz. Aynı zamanda bu dil yetisi neden insan dillerinin pek çok derin benzerlikler taşıdığını da açıklar. Kant’ın belirttiği gibi yalnızca dünyayı aynı şekilde algılamıyoruz; buna ek olarak dil yetimiz sözdizimsel seviyede aynı yapısal kuralları takip eden evrensel gramerler yaratıyor. Dil kullanımının pragmatiği kültürler ve insanlar arasında değişiklik gösterse de bu kullanımın altında yatan evrensel gramer aynı kuralları takip ediyor.

Kant’ın teorisinde olduğu gibi, bu pozisyonun da olumlu ve olumsuz tarafı vardır. Olumlu tarafı insanların birbirlerini anlamaya muktedir olmaları ve hatta çeşitli dilleri birbirlerine çevirmeleridir – dil kullanımının pragmatiğinin kültürler arası ve tarih boyunca önemli ölçüde çeşitlilik kazandığı göz önüne alındığında oldukça zorlu bir görev. Ancak Chomsky’nin de ifade ettiği gibi, insanlar dünyayı benzer şekillerde algıladıklarından ve dilleri aynı a priori yapıyı paylaştığından bu beklenilenden daha az zorlu bir görevdir. Dünya dışı varlıkların bizle iletişim kurmaya çalıştığı Arrival filmindeki gibi bir senaryo düşünün. Chomsky, uzaylıların tamamen farklı bir dil ve algıya sahip olabileceklerini, dolayısıyla bu tarz bir çabanın olağanüstü zorlu veya imkansız olabileceğini ifade eder. Bazen bunu, insanın evreni sağduyulu yorumlayışı ile çatışan kuantum teorisini anlama çabasıyla karşılaştırır. Eğer uzaylılarla karşılaşacak olursak onların dilinin bizim dilimize çevirisini içeren her türlü iletişim, muhtemelen çok yavaş, karşı sezgisel, dünya anlayışımızı soyutlama ve hayal etme yoluyla yeniden şekillendirmeyi denemeyi içerir. Bu bizi Chomsky’nin insan doğası açıklamasının olumsuz tarafına getirir: Dilimizin sınırları dünyayı anlama yeteneğimize yönelik daha derin sınırlamaları ifade ediyor olabilir. Zihnimiz, temelinde dünya hakkında belirli bir şekilde konuşmaya yapılanmış olduğundan, insanların üzerinde düşünmeye ve konuşmaya programlandıkları şeylerin ötesine giden gerçekliğe dair bazı temel soruları çerçevelemek imkansıza yakındır. Belki de henüz doğru soruları sormamışızdır ama belki de biz sınırlı biyolojik varlıklara bu sorular sonsuza dek kapalı olacaktır.

Chomsky’nin Yaratıcılık Hakkındaki Görüşleri

Ne var ki, bize dayatılan sınırlamalar aynı zamanda kazanç elde etmemize ve yaratıcı olmamıza da olanak sağlıyor. Eğer zihinlerimizin içinde yapısal sınırlamalar olmasaydı birbirimizle iletişim kuramaz ve türümüzle alakalı soruları soramazdık. Kullandığımız kelimelerin kurala dayalı olması, birbirimizi anlamamız için gerekli olan koşulları tesis etmemize izin verir. Aynı zamanda, yaratıcılığımızı ifade etmemizi ve kendimize meydan okumamızı sağlayan diğer kurala dayalı aktivite formlarını – insanın bilişsel kapasitesinin limitlerini genişletmeye yardımcı olan aktiviteler de dahil olmak üzere – tesis etmemize de olanak sağlar. Mesela satrançı düşünün. Chomsky, Reflections on Language (Dil Üzerine Düşünceler) kitabında satranç oyunundaki yaratıcılık ve zekanın oyunun kurallarını düzgün bir şekilde takip etmeye bağlı olduğunu iddia ediyor. Oyuncuların birbirlerine kurnazca ve stratejik yollarla üstün gelmelerini sağlayan bu kurallardır. Kazanmak için kuralları çiğnemeye karar veren birisi herhangi bir yaratıcılık veya zeka belirtisi göstermez:

Bilişsel kapasitenin sınırında yer alan problemleri düşünün. Bunlar etkileyici entelektüel oyunlar için fırsatlar sunacaktır. Mesela, satranç çözülemez bir yapboz olarak bilişsel kapasitemizin çok uzağında değildir fakat aynı zamanda doğal yeteneklerimizin ortaya çıkmasını sağlayacak şekilde yeteri kadar zorlayıcı ve merak uyandırıcıdır. Burada, bireyler arasındaki küçük farkların çarpıcı yetenek farklarına dönüştüğünü gözlemlemeyi bekleriz. Zorlayıcı entelektüel görevlere yönelik çalışmalar, tıpkı 1.6 kilometreyi 4 dakikadan az bir sürede koşma yeteneğinin bizlere insan fizyolojisi hakkında faydalı bilgi vereceği gibi, bizlere bilişsel kapasitenin sınırlarında insan zekasına dair bazı ipuçları verebilir.

