Bu yazıdaki ana fikir ortaya konarken, Daniel Linford ve Jennifer Benjamin tarafından kaleme alınan On Knowledge Without God: Van Tillian Presuppositionalism and Divine Deception adlı metindeki bir taslak versiyonda yer alan benzer bir gerileme probleminden esinlenilmiştir.
Geleneksel olarak, bilgi edinmenin iki yolu olduğu düşünülür; ya duyular yoluyla ya da pür akıl vasıtasıyla. Bunlar sırasıyla “a posteriori” ve “a priori” bilgi ismini taşır. A priori bilgi kesin olarak bilinebilse de dünya ile ilgili herhangi bir içerikten yoksundur; bu bilgi bir üçgenin iç açılarının 180º olduğunu söyler, ama gerçekten bir üçgenin var olup olmadığını söylemez. Buna karşılık, a posteriori bilgi dünya hakkındaki gerçek içeriklerle ilgilidir, ancak her zaman şüphe edilebilir; duyularım bana gündüz olduğunu söylüyor, ama belki de rüya görüyorumdur. Yani birinde kesinlik var ama içerik yok, diğerinde içerik var ama kesinlik yok.
Bazı varsayımsal apolojistler üçüncü bir tip epistemolojik kategori olan vahiy ile her iki dünyanın da en iyisini elde etmeye çalışırlar. Bu vahiy, a priori bilginin kesinliğiyle a posteriori bilginin içeriğine sahiptir, böylece onlar “emin olabilecekleri bir şekilde” Tanrı’nın var olduğunu bilebilirler. Etkileyici bir iddia ama bana sorarsanız sonsuz gerileme problemine takılıyor. Burada eğer evrenin Yaratıcısı’nın sağ tarafında değilseniz, bu tür bilgiye sahip olmanın imkansızlığıyla ilgili genellikle apolojistler tarafından kullanılan basit bir apolojetik *mantra yer alır. Buna göre; “her şeyi bilen değilsek veya her şeyi bilen biri bize söylemediyse; herhangi bir konuda emin olmak imkansızdır.”
Apaçık görünen sonuç şu ki yalnızca Tanrı tarafından bir şey doğrudan açığa çıkarılırsa onu kesin olarak bilebiliriz. Bunu daha açık bir şekilde ifade etmeye çalışalım:
Vahiy: X, P’yi ancak Tanrı X’e bu P’yi apaçık kıldıysa kesin olarak bilebilir.
Bu iddianın sonsuz gerileme problemiyle karşı karşıya olduğunu öne sürüyorum. Problem yanlış vahiy iddialarının olasılığı ile ilgilidir. Öyleyse bir insan düşünün, ona Sye diyelim, o Tanrı’dan P’nin doğru olduğuna dair vahiy aldığını düşünüyor. Diğer yandan Ahmet adında,Tanrı’dan ~P’nin doğru olduğuna (yani P’nin yanlış olduğunu) dair vahiy aldığını düşünen başka birini hayal edelim . Şimdi, eğer şunu soracak olursak, Sye açıkça bu konuda sadece kendisinin haklı olduğunu söyleyecektir. Sye, zavallı yaşlı Ahmed’in vahiy almadığı halde, yanlışlıkla, vahiy aldığını sandığını söylerdi.
Ama soru ‘Sye bunu nasıl bilebilir?’ olacaktı, Sye’nin vahyiyle ilgili fark yaratacak bir şey sunduğunu hayal edin, ve buna göre de vahyin gerçek olduğunu ve hatalı olmadığını. Bu ise yalnızca Sye’nin vahyi deneyimleme biçimi ile ilgili bir şey olabilir. Ancak hiçbir ilave deneyim bu farklılığı yaratamaz. Sye, vahyinde Tanrı’nın onunla gerçekten yüksek bir sesle veya sayfanın etrafında altın bir parıltıyla vb konuştuğunu söylüyorsa mesajın gerçek olduğunu böyle biliyordu; biz her zaman Ahmet’in vahyinin de benzer bir şekilde alındığını varsayabiliriz. Her ikisinin de iç deneyimleri, ilgili tüm açılardan tamamen benzer olabilir ve en azından birinin yanlış bir izlenimden muzdarip olması hala kavramsal olarak mümkündür. Kesinlik içeren kusursuz bir deneyim olamaz, aksi takdirde empiristler ilk etapta bunu deneyimleyecekler ve vahiy almaya da hiç gerek kalmayacaktı. Bu nedenle, vahiy deneyimi ile ilgili hiçbir şey, onun yanlış değil de güvenilir olduğunu göstermez.
İçerikten yoksun oldukları için a priori bir açıklama olamaz ve bize dünyanın içinde yer alan gerçeklikleri asla anlatamazlar. Onlar yalnızca fikirleri birbirleriyle ilişkilendirir ve böylece gerçeklikte Sye’nin yanılıp yanılmadığını asla söylemezler.
Vahiyci burada çok cazip bulacağı doğal bir cevap verecek ancak bu, bahsettiğim gerileme problemine yol açacaktır. O üçüncü bir epistemolojik yola sahiptir ve bu soru üzerinde hareket etmek çekici gelebilir. Dolayısıyla Sye, P’nin doğru olduğu vahyinin Tanrı’dan geldiğini bildiğini çünkü Tanrı’nın kendisinde P’yi açığa çıkarmış olduğunu söyleyebilir. Buna ‘ikinci dereceden’ vahiy diyelim; yani bir vahiy hakkındaki vahiy. Bu P’nin vahyedilip edilmediği konusundaki kaygıyı azaltacaktır. Tanrı Sye’ye sadece P’yi söylemedi, aynı zamanda P’yi Sye’e söylediğini de söyledi.
Tüm tartışmayı yeniden başlatabiliriz. Şimdi Ahmed’in de Tanrı’dan benzer bir ikinci dereceden vahiy aldığını düşündüğünü düşünün; o yalnızca ~p vahyini aldığını söylemekle kalmadı, aynı zamanda ~p vahyini almasının da vahyedildiğini söyledi. Sye onun doğru ve Ahmed’in hatalı olduğunu nasıl bilebilir? Tekrar, yapabileceği tek şey bir kez daha vahiy kavramına bizzat başvurmaktır, böylece Tanrı ona P’yi vahyettiği vahyeder. Bu nedenledir ki, Sye’nin ikinci dereceden vahiyden emin olmak için üçüncü dereceden bir vahiye başvurması gerekir. Fakat argüman tekrar tekrar başa dönebilir, burada Ahmed’de aynı şekilde üçüncü dereceden vahye başvurabilir vb vb. Bu süreç sonsuza dek devam eder. Tekrarlanan sürecin hiçbir noktasında Sye aradığı kesin bilgi türüne sahip olduğunu iddia edemez; çünkü sürecin her noktasında tam olarak aynı deneyime sahip olabilecek muhtemel bir Ahmed vardır. Vahiy hakkındaki hata ihtimali, asla yakalanamayacak olan bir gayri-Kutsal Ruh’tur.
Benim buradan ulaştığım sonuç tasarlandığı gibi vahiy epistemolojisinin asla kaçamayacağı sonsuz gerileme problemine karşı savunmasız olduğudur. Bu bilgiye dair yeni bir rota olamaz.
Çevirmen notu: *mantra: dini hece veya şiir
Alex Malpass- “The Infinite Regress for Revelational Epistemology”, (Erişim Tarihi:18.06.2020), Erişim Kaynağı: https://useofreason.wordpress.com/2016/01/27/the-infinite-regress-for-revelational-epistemology/
Çevirmen: Taner Beyter
Çeviri Editörü: Berk Celayir