Bu yazıda Tanrı’nın varlığına dair epistemik yapıdaki iki farklı argümanı göstermeye çalışacağım. Bunlar, Cornelius Van Til’in Kant’ın görüşlerine atıfla oluşturduğu “Kavramsal Şemalardan Gelen Argüman” ve Alvin Plantinga’nın Hilary Putnam’ın mefiziksel realizme karşı anti-realist bir tutum gösteren görüşleri etrafında şekillenen (veya onu bertaraf etmek üzerine kurulu olan) “Anti-Realizm Karşıtlığından Gelen” Argüman olacak.
Van Til’in “Kavramsal Şemalardan Gelen Argüman’ı
Bilindiği gibi Kant, zihinlerimizin dünya hakkında bilgi edinmede salt edilgen bir rolden daha fazlası olduğunu iddia eder. Bu sezgisel olarak doğrudur. Nitekim deneyimlediğimiz nesneler hakkındaki yargılarımız, bize duyularımızın uyarılması yoluyla basitçe verilmiş değildir. Onlar daha çok gerçekliğin temel yapısı ile ilgili önemli apriori kavramlar tarafından şekillendirilir: Mantıksal ilkeler, nedensel ilişkiler, metafiziksel zorunluluklar, benlik kavramları vb. Belki bu kavramlar arasından hangisini ne zaman uygulayacağımızı seçebilir veya seçemeyebiliriz. Ancak bu nokta da her iki durumda da, bazı problemler ortaya çıkar. Her şeyden önce bu kavramların uygulanabilirliğinin dünya görüşümüzün temel bir bileşeni olduğu göz önüne alındığında, dünyanın kendi içinde (Kant’ın numenler alanı) gerçekte bizim akli faaliyetlerimizden bağımsız olarak tutarlı, ilişkisel bir yapısı var mıdır? Eğer yoksa, neden “dünya bilgisi” dediğimiz şeyin bu türden bir şey olduğunu düşünelim? Gerçekten de bu bilinecek bir şey midir? İkincisi, eğer dünya böyle bir yapı sergiliyorsa, neden bu yapı ile kavramsal şemalarımız arasında zorunlu bir bağlantı olduğunu düşünelim? Üçüncüsü, (eğer gerçekten bir “biz” varsa) tek ve aynı kavramsal şemayı paylaşacak kadar şanslı olduğumuzu varsaymak için hangi gerekçelere sahibizdir? Görüldüğü kadarıyla böyle bir şans olmadan, iletişim ve bilginin aktarımı boş bir umuttan başka bir şey olmayacaktır. İşte Cornelius Van Til’in “Kavramsal Şemalardan Gelen Argümanı”, bu gibi önemli epistemolojik varsayımları açıklamaya çalışır:
“Tanrı resmin dışında bırakılırsa, gerçek varoluşun çeşitliliğini birbirine bağlaması gereken birliği sağlamak insan zihnine kalır ve bir şekilde zihinden ayrı olarak var olan yasaları düşünmek bu durumda işe yaramaz. Bu mümkün olsa bile, hiçbir şeye yardımcı olmayacaktır, çünkü bu yasaların bile Tanrı’dan bağımsız ve bir şekilde orada olduğu düşünülecektir. Başka bir deyişle Tanrı’yı, yasalar veya tümeller tarafından donatıldığı şekliyle insan deneyiminin birliğinin nihai kaynağı olarak düşünmenin tek alternatifi, birliğin bir boşlukta bulunduğunu düşünmektir. Ancak açıktır ki, pragmatik bir temel üzerinde ve bu konuda genel olarak anti-teistik temelde hiçbir nesne-nesne ilişkisi, yani doğa felsefesi olamaz, böylece bilimler imkansız hale gelir ve tarih felsefesi olamaz, ayrıca ne gelecek ne şimdi ne de geçmiş de ilişkiye dair her şey boşa çıkar. Bu durumda özne-nesne ilişkisinden de bahsedilemez. Nitekim doğa ve tarih diye bir şeyin olduğu düşünülebilir olsa bile, onu bilmemeye mahkum olurduk. Üçüncüsü, özne-özne ilişkisinden de söz edilemez. Çünkü doğa ve tarih diye bir şey olsa bile, yani bunu ben bilsem bile ondan başka kimseyle konuşamaz hale gelirdim.”[1]
Van Til’in argümanı şu şekilde formüle edilebilir:
- (1) İnsan bilgisi ve iletişimi, ancak (a) dünya tutarlı, ilişkisel bir yapı sergiliyorsa ve (b) insan zihinleri bu yapıyı uygun şekilde yansıtan ortak bir kavramsal şemaya sahipse (ve böylece dünyanın nasıl olduğu arasında karşılıklılığa izin veriyorsa) mümkündür.
- (2) Teizm söz konusu değilse, (i) ve (ii)’ye inanmak için hiçbir nedenimiz yoktur.
- (3) Bu sebeple eğer teizm söz konusu değilse, o zaman insan bilgisinin ve iletişiminin mümkün olduğuna inanmak için hiçbir nedenimiz yoktur.
- (4) İnsan bilgisinin ve iletişiminin mümkün olduğuna inanmak için nedenlerimiz vardır.
- (5) Dolayısıyla teizm söz konusudur.[2]
Plantinga’nın Anti-Realizm Karşıtlığından Gelen Argüman’ı
Burada bahsedeceğim ikinci argüman, Alvin Plantinga’nın Hilary Putnam tarafından öne sürülen metafiziksel realizmin kaçınılmaz olarak dünya bilgimizle ilgili evrensel bir şüpheciliğe yol açacağı için bu tür sorunların ortaya çıkmadığı bir anti-realizm biçimini benimsememizin çok daha iyi olacağı şeklindeki görüşüne yönelik itirazlarını içeren bir argümandır.[3] Buna göre Plantinga, (i) Putnamcı realizm karşıtlığının birçok açıdan savunulamaz olduğunu ve (ii) Putnam’ın hedeflediği metafiziksel realizmin, yalnızca belirli bir teistik dünya görüşü reddedilirse problemli olacağını öne sürer ve bu parçaları bir araya getirmenin bize ilginç bir teistik argüman sağlayabileceğini iddia eder. Argümanın arkasındaki mantığı anlayabilmemiz için argümana biraz daha yakından bakmamız gerekir. Her şeyden önce, “metafiziksel realizm” ile tam olarak ne kastedilmektedir? Putnam’ın terimi kullandığı kadarıyla metafiziksel realizm, dünya hakkındaki hakikat (veya gerçeklikler) ile dünya hakkındaki bilgimiz arasındaki bağlantı hakkında bir tezdir. Aslında bu, kabaca ifade etmemiz gerekirse, onlar hakkında ne bildiğimize ve hatta düşündüğümüze bakılmaksızın, şeylerin o şeyler oldukları fikridir. Bu nedenle, metafiziksel realist için eğer Mariana Çukuru dünyadaki en derin deniz dibi çöküntüsüyse, o zaman kimse bilse de bilmese de öyledir. Aynı şekilde, eğer Güneş varsa ve yörüngesinde dokuz gezegen bulunuyorsa, sizin, benim ya da bir başkasının durumu ne kabul ederse etsin, öyle olmasıdır. Bu tür terimlerle ifade edildiğinde metafiziksel realizm, tamamen makul görünür.
Bununla birlikte Putnam, şu kaygıya da dikkat çeker: “Dünya hakkında akıl yürüttüğümüz ve yargılarda bulunduğumuz çeşitli epistemik normların olduğu varsayımına göre, bir kişinin -şüphesiz olağanüstü yetenekli bir kişi- bu normlara mükemmel bir şekilde bağlı kalacağını varsayalım…” Putnam, metafiziksel realizmin, dünya hakkındaki gerçeğin herhangi bir kavramsal anlamda bizim dünya görüşümüze bağlı olduğunu reddettiğinden, bu epistemik olarak kusursuz bireyin dünya hakkında hala radikal bir şekilde yanılabileceğini de ayrıca ilave eder ve dahası bu durumu değerlendirmek veya iyileştirmek için hiçbir rasyonel strateji benimsenemediğini de belirtir. Bu evrensel şüphecilik noktasında Putnam’ın öğüdü, ilgili bazı epistemik erdemleri dahil etmek için hakikat kavramımızı gözden geçirmemiz gerektiğidir. Bununla birlikte böylesine radikal bir revizyonun bedeli, bir şekilde insanların akılcı faaliyetlerine bağlı olması gerektiği fikrine dayanır.