Yaratıcılık ve bilişsel kapasiteye yapılan vurgu Chomsky için önemlidir. Bazı insanların muhtemelen diğer insanlardan daha zeki olduğunu reddetmez fakat çözemeyebileceğimiz potansiyel problemlerin büyüklüğüne karşı konumlandığımızda bu farklılıklar önemli ölçüde küçülür. Ne var ki, Chomsky her zaman takdir edilmesi gereken bir biçimde, her bireyin, insanları bilişsel farklılıklarına göre derecelendirmeye uğraşanlar tarafından yeterli değeri görmeyen olağanüstü bir yaratıcılık kapasitesine sahip olduğunu belirtmekte istekli olmuştur. Bu tarz bir yaratıcılığın en belirgin örneği dilin kullanımının kendisidir. Chomsky bilindiği gibi, özgün bir dilbilim teorisi ortaya atmak için 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl matematiğindeki gelişmelerden faydalanmıştır. Basitçe, insanlar tarafından yazılan veya ifade edilen pek çok cümlenin – deyimler istisnadır – daha önce dile getirilmemiş olduğunu iddia eder. Potansiyel olarak sonsuz sayıda yeni söz üretmek için dillerinin sınırlı kaynaklarını kullanan bireyler tarafından yaratılan tamamen yeni yaratımlardır bu cümleler. Erken dilbilimci Wilhelm von Humboldt’a başvurarak Chomsky dil kullanımını “sınırlı araçların sonsuz kullanımı” olarak tanımlar. Muhataplarımızın özgün cümlelerimizi anlamları hakkında kafa yormaya gerek kalmadan kolaylıkla anladığı düşünüldüğünde bu olağanüstü bir bilişsel başarıdır.

Sonuç

Chomsky her zaman, felsefesi ve bilimsel çalışması ile politik çalışmaları arasında çok az bağlantı olduğunda ısrar etmiştir. Ne var ki, ikisi arasında bir aile benzerliğini açık bırakmaktadır çünkü ikisi de milyarlarca insanın asırlık problemleri çözmek ve insan refahına katkıda bulunmak için kendi yaratıcılık kapasitelerini azaltan sosyal hiyerarşiler kurarak insan kapasitesine ket vurmayı deneyenleri eleştirirken, insanların yaratıcı potansiyelini vurgular. Chomsky’e göre, bu felaketi sonlandırmanın ve türümüzün tüm potansiyelini salıvermenin yegane yolu yalnızca bazılarına fayda sağlayan irrasyonel güç hiyerarşilerini elimine etmek ve onları herkesin yaratıcı bilişsel yeteneklerini kullanmasını sağlayan daha demokratik ve eşit sistemlerle değiştirmektir. Chomsky, insan doğasını irrasyonel ve kötü görmek şöyle dursun, eğer iki yüzlü bir şekilde diğerlerini sömürmeyi bırakırsak ve ortak iyinin hizmetinde birleşirsek daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanır. Bu açıdan bakıldığında Chomsky, önde gelenlerinin de kendilerini türümüz adına doğruluğu konuşuyor olarak gördüğü Aydınlanma’nın tam anlamıyla bir varisidir.


Çevirmen Notu:

[1] a priori: duyuya ve deneye gerek duymayan, akıl ile kavranabilen.

Matt McManus- “On Noam Chomsky’s Theory of Human Nature”, (Erişim Tarihi: 31.08.2020), Erişim Kaynağı: https://areomagazine.com/2020/04/16/on-noam-chomskys-theory-of-human-nature/

Çevirmen: Can Kalender

Boğaziçi Üniversitesi'nde Dilbilim öğrencisi. İlgi alanlarını dilin kökeni, evrimsel psikoloji ve ahlak psikolojisi oluşturuyor. Felsefe özelinde ise zihin ve ahlak felsefesi ile ilgileniyor.

2 Yorum

  1. Çevirinin bazı kısımların anlam kayıpları ve cümle düşüklükleri olduğu için asıl kaynak üzerinden yazıyı değerlendirebildim. Emeğiniz için teşekkürler.

    • Merhaba, yorumunuz üzerine yazıyı tekrar okudum fakat dikkatimi çeken bir anlam kaybı veya cümle düşüklüğü ile karşılaşmadım. Daha spesifik bir şekilde belirtebilirseniz tekrar gözden geçiririm. Teşekkür ederim.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Platonizm’in Cazibesi ve Pop Kültürü – Edward Feser

Sonraki Gönderi

Evrimsel Etik – Doris Schroeder (Internet Encyclopedia of Philosophy)

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü