Giriş
Son dönem din felsefesi çalışmaları içerisinde delilci (evidentialism) ekole sahip düşünürler tarafından teizme yöneltilen eleştirilerden birisi de ilahi gizlilik (divine hiddenness) problemidir. İlahi gizlilik problemi kısaca, Tanrı’nın varlığına ikna olmak için, onun insanlarla iletişim ya da ilişki kurması gerekliliğine dayanan bir itirazdır.[1] Bu mesele, Tanrı’nın aşkınsallığı ve özgür irade gibi konularla ilişkili olduğu kadar, dini epistemoloji konusuyla da yakından ilintili bir husustur. Nitekim Tanrı hakkında bilgimizin epistemik mahiyeti, bilen özne olarak insanın Tanrı hakkında bilgi sahibi olmasının mümkün olup olmadığı iddiası nedeniyle, bu problemi de dolaylı ya da direk olarak içerisinde barındırır.
Bu doğrultuda, Tanrı’nın kendisini gizlemesi, daha doğrusu gizli bir Tanrı (deus absconditus), onun varlığına ilişkin bir paradoks ya da onun yokluğuna dair temel bir kanıt oluşturur mu? şeklindeki bir soru, bu problemin merkezini oluşturan bir husustur. Delilci bir ateist için itiraz, Tanrı gerçekten varsa, kendisini açık bir şekilde göstermeli veya saklanmamalı şeklinde olacaktır. Teistin cevabı ise, onun aşkınsal bir yapı arz etmesi ve özgür irade hususuyla çeliştiği için, Tanrı’nın kendisini gizlemesinin daha uygun olacağı yönünde bir savunma veya karşı itiraz olacaktır. Ayrıca teistin elinde sağduyu (common sense) dediğimiz güçlü bir kavram daha bulunmaktadır. Bu kavramın bu problem içerisinde bir çözüm önerisi olarak sunulması da, elbette dini epistemolojiyle doğrudan alakalıdır. Nitekim dışsalcı bilgi teorisinin önemli bir türevi olan güvenilirlikçi bilgi teorileri içerisinde sağduyu dediğimiz şeyin de önemli bir yeri bulunmaktadır. Kısaca bilişsel yetilerimizin zannedildiğinden daha fazla olduğunu savunan biri için, sağduyu dediğimiz mekanizmanın önemi bir hayli fazladır.
Bu makale içerisindeki amacımız, Schellenberg ve Plantinga özelinde bir münazara ortaya koymaktır. Ancak bunun da ötesinde amacımız, daha özel olarak ilahi gizlilik problemini, dışsalcı bir perspektifle yanıtlamaya çalışmaktır.
Schellenberg’in İlahi Gizlilik Problemi’ne Bakış
J. L. Schellenberg The Wisdom to Doubt isimli eserinde getirdiği itirazlarla beraber, “İlahi Gizlilik Problemi” hakkındaki tartışmaları da başlatan ilk kişi olmuştur. Schellenberg, Tanrı’nın sıfatlarından biri olan “sevgi dolu bir varlık olması” hususunu ele alarak, bu tartışmayı başlatır. Bu noktada Schellenberg, O’nun bu sıfatından alınabilecek üç ima olduğunu söyler:
- (1) Yaratılışı gereği insan, sadece kendisi gibi yaratılmış olanlara değil, aynı zamanda Tanrı’nın kendisine de, insanın yapabileceği en iyi şey olan ilişkisel-kişisel sevgisini ifade etmelidir;
- (2) Tanrı ile olan ilişkisel-kişisel sevgi, ki bu muhtemelen insanın sahip olabileceği en iyi şeydir;
- (3) Tanrı’nın yaratmada sahip olduğu yaratıcılık, onlar aracılığıyla (yaratılmış olanlar) ve onlar tarafından (yaratılmış olanlar) gerçekleştirilebilecek değer arayışında ifade edilmelidir. Sonuç olarak insanı, yaratılmış bir varlık olarak kabul edeceksek, onlar (yaratılanlar) Tanrı deneyimine ancak bu yaratım yoluyla sahip olacaklardır.[2]
Schellenberg’e göre bu üç nokta, insanın Tanrı ile pozitif ve mükemmel bir şekilde anlamlı bir ilişki kurabilmesi için gereklidir. Sadece bu da değil, ona göre ayrıca Tanrı’nın kendisinin de böyle bir ilişki olasılığını sağlaması da gerekir:
- Şüphesiz, eğer Tanrı varsa, (i) Tanrı’yı reddetmeyen ve (ii) Tanrı ile bilinçli olarak bir ilişkisi olan her bilen kişi (iii) de böyle bir ilişkiye katılmak durumundadır.[3]
Açıkçası bu önerme, Tanrı’nın sevgi dolu özelliğine sahip olmasının bir sonucudur. Ancak ikinci önerme ise, insanın bilen bir varlık olması ile ilişkilidir:
- Kuşkusuz bir bilen, Tanrı’nın var olduğuna inanıyorsa, Tanrı ile anlamlı, bilinçli bir ilişkiyi paylaşmak durumundadır.[4]
Bu önermelerden şu sonuca ulaşabiliriz:
- Kaçınılmaz olarak, eğer Tanrı varsa, (i) Tanrı’yı reddetmeyen ve (ii) Tanrı ile anlamlı, bilinçli bir ilişki kurabilen her bilen kişi (iii) Tanrı’nın var olduğuna inanır.[5]
Başka bir deyişle, Tanrı’nın varlığı, her insan için açıktır; ve tam tersine, Tanrı’nın varlığına dair delilleri tam olarak ilk senaryo olarak göremeyen hiçbir insan yoktur. Ancak burada önemli bir problem ortaya çıkmaktadır. Önermede belirtilenin tam tersine, Tanrı’nın varlığının kanıtını göremeyen birçok insanda bulunmaktadır. (Schellenberg’in ifadesiyle onlar, non-resistant non-believer kişilerdir.) Schellenberg’e göre inançsız olan bu insanlar, gizli bir kişisel varlık olan Tanrı fikrinin varlığına karşı şüpheleri olan kişilerdir. Onların entelektüel nedenlerinden biri, Tanrı’nın varlığına dair yeterli kanıt bulunmamasıdır. Onlara göre, eğer Tanrı insanları gerçekten seviyorsa ve onlarla bir ilişki kurmak istiyorsa, Tanrı’nın verdiği kanıtın daha açık olması gerekir. Ona göre Tanrı’nın varlığını gösteren hiçbir delil olmadığına inanan bir özne için, O’nun hakkında bilgi sahibi olmak imkansızdır.[6]
Yani NN (non-resistant non-believer) için;
- NN, eğer bilgi bir kanıta dayanıyorsa, Tanrı’nın varlığının bilgisine sahiptir.
- Ancak, Tanrı’nın varlığının bir veya birden fazla tek bir kanıtı bile yoktur.
- Bu nedenle NN, Tanrı hakkında bilgiye sahip değildir.[7]
Dolayısıyla dördüncü önerme şöyle olacaktır:
- (i) Tanrı’ya karşı çıkmayan ve (ii) Tanrı’nın varlığına inanmadan (iii) Tanrı ile anlamlı, bilinçli bir ilişki kurabilen insanlar vardır (bu NN’dir).
Sonuç olarak, üçüncü ve dördüncü önerme yoluyla şu sonuca varılabilir:
- Tanrı yoktur.[8]
Schellenberg’in bu itirazlarına teizm açısından Augustinci bir tavır takınılarak cevaplar verilebilir. Çünkü Tanrısal sevgi, zorlamaya dayalı olmayan ve kişisel bir ilişkidir. Ancak Schellenberg’in bu itirazlarının değerlendirilebileceği farklı bir husus daha bulunmaktadır. Kanaatimizce bu önermeler, tanrısal gizliliğe bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak, Tanrı inancının delil yokken bile uygun olup olmadığına dair epistemik tartışmalara ilişkin ilahi gizlilik sorununun diğer boyutunu (epistemik) yanıtlayamamaktadır. Nitekim bir kez daha belirtmemiz gerekirse, “İlahi Gizlilik Problemi”nin eş zamanlı olarak iki boyutu vardır; bunlar epistemik ve ontolojik boyutlardır. Bizim bu makale içerisindeki amacımızda, NN’nin Tanrı inancındaki epistemik probleme, yani insanların Tanrı’ya dair kanıt olmadan, O’nun gizliliğine inanmasının mümkün olup olmadığı sorusu üzerinde odaklanmak olacaktır.
Plantinga’nın Güvenilirlikçi Bilgi Teorisi
Gettier sonrası gerekçelendirme kuramları içerisinde popülerliğini hala koruyan iki ayrı bilgi teorisi bulunmaktadır. Bunlar içselclik ve dışsalcılıktır. “İçselcilik, doğru inancı garanti altına alan şeyin epistemik öznenin zihnine bağımlı olduğunu ifade ederken, dışsalcılık ise zihnimizin hatalı işlemler yapabileceği fikrinden hareketle, bilgi edinme sürecinin zihinsel değil de dışsal etmenlere bağımlı olması gerektiğini öne sürmektedir.”[9] Dışsalcı bilgi teorisinin önemli yaklaşımlarından biri olan güvenilirlikçi bilgi teorisine (reliabilism) göre ise “bir inancı epistemik olarak gerekçelendiren şey, o inancın oluşturulduğu nedensel sürecin bilişsel güvenilirliğidir. Yani söz konusu süreç, gerekçelendirme düzeyi, güvenilirlik düzeyine bağlı olarak doğruluk oranı yüksek inançlara yol açmaktadır.”[10] Alvin Goldman tarafından başlı başına bir gerekçelendirme teorisi haline getirilen bu kuram, ortaya koyduğu yaklaşımlar neticesinde, içselci bilgi teorisinin de tam olarak karşı tarafında yer almaktadır.
Dışsalcı gerekçelendirme teorisinin önemli temsilcilerinden birisi de Alvin Plantinga’dır. Plantinga’ya göre bilişsel bozukluklar, insanların güvenilir bilgiye sahip olmasının önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle, bilgi üzerinde şüphesiz bir güvenceye sahip olmak için, bu bilişsel bozukluklardan arınmak gerekir. Plantinga’ya göre bunu sağlamanın en önemli yolu, bilişsel mekanizmalarımızın uygun bir işleve sahip olmasıdır.[11] Açıkçası uygun işlev kavramı, günlük yaşamda bulunabilen bir kavramdır ve insanın sağduyu dediği şeyle de yakından ilgilidir. Sağduyuya sahip insanlar, uygun olmayan bir şey karşısında, -basit bir anormallik karşısında-, o anomaliye neden olan bir şey olduğunun hemen farkına varırlar. Dahası bu kavram, büyük ölçüde natüralist bir yapı da arz eder. Nitekim bir insanın organı, düzgün bir şekilde çalıştığında, belirli bir biçimde işlev görür. Örneğin astımın neden olduğu nefes darlığı, solunum yolunda düzgün çalışmayan bir probleme ve solunum yolunun iltihaplanmasına ve daralmasına neden olur. Öte yandan bir kişinin astım gibi bir problemi yoksa, bu, solunum yollarının düzgün çalıştığı anlamına gelir. Astım vakasına benzer şekilde, bilişsel bir bozukluk, bilişsel yetilerin düzgün çalışmamasına neden olur, bu nedenle yersiz bir inanç oluşturmak mümkün hale gelir. Bu nedenle uygun işlevin gerçek amacı, güvenilir ya da güvenceye sahip bir bilgi üretmektir.
Yani;
- S’nin düzgün işleyen bir bilişsel yetiye sahip olması gerekir.
Plantinga’ya göre uygun işlev dışında, insanların inancını güvence altına alan başka birleşenlerde bulunmaktadır. Ona göre bilişsel yetilerimizin uygun bir işlev de çalışması, Tanrı’nın belirli bir “tasarım planı” çerçevesinde ve “uygun bir ortam”da olmasına da bağlıdır.[12]
Yani;
- S’nin bilişsel yetileri, tasarımına uygun bir bilişsel ortama sahip olmalıdır.
Görüldüğü gibi Plantinga için insanın haklı bir inanca sahip olmasını sağlayan en azından iki bileşenin olması gerekir. Birincisi düzgün işleyen bir bilişsel bir yeti, ikincisi ise bu yetilerimizin tasarımına uygun bir bilişsel ortama sahip olmasıdır. Öte yandan “Tasarım planı”, Plantinga’nın güvence konseptinde de önemli bir koşuldur. Anlaşılmasını kolaylaştırmak için tasarım planı, bir bina planı ile karşılaştırılabilir. Bir evi düzgün bir şekilde inşa etmek için, fiziksel evi o evin mimarı tarafından çizilen mevcut planla, bina planının baskısıyla karşılaştırabiliriz. Bina ve bu binanın planına benzer şekilde bina düzgün bir şekilde inşa ediliyor ve bina planına sadık kalınıyorsa, burada tasarım planı açısından hiçbir problem yoktur. Aynı şekilde insanın bilişsel yetileri, kendisiyle karşılaştırılabilecek belirli kriterler olmadan asla ölçülemez. Bu kriterler, insanın bilişsel yetilerini gösteren tasarım planlarıdır. Örneğin akciğerlerin sahip olduğu tasarım planı veya amacı, insan tarafından hava yoluyla solunan oksijeni kan hücrelerine götürmek ve düzenlemektir. Bilişsel yetilerimiz, onları gerçeğe yönlendirmeyen tasarım planı olsalar bile bir inanç elde edebilir. Ancak buradaki önemli nokta, bilişsel yetilerimizin, bir tasarım planı dahilinde, insanı güvenilir bir inanca götürmesinden ileri gelmektedir.
Yani;
- p inancının oluşumuna neden olan tasarım planı gerçeği hedeflemelidir.[13]
Plantinga için, insanın kendi bilişsel yetilerinin uygun bir bilişsel ortamda, uygun işleyen bir bilişsel yetilerinin olması, aynı zamanda inancı gerçeğe yönlendiren bir tasarım planına sahip olması, inancı güvence altına almak için son tahlilde yeterli değildir.[14] Plantinga’ya göre, bilişsel yetilerimizin son tasarım planı iyi olmalıdır; yani bir inancın nesnel olasılığının doğru olması, bilişsel yetilerimizin tasarım planına göre düzgün çalıştığı durumlarda daha yüksektir. Bu nedenle inancı güvence altına almak için dördüncü bir koşula daha ihtiyaç vardır.
Dördüncü bileşen şudur:
- İstatistiğe göre p inancının oluşmasına neden olan tasarım planı, yüksek olasılığa sahiptir. Bu nedenle bu durumda üretilen inanç doğru olacaktır.[15]
İlahi Gizlilik ve Tanrı İnancının Güvenilirliği Meselesi
Güvenilircilik ya da genel anlamda dışsacılık, ilahi gizliliğe cevap vermek için Tanrı inancı hakkındaki bilgiyi nasıl çözümleyebilir? Kalvinizm’in temellerini atan teolog John Calvin’e göre, başlangıçta sadece bir spekülasyon dahi olsa, aslında insanların Tanrı hakkındaki bilgiye sahip olmalarına izin veren bir tanrısallık duygusuna sahip olduklarını belirtir.[16] Ona göre, insanların Tanrı hakkında bilebilecekleri şeyler gerçektir, çünkü Tanrı onlara, kendiliğinden görünmeyen bir sonsuz gücü ve O’nun ilahiliğini, dünya yaratıldığından beri yaratılanların zihninde görünebileceğini ilan etmiştir. Tanrısallık duygusu, yalnızca Tanrı’nın, yarattığı dünya aracılığıyla kendisini nasıl ifade ettiğiyle ilgili değildir; insanoğlunun bilişsel yeteneği, Tanrı’nın bilgisini elde etmelerini de ayrıca sağlamaktadır.
Dışsalcı bakış açısına göre Tanrı hakkındaki bilgimiz, insanın sahip olduğu potansiyele dayanarak ve doğal olarak bilişsel yetilerimiz tarafından üretilen bilgilerden biri olarak tanımlanabilir. Bu nedenle Tanrı’nın bilgisi, bilişsel yetilerimizin gerçeği yüksek istatistiksel olasılıkla hedeflemesine neden olan bilişsel yetilerimizin tasarımına uygun bir bilişsel ortamda, düzgün işleyen bir bilişsel yeti tarafından üretilir. Genel olarak Tanrı hakkındaki bilgimiz, diğer bilgilere benzer şekilde – tanıklık, önsel bilgi, tümevarım vb. gibi – bilen kişinin bilişsel yetisinde “rastgele” var olan bir bilgidir. Bu açıdan bakıldığında, bilen kişinin sahip olduğu bilginin gerekçesini gösterecek bir epistemik çabaya ya da kanıta ihtiyacı yoktur.
Burada ifade edilen bu düşünceler, rasyonalite dediğimiz şeyle çelişkili midir? Bu söylenilenler rasyonel midir? Bilindiği gibi rasyonalite, şüphe ile başlayan bir süreçtir. İfade edilen her önerme veya inanç; dış dünya, başkalarının varlığı, hatta şüphenin kendisi hakkındaki önermelere dahi şüphe ile yaklaşılır. David Hume’un eleştirmenlerinden biri olan İskoç filozof Thomas Reid’in karşı çıktığı düşünce de budur. Reid için bilgi, insanın sağduyusunda ortaya çıkar. Reid’in bu epistemolojik ilkesi, dışsalcılığı ve özellikle Plantinga’nın dini epistemolojisini de büyük oranda etkilemiştir.[17] Reidian epistemolojiyi üç ilke ile ifade edebiliriz:
- (1) insanın bildiği her şey kanıtlara dayanmaz;
- (2) dış nesneler kanıtla değil, algıyla bilinir; ve
- (3) duyulardan gelen kanıtlar, gösterilenden (yani akıldan) daha mantıklı değildir.
Sağduyu felsefesi, büyük oranda Reidci bir etkiye sahiptir. Eğer sağduyu felsefesinin sloganını ifade etmemiz gerekirse bu şöyledir: İnsanın bilişsel yetileri, onlar suçlu olduğu kanıtlanana kadar masumdur. Nitekim Plantinga’nın epistemolojisi içerisinde ifade edilen uygun işlev kavramı da, ona sağduyulu bir şekilde güvenilmesi gerektiğini bize öğütlemektedir. Reidian sağduyu felsefesi tarafından tanımlanan Tanrı hakkındaki bilgimiz, bilenin bilişsel yetisinde “olduğu gibi” var olan bir bilgi formu olarak kategorize edilebilir.[18] Bu nedenle herkesin böyle bir inanca sahip olması olası ya da mümkündür
Sağduyu felsefesi açısından bakıldığında, Tanrı gizlenmiş bir varlık değildir. Tanrı hakkındaki bilgi, insanın sağduyusu yoluyla elde edilir. Yukarıda Schellenberg’in ifade ettiği NN’de argümanlaştırılan Tanrı’nın varlığı veya Tanrı hakkında hiçbir kanıtın olmadığını belirten itiraz, insanların Tanrı’nın bilgisine sahip olmak için yola çıkacakları doğru bir başlangıç noktası değildir. Kanaatimizce Reid’i ve dışsalcılığı temel alarak NN ve her insan, kendi sağduyusuyla işe başlamalıdır. Nitekim her insanın, Tanrı gibi bir varlıktan umduğu bir şeyler vardır. Dolayısıyla Calvin’in insanın ilahi duyusu hakkında söylediği şey sadece spekülatif bir şey değildir; o bunu söylerken, aynı zamanda insanın bilişsel yeteneği olan “Tanrı yetisi”nden de bahsetmektedir.
Tanrı hakkındaki bilgi, insanın bilişsel yetilerinin uygun bir şekilde çalışması ise, tam tersine, Tanrı hakkındaki bilginin bilişsel yetilerimizdeki yokluğu, bilişsel bozukluğun bir biçimi olarak tanımlanabilir. Nitekim Plantinga’ya göre, Tanrı bilgisinin yokluğu, bilenin ilahi duygusunun işlevsizliğinden kaynaklanır. Bu işlev bozukluğunun etkisi, insanların kendileri de dahil olmak üzere, bütünsel olarak çeşitli yönlerle ele alınabilir. İnsanlar açgözlü davranarak, duygularını kontrol edemeyerek, sadakatsizlik ve diğer dezavantajlı biçimlerle başkalarını ve hatta kendilerini dezavantajlı hale getiren şeyler yapma eğilimindedir. Bu işlev bozukluğu, insanların sahip olması gereken ilahi duyguyu da doğrudan etkiler. Bu nedenle NN’nin, Tanrı hakkında bilgi sahibi olamamasına neden olan şey de, işlevsel bozuklukların bu etkisidir.
Sonuç
Sonuç olarak ilahi gizlilik, dışsalcılık ve güvenilircilik için bir sorun değildir. Tanrı gizlenmiş olsa bile, aslında “delil yokluğunda” bile insanların O’nu tanımaları mümkündür, çünkü insanın bilişsel yeteneğinin O’nun hakkında bilgi sahibi olma olasılığı vardır. Tanrı hakkındaki güvenilir bilgi, bilenin verdiği kanıtla değil, daha çok uygun bilişsel yetinin işleyişi yoluyla elde edilir. Schellenberg’in ifade ettiği şekliyle başlangıç noktasında bir kanıt ihtiyacı, NN’nin hatta insanların, Tanrı hakkındaki bilgiye sahip olması için ihtiyaç duyduğu bir şey değildir. NN’nin referans noktası, yalnızca insanın bilişsel yetilerinin sağduyusu olmalıdır. Bu doğrultuda NN sadece başlangıçta hata yapmakla kalmaz, aynı zamanda muhtemelen entelektüel ve bilişsel bir işlev bozukluğuna da sahiptir.
İlahi Gizlilik Problemi, ülkemiz din felsefesi çalışmalarında yeni yeni gündeme gelen bir konudur. İlahi gizliliğin epistemik boyutu sorununa cevap verirken, özellikle Plantinga’nın dışsalcı perspektifini kullanmak, bize bir çözüm önerisi sunabilir. Son cümle olarak, dini epistemoloji içerisinde yeni ufukları ve güncel meseleleri gündeme taşıyacak bu çözüm önerisinin, küçük de olsa literatür ve tartışma kültürü açısından bize bir zenginlik katacağını düşünüyoruz.
Dipnotlar
- [1] Peter van Inwagen, “What Is the Problem of the Hiddenness of God”, In Divine Hiddennes New Essays, (UK: Cambridge University Press, 2009), s. 29.
- [2] J. L. Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, (New York: Cornell University Press, 2004), s. 204.
- [3] Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, s. 204.
- [4] Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, s. 204.
- [5] Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, s. 204.
- [6] Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, s. 205.
- [7] Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, s. 206
- [8] Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, s. 206.
- [9] Hasan Yücel Başdemir, Epistemoloji: Temel Metinler, (Ankara: Hitit Kitap Yayınevi, 2011), s. 10.
- [10] Paul K. Moser, Oxford Epistemoloji, trc. Hasan Yücel Başdemir & Nebi Mehdiyev, (Ankara: Adres Yayınları, 2018), s. 231.
- [11] Alvin Plantinga, Warrant the Current Debate, (NY: Oxford:1993), s. 6
- [12] Plantinga, Warrant the Current Debate, s. 6.
- [13] Plantinga, Warrant the Current Debate, s. 7.
- [14] Alvin Plantinga, Warrant the Proper Function, (NY: Oxford, 1993), s. 13.
- [15] Alvin Plantinga, Warrant the Proper Function, s. 17.
- [16] J. Calvin, F. L. Battles & J. T. McNeill, Calvin: Institutes of the Christian Religion, (KY: Westminster John Knox Press, 2006), s. 43.
- [17] Kelly James Clark & Justin L. Barret, “Reidian Religious Epistemology and the Cognitive Science of Religion” Journal of the American Academy of Religion, 79 (3), 639-675.
Kaynakça
- Peter van Inwagen, “What Is the Problem of the Hiddenness of God”, In Divine Hiddennes New Essays, (UK: Cambridge University Press, 2009).
- J. L. Schellenberg, The Wisdom to Doubt: A Justification of Religious Skepticism, (New York: Cornell University Press, 2004).
- Hasan Yücel Başdemir, Epistemoloji: Temel Metinler, (Ankara: Hitit Kitap Yayınevi, 2011).
- Paul K. Moser, Oxford Epistemoloji, trc. Hasan Yücel Başdemir & Nebi Mehdiyev, (Ankara: Adres Yayınları, 2018).
- Alvin Plantinga, Warrant the Proper Function, (NY: Oxford, 1993).
- Alvin Plantinga, Warrant the Current Debate, (NY: Oxford:1993).
- Kelly James Clark & Justin L. Barret, “Reidian Religious Epistemology and the Cognitive Science of Religion” Journal of the American Academy of Religion, 79 (3), 639-675.