Plantinga bu noktada şu soruyu yöneltir: “Bir zamanlar dünyaya hükmeden dinozorların olup olmamasından bir şekilde akli faaliyetimizin sorumlu olduğu fikrini ne kadar ciddiye alabiliriz?” Plantinga’ya göre Putnam’ınki gibi yaratıcı bir anti-realizm, kendine gönderme yapan zorluklar ve nahoş modal sonuçlarla (en az bir insan zihninin zorunlu varlığı gibi) karşı karşıyadır. Nitekim ona göre Putnam’ın öngördüğü evrensel şüphecilik, böyle bir senaryoyu canlandırmak için çok az hayal gücünü gerektirir.[4] Çünkü Plantinga’ya göre evrenin her şeyi bilen yaratıcısı olan Tanrı, insanlara noetik uygulamalarını uygulamak ve onlara o evren hakkında genel olarak güvenilir inançlar vermeyi mümkün kılarken, bununla birlikte natüralist bir evren, epistemik başarının bu tür hiçbir güvencelerini sunamaz.
Realizmden gelen bu teistik argüman şu şekilde formüle edilebilir (burada MR: metafiziksel realizm, T: teizm ve EŞ: evrensel şüphecilik anlamlarına gelir):
- (1) MR ve ~T ise, o halde EŞ (Plantinga’nın Putnam’ın tezini uyarlaması).
- (2) MR (çünkü inkarı mantık dışıdır ve saçmalığa indirgenir).
- (3) ~EŞ (dünya hakkında bir şeyler bildiğimiz için).
- (4) O halde ya ~MR ya da T [(2) ve (3)’den].
- (5) O halde T [(2) ve (4)’den].
Görebildiğimiz kadarıyla Plantinga ve Van Til’in argümanları, epistemoloji ve teizm arasındaki ilişkiyi veya ilişkiler dizisini (eğer bunlar savunulabilirse) ve elimizde Tanrı’nın varlığına ilişkin bir veya daha fazla epistemolojik argüman olduğunu gösterir ve bu bakımdan önemlidir. Doğrusu biz burada argümanlara ilişkin tartışmalara girmekten çok bahsi geçen argümanları sadece betimlemeye çalıştık. Tanrı’nın varlığına dair epistemik yapıdaki argümanların ve bu argümanlar üzerine yapılan çalışmaların azlığı (Türkçe literatür) göz önüne alındığında, bu ufuk açıcı kısa yazının oldukça yararlı olacağını düşünüyoruz.
Kaynakça
- Van Til, A Survey of Christian Epistemology, (Phillipsburg, NJ: Presbyterian & Reformed, 1969)
- Ian Markham, Truth and the Reality of God: An Essay in Natural Theology, (Edinburgh: T. & T. Clark, 1998).
- Alvin Plantinga, “How to Be an Anti-Realist”, Proceedings of the American Philosophical Association 56:1 (1982): 47-70.
- Alvin Plantinga, “Augustinian Christian Philosophy,” The Monist 75:3 (1992)
Dipnotlar
- [1] Van Til, A Survey of Christian Epistemology, (Phillipsburg, NJ: Presbyterian & Reformed, 1969), s. 216.
- [2] Ian Markham, Truth and the Reality of God: An Essay in Natural Theology, (Edinburgh: T. & T. Clark, 1998).
- [3] Alvin Plantinga, “How to Be an Anti-Realist”, Proceedings of the American Philosophical Association,56:1 (1982): 47-70.
- [4] Alvin Plantinga, “Augustinian Christian Philosophy,” The Monist, 75:3 (1992): 300-303