Tümüyle Hür Bir İradenin İmkânsızlığı Üzerine Bir Deneme – Çağan Fırtına

902 Okunma
Okunma süresi: 13 Dakika

Hür irade üzerine, hür iradenin mümkün oluşundan tutun da biyolojik olarak imkânsız olduğuna veya görece daha karmaşık ve insanüstü bir biçimde semavi dinlerin farklı iddialarına kadar, şimdiye kadar birçok yazı kaleme alınmış, düşünce dile getirilmiştir. Lâkin ben, belki biraz daha toparlayıcı belki biraz farklı biçimde bu konuya yaklaşmak istiyorum. Tam anlamıyla katı bir determinist veya indirgemeci bir görüşe sahip olmadığımı düşünsem de hür olan iradenin var olmadığını düşünüyorum. Benzer bir düşünceyi açıklamanın dini, biyolojik, psikolojik, ideolojik veya ekonomik açılardan açıklamanın yolu olsa da ben, bunların biraz karışımı olan bir yolla bu açıklamayı yapacağım. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, başlıkta da belirttiğim üzere, tamamıyla hür bir iradenin imkânsız olduğunu iddia ediyorum. Yani, empirik veya metafiziksel hiçbir şeyin herhangi bir etkisinin altında kalmayan bir iradenin imkânsızlığından bahsedeceğim.

Fakat öncelikle, “tamamıyla hür bir irade” derken neyi kastettiğimi bir cümleyle de olsa açıklamam gerekiyor: Herhangi bir şekilde ve koşulda, hiçbir şeyin hiçbir türlü etkisi altında kalmadan, her şeyden bağımsız biçimde, belki anlık olarak belki olmayarak bir şeyi istemekten bahsediyorum. O halde benim, tabiri caizse, ortaya karışık determinizmime geçebiliriz.

1. Biyolojik İmkânsızlık

Açıklanması muhtemelen daha kolay olacak olan, kendi deyimimle, biyolojik imkânsızlık, tam da isminin anlattığı gibidir: En basit biyolojik ihtiyaçlardan reflekslere kadar her şeyi bu kategori altında toplayabiliriz. Acıktığımızda yemek yemek, susadığımızda su içmek gibi temel ve basit ihtiyaçların karşılanmasına ek olarak psikoloji kısmında daha detaylı değineceğim evrimsel ihtiyaçlar bu kategori içerisindedir. Açıktığımızda yemek yeme ihtiyacı isteyip istememiz bizim elimizde midir? Eğer açlık grevinde değilseniz veya biyolojik bir rahatsızlığınız yok ise acıktığımızda yemek yememek gibi bir şansımız yoktur, bir müddet sonra illaki bir şeyler yemek zorundayızdır. Oldukça basit görünse de aslında yemek yememe, su içmeme iradesini ömrümüz boyu gösteremeyeceğimizin bir kanıtıdır bu. Ancak biyolojimiz sadece bundan ibaret değildir. Dediğim gibi, biyolojik indirgemeci veya biyolojik determinist değilim fakat beynimizin istediğimiz komutları vermemesini sağlayabiliyor muyuz? Veya reflekslerimizi kontrol edebiliyor muyuz? Refleks zaten istem dışı hareketlerdir. Veya “pembe fil düşünmeyin” dersem anlık da olsa düşünmeme gibi bir şansınız çok azdır. Peki ya hormonlar? Vücudumuzdaki hormon değişimleriyle ortaya çıkan “istekler”imizi gerçekten biz mi istiyoruz? Yoksa bilinçsiz hormonlar mı istiyor? Daha doğrusu, o andaki isteğimiz üzerinde hormonların bir etkisi olduğu ve dolayısıyla da tamamen, yüzde yüz bizim kendi isteğimiz olmadığı inkâr edilemez. İster hormonlarla ister beyindeki bir terslik sebebiyle olsun, tamamen hür bir iradeden, istekten bahsedilmesi imkânsızdır. Ki biyolojik imkânsızlıktan kurtulmak çok da mümkün görünmüyor. En azından şimdilik, günümüz teknolojisiyle bu kurtuluş gerçekten de imkânsızdır. Teknolojinin geliştiği transhümanist bir distopyada veya adil olarak herkesin erişebildiği bir gelecekte ise neden olmasın?

2. Psikolojik İmkânsızlık

Bu kategoriyi, “evrimsel psikoloji” ve “psikanalitik yaklaşım” olarak ikiye ayırmak istiyorum.

a. Evrimsel Psikoloji

Evrimsel psikoloji, en genel tabiriyle evrimsel süreçte bizlere miras kalmış psikolojik ve psikolojimizi etkileyen etmenlerin incelendiği bir yaklaşımdır. Bu bağlamda öne çıkan iki kavram ise hayatta kalma, yani uyum sağlama, ile üreme, yani gen aktarımıdır. Bu iki duruma da kısa bir açıklama getirip niçin benim tarif ettiğim gibi hür bir iradenin var olamayacağından bahsedelim. Adaptasyon, yani koşullara uyum sağlama ile canlıların hayatta kaldığı yeterince açıktır. Eğer çölde kalın bir post ile yaşamaya çalışırsanız muhtemelen hayatta kalamazsınız; eğer yağ oranınız fazla değilse buzullarda hayatta kalamazsınız. İnsanlığın ise bu iki farazi örnekten en büyük farkı, çevreyi, doğayı ve vücutlarını diğer hayvanlara nazaran çok daha büyük ölçüde değiştirebilmesidir. Vücut değişimi derken tabi ki de yarı robot bedenlerden veya estetik ameliyatlarından bahsetmiyorum ancak soğuk bir yerde daha kalın giyinebilmek, sıcak yerlerde yanımızda su taşıyabilecek eşyalar üretmiş ve hâlâ üretiyor olmamız bu durumun küçük örnekleridir. Fakat adaptasyonun bizim için görece daha önemli bir faktörü daha var: toplum. Toplum içinde yaşıyor olmamız, tek başımıza hayatta kalmamızı olanaksızlaştıran şartların diğer bireyler tarafından ortadan kaldırıldığı anlamına gelir. Neticede, hayatta kalmak için bir kabile içinde bulunmamız ve kabiledeki yerimizi korumamız, yani kabileden atılmamamız gerekir. Kabileden atılmamak – veya bugün toplumdan dışlanmamak – günümüzde hâlâ davranışlarımızı büyük ölçüde etkiler. Mesela yalan söylemek eylemini ele alalım. Sizce kabilesine “şu tarafta tehlike yok” diyerek yalan söyleyen birisi, kabile içinde daha fazla barınabilir mi? Veya “burada oldukça fazla av hayvanı var” diyerek kabilenin zaten kıt durumdaki enerji ve eşyayı aslında hiç de av hayvanı olmayan bir yerde heba etmesine neden olan birisi bu kabilede barınabilir mi? Unutmayın ki evrimsel olarak bize miras kalan özellikler, neredeyse herkese kalmıştır, dolayısıyla da kabile içindeki herkes kabileyi korumaya ihtiyaç duyar. Bunu, günümüze uyarlamak da çok zor değildir: Herhangi birisi, doğru veya yanlış şekilde, yalancı diye yaftalanırsa, çoğu insanın bu kişiye yaklaşımı değişir ve belki ekstrem durumlarda toplumdan “yalancı” olarak dışlanabilir. Toplumdan tamamen bağımsız bir hayat düşünebiliyor musunuz? Okulunuzda, iş yerinizde, bir kafede, restoranda sürekli insanlarla bir aradayız; buralardan sürekli dışlanmanın sizce psikolojik açıdan olumlu bir sonucu olabilir mi? Sırf bu yüzden bile toplumdan dışlanmamıza sebep olacak her türlü eylemden kaçınmaya meyilliyizdir. Yine eylemlerimize, isteklerimize elimizde olmayan, her ne kadar bu kelimeyi kullanmayı sevmesem de içgüdüsel bir etki var. Bu dediklerim elbette yalan söylemenin veya toplumdan dışlanmamıza sebep olacak başka davranışın ahlaki veya etik durumu ile ilgili bir fikir belirtmemektedir, o kısım biraz vicdanınıza biraz içinde bulunduğunuz duruma bağlıdır. Her şeyden önce üreme için tercih edilebilmemiz, toplumsal konumumuza ve dolayısıyla da dışlanmamamıza bağlıdır. Sonuç olarak, kurtulması görece daha da imkânsız olan bir etki ile karşı karşıyayız. Belli türden davranışlarımız evrimsel olarak belli türden davranış örüntülerini sergilememize sebep olmaktadır.  

b. Psikanalitik Yaklaşım

En temelde bireyin ebeveynleriyle olan ilişkileriyle, yaşadığı travmalarıyla ilgilenen ve çözümden ziyade sorunun kaynağına odaklanan bu yaklaşım, özellikle “anormal” görülen, düşünce ve davranışlarımızın nedenini açıklamak için ortaya atılmıştır. Burada Freud’un Oedipus Kompleksi’nden, Jung’un Elektra Kompleksi’nden Lacan’ın Ayna Evresi’nden, Kristeva’nın Abject’ini kabul edip bize ne tür kavrayışlar sunduğundan söz etmiyorum.Bu düşüncelerin doğruluğunu kabul edip etmemek de önemsizdir çünkü halen psikanalitik yaklaşımı savunan ve uygulayan birçok ekol vardır. Çok küçük bir örnekle bu yaklaşımı ve yine isteklerimizin nasıl tamamıyla bizim kontrolümüzde olmadığını açıklayabiliriz: Küçükken korkunç bir araba kazası geçirdiğiniz ve bunu hatırlamadığınız bir senaryo düşünelim. Bu kaza sonucunda bugün herhangi bir taşıma aracına binmenize engel olan bir korku doğabilir. Muhtemelen bu korku, bir araca binme fikrini bile hayal ettiğinizde aşırı derecede gergin ve kaygılı olmanıza sebep olacaktır. Dolayısıyla arabaya binmeme isteğiniz veya binmeyi istememeniz, size bağlı değildir. Veya daha olumlu bir senaryo hayal edelim. Küçükken çıktığınız uzun bir otobüs yolculuğunda çok mutlu bir anınız olduğunu düşünün. Bugün bunun sonucunda çıktığınız her yolculukta mümkün olduğunca otobüs tercih edebilirsiniz. Belki küçüklüğünüzdeki yolculuğu hatırlamıyorsunuz bile ancak yine de otobüsle yolculuğa oldukça meyillisiniz. Arkadaşlarınızla çıkacağınız tatil için tüm arkadaşlarınız uçağı tercih ederken siz otobüsle gitmek isteyebilirsiniz, hatta otobüsü tercih bile edebilirsiniz. Bu tercih, istek tamamen size mi aittir yoksa güzel bir hatıranın psikolojinizde bıraktığı etkinin bir sonucu mudur? Uçaktan korkmazken ve hatta uçak daha rahatken, maddi olarak bir zorluğa girmeyecekken yine de otobüsü tercih eder miydiniz? Tercih etmek için hiçbir sebep yok gibi görünüyor değil mi? Böylesi bir anınız olmasaydı etmezdiniz de muhtemelen, hatta belki otobüs aklınıza bile gelmezdi.

3. İdeolojik İmkânsızlık

Benzer şekilde de burada da ideolojinin temeline, cinsine, biçimine çok girmeyecek olsam da Althusser’in etkilerini görmeniz çok doğaldır. İster bir milliyetçi ister bir Liberal ister bir Marksist olun, istekleriniz ideolojiniz doğrultusunda şekillenecektir. Bir Liberal’in SSCB’nin politikalarını doğru bulması veya bir Marksist’in ABD’nin politikalarını doğru bulması ihtimali çok azdır. Elbette “bu ideolojiyi ben kendim düşünüp, kendim isteyerek seçtim” şeklinde bir tepki vermeniz oldukça doğaldır. Fakat mevcut ideolojinizi niçin seçtiniz diye sorulsaydı ne cevap verirdiniz? Tamamen özgür iradenizle karar verdiğiniz rasyonel bir soruşturmayla mı? Yoksa içinde bulunduğunuz çevrenin, ki bu çevre şehir de olabilir ülke de olabilir Dünya da olabilir, koşulları hakkındaki düşüncelerine tepki olarak mı gelişti? Birden bire Wikipedia’daki “Marksizm” bölümünü okuyup “bu mantıklıymış” yargısına varıldığını pek sanmıyorum. Böyle olsa bile bu durumda bir ideolojinin mantıklı olduğu iddiasında bulunuyor olmanız demek, içinde bulunduğunuz durumu ideolojinin vaatleri ile karşılaştırmanız demektir. Bugünkü dünyayı, mesela Marksist bir dünya ile kıyaslamadan Marksizm’in mantıklı veya saçma olup olmadığına karar veremezsiniz. Yani, yine içinde bulunduğunuz dünyanın etkisi olmadan bir ideolojinin vaatlerini mantıklı bularak isteyemezsiniz. Diğer yandan, daha Althusser’ci bir yaklaşımla, içinde bulunduğumuz toplumun normlarının, televizyonda gördüğümüz reklamların, okulda gösterilen derslerin etkisiyle fikirlerimiz ve isteklerimiz biçimleniyor. Müfredatın görece daha ulusalcı olduğu bir A ülkesinin kendi tarihini anlatması ile B ülkesindeki bir tarih dersinde A ülkesinin ele alınışının aynı olmayacağı aşikardır. Bu durumda A ülkesindeki bir öğrenci ile B ülkesindeki bir öğrencinin A ülkesi hakkındaki görüşleri elbette farklı olacaktır. B ülkesindeki öğrenci, A ülkesinin yeterince demokratik olmadığını iddia ederek değişmelerini isteyebilir. Ve bu istemenin meşru olmasına da gerek yok: A ülkesinin insanları için de bunu istiyor olabilir, kendi ideolojisi doğrultusunda da bunu istiyor olabilir. Ancak ne olursa olsun bu isteğin etkilendiği, biçimlendiği okul, haberler, politik söylemler gibi birçok faktör vardır ve dolayısıyla yine tam anlamıyla bir hürlükten bahsedilemez.

4. Ekonomik İmkânsızlık

Mutlaka “x sınıfsal” veya “her şey sınıfsal” gibi sosyal medya paylaşımlarına denk gelmişsinizdir. Aslında bu tür paylaşımlar, ciddi olup olmamalarından bağımsız olarak, Ekonomik İmkânsızlığın çok basit örnekleridir. Yine de küçük bir örnekle açıklayalım: Maddi durumunuzu zora sokacak bir telefonu çocuğunuz isteyebilir fakat siz almak istemeyebilirsiniz. Burada “isteyip de alamamak” ile “alamamaktan dolayı istememek” arasındaki fark barizdir. Biz ise tabi ki “alamamaktan dolayı istememe” durumundan bahsediyoruz. Buradaki oldukça ince ve çoğu zaman çok da net olmayan sınırı belirlemek oldukça zordur fakat yine de ne demek istediğimin anlaşıldığını düşünüyorum. Yani demem o ki bir ürünü veya hizmeti alma isteğiniz, maddi durumunuza fazlasıyla bağlantılı olabilir. İstemediğiniz bir işi yapmama özgürlüğünüzün olmaması da bu duruma dahildir: Aç ve evsiz kalmak istemiyorsanız, ailenizden maddi destek almıyorsanız işinizi bırakmak istemezsiniz. İstemeseniz de işten atılmak da istemezsiniz.

5. Etki-Tepki

Son ve bütün bu saydıklarımı kapsayıcı olarak ise etki-tepki meselesinden bahsedeceğim. Fark ettiyseniz bütün örneklerimde de sürekli bir duruma verdiğiniz tepkinize bağlı isteklerinizden söz ettim. Yemek ihtiyacınız olmasa veya canınız yemek çekmese niye yemek yemek isteyesiniz? Yani, zaten var olan bir duruma tepki olarak bir şey istiyoruz. Şimdi çok zor bir şey isteyeceğim: Hiçbir şeyin olmadığı, sadece boşlukta olduğunuz bir dünya hayal edin. Hiçliğe karşı nasıl bir tepki vereceksiniz? Bu hiçlik içine doğduğunuzu ve hiçlik içinde büyüdüğünüzü, artık 20 yaşında bir “birey” olduğunuzu düşünün; ne isteyeceksiniz? Veya böylesi bir dünyada bir şey isteseniz bile bu isteğin bir kaynağı olacak mı? İşte hiçbir kaynağı olmayan, hiçbir şeyden etkilenmeyen bir istek ancak böyle bir durumda olabilir. Böyle bir durumda nasıl bir şey isteyebilirsiniz? Açıkçası bilmiyorum ve dürüst olayım bizim argümanımız için çok da önemli değil. Şimdi de bütün bu kategorileri sırasıyla kapsayan bir örnek yazmaya çalışalım. Hormonlarından dolayı canı sürekli tatlı isteyen, kalıtımsal olarak çok terlediği için sürekli ince giyinmek isteyen, yaşadığı bir travmadan dolayı bağlanma korkusu yaşayan, ailesinin ve okul müfredatının milliyetçi eğiliminden dolayı milliyetçi olan, maddi durumu çok iyi olmadığından dolayı pahalı bulduğu şeyleri almak istemeyen birisini hayal edin. Böyle deyince biraz garip oldu sanki. Bir de şöyle deneyelim: Tatlı yemeyi çok seven, ince giyinen ancak hâlâ çok terleyen, arkadaşlık ve romantik ilişkilerinde kendisinden kaynaklı problemler yaşayan, milliyetçi ve eli sıkı birini hayal edelim. Böylesi daha normal geldi, değil mi? Belki de tanıdığınız biri bile olabilir.

Sonuç olarak, bütün isteklerimiz bir şeye tepki olarak gelişiyor. Tam bir tepki olmasa bile bir şey karşılığında oluyor. Daha önce hiç yemediğiniz bir yemeği sosyal medyada görmeniz üzerine yemek istemeniz gibi. Reklamlarda gördüğünüz güzel bir saati almak istemeniz gibi. Mesela ben, saat takan biri bile değilim ancak yine de beğendiğim bir saat gördüğümde almak istiyorum. Bir saate ihtiyacım yok, telefonumdan bakıyorum; maddi durumum saati almaya yeterli ancak ihtiyacım yok; saat takmayı sevmiyorum, dolayısıyla saati alsam bile muhtemelen uzun vadede takmak istemeyeceğim ancak yine de o saati gördüğümde almak istiyorum. Eğer o saati görmeseydim, isteyecek miydim? Yani o saat var olmadan benim o saati satın alma isteğim de var olamayacak. İşte etki-tepki derken tam olarak bunu kastediyorum: Var olmayan veya var olduğunu bilmediğim bir şeyi isteyemem. Sanıyorum ki bunu, yukarıdaki kategorilerin de çoğuna uyarlayabiliriz. İçinde bulunduğumuz ekonominin kötü olduğunu düşünmesek farklı bir ekonomik sistem istemek aklımıza bile gelmez. Spesifik bir durumla ilgili anımız olmasa o durumla ilgili isteme veya istememe gibi bir durum söz konusu olamaz. Toplumdan dışlanmak gibi bir durum söz konusu olmasa ayıp, ahlaksız olarak kabul edilen davranışları isteyip istememek gibi bir durum olmaz, keyfimizce o eylemleri gerçekleştiririz. Bu şekilde uzayıp giden, sınırsız ihtimali olan bir liste içindeki belli isteklere belli sebeplerden dolayı sahip olan bireyleriz ve bu bağlamda gerçekten hür bir iradeye, isteklere sahip olabileceğimizi düşünmüyorum.

Birçok anlamda elimizde olmayan süreçlerin etkisinde kalırız: İnançlarımız, yargılarımız ve davranışlarımız bu süreçlerin bazen örtük bazen ise aşikar bir biçimde etkisi altındadır. Bu yazımız analitik metafizikte yer alan bağdaşırcı ve bağdaşmazcı özgür irade tartışmalarının epey uzağındaki bir noktadan konuya yaklaşmaktadır: Elimizde olmayan birçok süreç bizi bu derece biçimlendirir ve etkilerken mutlak/saf bir özgür iradeye sahip olduğumuzu iddia etmek bize pek mümkün görünmüyor. En nihayetinde libertenyen özgür iradeci bir pozisyonu daha makul gördüğümüzü söyleyebiliriz; özgür irade, determinizmle uyuşmaz.

TOBB Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nı tamamladı, şu an ODTÜ İngiliz Edebiyatı yüksek lisans öğrencisidir. 18. yüzyıldan günümüze İngiliz edebiyatı en büyük tutkularından. Sosyoloji, psikoloji ve siyaset felsefesi ile akademik olarak ilgili. Orta seviye Almanca bilgisine sahip.

1 Yorum

  1. Yanıtı kendi düşüncelerimle yazınız örtüştüğü için yazıyorum. Öncelikle merhaba. Omurgasız canlılar ile özelleşen nöronlar omurgalı canlılarda olmazsa olmaz konum alıyor. Organizmanın tüm noktalarından duyumsanan data, omurilik anayolu ile baş bölgesine ilerliyor ve bu bölgede geri besleme mekanizması olacak bir oluşum şekilleniyor. Beyin. En ilkel halleri dinozorlarda, bugün de solungaçlı balıklarda ve kuşgillerde gördüğümüz R kompleks. Görevi, evrimsel amaca uygun olarak hayatta kalmayı ve üremeyi desteklemek. İşlevini stres mekanizması ile, savaş ya da kaç şeklinde yürütüyor. Arka planı, gelen dataya özel impuls yaratmak. İmpuls ilgili dokuya (böbreküstü bezi) iletilerek adrenalin, noradrenalin ve kortizol salınmasına sebep oluyor. Salınan hormonlar vücudun her dokusu için farklı emir ifadesi taşıyor. Bu emirler de hormon varlığında değişen biyokimyasal reaksiyonlar şeklinde görülüyor. Daha arka plan için yani atomaltı seviyedeki reaksiyonlar hakkında açık bir bilgi bugün için mevcut değil. Sadece R komplekse sahip canlılarda korku ve istek olarak tanımlanabilecek duygular var. Daha üst seviyede canlılarda, örneğin memelilerde ikinci kademe beyin bölgesi yani limbik sistem var. Geribesleme mekanizması aynı, yani gelen impuls, salgı bezine giden impuls- hormon salgılanması. Ancak hormon salan doku sayısı ve dolayısı ile oluşan duygu sayısı çok daha fazla. Farklı hormonların farklı kombinasyonları farklı duyguların ortaya çıkmasına neden oluyor. Sevinç, ilgi, şaşkınlık, ıstırap, utanma gibi köpeklerde de görülen duygular ortaya çıkıyor. Daha da gelişmiş insanda ise aşk, kıskançlık ve vicdan gibi duygular olmasına rağmen temel mekanizma aynıdır. Bu mekanizmada rasyonellikten söz edemiyoruz. Rasyonellik ise tamamen beynin neo korteksinde oluşan bir mekanizmadır. Soyut kavramları kullanarak datanın işlenmesi ve geleceğe yönelik isabetli öngörüler yapılması işlemidir kısaca. Sorun datanın neo kortekse gelmeden R komplekste ve sonrasında limbik sistemde geribildirim mekanizmalarını harekete geçirmesi ve duyguların yani hormonal kombinasyonların rasyonel düşünceyi de etkileyerek isabetli öngörülerde bulunmayı engellemesidir. Akıl ve zeka konusunu daha sonra tartışmak umudu ile selam ve saygılar.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bilim, Dini ve Diğer Bilme Şekillerini İçine Almaya Çalışmamalıdır – John Horgan

Sonraki Gönderi

Hans Kelsen ile Marx, Engels ve Doğal Hukuk Üzerine – Anna Lukina

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü