Ahlak Bekçiliğinin Ötesinde: Norm Bekçiliği – Zafer Kılıç

//
2341 Okunma
Okunma süresi: 18 Dakika

1. Giriş 

Kışın ortasında, kampüste üstü çıplak gezinen genç bir erkek gördüğünüzü düşünün. Garip değil mi? Hatta kimilerine göre ahlaksızca. Belki epey açık fikirli birisi bunda bir sorun olmadığını söyleyebilir. Ama sizi veya en azından toplumun birçoğunu üstsüz gezmekten alıkoyan ne? Utanma? Toplumun tepkisinden çekinme? Ahlaklı bir birey olmak? (Soğuk? Pratikte belki ama Temmuz ayında veya prensipte sebep bu değil.) 

O halde insanların bu davranışa tepki göstermelerinin sebebi nedir? Mesela hırsızlık yapan birine tepki göstermeleriyle aynı sebepten mi?

Her halükârda bahsedilen davranışın çektiği tepkiler ahlaki tutumlarla bir şekilde ilişkili gibi duruyor. İşte bu ilişkinin nasıl açıklanabileceği bu makalenin ana konusunu teşkil ediyor. 

2. İş-Birliği-Olarak-Ahlak Teorisi

Öncelikle bu meselenin ahlakla ilişkili olup olmadığını ve bu ilişkinin mahiyetini tartışacaksak, bize bir ahlak teorisi lazım. Şanslıyız ki ahlakın temel öğelerinden birinin ne olduğuna dair geçmişten günümüze uzmanların mutabık olduğu bir şey var: İş birliği. Ve yakın zamanda doğrudan bunun üstüne inşa edilmiş umut vaat eden bir ahlak psikolojisi teorimiz de var: İş-Birliği-Olarak-Ahlak (İng: Morality-as-Cooperation) (Curry, 2016).

İş-Birliği-Olarak-Ahlak (bu noktadan sonra “İBOA” olarak kısaltacağım) teorisine göre, ahlak insanın toplumsal hayatında tekerrür eden iş birliği ve çatışma problemlerine getirilmiş kültürel ve biyolojik çözümler topluluğudur. Bu çözümler iş birliğine hizmet eden her türlü sezgiyi, içgüdüyü, fikri, normu, kurumu, teknolojiyi, adeti, uzlaşımı vb. kapsar. Bu problemleri resmi ve mesnetli olarak tanımlamak için Curry, iki veya daha fazla fail arası stratejik etkileşimleri modellemeye yarayan oyun teorisine (Von Neumann ve Morgenstern, 1944) başvuruyor. Oyun teorisine göre tek değil birçok iş birliği problemi ve bunların birçok çözümü vardır. Oyun teorisi çerçevesinde insan toplumsal hayatında karşılaştığımız iş birliği içeren etkileşimler sıfır-toplamlı olmayan oyunlar (bir tarafın kazancının diğerinin kaybı anlamına gelmediği oyunlar) olarak modellenir.

İBOA çerçevesinde Curry (2016) sıfır-toplamlı olmayan oyunlar teorisinden destek alarak insan sosyal hayatındaki geçmişten beri süregelen problemleri ortaya koyuyor ve iş birliği problemlerini merkez alarak ahlakın boyutlarını şöyle sıralıyor:

  • (i) kaynakların akrabalara tahsisi
  • (ii) karşılıklı avantaj uğruna koordinasyon
  • (iii) takas
  • (iv) kaynaklarla ilgili çatışmaların çözümü için:
    • (a) saldırgan yahut barışçıl özelliklerin çekişmesi
    • (b) bölüşme
    • (c) sahiplik

Teoriye göre bu problemlerin her birine getirilen kültürel ve biyolojik çözümler belli ahlaki temelleri oluşturur. Sırasıyla yukarıdaki yedi problemin çözümü olarak ortaya çıkan yedi ahlaki temel şunlardır: aileye sahip çıkmak, gruba sadık olmak, iyiliklere karşılık vermek, cesur olmak, otoriteye itaat etmek, adil olmak ve mülkiyete saygı göstermek. Curry ve çalışma arkadaşları bu ahlaki temellerin izini dünya çapında birçok farklı kültürü temsil eden 60 topluma dair etnografik verilerde aramış ve incelenen toplumların %99,9’unda bu temellerin ahlakla ilişkisine dair kanıt bulmuştur (Curry, Mullins ve Whitehouse, 2019).

3. Normların Düzenlediği Bir Toplumda Yaşıyoruz 

Şimdi baştaki örneğimize geri dönelim. Üstsüz gezen adam tam olarak hangi ahlaki değeri ihlal ediyor? İş-Birliği-Olarak-Ahlak çerçevesinden baktığımızda buna cevap vermek zor görünüyor, zira bu kişi üstsüz gezerek ailesine ihanet etmiyor, grubunu satmıyor, iyilikleri karşılıksız bırakmıyor, korkakça davranmıyor (hatta tam tersi), otoriteye baş kaldırmıyor, kimseye adaletsiz davranmıyor ve kimsenin malını çalmıyor. (Fit bir vücudu olduğunu varsayarsak kimseye estetik bir rahatsızlık vermediğini de kabul edebiliriz.) Hatta, üstü çıplak gördüğümüz bu kişinin İş-Birliği-Olarak-Ahlak’ın temelleri açısından bir ahlak timsali olması pekâlâ mümkün. O hâlde, bu kişinin yaptığından rahatsız olanların, bu kişiyi ahlaksız bulanların dertleri nedir? İddiam şu ki bu mesele daha çok ahlakı iş birliğini baz alarak tarif eden kuramların tam olarak kapsamadığı toplumsal normlar ve uydumculuk (İng: conformity) ile ilgili. 

Uydumculuğu bir topluma dahil olan bireylerin o toplumun norm ve geniş çapta kabul görmüş uzlaşımlarına uygun davranmaları olarak tanımlayabiliriz. İBOA çerçevesinde uydumculuk ancak karşılıklı avantaj için koordinasyon problemine geliştirilen ahlaki değerlerden biri olarak yer veriliyor (Curry, Chesters ve Van Lissa, 2019). Uydumculuğun grup olarak yaşamayı kolaylaştırdığı doğruysa da bana göre önemi bunun ötesine geçiyor. Her halükârda İBOA’nın teorik çerçevesinde uydumculuk doğrudan ahlaki bir değer olarak alınmamış ve İBOA anketinde uydumculuğu ölçen hiçbir soru bulunmuyor (a.e.). Diğer bir açıdan, uydumculuğu kapsamaya en yakın İBOA temeli otoriteye itaat olarak görülebilir. Lakin uydumculuk otoriteye değil, çoğunluğa uymakla ilişkilidir; haliyle bu temel de yetersiz kalıyor. 

Uydumculuğun ahlak meselesindeki rolünü anlamak için örneğimizi tekrar dönmek üzere bir süre kenara bırakıp insan ahlakının kökenlerine inmemiz gerekiyor. Toplumsal normların ve bunlara binaen uydumculuğun insan ahlakındaki rolünü savunmak için iki önemli bilim insanının çalışmalarına başvuracağım: psikolog Michael Tomasello ve antropolog Joseph Henrich.

“A Natural History of Human Morality” (İnsan Ahlakının Doğal Tarihi) kitabında insan ahlakının aydınlatıcı bir tahlilini sunan Tomasello (2016) ile başlayalım. Benim gördüğüm o ki Tomasello’nun iş birliğini merkezi alan başka kuramlara getirdiği eleştiri İBOA’nın da eksikliğini gösteriyor. (Bahsedilen kitap İBOA’dan daha eskidir, haliyle kitapta doğrudan İBOA değerlendirilmemiştir.) Tomasello bu tip ahlak psikolojisi kuramlarının ahlakın insanların toplumsal dünyayı rasyonel anlayışlarından zuhur eden kısmını açıklamakta yetersiz olduğunu söylüyor. Bu eleştirinin derinliğini anlamak için öncelikle Tomasello’nun (2016) tarif ettiği ikinci-şahıs ahlakı ve objektif ahlak türlerini tanımamız gerekiyor. Böylelikle neden İBOA gibi teorilerin insan ahlakının Tomasello’nun ikinci-şahıs ahlakı dediği kısmını açıklamada başarılıyken objektif ahlak kısmını açıklamakta yetersiz kaldığını anlayabileceğiz.

Tomasello’nun (2016) açıklamasına göre ikinci-şahıs ahlakı, insanların birbirlerine bağımlı olduklarını idrak etmelerine dayanıyor. Kabile hayatı yaşayan ilkel insanlar birbirleriyle beraber çalışmaya mecburlardı; hayatlarını sürdürmek ve uzatmak için yapmaları gereken pek çok işte (avlanma, savaş, çocuk bakımı vb.) başarılı olmak için diğer grup elemanlarına kesinlikle muhtaçtılar, benzer şekilde diğer grup elemanları da onlara. O halde giriştikleri pek çok işi tarafların müşterek adanmışlığını, kendilerine düşen rolleri layıkıyla yerine getirmelerini elzem kılıyordu. Bu müşterek adanmışlık, birey-üstü bir toplumsal yapının (“ben” veya “sen”den ziyade ortak bir girişimde bulunan bir “biz” algısı) ortaya çıkmasına neden oluyor ve iş birliği yapmayanları tenkit etmek ve cezalandırmak için bir zemin sağlıyordu. Bu yapı sayesinde insanlar hem kendilerini hem başkalarını (ikinci şahısları) denetleyerek koordinasyon gerektiren etkileşimlerin başarılı olmasını sağlıyorlardı—en azından yüz yüze gerçekleşen etkileşimlerin.

Fakat çağlar ilerleyip de insan toplumları çok daha kalabalık ve kompleks bir yapıya bürününce, ikinci-şahıs temelli ahlak devasa gruplardaki bireyleri düzene sokmak için yetersiz kalmaya başladı. Tomasello’nun tezine göre toplumsal normlar bu ihtiyaca cevap vermek üzere ortaya çıkmıştır. Bu normlar vesilesiyle iş birlikçi olmayanların değerlendirilmesi belirli uzlaşımlara bağlandı ve grup seviyesinde bir otorite kazandı. Bu da toplumun bütün olarak sorunsuz şekilde işlemesine hizmet ediyordu. Sonuç olarak Tomasello’nun “objektif ahlak” dediği, ahlakı temellendiren kültürel bir ortak anlayış yerleşti. Tomasello bu objektif ahlakın sıfırdan yaratılmadığının, insanların daha önceden sahip olduğu ikinci şahıs ahlakının kültürel bir yaşam tarzına uyacak şekilde genişletilmesinin ürünü olduğunun da altını çizer. Dolayısıyla normlar ahlaki bir mahiyete sahiptir. Bu yüzden Tomasello (2016) toplumsal normları toplum mensuplarını uydumculuğa sevk eden uzlaşımlar olarak tanımlamıştır. 

4. Beşikten Mezara Norm Bekçiliği

Tomasello insan ahlakının anlaşılmasına gelişimsel psikoloji alanında yaptığı deneysel çalışmalarıyla da önemli katkılar yapmıştır. Kendisinin yukarıda bahsettiğimiz kuramsal iddialarını güçlendiren bir dizi deneyden elde ettiği bulgular bu yazıda incelediğimiz mesele (ve benim savunacağım görüş) için epey önem arz ediyor.

Tomasello’nun deneyleri göstermiştir ki, üç yaşından büyük olmayan çocuklar birinin başkalarının malına zarar vermesine veya sahiplenmesini engellemeye yönelik tepkiler göstermekle kalmıyor (Rossano, Rakoczy ve Tomasello., 2011; Vaish, Missana ve Tomasello., 2011), bunun yanında gözlemledikleri bir oyunun tamamen keyfi olan kurallarına uymayan failleri (bu fail bir kukla olsa bile, bkz. Fotoğraf 1) bile ikaz ediyorlar (Rakoczy v.d., 2010; Rakoczy, Warneken ve Tomasello, 2008). Şu da dikkate şayan ki, çocukların bunu yaparken kullandıkları dil “O öyle yapılmaz!” minvalinde ve bu yapılan ihlali toplumsal normlar üzerine oturtan bir anlayışa işaret ediyor. Hatta kurallara uymayan kişi kültürel açıdan tanıdık biriyse (giyim, dil vb. açılardan) çocuklar tanıdık olmayan kişiye kıyasla daha sert çıkıyorlar, zira tanıdık görünen kişi çocuğunda üyesi olduğu toplumun bir mensubu ve haliyle bu toplumun normlarını daha iyi biliyor ve önemsiyor olmalı.

Şimdi bu deneylerden elde edilen bulguların konumuz için önem arz eden içerimlerini daha iyi anlamak için Joseph Henrich’e dönüyoruz.

Kültürün (ve bu kapsamda toplumsal norm ve uzlaşımların) insan türünün başarısındaki rolünü inceleyen Joseph Henrich (2017), insan ahlakını açıklamaya çalıştığı kısımlarda bahsettiğimiz Tomasello ve çalışma arkadaşlarının deneylerine bilhassa değinmiştir. Henrich çocukların yeni karşılaştıkları keyfi kuralları otomatik olarak benimseyip diğerlerinin de bu kurallara uymasını beklemelerinin önemini vurguluyor. Bilhassa bu kuralların bağlama özel ve herhangi bir iş birlikçi davranışı ilgilendirmeyen kurallar olması dikkate şayandır. Henrich’in açıklamasına göre, bu eğilimin altında evrilmiş bir norm psikolojisi yatar. Bu psikoloji sayesinde insanlar çocukluktan itibaren toplumun kurallara bağlı olduğunu varsayarak yerel normları etkin biçimde kavrar ve bunları uymamanın bedelleri olduğunu anlarlar. Ek olarak, norm psikolojisi insanlara norm ihlallerini tespit etmeyi ve normları ihlal edenlerden kaçınmayı veya onlardan fayda sağlamayı ve kendi namını izleyip yönetmeyi sağlayan bilişsel yetkinlikler kazandırmıştır. Normların bu sebeplerle başlı başına hedefler olarak içselleştirilerek ahlaki bir mahiyet kazandıklarının tekrar altını çizmek gerekir. 

Fotoğraf 1: Küçük bir norm bekçisi kendisinin daha az önce tanık olduğu bir oyunun norm olarak içselleştirdiği keyfi- ve iş birliğiyle pek bir alakası olmayan- kurallarını takip etmeyen kuklayı ikaz ediyor. (Resmin kaynağı: Henrich, 2017, s.187.)

5. Çünkü Normlarımıza Uymayan Bizden Değildir

Artık baştaki örneğimizi daha sağlıklı değerlendirebiliriz. Daha önce söylediğimiz gibi çıplak gezen bir adamın nasıl bir ahlaksızlık içerisinde olduğunu söylemek kolay görünmüyordu. Ama yaptığı şey yine de birçok insana göre kişinin cezalandırılmasını (ayıplama, dışlama vb. yoluyla), değilse ikaz edilmesini veya en azından kaçınılmasını gerektiriyor. Çünkü bu kişi toplumda yerleşmiş, kamusal alanda üstsüz dolaşılmayacağına dair uzlaşmaya bilerek riayet etmiyor. Bu kişinin bu hareketi bunun uygun olmadığını söyleyen normlardan haberdar olarak—ve toplumun diğer mensuplarının da bu normlardan haberdar olduklarını bilerek—yapıyor. (Bilerek yapması ve haberdar olması mühim, öbür türlü muhtemelen ahlak dışı bambaşka bir vaka olurdu–mesela akıl hastalığı.) O halde, bu kişinin üstsüz dolaşması toplum nezdinde kendisi hakkında şunları ima ediyor:

  • Toplumumuzun normlarını umursamıyor;
  • Bizlerin kendisi hakkında ne düşündüğümüzü umursamıyor;
  • Kendisini toplumumuzla özdeşleştirmek gibi bir derdi yok.

Düşündüğünüz zaman toplumun dirliği açısından bunların üçü de birbirinden kötü. Zira bu demek oluyor ki bu kişi bir uydumcu değil, toplumumuzun iyi bir mensubu olup kendisine düşenleri yapması için bel bağlanacak biri değil. Vurgulamak gerekir ki bu çıkarımlar uydumcu olmamanın sadece gruba sadakat açısından kötü değil, genel olarak ahlaki topluluğun sorunsuz işleyişi—bu işleyişin hangi normlara bağlı olduğundan bağımsız olarak—için kötü olmasından kaynaklı ortaya çıkıyor.

Görüldüğü üzere, Tomasello’nun açıklamasına göre safi uzlaşımsal pratiklerin grubun yaygın olarak benimsediği değerlendirme tutumlarına uygun olarak ahlaki hale gelmesi olasıdır. Bu, toplumun uzlaşma sağlanmış değerlendirme tutumları doğrultusunda gerçekleşir; sebebi her neyse, kamusal alanda üstsüz gezmek uygun değildir, ve bu uzlaşıma uymayanın gruba adanmışlığı sorgulanır. Benim iddiam şu ki bu durum davranışların iş birlikçi olma kriterlerine göre ahlaki olup olmamasından bağımsız olarak doğrudur. Hal böyleyken, İBOA’nın sorunlu olduğu nokta, toplumda tekerrür eden iş birliği ve çatışma problemleri ile hiçbir ilgisi olmasa da salt uzlaşımların kültürel ortak anlayışta yerleşmeleri ve toplumun üyelerinde istikrarlı olarak benzer tepkiler uyandırarak ahlaki bir boyut kazanmasıdır.

Hal böyleyken, benim vardığım sonuç şu ki Tomasello ve Henrich’in teorik açıklamaları ve ilgili bulgular birleştiğinde uydumculuğun ahlaka aşkın olduğu, her türlü toplumsal olarak yerleşmiş uzlaşımın istikrarını ve muhafazasını temin edecek bir mekanizma şeklinde işlediği yönündeki iddiamı destekliyor.  

Görüşümle alakalı olarak bahsetmeye değer bulduğum bir de davranışsal çalışma var. Kundu ve Cummins (2013) meşhur Asch paradigmasını ahlaki yargılara uyarlayarak bunların çoğunluğun uzlaştığı yargılardan büyük oranda etkilendiğini gösterdiler. (Orijinal çalışmada Solomon Asch [1951] görsel yargılarda uydumculuğu göstermiştir.) Çalışma dahilindeki deneylerin birinde katılımcılara diğer üç katılımcıdan (bu kişiler sahte denekler) sonra cevaplamaları gereken ahlaki ikilemler sunmuş. Kontrol koşulunda sahte denekler yanlışlığı bariz görünen cevapları seçmişler ve asıl deneklerin çoğu kendileri aynı fikirde olmasalar bile sahte deneklere uymuşlar. Ahlaki ikilemin cevabı daha belirsiz olduğunda ise Kundu ve Cummins’in beklediği gibi çoğunluğa uyma oranı daha da artmış. Yani, bizatihi ahlaki değerler mevzubahis olduğunda bile uydumculuk eğilimi üstün geliyor; hele ki belirsizlik yüksekse daha baskın olarak. Bu sonuçları da uydumculuğun ahlaki yargılarda tekil ahlaki değerlerden (İBOA’nın tahmin ettiği temeller gibi) daha derin bir rol oynadığı iddiamı destekler nitelikte görüyorum.

6. “Koyun” Olmanın Rasyonelliği

Uydumculuğun İBOA çerçevesine dahil edilmesi gerektiğini düşünmemin bir diğer sebebi ise bunu yapmanın oyun teorisi açısından da gerekçelendirilebilir durması. Bu doğrultuda, iş birliğinin evriminin modellendiği çalışmalardan gelen, uydumculuğun iş birliğini arttırarak toplumsal ikilemlerin çözümüne katkı yaptığını belirten bulgular mevcut. Szolnoki ve Perc (2015) bir sosyal ağda belli bir oranda uydumcunun bulunmasının iş birlikçi stratejilerin (bu çalışmada ele alınan strateji karşılıklılık—İBOA’nın da temellerinden biri) yayılıp yerleşmesini kolaylaştırdığını gösterdiler (bkz. Şekil 1). Bunun yanı sıra uydumcular yeni başarılı stratejilerin zamanla yerleşmesine imkân veren arayüzlerin oluşmasını sağlıyorlar. Szolnoki ve Perc’in (2015) yorumlarına göre, bireysel düzeyde bu örüntünün altında yatan şey bireylerin kendi etkileşim yelpazeleri içinde en fazla kullanılan stratejiyi seçmelerinin (Tomasello’nun [2016] tabirini hatırlarsak, bu kültürel olarak yerleşmiş tutumları izlemek olarak tercüme edilebilir) onlar için en güvenli seçim oluşu. Zira birey bu sayede ortalamaya kıyasla çok düşük bir kazanç sağlama riskinden kaçınmış oluyor; neticede çoğunluğun tutumu yanlış olsa bile onlara uyarsak en kötü onların kaybettiği kadar kaybederiz. Yukarıda çalışmalarından bahsettiğim Kundu ve Cummins (2013) de ahlaki tutumlarda gözlemledikleri uydumculuğa dair buradakine benzer bir açıklama getiriyorlar: Kişi, çoğunluğun inançlarının/davranışlarının kendisininkiyle örtüşmemesinden kaynaklı bir belirsizlikle karşı karşıya kaldığında çoğunluğa uymak onun için en güvenli seçenektir. (Buradan anlaşılacağı üzere “Ya onlar benim bilmediğim önemli bir bilgiye sahip oldukları için benden farklı düşünüyor/davranıyorlarsa?” veya “Bu kadar kişi aptal mı?” gibi sorgulamalar yersiz değildir.) 

Şekil 1: Rastgele bir başlangıç durumundan uydumculuk etkisi altında iş birliğinin (Mahkûm İkilemi oyunu bağlamında) evrimi. Kazanç güdümlü iş birlikçiler lacivert, iş birliğinden kaçınanlar koyu kırmızıyla gösterilirken uydumculuk güdümlü iş birlikçiler açık mavi, iş birliğinden kaçınanlar açık kırmızıyla gösterilmiştir. Rastgele (a) durumundan başlayarak, uydumculuk güdümlü oyuncular iş birliğinden kaçınanlardan düzgün yüzeylerle ayrılmış spontane olarak ortaya çıkan bir iş birlikçiler kümesinde toplanıyorlar (b). Devamında kazanç odaklı oyuncular iş birliğinin avantajlarını gördükçe küme büyüyor, bu esnada düzgün arayüz korunuyor. Uydumculuğu arttırılmış bu karşılıklılık ağının etkinliği nihayetinde iş birlikçileri neredeyse mutlak hakimiyete taşıyor (d). (Szolnoki ve Perc, 2015, s.4)

Bana kalırsa bu stratejik açıklamalar Tomasello’nun (2016) ahlak psikolojisi kuramlarına getirdiği eleştiriyle gayet iyi örtüşüyor. (Önceden bahsettiğim üzere Tomasello’ya göre bu kuramlar toplumsal bir dünyanın rasyonel anlayışına ahlakı açıklamakta yetersiz kalıyor.) Bireyin faydasına olan sadece iş birliği yapmak değil, iş birliğine yardım eden bazı oturmuş normların olduğunu ve bunların grubun diğer üyeleri tarafından da bilindiğini aklında tutarak ona göre davranmasıdır. Öyleyse eğer grubun çoğunluğu belli bir şekilde davranıyorsa, birey için de en güvenlisi (pek çok zaman en iyisi de) onlara uymak, normları doğrudan ulaşılması gereken hedefler gibi görmektir. Burada iyi bir iş birlikçi olmanın ötesine geçen, normların herkes tarafından ortak bilgi olmasıyla ilgili bir kaygı vardır. Kendimizi ve başkalarının uydumculuklarını bu şekilde denetleyerek toplumsal normların (iş birliği normlarını da kapsayacak ama bununla sınırlı olmayacak şekilde) geçerliliğini ve sürekliliğini sağlıyoruz. 

7. Sonuç

Buraya kadar anlattıklarıma dayanarak, uydumculuğun insan ahlakında oynadığı rolün tarih boyunca kolektif başarımıza katkı sağlayan diğer kültürel araçlarda oynadığı rolden çok da farklı olmadığı kanısındayım. Bir uygulama veya kurum veya teknoloji veya gelenek vs. uzun zaman boyunca bir insan toplumuna faydalı olmuşsa toplumun mensupları bunları kendileri uydumcu olarak ve başkalarını da normları dayatmak suretiyle uydumculuğa sevk ederek korumaya ve sürdürmeye motive olmalıdırlar. Bu resimde görülen, norm psikolojisinin (Henrich, 2016) normları iş birliği ve onun getirdiği ahlaki temellere hizmet edip etmemelerine göre ayırmadığı, insanlara uydumcu olmak ve başkalarında uydumculuğu gözetmek yönünde genel bir eğilim verdiğidir. Bu yüzden ahlakın evrensel bir açıklamasını verme iddiasındaki bir kuramın (İBOA gibi) uydumculuğun rolünü açıklamasına dahil edecek kapsamda olması gerekir.

Bu durumda, eğer benim izahatım makulse, uydumculuk iş birliğine bağlı ahlaki temellerin yanına bir “meta-temel” olarak eklenmelidir, insanları toplumda yerleşmiş tüm normlara (iş birliğine sevk eden normlar da dahil) uymaya sevk eden bir temel. Yine de iş birliği problemlerinin dolaylı yoldan da olsa çözümüne hizmet ettiği için uydumculuk bir açıdan diğer temellerle aynı sınıftadır. Tek fark, uydumculuğun belirli bir iş birliği problemine adanmış olmayıp, ahlaki tutumların korunmasını sağlayan tüm yerleşmiş normları desteklemesi ve dengede tutmasıdır.

İBOA kuramcılarının da kabul ettikleri üzere, sıra dışı ahlaki davranışlar bir temelin diğerini baskılamasıyla açıklanabilir (örn. bir kültürde cesaret adaletin değerini baskılayacak kadar önemli görülebilir). Buna dayanarak söyleyebiliriz ki iş birliğine dayanan ahlaki temellerin yerleşmiş bir dağılımının sürdürülmesi açısından da uydumculuğun önemi vardır. Bu doğruysa uydumcu toplum üyelerinin kabul görmüş ahlaki değerler dağılımına uyma eğiliminde olmaları olası ahlaki çatışmaların önünü kesemeye de hizmet ediyor demek makul bir iddia olurdu.

Toparlamak gerekirse, bu metnin amacı kuramsal açıklamalara ve deneysel bulgulara dayanarak uydumculuğun insan ahlakındaki rolüne dair belli türden iddiaları temellendirmekti. Vardığımız noktada, zaten kadim zamanlardan beri ahlak bekçileri olan insanların, büyük ölçekte toplumsal yaşama geçişle beraber “norm bekçileri” haline geldiklerini ve bu doğrultuda uydumculuğun nasıl ahlaki bir boyut kazandığına dair potansiyel bir açıklama sunmuş olduğumuzu düşünüyoruz..

KAYNAKÇA

Asch, S. E. (1951). Effects of group pressure upon the modification and distortion of judgments. In H. Guetzkow (Ed.), Groups, leadership and men; research in human relations (p. 177–190). Carnegie Press.

Curry, O. S. (2016). Morality as Cooperation: A Problem-Centred Approach. In Shackelford, T. K. & Hansen, R. D. (Eds.), The Evolution of Morality (pp. 27–51). https://doi.org/10.1007/978-3-319-19671-8_2

Curry, O. S. (2019). What’s Wrong with Moral Foundations Theory, and How to get Moral Psychology Right. Behavioral Scientist. https://behavioralscientist.org/whats-wrong-with-moral-foundations-theory-and-how-to-get-moral-psychology-right/. Last accessed 07.01.2020

Curry, O. S., Chesters, J.M., & Van Lissa, C. J. (2019). Mapping morality with a compass: Testing the theory of ‘morality-as-cooperation’ with a new questionnaire. Journal of Research in Personality, 78, 106–124. https://doi.org/10.1016/j.jrp.2018.10.008

Curry, O. S., Mullins, D. A., & Whitehouse, H. (2019). Is It Good to Cooperate? Testing the Theory of Morality-as-Cooperation in 60 Societies. Current Anthropology, 60(1), 47–69. https://doi.org/10.1086/701478

Henrich, J. (2016). The secret of our success: How culture is driving human evolution, domesticating our species, and making us smarter. Princeton University Press.

Kundu, P., & Cummins, D. D. (2013). Morality and conformity: The Asch paradigm applied to moral decisions. Social Influence, 8(4), 268–279. https://doi.org/10.1080/15534510.2012.727767

Rakoczy, H., Hamann, K., Warneken, F., & Tomasello; M. (2010). Bigger knows better? Young children selectively learn rule games from adults rather than from peers. British Journal of Developmental Psychology, 28(4), 785–798.

Rakoczy, H., Warneken, F., & Tomasello, M. (2008). The sources of normativity: Young children’s awareness of the normative structure of games. Developmental Psychology, 44(3), 875–881.

Rossano, F., Rakoczy, H., & Tomasello, M. (2011). Young children’s understanding of violations of property rights. Cognition, 123(2), 219–227.

Szolnoki, A., & Perc, M. (2015). Conformity enhances network reciprocity in evolutionary social dilemmas. Journal of The Royal Society Interface, 12(103), 20141299. https://doi.org/10.1098/rsif.2014.1299

Tomasello, M. (2016). A Natural History of Human Morality. Harvard University Press.

Vaish, A., Missana, M., & Tomasello, M. (2011). Three-year-old children intervene in third-party moral transgressions. British Journal of Developmental Psychology, 29(1), 124–130.

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bilinç Yanılgısı – Keith Frankish

Sonraki Gönderi

Kelimelerin İfade Yolu – Alexander Stern

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü