Size ölüm hakkında daha fazla düşünürseniz daha iyi bir hayat yaşayabileceğinizi söylesem inanır mıydınız? Stoacıların yardımıyla bunu nasıl yapabileceğimizi öğrenelim.
Çoğu insan ölümü ve ölmeyi düşünmekten kaçınır. Ölümden başka bizde bu kadar kaygı ve korku uyandıran çok az şey vardır. Stoacıların, ölüm kaygısı hakkında söyleyecek fazla şeyleri vardır. Yok olmanın düşüncesi bile insanları rahatsız eder, bu yüzden sizi üzebilecek bu tip düşüncelerden uzak durmak en iyisidir. Bu makalede, Stoacıların yaşama dair bakış açılarını geliştirmek için ölüm düşüncesini nasıl araç olarak kullandıklarını öğreneceksiniz. Bir gün öleceğimiz; yemek yiyemeyeceğimiz, sevemeyeceğimiz, gülemeyeceğiz düşüncesi… Bize bu kadar zevk veren şeylerin birgün elimizden alınacağını bilmek bizi üzüyor.
Stoacı Bakış Açısıyla Ölüm Korkusu ve Ölmek
Tarihte hiç kimse ürkütücü ölüm korkusuna Stoacılar kadar uyum göstermemiştir. En ünlü stoacı Marcus Aurelius demiş ki, “Bir an için yaptığın işi bırak ve kendine şu soruyu sor: Ölümden bu kadar korkmanın sebebi şuan yaptığım şeyleri bir daha yapamayacak olmam mı?” (Meditations X, 29). Her ne kadar kabullenmesi zor olsa da aslında ortada apaçık bir gerçek var: er ya da geç, hepimizin sonu gelecek.
Buna rağmen, modern yaşantımız bu konuya kafa yormamıza pek izin vermiyor. Atalarımız kadar ölüm üzerinde düşünmeye itilmiyoruz. Bu nedenle, ölüm kapımıza dayandığında bu gerçekle nasıl başa çıkmamız gerektiğini bilmiyoruz. Ama sevdiğimiz birini kaybettiğimizde kuytu köşelerde saklanan ölümü hepimiz her seferinde hatırlıyoruz. Bu deneyim özümüzü sarsıyor ve tekrar kendimize dönmek günlerimizi, haftalarımızı hatta aylarımızı alabiliyor.
Doğanın Bir Parçası Olarak Ölüm
Ölümü, yaşamın (hatta doğanın) bir parçası kabul etmek bizi özgür kılar ve yaşadığımız her günü bize bahşedilmiş bir hediye olarak kucaklamamıza olanak sağlar. Stoacılar bunu herkesten daha iyi bilirdi. Onlar yaşamı olduğu gibi kabul etti ve daha fazlasını arzulamadılar.
Stoacıların ideal yaşamı doğayla iç içe (onunla harmoni içerisinde) olandır. Hepimizin doğanın bir parçası olduğunu ve eninde sonunda oraya geri döneceğimizin farkındalardı. Bu farkındalık, onların varoluşlarına huzur ve başlarına gelen olaylar ne kadar olumsuz olursa olsun onlara karşı kayıtsız kalabilme becerisi getirdi. Stoacılar şan şöhreti ve parayı değil, üst düzey bir zihin durumuna ulaşabilmeyi arzuluyorlardı. Arzu edilmesi gereken bu zihin durumuna erdemli bir insan olarak ulaşabileceklerini kabul ettiler ve erdemli bir hayatı rasyonel bir hayat yaşamakla bağdaştırdılar.
Bazen insanüstü görünmelerinin sebebi de buydu. Hayatın getirdiği zorluklara önem verir, onlarla doğrudan ilgilenirlerdi. Birisinin ölümle yüzleşmesi ve üzerine kafa yormasından daha büyük bir zorluk var mıydı? Stoacı filozof Julius Canus’u ele alalım: İmparator Caligula’yı sinirlendirdiğinden dolayı ölüm cezasına çarptırıldıktan sonra Canus şu sözleri söyler: “Değerli prensim, size teşekkürlerimi sunarım.” On gün sonra bir yüzbaşı onu ölüme götürmek için almaya geldiğinde Canus’u bir masa oyunu oynarken bulmuş.
Publius Clodius Thrasea Paetus’a kendini öldürme emri (Romalıların tabirine göre özgür ölüm seçimi ya da liberum mortis arbitrium) verildiğinde yoldaşlarına dönmüş ve müsade istemiştir. Sonrasında, kendi damarını keserken olaya tanık olması için bir yetkiliyi çağırmıştır. Ölümünü beklerken ne kadar acı çekse de söylenmemeyi ya da kıvranmamayı tercih etmiştir. Bunun yerine, yavaş yavaş ölüme gidiyorken o, arkadaşı Demetrius ile ruhun doğasını tartışmıştır.
Bunun gibi eylemler günümüzde akla hayale sığmıyor. Çoğu insan Canus’un akli dengesinin yerinde olmadığını düşünürdü. Hangi insan kendi sonunu beklerken bu kadar neşeli olabilirdi ki? Bir stoacı olurdu.
Şimdinin Değerini Anlamak İçin Bir Araç
Stoacıların bize öğretmeye çalıştığı gibi, bir gün öleceğinin farkında olmak huzuru bulmak için oldukça güçlü bir araçtır. Başımıza gelebilecek kötü olayları düşünerek hali hazırda elimizde bulunan şeylerin (sahip olduklarımızın) kıymetini bilebiliriz. Bu dünyada uyandığımız her yeni gün için minnettar olabiliriz.
Eğer ölümü görmezden gelir ve yokmuş gibi davranırsak ona bizi kötü bir şekilde etkileyebilecek gücü vermiş oluruz. Stoacılar ölüme bu gücü vermemek için her gün ölüm düşüncesi üzerine meditasyon yapmayı kendilerine amaç edindiler.
Stoacılar ölüm hakkında düşündüklerinde, bunu ölme arzusundan doğan bir sebeple yapmazlar; tersine, hayatın özünü iliklerine kadar yaşayabilme arzusuyla yaparlar. Hayatın fani olduğunu bilirler ve gözlerini ve algı kapılarını hayatın basit güzelliklerine açarlar. Ölüm korkutucudur. Bilinmeyen korkutucudur. Ama ölüm yıllar, on yıllar sonra olabileceği gibi yarın bile olabilir. Ne zaman kapımızı çalacağından bihaberizdir.
Ölümün ne zaman bizi de içine çekeceği hakkında bu kadar az şey biliyorken, bize sadece ızdırap hissettiren bir şey için neden bu kadar kafamızı yoralım? Hayatın bize bir gün daha bahşettiğini bilerek günümüzü olabildiğince neşeli ve erdemli yaşamak daha iyi değil mi?
Stoacılar, ölüm olgusunun kendisinden ziyade ölme korkusunun insanlara ızdırap çektirdiğine inanırdı. Bakış açısındaki bu farklılıkları sayesinde, diğer insanların kaos gördüğü yerde onlar kendilerini geliştirmek için bir fırsat gördü. Dahası, ölüm hakkında düşünmekten kaçınmamakla yetinmediler, ölüm hakkında sürekli düşünmeye dayalı stoacı pratikler geliştirdiler.
En ünlü Stoacılardan Epiktetos, şunu söylemiştir:
“Ölmeliyim, değil mi? Ölümün nefesi şuan ensemdeyse, ölüyorum demektir; yakındaysa, şu an yemek yiyorum çünkü yemek saati, ve sonra zamanım geldiğinde öleceğim.”
Ya da Seneca’nın görüşüne bakın: “Nasıl iyi ölüneceğini bilmeyen biri iyi bir yaşam da süremez.”
Ölüm Bizim Kontrolümüz Altında Değil
Epiktetos Güç İkilemi kavramından bahseder. Bu ilkeye göre, bazı şeyler bizim kontrolümüz altındayken, bazı şeyler de değildir. Mutsuzluğumuzun sebebinin kontrol edemediklerimiz, yahut kontrol edebildiğimizi sandıklarımız hakkında fazla kafa yormamız olduğunu düşünürdü.
Epiktetos’a göre, bizi üzen olaylar değil fakat olaylar hakkında nasıl düşündüğümüzdür. Yani bize acı veren şey olayın kendisinden ziyade, olaylar hakkındaki perspektifimizdir (onları nasıl gördüğümüzdür). Bu, Stoacılar tarafından aktarılan önemli bir derstir. Eğer bir olayı kötü olarak yargılarsak, bu yargıyla birlikte gelen olumsuz hisleri/duyguları da bu olayla ve kendimizle özdeşleştiririz.
Kontrolümüz altında olmayan şeyler hakkında düşündüğümüz her an adeta kafamızın üzerinde bir bulut yükselir, aklımızı (rasyonelliğimizi) gölgeler ve bizi verimsiz düşüncelere iter. Sadece kontrol edebildiklerimize odaklandığımız bir hayat ise ilerleme ve mutluluk dolu olur.
Kontrol edemediklerimize odaklandığımız bir hayatın sonucu ızdıraptır. Bunu ne kadar erken kabul edersek o kadar iyi. Gerçek şu ki, mutsuz edici olaylar yaşanabilir, ki yaşanacak da. Hasta olacağız, incineceğiz, hava durumu planlarımızı berbat edecek… Stoacıların üstüne basarak söylediği gibi, bu şeyler bizim kontrolümüz dışında.
Neyi Kontrol Edebiliriz?
Yaşamda sürekli bir şeyler oluyor; hayat bir oluştan ibaret. Bu oluşu nasıl algıladığımız yaşamla ve de doğanın (bütünün) parçası olan ölümle olan bağımızı değiştirir.
Kontrolümüz altında olan şeylerin sayısı pek fazla olmasa da, kontrol edebildiğimiz bir şey kendi zihinlerimizdir. Daha doğrusu, başımıza gelen olayları nasıl algıladığımız.
Akıllarda en çok yer edinen Stoacı kavramlardan birisi “Memento mori”dir ve “Bir gün öleceğini hatırla,” anlamına gelir. Her gün uygulayabileceğiniz basit bir pratiktir. Bir gün öleceğinizi hatırlayarak hayatın hazinelerinin keyfine daha çok varabilirsiniz.
Her gün yüzünüze parlayan güneş, birbirine eşlik eden kahkahalar ve leziz bir yemek yemek gibi artık olağanlaşmış günlük olaylara karşı algılayış şeklinizi değiştirin: onlar için minnettar olun ve anda kalarak doyasıya yaşayın.
Oliver Burkeman, kitabı “Four Thousand Weeks: Time Management For Mortals”da, ‘Kozmik Önemsizlik Terapisi’ adını verdiği bir yöntemden bahsediyor (kozmik boyuttan baktığımızda aslında her birimizin yaşamının ne kadar da küçük ve önemsiz olduğuna odaklandığı ve kişinin kendisine dışarıdan baktığı bir yöntem). Stoacıların bize öğretmeye çalıştığı şey ile oldukça benzer. Çoğu zaman, olağanüstü şeylerin başımıza gelmesini bekleriz ve işler istediğimiz şekilde gitmediğinde hayal kırıklığına uğrarız.
Beklentilerimizi çok yükseltmiş durumdayız. Nesiller boyunca etkisi devam edecek (iz bırakacak) kadar büyük şeyler başarmazsak bundan tatmin olmuyoruz. Yaptığımız her şeyin bir amacı vardır ve bu amaç (bu yönetici ilke), bizi sonraki ve bir sonraki adımımızı atmak için harekete geçiren amaçla aynı amaç olmalıdır. Gerçek dünyaya, yani insanların birbiriyle yarış içerisinde olduğu bir mücadele ortamının içine fırlatıldık ve kendi kendimizin düşmanı hâline geldik. Dolayısıyla dünyevi ama aynı zamanda derin anlamlar içeren önemli konuları de görmüyoruz. Bunlara dikkatimizi verir ve kendimizi yaşadığımız ana adarsak, şimdiden ve şuandan kaçma dürtüsünü hissetmeyeceğiz.
“Kişi, kendi yaşamına atfettiği kozmik önemden ve bu bakışla gelen tanrısal imgelemelerden vazgeçmeli ve algı kapılarını sonlu yaşam deneyimlerine açarak, hayatı ve varoluşu olduğu gibi deneyimlemelidir.”
Stoacı Olmak: Ölümlü Olduğumuzu Hatırlamak
Büyük resmi (bütünü) göz önünde bulundurduğumuzda kendi ölümümüzün ne kadar önemsiz ve küçük bir parça olduğunu kendimize söylememiz müthiş bir hatırlatıcı. Toprağın parçasıyız ve er ya da geç ait olduğumuz yere geri döneceğiz. En iyisi hayatımızı bize mutluluk ve anlam getirecek şeylerle harcamak; bunların ne olduğu konusunda olmasa bile en azından ne olmadığı konusunda hemfikiriz: ızdırap değil.
Bir daha spor yaparken günün birinde spor yapmak için çok yaşlı olacağım düşüncesiyle kendimi kötü hissetmeyeceğim. Bunun yerine, spor yapma fırsatım olduğu ve şuanda spor yapıyor olduğum gerçeğine değer vereceğim.
Bojan George – “How the Stoics Found Calm by Contemplating Death” (Erişim Tarihi: 14.01.2023
Çevirmen: Deniz Sal
Çeviri Editörü: Alparslan Bayrak