Descartes Neden ‘Hissediyorum Öyleyse Varım!’ Demedi? – Recep Sefa Kaya

/
1387 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

 “Düşünüyorum o halde varım!” Bu sözü bazen çok farklı ve anlamsız bağlamlarda bazen ise dikkate değer bir saçamaya indirgeme ile beraber görmek mümkün. Hemen hemen herkesin duyduğu ancak pek azının anlamına vakıf olduğu bu deyiş, modern felsefenin babası (!) olarak kabul edilen ünlü filozof Descartes’e aittir. Diğer yandan bu ifade, ortalama bir dikkatle anlaşılması kolay bir cümledir; hatta öyle ki içerdiği felsefi derinlik bir çok açıdan yine kolayca anlaşılabilir bir yapıdadır. Ancak görece bu kadar “kolay anlaşılma hali” ifadenin derinliğini, kendisinden sonraki felsefeye etkisini ve çağımızdaki gizil yansımalarını gözümüzden kaçırmamıza da elverişli olabilir. Belki de ifadenin doğrudan anlaşılmasından ziyade dolaylı yoldan anlaşılması onu daha anlaşılır kılabilir. Bu yazıda Descartes’in neden “hissediyorum o halde varım!” demediğini ele alacağım ve bu yolla neden “düşünüyorum o halde varım!” dediğini anlatmaya çalışacağım.

Descartes’in felsefesine göz ucuyla bakmaya çalıştığımızda ortaya koyduğu felsefenin yapısının açık bir referansla biçimlenmiş olduğunu görürüz. Epistemolojide bu tip bir gerekçelendirme modeline temelcilik adı verilir. Temelcilik en kısa haliyle şu şekilde tanımlanabilir; bu yaklaşım açık ve seçik olarak bilinen bir unsurun üzerinden, akla uygun olarak ileri süreceğimiz iddiaların geçerliliğinin, o unsurun ontolojik ve epistemolojik geçerliliği oranında olacağını öne süren modeldir. Modeli bir binanın temeli olarak düşünebiliriz, eğer temel dayanıksızsa binada kullanılan malzemelerin dayanıklılığı bir önem arz etmez, ancak temel dayanıklıysa ve binanın yapısal kusuru yoksa oldukça dayanıklı bir yapıdan söz ederiz. Eğer bütün epistemik çıkarımlarımızın temelinde yer alan epistemik inançlarımız ne kadar güvenilirse, aynı zamanda o kadar temel de olurlar.

Bu bağlamda düşünürsek bir ağacın dayanıklılığı da köklerinin dayanıklılığına göre ölçülür, kökler toprakla birleşerek daha derinlere gövde ise dallarla birlikte gökyüzüne yönelir. Tam da bu ağacı Descartes şu biçimde tarif eder

Böylece tüm felsefe bir ağaç gibidir: kök, gövde ve dallar. Kökleri metafizik, gövdesi fizik, dalları da diğer bilimler.[1] 

Şayet metafizik bir temele sahip olursak fiziki dünyayı gerekçelendirebiliriz ve fiziki dünyayı gerekçelendirdikten sonra onun yapısını çözümleyecek bilimlerin yargılarını geçerli kılabiliriz. Descartes’in yapmayı amaçladığı şey, tüm bu bilimlerin ve fiziki dünyanın köklerini, başka bir ifadeyle temelini bulmak. Descartes’e göre bahsettiğimiz temel hem herkese için açık ve seçik olmalı hem de kuşkuya yer bırakmamalıdır. Bahsettiğimiz bu temel kendinde apaçık (self-evident) olarak kendi kendibi gerekçelendiren bir temel olmalıdır.

Filozofumuz sarsılmaz (infallibility) bir doğruluk arayışı içerisinde, kuşkulanabildiği her şeyden şüphe ederek, ta ki şüphe edilecek hiçbir şey kalmayan dek var gözüken her şeyin varlığını bir süreliğine reddeder veyahut yanlış hükmü verir. Reddetmeye fiziki dünya ile başlar, keza fiziki dünyada pek çok şey şüphelidir, pek çok algı yanılsaması vardır; nedenleri gerekçelendirmek güçtür ve fiziki dünyadaki her şey bir başka şeyle açıklanmaya gereksinir. Bir başka açıdan bakıldığında ise fiziki dünyada şu anki halim -var olduğumu sandığım halim- bir kurmaca olabilir. Belki bir rüya görüyorumdur belki de kötü niyetli bir cin bu inanca neden oluyordur. Bunu nasıl bilebiliriz ki? Descartes’in ortaya attığı bu hipotezlerin kanıtlanması ya da çürütülmesi epey zordur, bu durumda fiziki dünya şüpheli konuma gelir.

Geldiğimiz bu noktada Descartes’in neden “hissediyorum o halde varım!” demediğini anlayabiliriz. Öncelikle hissetme kavramından anlamamız gereken bunun duyusal bir faaliyet olduğudur. Yani, beş duyu organıma gelen verilerin fark edilmesi, başlıkta kullandığım his kavramına tekabül etmektedir. Hissetmek öncelikle bir beden aracılığı ile yapılabilir. Ancak bu beden yukarıdaki nedenlerden dolayı güvenilir değildir. Bir bedenim olmayabilir, kavanozda yer alan bir beyin (brain in a vat) olabilirim.

Düşünmek ve hissetmek arasındaki farka daha da yakından bakacak olursak temel ayrımın içsel ve dışsal olduğunu görürüz. “Düşünüyorum”un “hissediyorum”dan farkı sarsılmaz bir yapıdadır. “Düşünüyorum” içsel bir inanç iken “Hissediyorum” dışsal gerekçelendirmedir. Hissediyorum diyen biri aynı zamanda özneden bağımsız ve şüpheli olan dış gerçeklikteki bir olgunun etkisini duyumsuyorum demek istiyordur. Düşünüyorum diyen biri ise zihinsel bir fenomen olan düşünmek edimini gerçekleştiğini algılıyordur. Bu algılama içsel bir algılama, içsel bir inancın algılanmasıdır. Düşünüyorum bir kendilik-bilgisidir (self-knowledge).

Peki ama kendilik bilgisi nedir? Kendilik bilgisi, dolayımsız olarak eriştiğimiz bir başka ifadeyle açık erişim sağlayabildiğimiz bilgilerdir. İçimizde olup bitenlerle alakalı, bir bakışta kavrayabildiğimiz şeylerdir. Örneğin gözlerimi kapatıp beyaz bulutları hayal ettiğimde, geleceğimle ilgili bazı şeyler üzerine düşündüğümde ya da komik birisi olduğuma inandığımda aslında ne yapmış oluyorumdur? Bazı fenomenlere sahip olduğumdan bahsetmişimdir; hayal etmek, düşünmek ve inanmak. Bu türde fenomenler kendimize dair sarsılmaz şekilde bildiğimizi düşündüğümüz imajlardır. Filozofların yanılmazlık ve her şeyi bilme tezlerinde ifade ettiği türden bir ayrıcalıklı erişime sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeyler, o anda oluşan zihinsel fenomenlerdir.

İşte bu noktada “düşünüyorum o halde varım!” sözünün bu türden bir fenomen olan “düşünmek” sözünün türediğini görebiliriz. Descartes’in üçüncü meditasyonun ilk paragrafına göz attığımızda demek istediğim anlaşılacaktır.

… yapabildiğim kadar bu görüntülerin tümüyle yanlış ve boş şeyler olduğunu düşüneceğim, böylece kendi üzerimde yoğunlaşıp kendi iç dünyamı ele alacak ve adım adım kendimi daha iyi tanımaya ve bilmeye çalışacağım. Ben düşünen bir şeyim, yani kuşku duyan, doğrulayan, yadsıyan, birkaç şey bilen, birçok şeyi bilmeyen, seven, nefret eden, isteyen, istemeyen, ayrıca imgeleyen ve duyumsayan bir şey; zira, yukarda da işaret ettiğim gibi, duyduğum ve imgesini oluşturduğum şeyler benim dışımda ve kendi başlarına hiç varolmasalar bile, duyumsama ve imgelem adını verdiğim düşünme biçimlerinin, birer düşünce biçimi olmak bakımından, bende mevcut olduklarında kesinlikle eminim.

İşte bu düşünme süreci içerisinde açığa çıkan zihinsel fenomen dolayımsız erişim sağlanan bir şey olarak öznede vuku bulur. Descartes bunu fark ettiğindeyse şu yargıya varır “böylece her şeyin yanlış (kuşkulu) olduğunu düşünmeye çalışırken bunu düşünen benim bir şey olmam zorunluydu.”[2]

Descartes, bunu yapanın bir ‘ben’ olduğunu fark etmiştir. (Reichenbach düşünüyorum’un içine ben’i neden ve nasıl gizlice yerleştirdiğini açıklamadığı için Descartes’i eleştirir) “Her şeyin kuşkulu olduğunu düşünmek” düşünmek olduğu için bir kendilik-bilgisi olur, düşüncenin orada olduğunu içsel bir algılama sonucu fark edebiliriz. İçsel algılama kaba bir tanımla, fenomenin farkına varan benliktir. Yani fenomenin varlığı kişiyi gerekli kılar. Farklı ifadelerle yinelersek, buradaki düşünme ya da kuşku duyma içsel olgudur. Zihinsel bir olağanlık içerisindedir. Bu içsel olgu ancak ve ancak içsel bir algılama ile fark edilebilir. Bu fark ediş şu yolla olur; bir ben olmalı ki zihnimde gerçekleşen bu içsel inancı algılayabileyim.

Descartes’e göre bu içsel algılama en güvenilir bilgidir, öyle ki felsefenin ilk ilkesi bu düşünüyorum fenomeninin olanaklarında şekillenmiştir. (Bu sebeple birçok epistemolog için kendisi bir epistemik içselcidir) Kendilik-bilgisi hazır ve nazır şekilde ona yöneldiğimiz her seferde fenomenal bir yapıda bizi karşılamak durumundadır. Descartes’in şu pasajını gözden geçirirsek söylemek istediğim daha anlamlı hale gelecektir.

…böyle her şeyin yanlış (kuşkulu) olduğunu düşünmeye çalışırken, bunu düşünen benim bir şey olmam zorunluydu ve bu doğrunun, yani ‘düşünüyorum öyleyse varım’ın son derece sağlam ve emin olduğunu… felsefenin ilk ilkesi olarak kabul edebileceğim hükmüne vardım.[3]

Görüleceği gibi “kuşkulanıyorum” benliğin varlığının ayrıcalıklı erişimini sağlıyor. ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ içsel bir inancın ve içsel bir algılamanın ürünü olarak rasyonel bir temellendirmeyle karşımıza felsefenin ilk ilkesi olabilecek kadar sağlam, açık ve seçik olarak Descartes tarafından öne sürülüyor.

Sonuç olarak, ‘Hissediyorum öyleyse varım’ ancak ve ancak şu yolla bir gerekçelendirme olabilir. Bir şeyler hissediyorum. Hissettiğim bir şeyi hissedebilmemin tek yolu dış bir gerçekliğin olmasıdır. Dış gerçekliği hisseden bir benliğin olması da aynı oranda zorunlu olarka var olmalıdır.. His vardır öyleyse olgu vardır. O halde, olguyu algılayan bir ‘ben’ vardır.

Hissediyorum öyleyse varım” varlığını Descartesçi manada “res extensa”da kuruyorken, “Düşünüyorum öyleyse varım” varlığı “res cogıtanst”ta kurar. Aralarında bu denli büyük bir fark vardır ve ikisi tamamen başka gerekçelendirme biçimleridir.


Site Editörü: Taner Beyter

Dipnotlar

  • [1] Descartes, Rene (2018) meditasyonlar (M. Akın, çev.) (İstanbul: Say) sf.59
  • [2] pendant que je voulais ainsi penser que tout était faux, il fallait nécessairement que moi, qui le pensais, fusse quelque chose.
  • [3] Felsefenin ilkeleri 8. Madde dipnot.

Kaynakça

  • Audi, Robert (2018), epistemoloji: bilgi teorisine çağdaş bir giriş (H.Y. Başdemir, çev.) (Ankara: Nobel)
  • Musgrave, Alan (1993) Sağduyu, Bilim ve Şüphecilik: bilgi kuramına tarihsel bir giriş (N. Küçük, çev.) (2013) (İstanbul: İthaki)
  • Foley, Richard (2002) epistemolojide kavramsal çeşitlik. Oxford epistemoloji (N. Mehdiyev, çev.) (Ankara: Adres) (2018)
  • Descartes, Rene (2016) meditasyonlar (e. Sunar, çev.) (İstanbul: Say)
  • Descartes, Rene (2018) meditasyonlar (M. Akın, çev.) (İstanbul: Say)
  • Descartes, Rene (2011) söylem (A. Yardımlı, çev.) (İstanbul: İdea)
  • Descartes, Rene (2011) kurallar (A. Yardımlı, çev.) (İstanbul: İdea)
  • Descartes, Rene (2011) meditasyonlar (A. Yardımlı, çev.) (İstanbul: İdea)

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Viyana Çevresi – Mauro Murzi (Internet Encyclopedia of Philosophy)

Sonraki Gönderi

Üçüncü Türden Bir Ahlak Argümanı – Alexander Pruss

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü