Teleolojik Argüman: Tanrı’nın Varlığının En Güçlü Kanıtı mı? – Matthew Fitzgerald

Tanrı'nın varlığına yönelik kesin bir kanıt var mıdır? Bu soruya cevap bulmak adına "teleolojik argüman"ı inceliyoruz.

/
4356 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Evrendeki her şeyin sanki bir eser ve yapıt gibi göründüğünü hiç düşündünüz mü? Vücudumuzun yaşamı desteklemek için çok komplike bir şekilde tasarlandığını ve evrendeki her şeyin diğer şeylerle çok ince bir şekilde bağlantılı olarak çalışıyor gibi göründüğünü hiç fark ettiniz mi? O halde, evrenin amacının ve tasarımının bu kompleks hali bir Yüce Yaratıcının yani Tanrı’nın var olduğunu kanıtlamaz mı? Bu yaklaşım, ‘teleolojik argüman’ olarak bilinir, yazımızda bu konuyu ele alacağız.

Teleolojik Argüman: Giriş

‘Teleoloji’ terimi, Yunanca “erek” veya “amaç” anlamına gelen telos kelimesinden ve “açıklama/anlam” anlamına gelen logos kelimesinden gelmektedir. Buradan yola çıkarsak, ‘nihai amaç/nihai açıklama’ anlamına geldiği düşünülebilir. Daha spesifik konuşursak; nedenlerinin bir sonucu olarak değil de amaçlarıyla ilişkili olarak açıklanan şeylere atıfta bulunur. Örneğin, insan hayatının şu veya bu şekilde bir amacı olduğuna inanıyorsanız, o halde insanlığın teleolojik bir resmine sahipsinizdir. “Teleolojik argümanlar”, Tanrı’nın varlığı lehine birbiriyle ilişkili olan bir argümanlar demetidir. Bu argümanlar demeti arasında; “tasarıma dayalı argüman”, “düzenliliğe dayalı argüman”, “akıllı tasarım argümanı” ve “ince ayar argümanı” gibi birçok argüman bulunur. Teleolojik argümanların ilk öncülü, bir amaca ulaşmadaki ince ayar ve ayrıntılara, yapılara ve işlevsel doğalara işaret ederek doğal fenomenlere ele alır. Argüman, bu durumların müzakereci bir zihnin işi, yani Tanrı’nın işi (doğal olarak onun yaratımı) olması gerektiği sonucuna vararak sona erer.

Argüman genellikle şöyle olma eğilimdedir:

  1. Evren ve/veya dünya x’i içerir.
  2. X’in doğası, akıllı bir zihnin tasarımı olmayı gerektirir/ima eder.
  3. O halde, evren akıllı bir tasarımın ürünü olmalıdır.

William Paley’in Tasarım Argümanı

Teleolojik Argüman’ı Hristiyanlık, Musevilik ve İslam’ın kutsal metinlerinin büyük bir kısmında görmek mümkün ve köklerinin en azından eski Yunanistan’daki Sokrates’e kadar uzandığı düşünülmektedir. Felsefi açıdan ise ilk açık ve belirgin ifadelerinden biri Saint Thomas Aquinas‘ın (1225-74) ‘Beşinci Yolu/Kanıtı‘ idi. Diğer yandan, Tasarım Argümanı’nın en ünlü ifadesi İngiliz filozof William Paley‘in (1743-1805) Natural Theology (1802) adlı eserinde görülmektedir. Şöyledir:

Paley, bizi, kimsenin olmadığı ıssız bir kumsalda bir saat bulduğumuzu düşünmeye davet ediyor. Sonrasındaysa; bu saatinin nereden geldiğini sormamızı istiyor. Paley, bu soruya yönelik cevabın, saatin sonsuza dek zaten orada olduğu veya bir dizi nedensel olay aracılığıyla orada bulunduğu şeklinde açıklanın pek mantıklı olmadığını söyler. Böyle bir cevaptan ziyade şöyle düşünürüz: Saatin tasarımının kompleks hali, içinde bulunan diğer tüm parçalarıyla bağlantılı olması ve apaçık amaçlı olması nedeniyle, muhtemelen akıllı bir zihin tarafından tasarlanıp buraya bırakılmış olmalıdır.

Akabinde, Paley bu gözlemi bir analoji yapmak için kullanır. Tıpkı saatin var olan tasarımın, bir saat yapıcısının tüm izlerini taşıması gibi, evrenin tasarımı da bir evreni var eden bir yaratıcının tüm izlerini taşır. Diğer yandan Paley, evrenin mevcut tasarımının (saate göre) kat be kat daha kompleks ve amaçlı olduğunu vurgular:

Doğanın düzenekleri, mekanizmalarının karmaşıklığı, inceliği ve ayarları bakımından sanatın düzeneklerini aşmaktadır.
(Paley, 1802).

Aynı şekilde insan vücuduna baktığımızda her parçasında bir tasarım amaçlılığı örneği mevcuttur. Böbreklerimizden midemize, gözlerimizden kulaklarımıza kadar vücudumuzun her bir parçası farklı bir amaca hizmet eder ve yalnızca tekil tekil değil, aynı zamanda bütün olarak da birbirine bağlı bir sistem olarak da çalışırlar. Peki, saatçinin varlığını kabul ettiğimiz gibi, evrenin bir yaratıcısının varlığını da aynı şekilde kabul etmek zorunda mıyız?

Richard Swinburne’ün Düzenliliğe Dayalı Argümanı

Teleolojik Argümanın bir varyasyonu, Düzenliliğe Dayalı Argüman olarak bilinir. Bu argümanın çağdaş bir savunucusu olan İngiliz filozof Richard Swinburne’ün ifadeleriyle şöyle özetlenebilir:

Evren pek tabi kaotik olabilirdi, fakat değil; epey düzenlidir.
(Swinburne, 1979)

Evrende var olan her şeyin insan yaşamını ve diğer birçok doğa olayını desteklemek için mükemmel bir şekilde hizalandığı/ayarlandığı görülmektedir. Fakat yine de, durum böyle olmayabilirdi.

Evrendeki karbon üreten yıldızlar olmasaydı, okyanusun ya da atmosferin bileşim özellikleri farklı olsaydı veya evren biraz daha soğuk ya da daha sıcak olsaydı, yaşam var olamazdı. Sanki evren, yaşamı desteklemek için açık bir şekilde “ince/hassas bir biçimde ayarlanmıştır”: Bu görüş, İnce Ayar Argümanı (Hassas Ayar Argümanı) olarak bilinir. Peki bu, bir tasarımcının var olduğunun kanıtı mıdır?

David Hume’un Yanıtı

Tasarım Argümanı belki sizi ikna edebilir. Bu argüman, çoğu insan için Evren’e yönelik sahip oldukları bir duyguya işaret eder. Fakat diğer yandan, onun tümevarımsal sonucuna eşit derecede kuşkuyla bakabilirsiniz. Şimdi İskoç filozof David Hume (1711-1776) tarafından öne sürülen en ünlülerin birkaçıyla başlamak üzere bu argümana dair eleştirilerine bakacağız. Hume, Doğal Din Üstüne Söyleşiler’de (1779) Cleanthes ve Philo karakterleri aracılığıyla Teleolojik Argümanı aleyhine kendi çürütmesini ortaya koymuştur. Hume ilk olarak saatçi analojisinin sağlamlılığını sorgulayarak yola koyulur. Cleanthes, insan yapımı olan nesneleri kullanarak analojiye dayalı tasarım argümanın bir varyasyonunu ortaya koyar. Philo bu argümandaki hataları ele alarak söze girer. Philo öncelikle bu analojinin mantıksal geçerliliğini sorgular. Evrenin bir şekilde bizimkine benzer bir zihin tarafından tasarlandığını öne süreceksek, benzer olmanın ölçütü nedir ve benzerlik tam olarak nerede başlar? Bu zihnin de bizim gibi duyguları var mıdır mesela? Bu zihin, tüm kusurları bizimkine benzer olan bir bedenin parçası mıdır? Analojiye dair bu eleştiri, argümanın öncüllerinden sonucuna doğru tümevarımsal sıçramada yer alan antropomorfizm problemi üzerinde durmaktadır. Akabinde, Philo, şayet gerçekten de bu analojiye başvuracaksak, bu sefer ise Tasarım Argümanı’nın çok-tanrıcılık inancıyla sonuçlanacağına işaret eder. Her ne kadar saat yalnızca bir “yapıcı” veya tasarımcı gerektirse de, diğer birçok insan yapımı nesne için durum böyle değildir. Örneğin, bir köprü veya gökdeleni düşünün; bu insan yapımı nesnelerin inşasını gerçekleştirmek için (yalnızca bir kişiye değil) spesifik ve çeşitli rollerde çalışan yüzlerce kişiye ihtiyaç vardır. O halde aynı yaklaşımı analojiye uygularsak, Evren de aynı şekilde kendi yaratılışı için yüzlerce tanrıya ihtiyaç duyar mıydı?

Hume, böylesi bir karşı argüman ileri sürerek çok-tanrıcılığa destek sunmuyor, tam aksine kıyasa dayalı analojinin kusurlu doğasını vurguluyor. Hume, bir tasarımcının var olduğunu kabul etsek bile, nihayetinde tüm bu varolanların ardındaki zihin hakkında çok az şey bilebileceğimiz sonucuna varıyor. Analoji ve analojinin söz konusu bu kusurlarını ele alırken şöyle bir gözlemini kaleme alır Hume:

Dünya “kendi kusurlu performansından utanarak sonradan terk ettiği bir emekli Tanrı’nın ilk kaba bir denemesidir.” (Hume, 1779) (çeviri kaynağı)

Hume, söz konusu analojinin daha da üzerine gider: Saatin saatçiden, evin ise mimar tarafından yapıldığını biliyoruz. Bunu ampirik olarak, yani deneyimlerimize dayanarak biliyoruz. Fakat elimizde, Evren’in yaratıcısının (veya yaratıcılarının) var olduğuna dair hiçbir ampirik kanıtımız yok. O halde bu analojiye makul bir şekilde başvurma meşruiyeti için evrenin yaratılması ve/veya maddi dünyaların yaratılması arasında bir tür benzer deneyime sahip olmamız gerekir. Bundan ötürü, argümandaki bu devasa çıkarımsal sıçrama nedeniyle benzer ile benzeyeni kıyaslamak zordur.

Darvinizm ve Tanrı

Charles Darwin’in (1802-1882) Türlerin Kökeni’nde ortaya koyduğu üzere Evrim Teorisi, Teleolojik Argüman’ın temel varsayımlarından birine meydan okumaktadır. Teleolojik Argüman savunucuları, her şeyin kendi habitatı için tasarlandığı ince ayarlara işaret eder. Zürafanın upuzun olan boynu, onun daha yüksek dallara ve yapraklara erişmesini sağlar; kutup ayısının beyaz olan tüyleri ise, avlanırken kendini kamufle etmesini mümkün kılar. Teleolojik Argüman yanlıları, özellikle kendi yaşam alanları için tasarlanmış şeylerin açık bir kanıt olduğuna işaret ediyor. Fakat bunu yaparken, adaptasyonu sabit, statik bir süreç olarak ele alıyorlar. Darvinizm ise tam aksine adaptasyonun dinamik bir süreç olduğunu, uzun ve kademeli evrim sürecini izah ettiğini ileri sürmektedir. Darvici evrimci görüşüne göre, varoluş mücadelesine sahne olan bir yaşam bolluğu vardır. Sahip oldukları özellikleri kendi çevrelerine en adapte ve uygun olan organizmalar, olmayanlara göre rekabetlerde daha fazla avantaja sahip olacaktır. Böylece daha iyi adapte olmuş organizmaların, genetik avantajlarını yavrularına aktararak hayatta kalma ve üreme olasılıkları da daha yüksek hale gelmiş olacaktır. u çerçevede, türler, nesiller boyunca kendi çevrelerine uyum sağlayacak şekilde evrimleşirler. Bu manzara bize, türlerin çevrelerine uyum sağlamak için ‘tasarlanmış’ olduğu şeklinde bir yanıltıcı resim sunabilir. Ünlü İngiliz filozof Brian Davies tarafından tarif edildiği gibi:

“Var olan tasarımın niye böyle olduğunu bize açıklayan şey, adapte olmayanların ortadan kaybolmuş olmasıdır […] Yani hepsi öldürülmüştür.”
(Davies, 1982)

Benzer şekilde, günümüz ateistlerinden Richard Dawkins, evrim teorisinin, tasarım argümanının içine düştüğü yanlış ikilemi bize gösterdiğini söylemiştir. Tasarım Argümanı savunucuları, doğanın adaptasyonlarını ve evrenin ince ayarlarını açıklarken ya tasarıma ya da şansa başvurmamızı talep ederler. Onlara göre, tüm olanların tesadüfen meydana gelme olasılığı ise ihtimal dışıdır: O halde daha iyi cevap olan tasarıma yönelmeliyizdir. Ancak Darvinizm, Dawkins’in de vurguladığı üzere, milyonlarca yıllık kademeli evrim süreci olan ve tesadüf anlamına gelmeyen üçüncü bir seçenek sunar. Bu yaklaşıma dayanarak, insan gözünü; ya doğanın bir “şans eseri” ya da bir Tanrı’nın eseri olarak görmektense, milyonlarca yıllık evrimin bir sonucu olarak açıklayabiliriz.

Teleolojik Argüman İle Kötülük Problemi’nin Karşılaşması

‘Kötülük Problemi’, dünyada var olan bu kadar çok acı ile Tanrı’ya atfedilen klasik değerler (Ç.N.: mutlak iyilik, mutlak güç, ahlaken kusursuzluk) arasındaki bağdaşma problemine işaret eder. Kötülük Problemi doğrudan doğruya Teleolojik Argüman’ın bir reddi olmasa dahi; bu argümanı savunanların teistik iddialarına sorular yöneltmektedir.

Teistik bir Yaratıcı’nın geleneksel olarak, diğer niteliklerinin de yanı sıra, her şeye gücü yeten (kadir-i mutlak/omnipotent), mutlak iyi (sonsuz rahmet sahibi/omnibenevolent) ve her şeyi bilen (alim-i mutlak/omniscient) olduğu düşünülür. Bu hususu göz önüne alırsak, Tasarım Argümanı’nı bu sefer alternatif bir perspektiften tekrar gözden geçirelim. Dünyamıza şöyle bir bakarsak, acılarla dolu olduğunu fark ederiz: Kıtlık, yoksulluk, savaşlar, soykırım, hastalıklar, doğal afetler; bunlar dünyamızda yaygın olan korkunç acılardan yalnızca birkaçıdır. O halde bu duruma dayanarak, eğer evrenimiz gerçekten de bir tasarımın ürünüyse, onun tasarımcısı hakkında ne düşünürdük? Teistik değerler üçlüsünün (iyilik/güç/bilgelik) gerçekten doğru olduğu düşünülebilir mi? Bu nokta bildiğimiz kadarıyla, David Hume’un, bu dünya ve eserine baktıktan sonra “kendi kusurlu performansından utanarak sonradan terk ettiği bir emekli Tanrı’nın ilk kaba bir denemesidir.” şeklinde ifadesiyle varmak istediği şeyin bir parçasıydı. Aynı şekilde Hume’a göre saatçi analojisine sıkı sıkıya bağlı kalmak, çok-tanrıcılığa yol açacaktır ve Tasarım Argümanı’nın eksiksiz bir uygulaması geleneksel teistik değerler üçlüsünün doğruluğunu tartışmaya açacaktır.

Genel anlamda konuşursak; geleneksel Teleolojik Argüman ilk bakışta ikna edici gelebilir. Fakat Darvinizm ve Evrim Teorisi’nin meydan okumasıyla karşılaşınca sarsılmaya başlar. Çağdaş ince ayar argümanlarının mevcut bilimsel bilgimize dayanarak Tasarıma Argümanı ile beraber ele alındığı ve yeniden geliştirildiği yer de tam olarak burasıdır.


Matthew Fitzgerald– “Teleological Argument: The Strongest Proof of God?“, (Erişim Tarihi: 14.11.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

1 Yorum

  1. Çok yalın anlatımı ile; adına semavi denilen dinler (Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) bilinen argümanları ile onların anlattığı gibi bir Tanrı’nın olamayacağıdır. Adeta tanrının yokluğunu kanıtlarlar. Musa kavmini kurtarmak için Kızıldeniz’i yarmış ama ölümlü firavuna bir şey yapamamış. İsa çarmıha gerilmekten kendini kurtaramamış ama geri dönüp insanlığı kurtaracakmış. Son ve mükemmel denilen dinin tanrısı için peygamber kulunun cinsel hayatı kutsal denilen kitabına girecek kadar önemliymiş. Ki mensuplarının günümüzdeki durumları (özgürlük, adalet, insan hakları, doğa sevgisi, yaşam kalitesi, mutluluk…) yerlerde sürünüyor. Özetle acemi desen değil, iş bilmez desen olmaz, adil ve adaletli olmayan bir varlığa tanrı denilemez.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Schopenhauer’ın Felsefesi: Acı Çekmenin Panzehiri Olarak Sanat – Matthew Fitzgerald

Sonraki Gönderi

Yankı Odasından Kurtulun – C Thi Nguyen

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü