Pop Emperyalizmi – Roger Scruton

//
278 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Soğuk Savaş sırasında Birleşik Devletler hükümeti Amerika’nın dünyadaki imajını korumak için önemli girişimlerde bulundu. Bu dönemde Sovyetlerin, kirli propagandalarına karşın: mutlu, güçlü, gerçekçi Amerika imajını radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarını kullanarak korumayı hedefleyen Amerika Birleşik Devletleri Bilgi Ajansı (USIA) isimli bir bakanlık kuruldu. USIA 1999 yılında kapatıldı ve medya ağlarının faaliyet alanı böylelikle kısıtlanmış oldu

Bunun bir sonucu da bugün dünyada Amerika imajının artık tamamen Amerikan popüler kültürü tarafından şekillendiriliyor olmasıdır ki bu da Amerika için hayal edebileceğimiz en kötü Sovyet propagandasından daha kötü bir imaj yaratmayı başarmıştır. Köylü bir Müslümanın şeytanı cürmü meşhut halde yakalaması için sadece televizyonunun açma tuşuna basması yeterlidir ve bu olay hemen El Kaide’ye katılmasıyla sonuçlanmasa da ekrandan fışkıran küfrü ve müstehcenliği cezalandırmak amacıyla başkasının bunu yapıyor olmasından memnuniyet duyması muhtemeldir

Martha Bayles akli meleklerini yitirmeden moronların dünyasını anlamaya uzun zaman ayırmış zeki, eğitimli, duyarlı bir kadındır. Martha Ruhumuzdaki Boşluk isimli kitabında Amerikan popüler müziğinin güzelliğini nasıl yitirdiği anlatıyor ve tek bir hakikate dikkat çekmek istiyor; Amerika’da hayata gözlerini açan modern yaşamın müziği yine Amerika’da hayata gözlerini yumdu. Hayat dolu jazz melodileri yerini nağmesiz, çirkin, saldırgan rap şarkılarına bırakırken Hollywood’un masumane aşk filmleri yalnızca müstehcen seks ve taşkın şiddetin tek odak noktası olduğu filmlere dönüştü

Martha’yı asıl endişelendirense işte bu televizyondaki dönüşüm. Martha insanlığı küçümsemek için yaratılmış realite şovlarından bahsediyor; insanın en düşük arzularına hitap eden ahlaksız komediler, hala küçük bir parçası var olan Amerikan aile değerleri ve yaşam tarzını yok etmeyi amaçlayan yıkımın, sövgünün, narsisizm manzaralarını anlatıyor. Son yıllarda Big Brother ve Sex and the City’nin dedikoduları bizim çiftliğin kapılarına kadar ulaştı ve bunu duyacağınız için üzgünüm ama çocuklarım benim evime bile bir televizyon kurdular, beni televizyonun tuşuna basmaya ikna etmeye çalışıyorlar ancak Bayles’i okuduktan sonra bunu yapacağımdan şüpheliyim.

Bayles’in endişesi, Amerikan popüler kültürünün rezilliğinden öte, onun daha geniş dünya üzerindeki etkisi ile alakalıdır. Bayles Orta Doğu, Hindistan ve Çin gibi coğrafyaları ziyaret edip Amerikan dizileri, filmleri, pop şarkıları ve müzik klipleriyle yerel eserleri karşılaştırabilme fırsatı bulan insanların görüşlerini keşfetmeye çalışmış. Anlattığına göre bu birçok yerel eser geleneksel ahlaki dizginlerden fazla kopmadan modern hayatın gerçekliğine sadık kalma gibi zor bir işin üstesinden geldiğini gösteriyor. Bazen Suudi Arabistan’daki gibi devletler bu muhafazayı sağlarken bazen de Bollywood ve Orta Doğu üzerinde önemli etkileri olan Türk dizilerinin Amerika’da nerdeyse yok olmaya yüz tutmuş olan ailevi değerleri popüler anlatı içinde sürdürme çabası devam ediyor.

Bayles’in bu anlatısını oldukça güvenilir buldum. Ancak bunun anlamı duygusuz Amerikan popüler kültüründen kurtulmanın en iyi ihtimalle geçici olduğudur. Pornonun ve sadisttik şiddetin “ifade özgürlüğü” adı altında korunduğu Amerika’da bunları üreten şeytanları önlemek adına hiçbir şey yapılmadığından ve internetin engelleri cezasız bir şekilde atlatılmasını sağlamasından dolayı insan hayatının en aşağılık formu her dijital ekranı domine edecek ve bütün suçların yükümlülüğü direkt olarak Amerika üzerine yıkılacak, tabii bu da pek adil sayılmaz zira zararlı içerikleri izliyor olmak bir noktada onu izleyen bireylerin suçudur. Problem şu ki insanlar arkalarında onları destekleyecek kültürel bir çaba olmadığında kendilerini en kötücül arzulardan alıkoyamayacak kadar aciz varlıklardır

Bayles kitabını Amerikan devletinin nasıl tekrardan diplomatik üstünlük sağlayabileceğine dair bir dizi öneriler sunarak sonlandırıyor. Amerikan özgürlüğünün doğru ve düzgün kullanmanın bir yolu var. Ara sıra dizilerde ve Hollywood filmlerinde insanların yüce bir amaç uğruna savaştığını, sevgi ve bağlılığın vurgulanarak doğru noktalara ayak basıldığını görebiliyoruz. Benim ve Bayles’in deneyimlerine göre bu gerçek Amerika kıyı şehirleri dışında vaktini harcama cüreti gösterebilen herkes tarafından gözlemlenebilir. Bazen bu Amerika da kendine pop şarkıları ve filmlerde yer bulabiliyor.

Kitabın bu kısmını sempatiyle okumuş da olsam itiraf etmeliyim ki biraz da şüpheci bir yaklaşım sergiledim. Yüce Divan ve Kongre müstehcen cinsel görüntülerin neden olduğu zararların farkına varmadığı sürece bu görüntüler para basan dramaların onlarda hiçbir karşılığı olmayan yok edici merkezi olacaklar. Herhangi bir diplomatik çaba bu görüntüleri etkisiz kılamayacak zira bugüne dek karşı cinsin gizemini anlamak hayatlarının temel parçalarından biri olan insanların kalplerini ve zihinlerini çoktan ele geçirmiş olacaktır. Bayles’in bahsettiği problem aslında diplomatik bir problem değil, kültürel bir problemdir. Amerikan popüler kültürü popülerdir çünkü bu birçok Amerikalının kendini tanımlama biçimidir ve böyle tanımlıyor olmalarının sebebi de onları engelleyecek bir bariyerin artık var olmamasından kaynaklıdır.

Bayles’in belirttiği gibi cinsellik anlamı yalnızca haza indirgenen bir eylem biçimi olarak algılanıyor. Bu tür geçmiş ve gelecekten kopuk bir cinsellik algısı toplumun her kesiminde özellikle de kendilerine ihtiraslı dışarıyaysa kayıtsız olan gençler arasında görülebiliyor. Kürtajın anayasal bir hak olması gerektiği inancı temelinde de bu yatıyor ve yine bu da yeni bir cinsel eğitimin kapısını aralıyor, daha doğrusu buna “bebek yapmadan eğlenebilme öğretisi” demek yanlış olmaz.

Arap ve Hint toplumları cinselliğin, teşhir edilmeyen, anlık hazlara indirgenmemiş olan ve nesiller boyu varlığı birbirine bağlayan zincirin bir parçası olarak sevgi ve saygı içerisinde barınması gerektiğine inanılan eski bir anlamını benimserler. Birinin bu eski anlamın insanoğlunun aslında ne olduğunu yansıttığını görmesi için evrimsel psikolojiye veya sayfalarca literatüre hâkim olmasına gerek yoktur. Apaçık olan göz önüne alındığında insan doğasının Amerika’dan intikam alıyor oluşuna şaşırmamak gerekir.

Bayles’in popüler müziğin totaliter iktidarı nasıl baltaladığına dair söyleyecek ilginç şeyleri var. Kabul etmesi zor olsa da bir gerçek var ki Berlin duvarını yıkan Beethoven değil Beatles idi. Bu mevzu bana sivil bir kültürel diplomat olarak 80’lerde kendi yaşadığım deneyimlerimi hatırlattı. Kendime atadığım görev Doğu Avrupalı muhaliflere destek vermekti ve bu da benim yolumu kaçınılmaz olarak komünist rejim tarafından aşılanmış nihilizm fikrine karşı can pahasına bir alternatif arayan gençlerle kesiştirdi.

Gençlerin çoğu Anglo-Amerikan popunun garip yönlerine eğilimi olsa da (Çek grup Plastic People of the Universe hapis cezaları nedeniyle adı çıkmış bir grup olarak bu bakımdan iyi biliniyorlar) bunu yüksek kültür ve Avrupa’nın Hristiyan mirasından bir kaçış olarak görmüyorlardı. Bu tür şeyler bir noktada insanlara komünist rejiminin nefret etmesinden dolayı çekici geliyordu ama daha önemlisi bütün bunlar hala gerçek ve işe yarar olan bir anlam dünyasının parçalarıydı.

Plastic People’ın şarkı sözlerini aldığı kişi mistik dünya görüşüne sahip, bir tarihçi ve gerçek bir şair olan sürreal geleneğin önde gelen isimlerinden Magor idi ve tanıdığım Çekoslovakyalı gençler komünist rejimin yok etmek istediği Janáček’in müziğinde, Kafka’nın romanlarında, ülkenin sanat ve mimarisinde huzur buluyorlardı.

Doğu Avrupa’nın komünizmden kurtulmasıyla birçok şey kazanılmıştı, bazı şeyler de kaybedilmişti. 1989’dan sonra Amerikan Popüler Kültürü yeni ve özgür dünyanın bastırılamaz ve yadsınamaz sesi olmuştu. Nerdeyse bir gecede Doğu Avrupalı gençler geçmişlerini ve bununla beraber özgürlük arayışlarına ilham veren şeyleri tamamen geride bırakmışlardı. Kazanılan şey özgürlüktü ancak bütün dizginlerden kurtulmuş olan özgürlük, özgürlüğü değerli kılan şey idi. Bu saatten sonra hiçbir kültürel diplomatik çaba kaybettiklerini onlara geri veremeyecekti.


Roger Scruton – “Pop Imperialism“, (Erişim Tarihi: 30.09.2023)

Not: Bu içerik, entelektüel bir ortaklık içinde olduğumuz sevgili Mürekkep ekibi ile işbirliğimizin ürünüdür. İçeriklerinden haber olmak ve takip etmek için tıklayınız.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Judith Jarvis Thomson: Fetüsün Bir Kişi Olup Olmaması Mühim midir? – Joseph T F Roberts

Sonraki Gönderi

Atlas Silkindi: Ayn Rand’ın En Sevilen Romanı Üzerine Derin Bir İnceleme – Susanna Andrews

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü