Romantizm, Aydınlanma Çağı boyunca, toplumu geliştirmek ve insan koşullarını iyileştirmek için duygusal öz farkındalığı gerekli bir ön koşul olarak vurgulayan felsefi bir harekettir. Romantizm de genellikle felsefi bağlamda ilişkili olduğu Alman İdealizmi ve Kantçılık gibi, 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında büyük ölçüde Almanya merkezlidir. Önceki Akıl Çağı’nın Rasyonalizm ve Empirizm’ine karşı durur ve nesnelden öznele geçişi temsil eder.
Genel olarak romantizm, insan ruhunun özgürlüğüne ve yaratıcılığına çok az yer bırakan Akıl Çağı’nda doğanın bilimsel rasyonalizasyonuna karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Estetik deneyimin kaynağı olarak güçlü duyguları vurgular. En güçlü şekilde görsel sanatlarda, müzikte ve edebiyatta somutlaşmıştır ancak bunun yanında felsefi düşüncede de bir karşılığı vardır.
Felsefi Romantizm, evrenin tek bir birleşik ve birbirine bağlı bir bütün olduğunu ve yalnızca nesnel cansız madde değil, değerler, eğilimler ve yaşamla dolu olduğunu savunur. Romantik görüş, akıl, nesnellik ve analizin gerçekliği bağlantısız cansız varlıklara bölerek kökten tahrif ettiğidir. Gerçekliği algılamanın en iyi yolu, bunun yerine bilgimizin öznesine katıldığımız öznel bir duygu veya sezgidir. Doğa bir deneyimdir, manipülasyon veya inceleme nesnesi değildir. Bir kez deneyimlendiğinde, birey duygularıyla uyum içinde olur ve ahlaki değerler yaratmasına yardımcı olan da budur.
Felsefi Romantizmin kökleri, Jean-Jacques Rousseau ve Immanuel Kant’ın çalışmalarında bulunabilir. Rousseau (“asil vahşilik” fikrinin toplum tarafından bozulmamış olduğunu düşünür), medeniyetin insanı doğal olmayan isteklerle doldurduğunu ve onu gerçek doğasından ve özgürlüğünden uzaklaştırdığını düşünmüştür. Kant’ın Transandantal İdealizm teorisi (bkz. İdealizm ile ilgili bölüm), “kendinde-şeyler” i doğrudan göremediğimizi öne sürer; Dünyayı yalnızca, 19. yüzyılın ortalarında Amerikan Transandaltalizmin geliştirdiği bir fikir olan insani bakış açımızla anladığımızı iddia etmiştir.
Kant’tan yola çıkan ve çalışmalarını kendi İdealizm yorumlarıyla uyarlayan ve genişleten Alman İdealistleri, bakış açılarında Romantik olarak kabul edilebilir. Bunlar arasında en önemlileri Johann Gottlieb Fichte, Friedrich Schelling, Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve (muhtemelen) Arthur Schopenhauer dır. Hegel, Alman idealist filozoflarının belki de en etkilisidir ve her bireyin bireysel bilincinin veya zihninin gerçekten Mutlak Aklın (Mutlak İdealizm) bir parçası olduğu fikrinin geniş kapsamlı etkileri olnuştur. Ancak ölümünden sonra Hegelciler, Hegel’in Romantik görüşlerini eleştirmeden kabul eden “Eski Hegelciler” ile diyalektik kavramını kullanarak fikir devrimini sürdürmek isteyen “Genç Hegelciler” olarak ikiye bölünmüştür.
Fikirleri, Johann Wolfgang von Goethe (1749 – 1832), William Blake (1757 – 1827), Samuel Coleridge (1772 – 1834), William Wordsworth (1770 – 1850), Lord Byron (1788 -) 1824), John Keats (1795 – 1821), Percy Bysshe Shelley (1792 – 1822) ve Victor Hugo (1802 – 1885); John Constable (1776 – 1837), Joseph Mallord William Turner (1775 – 1851), Théodore Géricault (1791 – 1824) ve Eugène Delacroix (1798 – 1863) gibi sanatçılar; Ludwig van Beethoven (1770 – 1827), Franz Schubert (1797 – 1828), Hector Berlioz (1803 – 1869), Frédéric Chopin (1810 – 1849), Robert Schumann (1810 – 1856), Franz Liszt (1811 – 1886) ve Pyotr Ilyich Tchaikovsky (1840 – 1893) gibi bir nesil Romantik yazarı etkilemiştir.
Kaynak (Erişim Tarihi: 03.06.2021)
Çevirmen: Beyza Nur Doğan