David Chalmers Bilincin Zor Probleminin Gerçekten Zor Bir Problem Olduğunu Düşünüyor – John Horgan

David Chalmers’a göre, bilincin ne olduğunu bilimsel anlamda çözsek bile, ortada hâlâ bilinçle ilgili açıklanmayı bekleyen hayret verici şeyler olacak.

//
2638 Okunma
Okunma süresi: 13 Dakika

“50 veya 100 yıl içinde, bilinç hakkında umut vaat eden, elimizdeki verilerle tutarlı, oldukça gelişmiş bir matematiksel temeli olan teorilere sahip olduğumuz noktaya gelirsek mutlu olurum. Fakat şu an, böyle bir seviyeye ulaşmaya yakın bile değiliz.” David Chalmers.

Zihin-beden sorunu üzerine bir kitap yazıyorum ve bu kitapta ele aldığım bir tema, zihin teorisyenlerinin görüşlerinin zihinsel hastalık, bir çocuğun ölümü ve bir evliliğin bozulması gibi duygusal olarak travmatik deneyimlerle şekillenmesidir. David Chalmers, bulduğum bu bulgulara karşı konumlanan dikkat çeken bir örnektir. Chalmers, özellikle bir filozof için son derece uyumlu ve rasyonel bir görüntüye sahip. 1994’te bilinci “zor sorun” olarak adlandırdığını duyduğumdan beri yaptığı işlerin sıkı bir takipçisiyim. Onunla sık sık farklı fikirlerde olmama rağmen (örneğin, bilgi teorisinin bilincin gizeminin çözülmesinde bize yardımcı olup olamayacağı konusunda farklı düşünsek de) onu her zaman, fikirleri açık seçik olan ve onları abartmayan, takdire şayan bir düşünür olarak görürüm. (Fikirlerini abartmayan kısmını özellikle ekledim çünkü örneğin, Daniel Dennett’in bilincin bir “illüzyon” olduğu konusunda ısrar etmesi benim için abartı bir bağlılıktır). Chalmers’in, son birkaç yılda okuduğum yazıları, dinlediğim konuşmaları ve girdiği tartışmaları bile, bilinç hakkındaki birçok önemli konunun yanı sıra entegre edilmiş ve geliştirilmiş bilgi teorisini, Bayesçi fikirleri, yapay zekânın etik sonuçlarını ve felsefenin ilerleme eksikliğini anlamama yardımcı oldu. Chalmers ile New York şehrinin ormanlık bir banliyösündeki evinde geçen yıl bir röportaj yapmıştım. Bu röportajdan şu sonucu çıkardım:

Chalmers, bilincin bilimsel olarak çözülebileceğine inanmasına rağmen, henüz böyle bir nihai teoriye yakın olmadığımızı ve hatta böyle bir teori bulsak bile, bilincin felsefi anlamda örneğin kuantum mekaniği kadar kafa karıştırıcı ve hayret verici bir şey olarak kalabileceğini düşünüyor.  

Başka bir deyişle Chalmers, iyimserliği gizemcilikle, yani bilincin zorlayıcı bir problem olduğu pozisyonuyla kaynaştıran felsefi bir melezdir. Yazının devamında, Chalmers ile yaptığımız röportajdan düzenlenmiş alıntılar bulunmaktadır.

İndirgemeci Baba ve Ruhçu Anne

Chalmers (şu an 55 yaşında), Avustralya’da doğdu ve orada büyüdü. Henüz 5 yaşındayken, anne ve babası boşandılar.

Babam oldukça başarılı bir bilim insanı, tıp araştırmacısı ve Avustralya’da bir hastanede yönetici… Annem ise… ruhani bir düşünür diyebilirim.

Çocukluğumla ilgili bir hikâye istiyorsanız, şunu söyleyebilirim: Küçüklüğümde sanırım annemle babam arasında seçim yapmakta çok zorlandım. Babam tam bir indirgemeciydi, annemse tam bir indirgemeci düşmanıdır. Bense, örneğin evrenin her yerinde bir miktarda bilinç olduğu gibi, bazı insanlara biraz çılgınca gelebilecek fikirlere toleransı olan biriyim, fakat indirgemeci değilim, yani bilincin fiziksel bir şeye indirgenemeyeceğini düşünüyorum. Bununla beraber, üzerinde çalıştığım gelenek tam anlamıyla Batılı, bilimsel ve analitik gelenektir.

Chalmers, Oxford’da matematik alanında yüksek lisans yapan bir “matematik meraklısı” idi. Ancak 10 yaşındayken zihin-beden problemini düşünmeye başladı ve bu yaştayken kendisine miyop teşhisi konuldu.

Gözlüklerimi ilk defa taktım ve dünya aniden, eskisinden daha derin ve üç boyutlu bir şeye dönüştü benim için. Çift göz mercekli görmenin nesnel mekanizmalarını, bir gözden ve diğerinden gelen bilgilerin nasıl bir araya getirildiğini prensipte anladım ve bu, gördüğüm şeyleri daha bütüncül bir şekilde kavramamda bana yardımcı oldu. Ama nasıl oluyordu da yalnızca bir gözlük kullanmak dünyamı renklendiriyor ve onu bir tür 3D hâle getiriyordu? Bu süreç hikâyesinin kahramanı kimdi? O zamanlar bunu bilmiyordum, ama şuan anlayabiliyorum: bu hikâye aslında bilinçle ilgili bir hikâyeydi.

Matematikten Felsefeye

Matematik okumak için Oxford’a geldikten sonraki birkaç ay içinde, “tek yaptığım bilinç hakkında düşünmekti. Hatta bilinç üzerinde detaylıca çalışabilmek için profesyonel anlamda felsefeye geçmeyi ciddi ciddi düşünmeye başladım.” Çalışmalarına bir süre ara veren Chalmers, bu süre içinde Avrupa’yı dolaştı. “Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı” ve felsefi birçok kitap okudu ve zihinle ilgili düşüncelerini bir deftere yazdı.

Böylece, felsefeye geçmeye karar verdi. Yüksek lisans derecesi almadan önce bir lisans derecesi alması gerektiğini düşünüyordu, fakat bir felsefe danışmanı bunun gerekli olmadığını söyledi. İlk tepkisi buna inanmamak oldu. “Bu nasıl bir Mickey Mouse hikâyesidir! diye düşündüm. Başka hangi alanda, lisans derecesi almadan doğrudan yüksek lisans programına gidebiliyordun ki? Bunu matematik alanında yapmak tamamen imkânsız olurdu, ama demek ki başka alanlarda yapılabiliyordu ve bu benim için çok şaşırtıcı bir kavrayış olmuştu.”

Birçok filozof, matematik eğitimi almış birinin kendi alanlarına geçmek istemesinden memnundu. “Felsefenin içerisine tam anlamıyla adım atabilmek için birkaç makale yazdım ve felsefeciler, yazdığım makaleleri ‘felsefeye’ lâyık gördüler ve beğendiler.” Alan içerisindeki felsefecileri ve onların çalışma alanlarını incelerken, bilincin çözülemez bir problem olduğu düşüncesiyle ünlenen filozof Colin McgGinn’i buldu. “Evine gittim ve onunla görüşmek istediğimi söyledim, bana bir saat kadar bir süre ayırabileceğini söyledi.” McGinn, Chalmers’in bilinç hakkındaki fikirlerinin “tamamen saçmalık” olduğunu söyledi. “O zamanlar bu olumsuz tepkiden bayağı etkilenmiştim çünkü Colin için bilinçle ilgili neredeyse tüm fikirlerin bir saçmalık olduğunu bilmiyordum.”

Chalmers, Daniel Dennett, Gödel, Escher ve Bach ile birlikte yazdığı The Mind’s I’ de zihin hakkındaki radikal fikirlerini dile getiren Douglas Hofstadter’ın yönetiminde doktora yapmak üzere Oxford’dan Indiana Üniversitesi’ne transfer oldu. Chalmers’in Ph.D. tezi, onun ilk kitabı olan Bilinçli Zihin [The Conscious Mind] oldu.

“Bilincin Zor Probleminin” Doğuşu

“Zor problemin” nereden geldiğini sorduğumda, Chalmers 1990’ların başında bilinci, “kendini izleme” gibi bilişsel işlevlerden ayırmaya başladığını söyledi. “Bilincin, bilişsel işlevlerden farklı bir şey olduğu apaçık bir şekilde doğru görünüyor, fakat aynı zamanda, hakkında gerçekten endişelenmemiz gereken bir noktaymış gibi de bu. Artık bir noktada, bilişsel işlevler hakkında bahsederken ‘kolay şeyler’ ve bilincin bu bilişsel işlevlerden farkından bahsederken de ‘zor problem’ olarak bahsetmek yararlı bir hâle geldi.” 1994 yılında Tucson’da düzenlenen “Bilincin Bilimsel Temeline Doğru” adlı bir konferansta yaptığı konuşmada “bilincin zor problemi” ifadesini kullandı ve bu ifade literatürde yerini aldı. “Bütün bu ‘zor problem’ olayının bu kadar şiddetli bir şekilde patlayacağını bilmiyordum.”

Chalmers, bilincin özel bir tür problem olduğuna işaret eden ilk kişi olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi. Birçok ismin yanı sıra Descartes ve Leibniz’in de bilinçle ilgili kendisiyle benzer bir çizgide düşündüklerini söylüyordu. 1950’lerde zihin-beden problemini sezgi, sağduyu ve benlik ile ilgili alt problemlere ayıran Herbert Feigl de bilincin bildiğimiz diğer şeylerden daha farkı bir problem olduğunu düşünüyordu. “Feigl’in sezgi problemi derken işaret ettiği şeyin, günümüzde zor problem olarak adlandırdığımız şey olduğu barizdir.” Thomas Nagel, 1974 tarihli “Yarasa olmak nasıl bir şey?” makalesinde “bilincin, zihin-beden problemini çözmeyi zorlaştıran bir şey” olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Chalmers, zihin-beden problemini çözmek için “radikal fikirlere ihtiyacımız olduğu” konusunda Nagel ile aynı fikirdeydi. “Zihin-beden problemi söz konusu olduğunda, bir tür çılgınlığa tolerans göstermelisiniz.”

Gizemciliği Reddetmek          

Chalmers, gizemciliğin cazibesine hiçbir zaman kapılmadı. (Her ne kadar Colin McGinn bu pozisyonla en yakından ilişkili olan kişilerden biri olsa da, bilinçle ilgili gizemcilik kavramını Owen Flanagan icat etmiştir.) Chalmers her zaman, “dışarıda bir yerlerde bir çözüm olduğuna ve bu çözümü bulabilecek kabiliyette olduğumuza, ya da en azından çözümü bulabilmek için çabalamamız gerektiğine” inanıyordu. “Tekrar tekrar deneyip başarısız olup denemeye devam etmedikçe ortada bir çözüm olup olmadığını bilemeyeceğiz.”

Chalmers kendisine bu iyimser inançtan hiç vazgeçtiği zamanların olup olmadığı sorulduğunda, “Evet, oluyor” diye yanıtladı. “Evrende neden bilincin olduğuna dair gerçek bir hikâye olduğunu düşünüyorum. Bazı temel yasalar ya da onu açıklayabileceği kadar iyi açıklayan bir şey illa ki vardır. Fakat gerçekten harika olan bu hikâyeyi ortaya çıkarabilecek bir konumda olup olmayacağımız başka bir soru.”

“50 veya 100 yıl içinde, bilinç hakkında umut vaat eden, elimizdeki verilerle tutarlı, oldukça gelişmiş bir matematiksel temeli olan teorilere sahip olduğumuz noktaya gelirsek mutlu olurum. Fakat şu an, böyle bir seviyeye ulaşmaya yakın bile değiliz. Ama yine de, böyle bir noktaya gelme yolunda her an çok fazla ilerleme kaydedebileceğimizi düşünmeye meyilliyim sanırım. Sürekli olarak ilerleyebilecek olsak bile, bilinç problemini tam anlamıyla çözüp çözemeyeceğimiz ise cevabını bilmediğim bir soru.”

Bilinç Ölçer Bize Nasıl Yardımcı Olabilir?

Bilinç problemini çözme yolunda atacağımız büyük bir adım, herhangi bir nesnenin “anlık bilinç durumunu kesin bir şekilde belirlenmesini” sağlayabilecek bir “bilinç ölçerin” icadı olacaktır. “Onu kafana doğrultabilir ve böylece bilinç durumunu gözlemleyebilirim. Ya da, bir çiçeğe veya bir köpeğe doğrultabilir ve çiçeğin ya da köpeğin bir bilincinin olup olmadığını anlayabilirim. Şu anda biz, bunu yapamıyoruz.” Böyle bir cihaz, belirli bir fiziksel sistemi belirli bir bilinçli durumla ilişkilendiren “örneğin yarı matematiksel bir bilinç teorisi formüle etmek istiyorsanız, bunun için ihtiyaç duyduğunuz verileri verir”.

Bir bilinç teorisi, iletişim kuramayan hastaların gerçekten bilinçli olup olmadığını belirlemek gibi pratik uygulamalara sahip olabilir. “Ama ben, bilinç hakkında günümüzde sahip olduğumuz metafizik argümanların aynılarına sahip olacağımız konusunda şüpheliyim. Diğer yandan iki şey hiç değişmeyecektir: materyalizm ve düalizm. Materyalizm veya düalizm üzerine yürütülen tüm felsefi tartışmalar hâlâ canlılığını koruyacaktır. Bilinç temel bir özellik midir, bilinç ile ilişkilendirilen fiziksel durum birbirine özdeş midir, yoksa ikisi birbirinden farklı şeyler midir?

Filozoflar, tıpkı kuantum mekaniğinin anlamını tartıştıkları gibi, nihai bir bilinç teorisinin anlamını tartışmaya muhtemelen uzun bir süre devam edeceklerdir. Fakat “kuantum mekaniğinde olduğu gibi herkesin tanıyacağı ve kullanacağı bir çekirdek bilinç tanımı ve kavrayışı da baskın olacaktır.”

Nihai bir bilinç teorisi belki de bir “Aha!” reaksiyonu yaratacak kadar heyecan verici bir şey değildir. “Kimyanın fizik açısından veya biyolojinin kimya açısından bir açıklamasının biraz sıkıcı durması ama ‘öyle olması gerektiği’ gibi (örneğin, atomların bu şekilde düzenlendiği ve hareket ettiği göz önüne alındığında yaşamın ortaya çıkması kaçınılmazdır) bir ‘hoşnutsuzluk’ yaratabilir.”

Diğer yandan, fiziğin temel ilkeleri de aynı niteliğe ve etkiye sahiptir. “Neden böyle olmaları gerektiğini asla anlayamazsınız… Fiziksel süreçler ve bilinç arasındaki bağlantı, fizikteki temel yasalara benzer olabilir. Eğer böyle bir benzerlik gerçekten varsa, en azından neden “Aha!” diye heyecanlı bir şekilde tepki veremediğinize dair bir hikâyemiz, bir açıklamamız olur. Yeni bilinç teorisinin bizi heyecanlandırmaması, kütle çekimi veya kuantum mekaniği teorisinde bir “Aha!” tepkisinin olmamasına benzer.

Chalmers, bazı fizikçilerin hâlâ, kuantum mekaniğinin paradokslarını çözen ve temel yasaların neden böyle olduklarını açıklayan her şeyin teorisini keşfedeceklerini ummalarına karşı şüpheli yaklaşıyor. Örneğin, uzay-zamanı açıklarken sicimlere başvurursanız, önemli olan bir soru hâlâ açıkta kalır: Neden sicimler var?

Felsefe İyi Bir Hayat Yaşamana Yardımcı Olabilir mi?

Felsefe, kişisel sorunlarının üstesinden gelmende yardımcı oluyor mu? “Felsefi olarak düşündüklerim ile yaşam tarzım arasında ne kadar derin bir bütünleşme olduğundan emin değilim.” “Bilinçle ilgili edindiğim içgörüler hayatımı böyle değiştirdi’ diyebilmeyi çok isterdim. Felsefi anlamda savunduğum pozisyonların pratikte hayatımı nasıl etkilemesi gerektiği konusuna takmadan, yaşamak istediğim gibi yaşadım hayatımı.”

Chalmers, gerçek hayat ile felsefi düşüncedeki hayatın arasındaki bu kopukluğun, felsefeciler arasında yaygın olan bir dert olduğunu düşünüyor. Eric Schwitzgebel, ahlak felsefesiyle ilgilenen felsefecilerin hayatlarını inceledikten sonra şu sonuca varmıştı: Onlar, “bizden daha etik değiller” ve “etik hakkında düşünmek onların gerçek yaşamlarında hiçbir fark yaratmıyor.”

Tanrı ve Budizm

Chalmers herhangi bir dine mensup birisi değil. “Evrende ibadete layık herhangi bir varlığın olduğu fikrini ciddiye alamam.” Popülerliği gittikçe artmakta olan Budizm görüşüne karşı direniyor, meditasyon için “hiçbir zaman o kadar sabırlı olmadığını” söylüyor, ayrı bir benliğin var olmadığı doktrini olan ‘anatta [bensizlik]’ gibi temel olan bazı Budist iddialar hakkında şüphe duyuyordu.

“Derinlerde bir yerde bir benliğe dair izlerin olduğuna inanan bir Kartezyenim [Dekartçı].” Öte yandan, anatta inancının, başkalarına karşı daha az bencil ve daha şefkatli olmamıza yardımcı olabileceğini düşünüyordu. “Ahlaki bir görüş olarak, Budizm’de belirli bir çekicilik buluyorum.”

Sanal Gerçekliğe Kaçış

Chalmers, Oculus Rift ve bazı diğer isimlerin halka sunduğu sanal gerçeklik hakkında bir kitap yazıyor. Yakında, “zamanımızın çoğunu sanal bir gerçeklikte geçirme seçeneğine sahip olacağız.”

Filozoflar, “sanal yaşamlara mı yoksa sanal olmayan yaşamlara mı sahip olmak isteyip istemediğimiz konusunda iyi, bilinçli kararlar vermeden önce, sanal bir gerçeklik içindeki yaşamın durumu” üzerinde düşünmelidir. Yazdığı kitapta, “simüle edilmiş gerçekliğin ikinci sınıf (sahte) bir gerçeklik olmadığını” iddia ediyor. Sanal gerçeklik aslında “gerçek olmak için mükemmel bir yoldur.”

Chalmers, bizi gerçek dünyadaki sorunlardan uzaklaştırdığı için sanal gerçekliğin ahlaka aykırı olduğu fikrini reddediyor. Ona göre, bunu söylemek şuna benziyor: “Roman okumamalısın çünkü dünyada sürekli kötü şeyler oluyor.” ”Gerçek hayat ‘boktan’ bir yerse, İkinci Hayat gibi sanal bir gerçekliğe girmeyi seçebiliriz ve bu harika bir şey!” “Bu kadarını yapmayı hak ediyoruz!”.

Bilinç, Özgür İrade, Ahlak ve Anlam

Chalmers’in, şaşırtıcı bir şekilde, özgür irade konusunda güçlü hisleri yok. “Özgür irade eğer yalnızca, yapmak istediğini yapabileceğin anlamına geliyorsa, buna sahip olduğumuz çok bariz görünüyor. Fakat özgür iradeden kast ettiğimiz, hiçbir şekilde determenistik olmayan bir şeyi yapma yeteneği ise, buna sahip olup olmadığımızı bilmiyorum.”

“Özgür iradeye inanan bazı insanlar, bilinç bağlamında düşünürlerken, fiziksel dünyada bilinç için nedensel bir rol arayacaklardır. Bu konuda biraz agnostiğim.” Chalmers, bilincin nedensel bir rolü olmayan zihinsel işleyişin bir yan özelliği olduğunu iddia etmekle suçlanmıştı. Oysa gerçekte, “bilincin nasıl bir nedensel rol oynayabileceğine dair spekülasyonları” kast ederek söylemişti bunu.

Chalmers, bilincin ahlakın ve değerin temeli olarak sunulduğu fikirleri seviyor. “Bir sistemin herhangi bir değere sahip olması için bilinçli olması gerekir. Ne kadar bilinç, o kadar değer. Ancak bunun ötesinde ve nasıl bağlantılı oldukları konusunda net bir fikrim yok.”

Chalmers ayrıca, bilincin, yaşama dair anlam hissimizin temel yapı taşı olduğunu düşünüyor. “İlk anda, hayata bir anlama sahip olma potansiyelini veren şey muhtemelen bilinçtir. Beyindeki veya vücuttaki tüm bu kimyasal aktiviteyi alır ve onu anlama dönüştürür, tıpkı suyun şaraba dönüşmesi gibi.”


John Horgan– “David Chalmers Thinks the Hard Problem Is Really Hard“, Erişim Tarihi: 17.07.2021)

Çevirmen: Alparslan Bayrak

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Rüyalarınızda Gördüğünüz Kişiler Rüya Gören Beyinle İlgili Ne Söylüyor? – Antonio Zadra

Sonraki Gönderi

Devletler Covid-19 Krizi Sürecinde Epistemik Sorumluluklarını Nasıl İhlal Etti? – Eric Winsberg & Jason Brennan & Chris W. Surprenant

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü