/

‘Ama Bunu Yapamazsın!’ Gayrı Ahlaki Eylemler Neden İmkansız Gibi Görünür? – Jonathan Phillips

Uçağınıza yetişmek için havaalanına giderken arabanızın bozulduğunu varsayalım. Hemen düşündüğünüz bazı eylemler açıktır: bir arkadaşınızı aramayı, bir taksi bulmayı veya daha sonraki bir uçuş için yer ayırtmayı deneyebilirsiniz. Bunlar işe yaramazsa, bir toplu taşıma aracı bulmak veya çekici şoförünün sizi havaalanına çekmesini sağlamak gibi daha zorlayıcı bir şeyi düşünebilirsiniz. Ancak muhtemelen hiç aklınıza gelmeyecek bir olasılık da var: taksiye binip havalimanına vardığınızda para ödemeyebilirsiniz. Peki, bunu neden düşünmüyorsunuz? Sonuçta bu, havaalanına zamanında varmanın oldukça garantili bir yoludur ve kesinlikle arabanızı çektirmekten daha ucuzdur.

Bu soruya verilebilecek en doğal cevaplardan biri ahlaki açıdan iyi bir insan olmanız ve bu eylemi yapamayacak olmanız dolayısıyla bu olasılığı dikkate almamanızdır. Ancak ahlaki açıdan iyi olsanız bile bunun ikna edici bir cevap gibi görünmemesinin en az iki nedeni var. Birincisi, iyi bir insan olmanız bunu aslında neden yapmayacağınızı açıklasa bile ilk etapta neden böyle çözümü düşünemeyeceğinizi açıklamıyormuş gibi görünüyor. Sonuçta güzel ahlakınız, her ne kadar bunu uygulamayacak olsanız bile bu yöntemin havalimanına ulaşmak için bir yol olduğunu kabul etmenize engel değil. İkinci sebep ise aynı durumdaki başka biri için, bu hiç tanımadığınız ahlaki açıdan kötü biri olsa bile aynı eyleme gerçekleştirme olasılığını aklınıza getirmemenizin aynı derecede muhtemel olmasıdır.

Peki taksiye binip de parasını ödememe ihtimalini neden dikkate almadığımızı ne açıklıyor? İşte size çok farklı bir iddia: çünkü ben bundan bahsetmeden önce böyle bir şey yapmanın mümkün olduğunu bile düşünmüyordunuz. Bu açıklama muhtemelen size fazla iddialı gelebilir ancak buradaki kilit nokta şu: ben bunun şimdi imkansız olduğunu düşündüğünüzü savunmuyorum, ben teklif etmeden önce mümkün olduğunu düşünmediğinizi savunuyorum.

Örnek olarak Harvard Üniversitesi’nden meslektaşım Fiery Cushman ile yürüttüğümüz birkaç çalışmayı ele alalım. Bu çalışmalarda katılımcılardan bir dizi sorunla (havaalanına giderken arabanın bozulması gibi) karşı karşıya kalan insanlarla ilgili kısa öyküler okumaları istendi. Daha sonra söz konusu durumda olan bir kişinin yapmasının mümkün olduğu veya mümkün olmadığı davranışlar konusunda yargılarda bulunmaları istendi. Buradaki önemli manipülasyon, katılımcıların yarısından yaklaşık bir saniye içerisinde çok hızlı bir şekilde karar vermelerinin istenmesiydi. Bu onların düşünmek için zamanlarının olmasını engelledi ve bu durum da onları neyin mümkün olduğu konusunda halihazırdaki düşünme tarzlarına güvenmeye zorladı. Diğer yarısından ise bir şeyin mümkün olup olmadığına karar vermeden önce düşünmeleri istendi. Daha sonra her iki gruba da bazıları tamamen sıradan olan (taksiye binmek gibi), bazıları ise ahlaka aykırı olan (para ödemeden taksiye binmek gibi) bir dizi farklı duruma ilişkin olasılıkları değerlendirmeleri istendi.

Daha sonra katılımcıların yanıtlarını inceleyerek hızlı yanıt vermeleri gerektiğinde neyin mümkün olduğuna dair yargılarının, yanıtlamadan önce düşünmek için zamanları olduğu versiyona kıyasla nasıl değiştiğini anlamaya çalıştık. Sıradan eylemler için gerçek anlamda bir fark yoktu: doğal olarak insanlar, ister hızlı cevap versinler isterse düşünecek zamanları olsun sıradan eylemlerin mümkün olduğuna karar verdiler. Ancak ahlak dışı eylemlerde ise çarpıcı bir fark vardı. Katılımcıların cevap vermeden önce düşündükleri durumda, genellikle birisinin bu ahlak dışı eylemleri yapmasının mümkün olduğuna kanaat getirdikleri görüldü. Tam aksine hızlı cevap vermeleri gerektiğinde ise katılımcıların neredeyse yüzde 40’ı bu davranışlarda bulunmanın aslında imkansız olduğuna karar verdiler. Bu, söz konusu eylemler hakkında gerçekten düşünmeye zamanları olmadığı durumda, aslında bu eylemlerin çoğunun mümkün olduğunu düşünmediklerini gösteriyor. Ayrıca bu eylemleri istatistiksel olarak olasılık dışı olan ancak ahlaka aykırı olmayan eylemlerle (örneğin, havaalanını uçuşu geciktirmeye ikna etmek) karşılaştırdık ve bu tür bir etkinin ahlak dışı eylemlere özgü olduğunu, dolayısıyla bunun yalnızca olasılıkla açıklanabilecek bir şey olmadığını gördük.

Bu konuyla ilgili başka bir dizi çalışmayı daha ele alalım. Bunlarda katılımcılara çok kısa bir sürede 1.000 dolara ihtiyacı olan ancak bunu nasıl elde edeceğinden emin olmayan bir kişiden bahsettik. Bu sefer katılımcılara belirli eylemler sunmak ve bunların mümkün olup olmadığını sormak yerine onlara söz konusu kişinin bu durumda ne yapabileceğini (veya yapacağını) sorduk. Katılımcılar bir cevap bulduktan sonra, en az beş farklı çözüm önerisinde bulunana kadar onlardan tekrar tekrar farklı cevaplar istedik. Daha sonra tüm bu olasılıkları katılımcılara geri verdik ve onlardan her bir çözümü gerçekten uygulamanın ne kadar ahlaki olacağını değerlendirmelerini istedik. Her birinden istenilen oldukça farklı olmasına rağmen katılımcıların yanıtları hemen hemen aynı hikayeyi anlatıyordu: İnsanlar, bu kişinin ahlaka aykırı bir şey yapma olasılığını nadiren düşündüler ve bu da ancak söz konusu katılımcılar, söz konusu kişinin ilgili senaryoda yapmasının mümkün olduğu diğer seçenekler hakkında düşünmeye zorlandıkları zaman gerçekleşti.

Bu çalışmaların öne sürdüğü temel tezi görmeye başladığımızda bu düşünce tarzının hayatımızın birçok alanına yayılmış olduğunu fark etmek hiç de zor değil. Birisinin kırmızı ışıkta geçtiğini gördüğünüzde “Bekle, bunu yapamazsın!” diye düşünmeniz doğaldır: Bu cümleyle sadece bu eylemi yapmanın yanlış olduğunu kastetmeyiz. Eğer gerçekten sadece bunu kastetseydik “Bekle, bunu yapmamalısın!” derdik. Bunun yerine, onların bunu gerçek anlamda yapamayacaklarını ifade ediyoruz.

Bir seri katilin eski komşularıyla röportaj yapıldığında neredeyse her zaman komşularının aslında birçok kişiyi öldürmüş olduğuna inanamadıklarını söylemeleri birden anlamlı hale gelmeye başlıyor. Veya yabancı bir ülkede bir vahşetin işlendiğini duyduğumuzda neden ilk tepkimiz öfke yerine inanmama oluyor? Ahlaksız eylemler çoğu zaman bize yalnızca kötü ya da istenmeyen eylemler olarak değil, aynı zamanda imkansız eylemler olarak görünüyor.

Ahlaksız eylemlerin olasılığına karşı genellikle kör olmamızı tuhaf ya da aptalca bulmak yerine bunun aslında iyi bir şey olduğunun farkına varmak önemlidir. Alternatifini düşünün: ne zaman biriyle etkileşime geçseniz onun kasıtlı olarak yalan söylemesi, sizden çalması veya size zarar vermesi olasılığını sık sık düşündüğünüzü varsayın. Böyle davranmak sizi daha rasyonel veya işlevsel yapmaz; tam tersine insanlara güvenmenizi, plan yapmanızı veya başkalarıyla en temel yollarla bağlantı kurmanızı zorlaştırır. Dolayısıyla, ahlaka aykırı eylemlerin olasılığına karşı kör olmanın bedeli her ne olursa olsun diğer insanlarla verimli bir şekilde etkileşimde bulunabilmenin faydaları muhtemelen bu bedelden daha ağır basmaktadır.


*Jonathan Phillips, Harvard Üniversitesi Ahlak Psikolojisi Araştırma Laboratuvarı’nda çalışan bir bilişsel bilimci ve doktora sonrası öğrencisidir.


Jonathan Phillips – “‘But you can’t do that!’ Why immoral actions seem impossible“, (Erişim Tarihi: 04.05.2024)

Çevirmen: Berk Çakan

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bir Bayramın Doğuşu: Mayıs’ın İlk Günü – Eric Hobsbawm

Sonraki Gönderi

Singer’ın Kararsız Metaetiği – Michael Huemer

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü