Gettier Problemi, Dışsalcı Çözümler ve Yanılamazcılık – Fatih S. M. Öztürk

/
839 Okunma
Okunma süresi: 47 Dakika

Özet

Yanılmazcılık görüşü bilgiyi “inancın yanış olma olasılığı tasavvur bile edile­mez” düşüncesi çerçevesinde karakterize eder. Dışsalcılar, Descartes’ın bu düşüncesini öznenin bilişselliğinin olası olgusal durumlarda vereceği sonuçlar bakımından yeniden ele alarak, bilginin oluşumu için “inancın yanlış olma olasılığı dışarıda bırakılmalı” şartını öne sürer ve bu koşul aracılığıyla Gettier türü durumları önlemeyi önerirler. Ancak dışsalcıların çözüm önerileri çağdaş epistemolojide yaygın bir şekilde kabul edilen yanılabilircilik görüşü ile tutarsızdır.


Tümcesel bilginin ünlü üçlü çözümlemesine göre, S öznesinin ö önerme­sini bilmesi için, ö’nün doğru ve S’nin ö’nün doğru olduğuna inanması koşullarına ek olarak, inanç ö’nün epistemik bakımdan gerekçelendirilmesi de gerekir. (1) Fakat E. Gettier (1963), Platon’dan devralınan “geleneksel” çözümlemenin eksik, yani inanç, doğruluk ve gerekçelendirme koşullarının bilgi için yeterli olmadığını iki karşıt örnek üzerinde net bir şekilde gösterir. (2)

Çağdaş epistemolojide önemli bir dönüm noktasını oluşturan bu eleştiriye göre, bilginin “gerekçelendirilmiş doğru inanç”ı mantıksal olarak gerektirdiği belki söylenebilir, ancak bilgi ve “gerekçelendirilmiş doğru inanç” eşdeğer değildir. Çünkü üç gerek koşulu sağladığı halde, henüz bilgi statüsü kazanmamış durumlar vardır. Gettier-türü durumlar olarak nitelenen bu tip karşı örnekler, S’nin ö’ye ilişkin nedenleri ile ö’nün doğruluğu arasında bir uygun bağıntının kurulmamış olduğu durumlarda da, ö’nün, çok şaşırtıcı bir şekilde, tesadüfen doğru olabileceğini ortaya koyar. Dahası, böyle bir durumda, ö önermesi gerekçelendirilmiş doğru inanç statüsü kazanır, ama S’nin ö’yü bildiği söylenemez; çünkü, S’nin ö hakkındaki gerekçelendirme­si, rastlantısal olmayan bir şekilde, doğruya duyarlı olmalıdır. O halde, üç gerek koşul bilgi için yeterli değildir.

İnanç, doğruluk ve gerekçelendirme bilgi için yeterli değilse, doğru inancı bilgiye ne dönüştürür? Gettier’in ortaya attığı problemin üstesinden gelmeyi amaçlayan çözümler iki genel başlık altında toplanabilir. Dışsalcılık, Gettier problemini çözmek için, bilgi üzerindeki içselci gerekçelendirme koşulunu kaldırır ve onun yerine özne açısından dışsal olan koşullar önerir. Örneğin, dışsalcılığın güvenilircilik versiyonunu savunan Alvin Goldman (1986, s. 42-55) bilişşel süreçlerin güvenilirliğini onların hem gerçekte mevcut olan olgusal durumlarda, hem de “ilgili alternatif durumlarda” çoğunlukla doğru inanç oluşturmaları bakımından karakterize eder ve “ilgili alternatif durumlar” sınırlamasının Gettier problemini çözdüğünü ileri sürer. (3)

Buna karşılık içselcilik ise, gerekçelendirilmiş doğru inanç tanımının “yak­laşık olarak” doğru olduğunu, ama Gettier problemini çözmenin yolunun, bu tanıma ultima facia gerekçelendirmenin “bozulup” çürütülmemesi ya da “iptal edilmemesi” unsurunun bir dördüncü koşul olarak eklenmesinden geçtiğini savunur. Bu makalenin temel amacı, Gettier engelini aşmak için geliştirilen dışsalcı çözümler ile Kartezyen bilgi kuramı arasındaki ilgiyi ortaya koymaktır. (4)

Descartes bilgiyi “rasyonel kesinliğin özel bir türü” olarak görür. Bu yaklaşıma göre bilginin varlığı, öznenin inancının doğru olması koşulunun yanında, “söz konusu inanç hiçbir mantıksal dünyada yanlış da olamaz” şeklindeki bir sınırlamayı da gerektirir. Descartes, bilgi üzerindeki bu yanıl­mazlık (infallibility) sınırlamasını, inancın kesinliği ve kesinlik ölçütünü de şüphe edilemezlik bağlamında ele alır özne S için önerme ö hiçbir şekilde şüphe edilemez ve dolayısıyla S’nin ö hakkındaki inancı gerekçelendiril­miş ise, S’nin ö’ye ilişkin gerekçesi, ö’nün doğruluğunu mantıksal olarak garanti eder. Eş deyişle, bilgi gerekçelendirme unsurunu gerekli kılar fakat gerekçelendirilmiş yanış inanç olanaklı değildir. (5)

Bu noktada, çağdaş epistemoloji genel olarak anti Kartezyen bir tutum sergiler ve epistemik gerekçelendirmenin yanılabilirliği düşüncesini öne çıkarır. (6) Öyle ki, Gettier problemi böyle bir yaklaşımın, özellikle de “gerekçelendirilmiş yanlış inanç olanaklıdır” kavrayışının bir ürünüdür. Günümüzde Kartezyen bilgi anlayışına karşı önemli bir alternatif olarak öne çıkan dışsalcılık da, genel olarak, epistemolojide yanılabilirciliği (fallibilism) savunur. Fakat bu makalede, Alvin Goldman, Fred Dretske ve Robert Nozick gibi önde gelen dışsalcıların, Gettier problemini temelde Descartesçı bir çizgide çözdükleri gösterilmeye çalışılacaktır. Gettier-türü durumları ön­lemek için geliştirilen dışsalcı çözümler, doğru inancı bilgiye dönüştürecek unsurların inancın doğruluğunu garanti etmesi gerektiği düşüncesi üzerinde temellenir.

I

Gettier, “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir?” başlıklı kısa maka­lesinde, bilginin “gerekçelendirilmiş doğru inanç” ile eşdeğer olduğunu öne süren geleneksel bilgi tanımının çok geniş kapsamlı olduğunu açığa çıkar­mayı amaçlar. Gettier’in burada verdiği iki karşı örnek, üç gerek koşulun bilgi için yeterli, bilginin de üç gerek koşul için aslında gerekli olmadığını, yani “gerekçelendirilmiş doğru inanç”ın kaplamının bilginin kaplamından çok daha büyük olduğunu gösterir. O halde, geleneksel bilgi tanımı eksik ve dolayısıyla da yanlıştır. Gettier’in ortaya koyduğu örnek durumları ele almadan önce, geleneksel tanımında geçen gerekçelendirme unsurunun felsefi içeriği açıklanmalıdır.

Üçlü çözümleme bilgisel gerekçelendirmeyi genel olarak içselci bir çizgide ele alır. İçselci yaklaşıma göre, gerekçelendirme bilginin olmazsa olmaz koşuludur; ancak öznenin inandığı bir doğru önermenin bilgi sayılması için özne, inancının doğru olduğuna ilişkin içsel anlamda farkına olduğu veya olabileceği bir iyi nedene sahip olmalıdır. Kabaca, bir nedenin içsel anlamda farkında olmak demek, ya o nedenin öznenin “perspektifinde” olması ya da öznenin söz konusu bu nedene doğrudan katılımı veya bilişsel erişiminin bulunması demektir. Epistemik gerekçelendirme üzerindeki bu erişim sınırlaması, gerekçelendiren unsurların S tarafından “haklılandırılmış” veya “biliniyor” olması gerektiğini ifade eder. Ancak gerekçelendirmenin varlığı, öznenin, bir iyi nedene sahip olmasının yanında, bu nedeninin ö’nün doğruluğunu garanti ettiğini görmesine, yani nedeni ile inancı arasındaki mantıksal veya nedensel bağıntıyı fark etmesine de bağlıdır. Örneğin, ö gibi bir önermenin belli bir modus tollens çıkarımının temelinde gerekçelendirilmiş inanç statüsü kazanabilmesi için, bu modus tollens çıkarımının öncüllerinin her birinin gerekçelendirilmiş inanç konumunda olmasının yanında, eldeki çıkarımın geçerli olduğuna da belli bir bilişsel erişim olmalıdır. Benzer şekil­ de, ö gibi bir inancın duyu deneyimleri temelinde gerekçelendirilmesi, gerek söz konusu deneyimlerin doğrudan farkında olunmasını, gerekse bu duyu deneyimlerinin ö’ye neden olduğu gerçeğine a priori bir erişimi gerektirir. (7)

Gerekçelendirmenin zihinselliğe gönderme yapılarak belirlenmesinin önemli bir nedeni, bu kavramın deontik veya normatif unsurlar içerdiğinin düşünülmesidir. Bilgisel gerekçelendirme, öznenin epistemik görev ve sorumlulukları gereği inancı için uygun gerekçeler, iyi nedenler bulması sürecidir. Ve bu süreçte gerekçelendirme açısından fonksiyonel olan, özne­nin, ö için uygun bir desteğinin olması ve bu desteğinin ö’nün doğru olma olasılığını arttırdığını a priori bir temelde görmesidir. Doğru inancı bilgiye ancak böyle bir unsur dönüştürebilir, çünkü pozitif epistemik statünün kaynağı öznenin bilişsel erişiminin olanaklı olduğu zihinsel durumlarda yatar. Kısacası, içselci yaklaşım bilgisel gerekçelendirmeyi deontolojik açıdan veya bir uygun gerekçeye sahip olma bağlamında karakterize eder.(8)

Bu noktada, Gettier’in gerekçelendirme hakkındaki iki öngörüsünden söz etmek önemlidir; çünkü Gettier-türü durumların ortaya çıkması bunların kabul edilmesine bağlıdır. Gettier, epistemolojinin yönünü değiştiren karşı örneklerini tasarlayabilmek için gerekçelendirmenin geçişli ve yanılabilir ol­duğunu kabul eder. Gerekçelendirmenin geçişli olduğunu söylemek, geçerli çıkarımların gerekçelendirmeyi koruduğunu, koruma altına aldığını iddia etmek demektir. Buna göre, epistemik gerekçelendirme bilinen bir mantıksal gerektirme altına kapalıdır: Eğer özne S’nin önerme P hakkındaki inancı gerekçelendirmiş ve Q gibi bir önermede P’nin mantıksal bir gerektirmesi ise, S’nin Q hakkındaki inanı da gerekçelendirilmiştir. (9)

Gerekçelendirmenin yanılabilirliği öngörüsü gerekçelendirilmiş yanlış inancın olanaklı olduğunu ifade eder. Özne S’nin önerme P hakkındaki ge­rekçelendirmesi, ki ne kadar güçlü olursa olsun, P’nin doğruluğunu garanti etmez. Öznenin gerekçelendirmesi ‘çok iyi” olsa bile, P yine de çok kolaylıkla yanlış olabilir. Gettier problemine öncülük eden ana öngörü budur. Şimdi bu iki öngörüyü göz önünde bulundurarak Gettier-türü örnekleri ele alabiliriz.

Gettier’in ikinci örneği şöyle ifade edilebilir; Özne S, Smith, uygun gerekçeler temelinde önerme Q’ya, yani “Jones’un Ford marka bir arabası vardır” iddiasıyla inanmaktadır. S, Jones’un Ford marka bir araba kullan­dığını birçok kere görmüştür; Jones, bazen S’yi Ford marka bir arabayla etrafta da gezdirmiştir; ve hatta Jones, S’ye Ford marka bir arabası olduğunu belirten bir ruhsat bile göstermiştir. Bu durumda, haklı olarak, “S’nin Q’ya ilişkin inancı gerekçelendirilmiştir” diyebiliriz. Ancak ne var ki, gerekçelen­ dirilmiş yanlış inancın olanaklı olduğu öngörüsüyle de örtüşür bir şekilde, Q yanlıştır. Ayrıca, S, Q’nun P’yi, yani “Jones’un Ford marka bir arabası vardır veya Brown Barselona’dadır” tikel evetleme önermesini mantıksal olarak gerektirdiğini görür: Eğer  Q doğru ise, P’nin yanlış olamayacağını, Q’dan P’ye yapılan çıkarımın geçerli olduğunu anlar. O halde, S’nin P’ye ilişkin inancı da gerekçelendirilmiştir. Q gerekçelendirilmiş bir inanç olduğu için, Gettier’in yukarıda ifade edilen ilk öngörüsü gereği, Q’dan mantıksal olarak türetilen P de gerekçelendirilmiş bir inanç konumundadır”. Ek olarak, S’nin, Brown’un nerede olduğu konusunda hiçbir fikri yoktur, ama tesadüfen Brown Barselona’dadır ve P bir tikel evetleme önermesi olduğu için doğrudur. Böylece P üç gerek koşulu da sağlamış ve dolayısıyla gerek­çelendirilmiş doğru inanç statüsü kazanmıştır. Ancak, S’nin P’yi bildiğini söyleyebilir miyiz?

Sağduyunun da belirttiği gibi, S’nin P’yi bilmediği açıktır; çünkü S çok büyük bir rastlantı sonucu doğru inanç oluşurmuştur. Ancak doğru inancın bilgiye dönüşmesi için, bilginin temel unsurları tesadüfi olmayan bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olmalıdır. Oysa, bu örnekte de açıkça görüldüğü gibi, gerekçelendirme ve doğruluk unsurları birbirlerine tesadüfen tikel evetleme­ de rastlamışlardır. S’nin P’ye ilişkin gerekçesi ile P’nin doğruluğu arasında uygun bir bağlantı bulunmamaktadır. P’nin gerekçesi, Jones hakkındaki bir gerekçelendirilmiş (yanlış) inanç ve S’nin bu inançtan P’yi türetmek için kullandığı bir mantıksal prensipten kaynaklanmaktadır ki, bunların hiçbirisi­ nin P’yi doğru kılan olguyla yani Brown’un Barcelona’da olmasıyla bir ilgisi yoktur. O halde, gerekçelendirilmiş (tesadüfi) doğru inanç ve bilgi eşdeğer değildir. Çünkü bu şekilde oluşturulan bir inanç çok kolaylıkla yanlış da olabilirdi. Kısacası, epistemik şans bilgiye kaynaklık etmez.

Gettier’in ilk örneği de buna oldukça benzemektedir. Gettier sonrası dönemde, öznenin, bilişsel performansı son derece normal olduğu halde, içinde bulunduğu çevredeki normal olmayan bazı gelişmelerden dolayı, ki üç, gerek koşulu sağlamış olmasına rağmen, henüz bilgi statüsü kazanmamış durumların betimlendiği Gettier-türü örnekler de tasarlanmıştır. Alvin Goldman’ın (1976, s. 771) ünlü “çiftlik evi örneği” böyle bir durumu be­timleyen Gettier-türü bir örnektir. Çiftlik evi örneği şöyledir: Henry ve oğlu etrafta çok sayıda köy ve çiftlik evlerinin bulunduğu kırsal bir bölgeden geçmektedirler. Henry bir taraftan arabasını kullanmakta, diğer taraftan da meraklı oğlunun çevrede gördüğü şeylerle ilgili sorularına cevap vermekte­dir. Daha önce hiç çiftlik evi görmemiş olan genç çocuk, babasına yol kena­rında gördüğü bu şeylerin ne olduğunu sorar. Henry’de hem biraz dinlenmek hem de oğlunun gördüğü bu şeylerin çiftlik evleri olduğunu ona daha iyi anlatabilmek için, yol kenarında bulunun bu çiftlik evlerinin birinin önünde durur. Henry, oğluna “bu bir çiftlik evidir” der. Henry, “bu bir çiftlik evidir” önermesine inanmaktadır; çünkü çocukluğu köyde geçmiştir ve dolayısıyla bir çiftlik evini rahatlıkla tanıyabilecek birikime sahiptir. Henry’nin bu inancı için uygun gerekçeleri de vardır. Bir çiftlik evi olduğuna inandığı bu evin tam önünde durmaktadır; çiftlik evleri konusunda yeterli arkaplan bilgisi de vardır; hava açık ve görme duyusu kusursuzdur. Şüphesiz, çoğu bilgi kuramcısı, görsel algıya dayalı duyu deneyimlerimizin gerekçelendirmenin haklı kaynaklarından birisi olduğunu kabul eder. Bütün bunların ışığında, “bu bir çiftlik evidir” önermesi Henry için “gerekçelendirilmiş inanç konu­mundadır” diyebiliriz. Fakat, diyelim bu yol kenarında, gerçek çiftlik evi olmayan ama görme duyumuzla gerçeğinden hiç, ayırt edilmeyecek şekilde inşa edilmiş çok sayıda maket ev olsun. Ayrıca Henry’nin bunu bilmediğini de varsayalım. Fakat Henry’nin önünde durup park ettiği ev maket değil, gerçek bir çiftlik evidir ve bu nedenle de “bu bir çiftlik evidir” önermesi doğrudur. Bu durumda, “bu bir çiftlik evidir” önermesi, haklı bir şekilde, gerekçelendirilmiş doğru inanç statüsü kazanır.

Ama Henry’nin, “bu bir çiftlik evidir” önermesini bildiği söylene­mez. Çünkü Henry maket bir evin önünde de durmuş olsaydı, “bu bir çiftlik evidir” önermesine yine aynı şekilde inanmış olacaktı. Ayrıca, maket ve gerçek evlerin görüntüleri aynı olduğundan dolayı, Henry bu inanç için de aynı gerekçelere sahip olacaktı. Bu bağlamda, Henry’nin gerekçelendirilmiş inancı tesadüfen doğrudur. Sonuç olarak, Henry’nin bu inancına neden olan bilişsel süreçler ve inancını doğru kılan olgu arasında, her nasılsa, bir “uygun” bağlantı kurulmamıştır. Bundan dolayı Henry “bu bir çiftlik evidir” önermesini aslında bilmemektedir.

Böylece Gettier-türü durumlar, gerekçelendirilmiş doğru inancın bilgi ile eşdeğer olmadığını ortaya koyar. Demek ki, epistemik gerekçelen­dirme koşulunun doğru inancı bilgiye dönüştüremeyeceği yeterine açıktır. Gettier-türü durum içerisinde bulunan bir özne, Gettier engeline takılır ve gerekçelendirilmiş doğru inanç konumu kazanmış olan inancı bilgi statüsü elde edemez. Gettier engeli, yukarıda da belirtildiği gibi, özne S’nin inanç ö’ye ilişkin gerekçesi ve ö’yü doğru kılan olgu arasında kurulması gereken “uygun” bağıntının yokluğudur ki bu durum, gerekçelendirilmiş ama tesadüfen doğru bir inancın bilgi sayılmasının yaklaşık olarak açıklar. Ama sağduyunun kabaca ortaya koyduğu bu teşhis netleştirilmeli, bu belirlenime felsefi bir içerik kazanmamalıdır. Epistemolojiye burada düşen ödev, Gettier-türü örneklerde ortaya çıkan tuhaf durumun tam olarak ne olduğunu saptayacak, Gettier engeline takılmadan doğru inancı bilgiye dönüştürerek koşul ya da koşullar belirlemektir.

II

Dışsalcı kuramların, Gettier problemini çözen önerileri bulunmaktadır. Ancak ne var ki, bu çözümler yanılmazcılığı temel alır. Şöyle ki, Goldman, Dretske ve Nozick doğru inanca bilgi niteliği kazandıracak dış unsurların inancın doğruluğunu garanti etmesi gerektiğini düşünürler. Gettier türü du­rumların önlenmesi, onlara göre, inancın yanlış olma olasılığının ortadan kaldırılmasını gerektirir. Daha önemlisi, dışsalcı kuramcılar, yanılabilirciliğin doğru olması halinde, Gettier probleminin çözülemeyeceğini düşünüyor gözükmektedirler. Ama bunu daha yakından görebilmek için epistemolojik dışsalcığın temel savları belirlenmelidir.

Epistemolojide dışsalcılık görüşü, bilgi üzerindeki gerekçelendirme koşulunu reddeder ve onun yerine S öznesi açısından dışsal olan koşul ya da koşullar önerir. Buna göre, S’nin ö’yü bilmesi, bilginin iki gerek koşulunun yanında, ö’ye neden olan bilişsel süreçlerin oldukça güvenilir olmasını ya da ö ile onu doğru kılan nesnel gerçeklik arasında doğa kanunsal bir bağıntının varlığını gerektirir. Ayrıca, doğru inancın bilgi niteliği kazanması için bu koşulların haricinde dikkate alınması gereken bir iç unsura hiç gerek yoktur. (10) Örneğin, öznenin doğrudan bilişsel erişiminin gerçekleşmesi bağlamında bir iç unsur olan gerekçelendirme koşulu bilgi için zorunlu değildir. Çünkü, algı ve iç gözleme dayalı inançların bilgi niteliği kazanması için öznenin herhangi bir katkısına, algı ve iç gözlemin güvenilirliğine ilişkin bilişsel bir erişiminin olup olmadığına bakmamıza gerek yoktur. Öyle ki, gerekçelendirme koşulunun sağlanmış olması, bu mekanizmaları daha güvenilir yapmayacağı gibi, S’nin inançlarının doğruluğu üzerinde de herhangi bir etkisi olmayacaktır. Bu anlamda, gerekçelendirilmiş inanç elde etme çabası ve doğru inanç arayışı birbirinden ayrılır. Fakat doğruluk, tek ve en yüksek epistemik normdur; bu nedenle, gerekçelendirme bilginin gerek unsurları arasında yer almaz. Öte taraftan, inancın içselci bir tarzda gerekçelendirilmesi pozitif epistemik statü için yeterli de değildir; çünkü öznenin, inancını hem sorumlu hem de rasyonel bir şekilde yanlış gerekçelere dayandırması olanaklıdır. (11)

Goldman, Gettier problemine dışsalcılığın güvenilircilik türü içeri­ sinde çözüm bulmaya çalışır. Güvenilircilik görüşü bir inancın epistemik statüsünü, çoğunlukla doğru inançlara neden olan bilişsel süreç veya me­kanizmaların nesnel güvenilirliğine bağlar ve bilginin oluşumu için dört koşul ileri sürer. Bunlar: (i) S öznesi, ö önermesine inanır; (ii) ö doğrudur; (iii) S’nin bu doğru inancı güvenilir bir süreç veya süreçler tarafından oluş­turulmuştur; ve (iv) hiçbir “ilgili alternatif durum” yoktur. Koşul (iii)’de ifade edilen güvenilirlik unsuru, bu bilgi analizinin çekirdeğini oluşturur ve genellikle nesnel olasılık bakımından belirlenir. Ayrıca, güvenilircilik için bilgi üzerinde hiçbir a priori sınırlama bulunmaz. Bilginin varlığı inançlarımızı oluşturan algı, usavurma, bellek ve iç gözlem gibi bilişsel süreçlerin nesnel güvenilirliği hakkındaki olgulara bağlıdır.

Güvenilirciliğin farklı türleri olduğu gibi, güvenilirlik kavramının nasıl belirlenip karakterize edileceği konuları da oldukça tartışmalıdır. Goldman (1986, s. 42-49), güvenilirciliğin farklı versiyonlarını kısaca da olsa tartışı ve kendi savunduğu güvenilir süreçler yaklaşımını öne çıkarır. Goldman güvenilir süreçler yaklaşımını, çok titiz karşı örnekler ve önemli itirazlar temelinde, sürekli olarak değiştirip geliştirmeye çalışır. Goldman’ın üzerinde uğraştığı temel sorun, ‘güvenilir olma’ niteliğini belirlemektir. Ancak güvenilir süreçler yaklaşımı bu sorun bağlamında geliştirilen türleri burada ele alınmayacak, tartışmamız Goldman’m Epistemology and Cognition’da önerdiği temel görüş ile sınırlı tutulacaktır.

Goldman (1986, s. 46-55), bilişsel süreçlerin güvenilirliğini, bu süreçlerin hem gerekte mevcut olan olgusal durumlarda hem de “ilgili alternatif durumlarda” (çoğunlukla) doğru inanç oluşturmaları bakımından karakterize eder ve koşul (iv)’de ifadesini bulan “ilgili alternatif durumlar” sınırlamasının Gettier problemini çözdüğünü düşünür. Goldman (1986, s. 54-55) göre,

Bu örneklerin [Gettier-türü durumlar] yerel güvenilirlik sınırlaması veya ilgili alternatif durumlar mevcut olmamak koşulu aracılığı ile üstesinden gelinebilir. S, Jones’un Ford marka bir arabaya sahip veya Brown’un Barselona’da olduğunu, ki bu doğru olmasına rağmen, bil­miyor. Niçin bilmiyor? S’nin doğru inancı bilgi değildir, çünkü bu doğru inanç, S’nin [Jones’un Ford marka arabası olduğuna ilişkin] bütün delilleriyle uyumlu olan şu ilgi alternatif durum tarafından bozulmuştur: Jones’un Ford marka bir arabası yoktur ve Brown Barselona’da değildir. Bu, gerçekte mevcut olmayan olası olgusal durumdur ve S sahip olduğu deliller aracılığıyla bu durumu gerçekte mevcut olgusal durumlardan ayırt edemez. (12)

Eş deyişle, bilişsel süreçlerin güvenilirliği, olgusallıkta mevcut olmayan olası ilgili alternatif durumlarda da doğru inanç oluşturmalarına bağlıdır. Bundan dolayı, “ilgili alternatif durumlar mevcut olmamalı” şeklindeki sınırlama, Gettier türü durumlara maruz kalan öznelerin niçin bilmiyor olduğunu açıklar. Yani bilginin koşul (iv)’de ifade edilen unsuru veya “yerel güvenilirlik” koşulu sağlanmadığı için S’nin doğru inancı bilgi değildir. Şöyle ki, “Jones’un Ford marka bir arabası vardır” inancına neden olan bilişsel süreç veya süreçler, gerçekte mevcut olmayan olası bir olgusal durumda da – örneğin, “Jones’un Ford marka bir arabası yoktur ve Brown Barselona’da değildir” gibi olgusallıkta mevcut olmayan bir dünyada ­ kullanılmış olsaydı, S, “Jones’un Ford marka bir arabası vardır veya Brown Barselona’dadır” önermesine, ki bu önerme söz konusu mantıksal dünyada yanlıştır, yine de aynı şekilde inanıyor olacaktı. Bundan dolayı, “Jones’un Ford marka bir arabası yoktur ve Brown Barselona’da değildir” iddiasını doğru kılan olası olgusal dünya bir ilgili alternatif durumdur. İşte böyle bir alternatif durumun varlığı, “Jones’un Ford marka bir arabası vardır veya Brown Barselona’dadır” inancın neden tesadüfen doğru olduğunu belirtir. S’nin doğru inancı bilgi değildir, çünkü tesadüfen doğru olan bu inanç ilgili alternatif durumda yanlış olmuş olacaktır ve bu hata olasılığı S’nin doğru inancının bilgi niteliği kazanmamasını engeller.

“Hiçbir ilgili alternatif durum olmamalıdır” koşulu diğer Gettier türü durumları da benzer şekilde önlemektedir. Çiftlik evi örneğindeki özne, yani Henry, “bu bir çiftlik evidir” önermesini aslında bilmemektedir, çünkü Henry’nin doğru inancı son koşulu sağlamaz. Henry’nin inancına neden olan bilişsel süreç, Henry gerçek bir çiftlik evinin önünde değil de, etrafta çok sayıda bulunan bu maket evlerden herhangi birisinin önünde de durmuş olsaydı, “bu bir çiftlik evidir” inancını oluşturmuş olacaktı. Ancak böyle bir durumda Henry’nin inancı yanlış olmuş olacaktı. Henry’nin inancının tesadüfen doğru olması ve dolayısıyla da bilgi sayılmamasının nedeni, böyle bir ilgili alternatif durumun varlığıdır.

Dışsalcılığın farklı ama ilginç bir türünü savunan Fred Dretske (1978) ve Robert Nozick de (1981) bilgi kavramını öznenin öznel perspektifine hiç yer vermeksizin tamlamaya çalışırlar. Dretske’ye (1978, s. 41)’ye göre S öznesinin P önermesini bilmesi şu iki şartın sağlanmasına bağlıdır: (1) S, P’ye kesin (conclusive) bir neden, N, temelinde inanır; ama (2) P doğru olmamış olsaydı, N de doğru olmayacaktı. Dretske, epistemik nedenleri olgusallıkta mevcut olmayan olası olgusal durumları kapsama bağlamında karakterize eder ve “kesin nedenler”in varlığını ikinci koşulun sağlanmasına bağlar. Şöyle ki, N’nin bir “kesin neden” alma niteliği kazanması, “P önermesi doğru olmamış olsaydı, N de doğru olmayacaktı” şeklindeki koşullu önermenin doğru olmasına bağlıdır. Bu bağlamda, mantıksal olarak kesin olan nedenler, kesin nedenlerin bir alt kümesini oluşturur. Bu koşullu önerme, yani (2), mantıksal olarak doğru ise, N mantıksal olarak kesin olan bir kesin nedendir. Ancak, (2) mantıksal bir doğru değilse, o zaman N için “deneysel olarak kesin olan kesin nedendir” diyebiliriz.

Böylece Dretske (1978, s. 56-7) öznenin kesin nedenlere (conclusive reasons) sahip olmamalı bilginin oluşumu için gerekli görür. Doğru inancı bilgiye kesin nedenler dönüştürür demek, “yanlışlık hiçbir şekilde olasılık dahilinde olmamalı” sınırlaması bilginin gerek koşulu olarak önermek demektir. Çünkü, öznenin kesin nedenlere sahip olması, yani (2)’nin doğ­ ruluğu, P’nin yanlış olma olasılığını dış anda bırakır. (13) Dretske (1978, s. 57) kesin nedenler şartının Gettier problemini çözdüğünü öne sürer:

Burada önerilen bilgi çözümlemesine göre, S’nin nedenleri ve P ara­ sında kurulması gerekli görülen bu bağıntı, elbette ki, P’nin yanlış olma olasılığını dışarda bırakacak yeterli güce sahiptir. Özne, yanlış olan bir şeye hem inanıp, hem de o inancı için kesin nedenlere sahip olamaz. Bundan dolayı, bu tür karşı örnekler oluşturulamaz.

Diğer bir deyişle, “P doğru olmamış olsaydı, N de doğru olmayacaktı” koşulunun sağlanmamış olması, Gettier engeline takılan bir öznenin niçin bilmiyor olduğunu açıklar. Bilgi, inanç P’nin yanlış ama neden N’nin mev­cut olduğu bir durumu elimine eden bir “kesin neden”i gerekli kılar. Fakat Gettier-türü örneklerde, öznenin nedenleri ve inancı arasında böylesine güçlü bir bağıntı yoktur. Yani özne aynı nedenlere, inancı yanlış olmuş olsaydı da sahip olacaktı. Öznenin bilmiyor olmasının nedeni, onun inancının böyle bir tehdit altında olmasıdır.

Gettier’in örneğindeki özne, Smith, “Jones’un Ford marka bir arabası vardır veya Brown Barcelona’dadır” şeklindeki P önermesini bilmiyor, çünkü onun delilleri, yani N, gerçekte mevcut olmayan öyle bir olası olgusal durumu,  yani şu tümel evetleme önermesini devre dışı bırakamaz: (~P∧N). Ancak P’nin yanlış olma olasılığı -ki Smith’in delilleri bu olası durumu ortadan kaldıracak güçte olmadığı için bir ‘kesin neden olma’ niteliğinden yoksundur- Smith’in doğru inancının bilgi sayılmamasıyla sonuçlanacak şekilde bilginin varlığı için ciddi bir tehdit oluşturur.

Benzer şekilde, Henry’nin doğru inancının, yani “bu bir çiftlik evidir” iddiasının bilgi sayılmamasının nedeni, onun bu inancı için sahip olduğu delillerin, “bu bir çiftlik evidir” iddiasının yanlış ama aynı delillerin yine de mevcut olduğu bir olası olgusal durumu dışarıda bırakacak yeterli güçte olmamasıdır. Bu bağlamda, “bu bir çiftlik evidir” önermesi tesadüfen doğrudur. Çünkü Henry’nin elindeki deliller ve “bu bir çiftlik evidir” öner­mesi arasındaki bağlantı, bu önermenin yanlış olma olasılığına kapı aralar. Henry’nin niçin bilmiyor olduğunun nedeni işte böyle bir olasılığın söz konusu olmasıdır. Böylece Dretske’ye göre kesin nedenler sınırlaması, yani (2), Gettier-türü durumların önüne geçmektedir.

Nozick (1981, s. 172-196), Dretske’nin bu bilgi çözümlemesini geliştirir ve inancın “doğruyu izlemesi” koşulunun sağlanmasını bilginin oluşumu için zorunlu görür. Daha spesifik olarak, Nozick (1981, s. 172) bilgiyi şu dört koşul aracılığıyla tanımlamaya çalışır: S öznesi, ö önermesine inanır; ö doğrudur; eğer ö doğru olmamış olsaydı, S öznesi ö’ye inanmıyor olacaktı ve eğer ö doğru olsaydı, S öznesi ö’ye inanmıyor olacaktı. (14) Doğru inancı bilgiye, inancın “doğruyu izlemesi” sınırlaması dönüştürür ve tanım­daki son iki koşul bu sınırlamanın iki farklı yönünü ifade eder. Şöyle ki, Nozick’e (1981, s. 176) göre bilginin yukarıda ifade edilen ilk iki koşulunun sağlanmış olması, yani ö’nün doğru ve S’nin de ö’nün doğru olduğuna inanması, onun bu inancının ö’nün “doğruluk-değerine duyarlı” olup olmadığı konusunu açıkta bırakır. Oysa bilginin varlığı öznenin bilişselliğinin doğru­ ya duyarlı olmasını gerektirir. Nozick’in inancın “doğruyu izlemesi” adını verdiği sınırlama tam da bunu dile getirir. Tanımdaki üçüncü koşul, öznenin inancının ö’nün “yanlışlığına”; son koşul ise “doğruluğuna duyarlı” olması gerektiğini belirtir. Böylece Nozick, üçüncü koşul aracılığıyla Gettier türü durumların önüne geçilebileceğini önerir.

Smith’in, P önermesi yani “Jones’un Ford marka bir arabası var veya Brown Barcelona’dadır” iddiası hakkındaki gerekçelendirilmiş doğru inancı bilginin örnek bir durumu değildir. Çünkü burada, bilginin üçüncü koşulu sağlanmamıştır; yani Smith’in P önermesi hakkındaki inancı, P’nin yanlış­ lığına duyarlı değildir. Daha spesifik olarak, Gettier’in örneğinin üçüncü koşulu yerine getirmesi şu anlama gelir: “Jones’un Ford marka bir arabası var veya Brown Barcelona’dadır” iddiası eğer doğru olmamış olsaydı, Smith buna inanmamış olacaktı. Fakat Brown’un Barcelona’da olmadığı bir olası olgusal durumda, bu iddia yanlış olmuş olacak ve bu durumda Smith, aynen daha önce olduğu gibi, Jones’un Ford marka bir arabası var veya Brown’un Barcelona’da olduğuna yine de inanıyor olacaktı. Smith’in P’yi bilmiyor olmasının nedeni budur. Dolayısıyla tanımdaki üçüncü koşul Smith’in (te­sadüfen) doğru inancın bilgi sayılmasının önüne geçmektedir.

Goldman’ın çiftlik evi örneği de benzer şekilde açıklanabilir. Henry’nin, “bu bir çiftlik evidir” önermesini bilmiyor olmasının nedeni, onun bu önerme hakkındaki inancının “bu bir çiftlik evidir” önermesinin yanlışlığına duyarlı olmamasıdır. Yani, Henry’nin önünde durduğu ev eğer gerçek bir çiftlik evi olmamış olsaydı, Henry P önermesine inanmıyor olacaktı. Fakat Nozick’in de (1981, s. 175) belirtiği gibi, Henry gerçek bir çiftlik evinin önünde durmamış olsaydı da, P’ye yine aynı şekilde inanıyor olacaktı. Fakat bu durumda üçüncü koşul sağlanmadığı için Henry’nin doğru inancı bilgi değildir.

III

Dışsalcıların bu önerileri, Gettier problemini çözmektedir. Ancak, bu noktada, şu sorunun sorulması önemlidir: Bu çözümler bilginin yanılabilir olduğunu ileri süren yanılabilircilik görüşüyle tutarlı mıdır? Burada ileri sürmek istediğim genel argüman şudur: Dışsalcıların önerdiği bu çözümler, Descartes’ın bilgi hakkındaki yanılmazcılık görüşü üzerinde şekillenir ve bu nedenle, çağdaş epistemolojide yaygın bir şekilde kabul edilen yanılabilirci­lik anlayışıyla uyumsuzdur.

Stewart Cohen (1988, s. 91) ve Baron Reed’in de (2002, s. 143) iddia ettikleri gibi, her çağdaş bilgi kuramı yanılabilirciliğin belli bir versiyonu olarak kendini gösterir ve Hume’un çıkmazına paralel olarak insan bilgi­ sinin genel olarak yanılabilir olduğunu öne sürer. S öznesi p önermesini “yanılabilir bir şekilde biliyor” demek, Hetherington’ın (1999, s. 565) te­rimleriyle ifade edecek olursak, “S, p’yi biliyor ama S’nin, p‘ye olan inancı hakkındaki haklılandırması, S’nin p’ye inanmada yanılıyor olması olgusuyla uyumludur” demektir. (15) Reed (2002, s. 144) yanılabilirciliğin birbirine eşdeğer iki standart versiyonu bulunduğunu belirtir. Bunlardan ilki, Reed’e göre, yanılabilir bilginin oluşumunu şu iki şartın sağlanmasına bağlar: (1) S öznesi ö önermesini j gerekçelendirmesi temelinde biliyor, ama (2) S’nin j temelinde inandığı ö önermesi yanlış olmuş olabilirdi. Reed için yanılabilirciliğin diğer tanımı ise yanılabilir bilginin varlığı için şu iki şartı öne sürer: (i) S öznesi ö önermesini j gerekçelendirmesi temelinde biliyor olsa da, (ii) j, ö’nün doğruluğunu garanti etmez. Bu anlamda dışsalcılar da yanılabilirciliği savunuyor gözükmektedirler. Goldman (1976, s. 790), kendi önerdiği yaklaşımın epistemolojideki yeri ve önemini vurgulamak için, “bu kuramın amaçlarından biri, epistemolojideki geleneksel “Kartezyen” bakış açısına bir alternatif ortaya koymaktır” der.

Kartezyen bakış açısı, yanılabilirciliği, gerekçelendirmenin inancın doğruluğunu mantıksal olarak garanti etmesi bağlamında ele alır ve bilginin oluşumu için şu şartı öne sürer: ö önermesi sadece doğru değil, ama hiçbir şekilde yanlış da olmamalıdır. Örneğin Keith Lehrer (1979, s. 65) tam da bundan dolayı, “bilgiye, epistemik gerekçelendirmenin kesin olandan ke­sin adımlar aracılığıyla ilerlemesiyle ulaşıldığını savunan Kartezyenciler için Gettier probleminin gündeme gelmeyeceğini” açıkça ifade eder. Yine Stewart Cohen’in de (1984, s. 280) iddia ettiği gibi, doğruluk bağıntısı hakkında savunulabilecek en katı görüşü, Descartes tarafından öne sürülen yaklaşımdır. Kartezyen adıyla da ünlenen bu yaklaşım şudur: Gerekçelendirme, doğruyu mantıksal olarak gerekti­rir. Biçimsel olarak ifade edilecek olursa; şu kavramsal bir doğrudur: Eğer C durumları, S öznesi için B inancını gerekçelendiriyorsa, C, B’nin doğruluğunu mantıksal olarak garanti eder.

Böylece Descartes, bir inancın gerekçelendirilmiş olması ile onun doğru­luğu arasında mantıksal veya kavramsal bir ilginin varlığını öngörür. (16) Bu öngörünün temel gerekçesi oldukça kökleşmiş olan öyle bir argümana dayanır. Bir inancın tamamen tesadüfen ya da sırf şans eseri doğru olması, o inanca bilgi statüsü kazandırmaz. Çünkü tamamen tesadüfen doğru olan bir inanç çok kolaylıkla yanlış da olabilirdi. O halde, inanç ö’nün gerekçelendirilmesi ve doğruluğu arasında “uygun” bir bağıntının kurulması bilgi için zorunludur. (17) Bazen “doğruluk bağlantısı” olarak da adlandırılan bu bağlantıyı Descartes şöyle karakterize eder. Doğruluk koşulu bilgi için yeterli değildir; ö’yü bilmek için ö’nün kesinlikle yanılmaz bir nitelikte de olması gerekir. Böylece Descartes, inancın yanılmazlığını ö’nün kesinliği ve kesinlik kriterini de şüphe edilemezlik bağlamında ele alarak; doğruluk bağıntısını, gerekçelendirmenin ö’nün doğruluğunu dedüktif bir tarzda gerektirmesi bakımından karakterize eder. Ona göre, S öznesi için ö hiçbir şekilde şüphe edilemez ve dolayısıyla S’nin ö hakkındaki inancı gerekçe­lendirilmişse, S’nin ö‘ye ilişkin bu gerekçesi ö‘nün doğruluğunu mantıksal olarak gerektirir. Doğruluk bağıntısını böylesine katı karakterize eden ve dolayısıyla inancın yanlış olma olasılığının bilgi ile uyumsuz olduğunu öne süren bir bilgi anlayışı içerisinde Gettier-türü senaryoların gündeme gelme­yeceği açıktır. Nitekim Gettier, Descartes’ın epistemik gerekçelendirmeyle ilgili bu güçlü savını bir kenara koymak suretiyle, yani gerekçelendirilmiş yanlış inancın olanaklı olduğu varsayımı temelinde, bilgi ve gerekçelendiril­miş doğru inancın eşdeğer olmadığını gösteren örnek durumların varlığına işaret eder. Descartes’ın, bilgi kavramını gerekçelendirilmiş doğru inanç çözümlemesi geleneği içerisinde işleyip işlemediği tartışması bir tarafa, Gettier’in örneklerine iki önemli itirazı olacaktır. (18)

Bunlardan ilki şöyle ifade edilebilir. Gettier-türü örneklerde, öznenin inancı geleneksel tanımının son koşulunu yani gerekçelendirme unsurunu yerine getiremez. Çünkü bu örneklerde, S’nin ö’ye ilişkin gerekçelendirmesi ö‘nün doğruluğunu mantıksal olarak gerektirmez. Bu nedenle, Gettier’in örnekleri geleneksel tanımın eksik, diğer bir deyişle, çok genel olduğunu göstermez. İkincisi, söz konusu örnek durumlar, gerekçelendirmenin yanılabilirliği kabulüne paralel olarak, bilgi ve epistemik şansın uyumlu olduğunu, inancın yanlış olma olasılığının bilginin varlığı için herhangi bir tehdit oluşturmadığını esas alır. Ama hiç de makul olmayan bu öngörü kabul edilmediği taktirde, Gettier’in örnekleri kesinlikle tasarlanamaz.

Descartes’in böyle bir eleştiriyi yükseltecek olması, Kartezyen bilgi teorisinin doğal bir sonucudur. Çünkü Descartes’a göre, verilen bir inancın yanlış olma olasılığı ve bilgi birbiriyle uyumsuzdur ki -bu, birinin varlığı di­ğerinin mevcut olmadığın anlamına gelir. Nitekim, “ö önermesi sadece doğru değil, ama hiçbir şekilde yanlış da olmamalıdır” şeklindeki sınırlama bunun bir ifadesidir. özellikle şüpheci düşünceleri karşılamak için Descartes’ın geliştirdiği bu bilgi çözümlemesi, “yanlışlık mantıksal olarak olanaksız olmalı” şartına bilginin oluşumu için gerek görür. Günümüz felsefecilerinden Richard Fumerton’ın (1995, s. 4) Kartezyen yaklaşım üzerine yaptığı yorum bunu oldukça destekler niteliktedir:

Epistemolojik tartışmalarda sürekli olarak gündeme gelen ve neredey­se hep ön planda kendine yer edinen bir Kartezyen bilgi görüşünün var olduğuna inanıyorum. Bilgi söz konusu olduğu zaman Descartes’ın ulaşmaya çalıştığı epistemik nitelik, hatanın tasavvur bile edilemez­liği, yanlışın kesinlikle olanaksız olmasıdır. Descartes, bu tür bilgiye ulaştığı taktirde, şüpheci meydan okumalara karşı dik durabileceğin­den emindi.

Bilgiyi mutlak kesinlik yani öznenin epistemik nedenlerinin hiçbir şekilde “sarsılmazlığı” ya da inancın yanlış olma olasılığının asla “tasavvur edile­mezliği” bağlamında çözümleyen bir bilgi kuramının, Gettier-türü örnekler karşısında nasıl bir tepki vereceği açıktır. (19) Descartes’ın tepkisi, yukarıda da belirtildiği gibi, öyle olacaktır. Bilgi ve epistemik şansın uyumsuz olmaları ve dolayısıyla bu örneklerdeki öznelerin ö‘yü bilmemelerinin nedeni, onların şanslı bir şekilde oluşturduğu doğru inançların çok kolaylıkla yanlış da olabileceği, söz konusu bu doğru inançların hatalı olabileceğinin düşü­nülmesinin çelişkiye götürmeyeceğidir. Bu bağlamda, Gettier’in örnekleri inancın yanlış olma olasılığının bilginin varlığı için hiçbir tehdit oluşturma­dığı öncülüne dayanır. Fakat, Descartes için, his, de makul olmayan bu öncül kabul edilmediği sürece, bu tür örnekler kesinlikle ileri sürülemez.

IV

Yukarıda incelediğimiz dışsalcı kuramcıların, Gettier problemini aşmak için önerdikleri çözümler de temelde Descartes’ın bu itirazına dayanır. Gettier’in tasarladığı örneklerdeki öznelerin niçin bilmiyor olduğunu dışsalcılar da aynı şekilde açıklar. Sağduyunun, Gettier’in örneklerine tepkisi, tekrar etmek gerekirse şudur: Epistemik şans bilgiye kaynaklık etmez. Diğer bir deyişle, bu örneklerdeki öznelerin ö’yü bilmiyor olmasının nedeni, buradaki öznelerin ö’ye ilişkin nedenleri ve ö‘nün doğruluğu arasında bir uygun ba­ğıntının kurulmamış olmaması ve bunun sonucu olarak da ö‘nün tesadüfen doğru olmasıdır. Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi, sağduyun ortaya koy­duğu bu belirlenim açıklanmalı, bu değerlendirme belli bir teorik çerçeveye oturtulmalıdır. Ne var ki, bunu başarmak için dışsalcıların önerdiği çözümler Descartes’ın yanılmazcılık savı üzerinde şekillenir. Çünkü Gettier problemi, bu çözüm önerilerine göre, doğru inanca bilgi niteliği kazandıracak dış unsurların inancın doğruluğunu garanti etmesi bağlamında çözülebilir. (20) Goldman’ın “yerel güvenilirlik”, Dretske’nin “kesin nedenler”, Nozick’in “bilginin kaynağını izlemesi” adı altında önerdikleri koşullar, Descartes’ın, “ö önermesi hiçbir şekilde yanlış olmamalıdır” savının sadece değişik ver­siyonlarıdır.

Goldman’ın “yerel güvenilirlik” sınırlaması, Descartes’ın yanılmazcılık savını çağdaş epistemolojide yeniden canlandırır. Şöyle ki, Jones’un inancının yanlış olduğu ilgili bir alternatif durumun varlığı, “Jones’un Ford marka bir arabası vardır veya Brown Barselona’dadır” inancının neden tesadüfen doğru olduğunu açıklar. Jones’un doğru inancı bilgi değildir, çünkü tesadüfen doğru olan bu inanç ilgili alternatif durumda yanlış olmuş olacaktı; ama böyle bir hata olasılığının varlığı doğru inancın bilgi niteliği elde etmesini önler. Yanılmazcılığın kabulüne dayanan bu önerinin tohumları Goldman’ın (1986, s. 30) şüpheci argümanların temel dayanağı üzerine yaptığı şu belirlenimde açıkça görülür:

İnancın tesadüfen doğru olduğunu söylemek, söz konusu inanç çok kolaylıkla yanlış olmuş olabilirdi, demektir; ve bu hata olasılığı bil­ginin oluşumunu engeller. Bilgi, şanslı tahminle elde edilen doğru inançtan çok daha fazlasını gerekli kılar. Bilgi hata tehditini elimine etmelidir.

Dretske de Gettier problemini bu bağlamda ele alır. Onun bilgi tanımındaki kesin nedenler unsuru, inancın yanlış olması hiçbir şekilde olasılık dahilin­ de olmamalı şartını, bilginin oluşumu için zorunlu sayar. Bu, Descartes’ın yanılmazcılık anlayışının farklı bir versiyonundan başka bir şey değildir.

Çünkü Dretske’nin bilgi için zorunlu saydığı kesin nedenler sınırlaması, bilgi söz konusu olunca Descartes’ın da amaçladığı gibi, inancın yanlış olma olasılığını dışarıda bırakır. Dretske’in (1978, s. 57) terimleriyle, eldeki bilgi analizini haklılandıran nedenlerin bir bölümü (Gettier-türü örnekler tarafından desteklenen) şu kabule dayanır: Bilgi, ki eğer belli bir delilsel bağıntıyı, gerekli kılacaksa, hata olasılığını mutlaka elimine edebilecek güçteki bir delilsel bağıntıyı gerekli kılmalıdır.

Bu, yanılmazcılığın en merkezi savıdır; çünkü doğru inancı bilgiye dönüş­ türen unsurların inancın yanlış olma olasılığını ortadan kaldırmasını bilgi için zorunlu sayar. Yani Dretske, doğruluk koşuluna ek olarak, “inanç hiçbir şekilde yanlış olamaz” şartını bilgi için gerek görür ki bu, Descartes’ın özellikle “temel inançlar” için zorunlu saydığı yanılmazlık koşulundan başka bir şey değildir. Dretske, yanılmazcı perspektifin bu savı temelinde, epistemik şans ve bilginin uyumsuz olduklarını açıklayıp, tesadüfi doğru inanç ve bilginin eşdeğer olmadıklarını ortaya koyar. Oysa bilginin yanılabi­lir olduğunu öne süren yanılabilircilik görüşü, biraz şans ve bilginin uyumlu olduklarını kabul eder. Tartışmamız açısından burada önemli olan nokta, yanılabilircilik görüşünün, tesadüfi doğru inanç durumlarını hata olasılığının yöresinde değerlendirmemesi, epistemik şans olgusunu inancın yanlış olma olasılığının bir şekilde gerçekleşmesi olarak ele almamasıdır. Buna karşılık, Dretske’nin önerdiği bilgi çözümlemesi, Gettier-türü senaryolarda betimlenen tesadüfi doğru inanç örneklerini, inancın çok kolaylıkla yanlış da olabileceği durumlar olarak görür ve bu nedenle, bilginin, bu tür olasılık­ları ortadan kaldıran unsurlara sahip olması gerektiğini savunur. Bunun için Dretske’nin çözümü mükemmeliyetçi ve yanılmazcıdır.

Benzer şekilde, Nozick’in doğru inanca eklediği üçüncü koşul da yanılmazcılık görüşünü açıkça öne çıkarır. Şöyle ki, Nozick bilginin oluşumu için, doğruluk ve inanç koşullarına ek olarak, öznenin bilişselliğinin inancın doğruluğunu izlemesi şartını öne sürer. İnançlar “doğruluk-değerlerine duyarlı olmalı” şeklinde de ifade edilen bu koşul iki ayrı sınırlamadan ibarettir. Yukarıda da belirtildiği gibi, tesadüfen doğru inanç durumlarının bilgi sayılmasını önlemek için önerilen üçüncü koşul bu sınırlamalardan birisi olup, “ö doğru olmamış olsaydı, S öznesi ö’ye inanmamış olacaktı” şartını ileri sürer. Fakat bu sınırlama yanılmazcıdır, çünkü epistemik şans olgusunu tesadüfen doğru inançların sahip olduğu ‘yanlış olma’ olasılığının gerçekleşmesi, kendini göstermesi olarak değerlendirir. Böylece üçüncü koşul, öznenin bilişselliğinin ö‘nün yanlışlığına duyarlı olmasının gerekti­rerek, hata olasılığını önlemeyi amaçlar. Ancak bu, “ö inancı hiçbir şekilde yanlış olmamalıdır” şeklindeki yanılmazcı iddianın kabul edilmesi anlamına gelir. Çünkü Descartes’ın “yanılmış olsaydın, bilgin yok” savı, Nozick’in “ö doğru olmamış olsaydı, ö’ye inanmamış olacaktım” iddiasını mantıksal olarak ima eder. Bu bağlamda, Nozick’in çözümü de temelde yanılmazcılık öğretisine dayanır.

V

Sonuç olarak, dışsalcılar, Gettier problemini Descartes’ın sıklıkla öne çıkardığı yanılmazcılık görüşü doğrultusunda çözer. Bunu desteklemek için yukarıda geliştirmeye çalıştığım argüman kabaca şöyle ifade edilebilir. Yanılmazcılık görüşü bilgiyi “inancın yanlış olma olasılığı tasavvur bile edi­lemez” düşüncesi çerçevesinde karakterize eder. Dışsalcılar, Descartes’ın bu düşüncesini öznenin bilişselliğinin olası olgusal durumlarda vereceği sonuçlar bakımından yeniden ele alarak, “inancın yanlış olma olasılığı dışarıda bırakılmalı” şartını öne sürer ve böylece Gettier türü durumları önlemeyi önerirler.(21) Fakat bu öneri çağdaş epistemolojide yaygın bir şekilde kabul edilen yanılabilircilik görüşü ile tutarsızdır. Çağdaş epistemoloji, modern epistemolojiden farklı olarak fakat haklı bir şekilde, yanılabilirciliği öne çıkarır ve “yanılmış olsaydın da biliyorsun” savını destekler. Öte taraftan, Gettier problemini çözmek amacıyla modern epistemolojinin yanılmazcılık gibi hiç de makul olmayan kaynaklarına böylesine bir tutarsızlık riski göze alınarak başvurulması, kısmen çağdaş epistemolojinin içinde bulunduğu tıkanıklığın bir sonucudur. Gettier’in örneklerinde ortaya çıkan tuhaf durum epistemik şansın gerçek doğasının neliği hakkındaki belirsizlikte yatar. Öyleyse, Gettier probleminin tutarlı bir çözümü, Descartesçı modern epistemolojide değil, epistemik şansın gerçek doğasını Humecu terimlerle ortaya koyacak görüşlerde aranmalıdır.


Dipnotlar

  • (1) Jonathan Dancy 1985, s. 23; John Pollack 1986, s. 180 ve Robert Audi İÇ98, s. 214-16. Geleneksel tanımın, bu üç koşulu bilgi için neden gerekli kıldığı konusu­nu Türkçe ele alan açıklayıcı bir çalışma için bkz. Murat Baç 2007, s. 571.
  • (2) Russell’ın da üçlü çözümlemeyi hedef alan benzer karşı örnekler tasarladığı düşünülmektedir. Ayrıca, üçlü çözümlemenin tarihsel geçmişi ve önemi konusunda oldukça farklı yorumlar da vardır. Bkz., özellikle Mark Kaplan 1985.
  • (3) Goldman (1986, s. 54) bu önerisini şöyle ifade eder: “bu örneklerin yerel güve­nilirlik sınırlaması, ilgili alternatif durumlar mevcut olmamalı koşulu aracılığı ile üstesinden gelinebileceğine inanıyorum.” (Goldman’m Epistemology and Cogni­tion başlıklı çalışmasında ortaya koyduğu bu çözüm önerisi aşağıda daha detaylı olarak ele alınacaktır.) Örneğin, Daniel ve Frances Howard-Snyder & Neil Feit (2003, s. 306), Epistemology and Cognition’daki bu ifadelere gönderme yaparak, Goldman’ın, Gettier sorunu “ilgili alternatif durumlar” sınırlaması çerçevesinde çözdüğünü belirtirler. Ancak, bu noktada gündeme gelebilecek olası bir eleştiri şudur: “Goldman’ın “geç dönem” dışsalcı/ doğalcı yaklaşımında, (en azından ilk bakışa) kesinlikle yanılmazcı bir yaklaşım bulunmamaktadır.” Felsefe Tartışmaları dergisi için bu makaleyi değerlendirmeye alan hakemin yükselttiği bu itiraz belki haklı olabilir. Fakat, Goldman’ın “geç dönem” çalışmalarında Gettier sorununu yeniden ele alıp, bu sorun bağlamında farklı bir bilgi çözülmemesi geliştirdiğinden pek emin değilim. Dolayısıyla, buradaki tartışmamız Goldman’ın Epistemology and Cognition’da savunduğu yaklaşımla sınırlı tutulacaktır.
  • (4) Roderick Chisholm (1982, s. 45-6) ve Keith Lehrer (1978, s. 149-150) gibi içselci felsefecilerin yukarıda kabaca dile getirilen çözümleri de doğru inanç, bilgiye dönüştürecek koşulların inancın doğruluğunu garanti etmesi gerektiği savına dayanır. Ancak buradaki tartışmamız, sayfa sınırlaması da göz önüne alınırsa, sadece dışsalcılıkla sınırlı tutulacaktır.
  • (5) Benzer sunumlar için bkz., Alvin Goldman 1976, s. 790; Keith Lehrer 1979, s. 65; Richard Fumerton 1995, s. 4; Bruce Aune 1991, s. 1; Lex Newman 2005; Mark Kaplan 1985, s. 353; Robert Audi 1993, s. 300; Richard Foley 1993, s. 85 ve Alvin Plantinga 1990, s. 51.
  • (6) Steward Cohen 1988, s. 91; Stephen Hetherington 1999, s. 565; Baron Reed 2002, s. 143.
  • (7) Benzer sunumlar için bkz., William P. Alston 1989, s. 185-200; Richard Feldman ve Earl Conee 2001, s. 1-3.
  • (8) Alvin Plantinga (I 990, s. 52), gerekçelendirme unsurunun asıl kökeninin Des­cartes ve Locke’un önerdiği deontolojik anlayış oluğunu ileri sürer. Deontolojik görüşe göre, epistemik gerekçelendirmenin merkezi rolü özneye özellikle neye inanması gerektiği konusunda rehberlik etmektir. Gerekçelendirme, öznenin, ö gibi bir önermeye inanmasında, epistemik görev ve sorumlulukların yerine getirmesine bağlıdır: Eğer özne inanç ö’ye inanmada herhangi bir epistemik görev ve prensibi ihlal etmemişse, onun ö’yü kabul etmesine izin verilir ve ö’ye inandığı için de kınanamaz. Öznenin epistemik görev ve sorumlulukları, onun kendi delili açısından olası olana inanmasında yatar ki, gerekçelendirme tam da bu anlamda normatif bir kavramdır. Örneğin, Ginet (1975, s. 14), BonJour (1985) ve Steup (1999) gibi içselci felsefeciler, gerekçelendirmeyi deontik terimler aracılığıyla betimlerler. Fakat günümüzde içselciliği en etkin olarak savunan Alston (l 989, s. l15-152), Foley (1987, s. 13), Paul Moser (1989, s. 38-43) ve Richard Fumerton (l 995, s. 8-20) gibi felsefeciler ise, bir uygun gerekçeye sahip olma bağlamında tanımladıkları gerekçelendirme kavramını deontolojik temelde ele almazlar. Ancak Goldman (1999, s. 272-75), içselci yaklaşımın öne çıkardığı gerek bir uygun gerekçeye sahip olma koşulunun, gerekse erişim sınırlamasının, Plantinga’nın da düşündüğü gibi, deontolojik kavrayıştan beslendiğini iddia eder.
  • (9) Bu, bilginin bilinen bir mantıksal gerektirme altında kapalı olduğunu öne süren ve dolayısıyla da çok daha tartışmalı olan dedüktif kapanış (closure) prensibinden farklıdır.
  • (10) Örneğin bkz. Goldman 1979, s. 1; Bonjour 1997, s. 133. Fakat bazı dışsalcılar, dışsalcı bir çizgide belirlenen gerekçelendirme unsurunun bilgi için gerekli olduğunu düşünülür. Ancak gerekçelendirme, bu yaklaşıma göre, sadece dışsal bir durumdur. Yani gerekçelendirmenin varlığı, öznenin, inancının doğruluğu veya inancına neden olan zihinsel süreçlerin güvenilirliği hakkındaki öznel perspekti­fine değil, bu inanca neden olan mekanizmaların nesnel güvenilirliğine bağlıdır. Bkz. Goldman 1980, s. 29 ve Goldman 1986, s. 53-55.
  • (11) Benzer sunumlar için bkz. Kent Bach (1985, s. 247-8) ve Jonathan Vogel (2000, s. 603-6). çoğu dışsalcı gerekçelendirme unsurunun bilginin dışında bırakılmasının, şüpheci argümanın önünü kestiğini düşünür ve bunu dışsalcı epistemolojiyi desteklemek için sıkça kullanır. Dışsalcılar, P’yi bilmenin, “P’yi bildiğini bil­meyi” gerektiğini öne süren içselci savı da benzer şekilde reddederler. Ayrıca, dedüktif kapanış prensibinin yanlış olduğunu düşünen Dretske ve Nozick, gerek bu içselci savı, gerekse şüpheci argümanın geçerli çıkarımlarının bilgiyi koruduğunu iddia eden bu prensibe açıkça itiraz ederek de çürütmeye çalışırlar.
  • (12) Buradaki vurgu yazara aittir. Goldman (I 986, s. 44-5), bilişsel süreçlerin güvenilirliğini “global” ve “yerel” (“local”) olmak üzere ikiye ayırır: “Global güvenilirlik, bilişsel bir sürecin sadece değerlendirme altındaki belli bir inan­cın oluşturulmasındaki kullanımıyla ilgili güvenilirliği değil, onun bütün…. kullanmalardaki güvenilirliğidir. Yerel güvenilirlik ise, sadece değerlendirme altındaki inanca neden olan bilişsel sürecin güvenilirliği hakkındadır.” Bilişsel süreçlerin güvenilirliği, onların olgusal durumlara uyulanımı bakımından mı yoksa olgusallıkta mevcut olmayan olası olgusal durumlarda çoğunlukla doğru inanç oluşturmaları bağlamında mı değerlendirilecek? Her iki seçeneği de enine boyuna irdeleyen Goldman (1986, s. 46), ilk olarak “Discrimination and Percep­tual Knowledge” başlıklı makalesinde önerdiği “ilgili alternatifler” yaklaşımını daha kabul edilebilir bulur. Buna paralel olarak, bilişsel süreçlerin güvenilirliği, Goldman’a göre, (1986, s. 113) içinde yaşadığımız gerçek dünyada çoğunlukla doğru inanç oluşturmaları açısından değil, gerçek dünyaya benzeyen, gerçek dünyayla ilgili inançlarımızla uyumlu “olağan dünyalar”da (“normal worlds”) oluşturdukları inançların doğru olma oranlarının yeterince yüksek olup olmadığı bakımından ölçülür. Bununla birlikte, Goldman (1986, s. 49), güvenilirlik kav­ ramını, genel olarak, bilişsel süreçlerin uzun vadede gerçekten çoğunlukla doğru inanç oluşturmaları (actual long-run frequency) bağlamında değil, bu süreçlerin çoğunlukla doğru inanç oluşturma “eğiliminde” (propensity) olması bakımından karakterize eder.
  • (13) Dretske’nin burada gündeme getirdiği “neden” kavramı, içselciliğin bilgi için gerekli gördüğü bir “iyi nedene” sahip olma sınırlaması ile karıştırılmamalıdır. Dretske (1978, s. 60), S öznesi, N gibi bir kesin neden temelinde P önermesine inanır derken, S’nin “bilinçli bir şekilde” N’yi öncül olarak kullanıp, P’yi türet­tiğini, P inancını “akıl yürütme” yoluyla N’den ,çıkardığını kastetmemektedir. Yani, Dretske için N’ye belli bir bilişsel erişim gerekli değildir.
  • (14) Böylece Nozick bilgiyi, aynen Dretske’de de olduğu gibi, bilgiye kaynaklık eden (bilişsel) unsurların olgusallıkta mevcut olmayan olası olgusal durumlarda vereceği sonuçlar üzerinden çözümlemeye çalışır. Bkz. Baç 2006, s. 307.
  • (15) Buradaki ‘yanılabilircilik’ terimi, “gerekçelendirilmiş yanlış inanç; olanaklıdır” kavrayışı bağlamında ele alman ‘yanılabilircilik’ teriminden farklıdır. Nitekim, terimin ikinci kullanımı, ki Descartes’ın yüklediği anlamdan çok farklı olarak fakat Gettier’in öngördüğü şekilde, gerekçelendirilmiş yanlış inancın olanaklı olduğunun varsayılmasının herhangi bir çelişkiye yol açmayacağını ima eder. Bkz. Merricks 1995, s. 842.
  • (16) Daha ayrıntılı bir sunum için bkz., Richard Foley (1987, s. 155-57).
  • (17) Bkz., özellikle Steward Cohen (1984, s. 279-80).
  • (18) Bazı kuramcılar, örneğin Alston (1989, s. 35) ve Kaplan (1985), Descartes’ın bil­giyi gerekçelendirilmiş doğru inanç modeli bakımından ele almadığını düşünür.
  • (19) Lex Newman’ın (2005) Oeuvres de Descartes başlıklı çalışmadan yaptığı şu açıklamada, Descartes bunu açıkça dile getirir: “Bilgi, başka hiçbir neden tarafından sarsılamaz şekilde güçlü olan bir nedene dayanan inançtır.”
  • (20) Bu noktada, dışsalcılık ile Kartezyen bilgi kuramı arasında önemli bir farklılık bulunmaktadır. Dışsalcılar, doğru inanca eklenecek unsurlar inancın doğrulu­ğunu garanti etmeli ve böylece inancın yanlış olması olanaksız olmalı derken, buradaki garanti etme ilişkisi ve olanaksızlık modalitesini, Descartes gibi salt mantıksal açıdan değil, inanç ve bu inancı doğru kılan nesnel gerçeklik arasında kurulabilecek doğa-kanunsal bağıntılar bağlamında ele alırlar. Ama dışsalcıların yaklaşımındaki bu farklılık dışsalcı çözümleri yanılmazcı olmaktan kesinlikle kurtarmaz. Nitekim, kimi bilgi kuramcısı, örneğin Richard Foley (1987) ve Fumerton (1995), dışsalcıların doğruluk unsuru üzerine yaptığı aşırı vurgudan dolayı, Descartes’ın temelcilik kuramına gönderme yaparak, dışsalcılığı “dışsalcı temelcilik” olarak nitelendirir.
  • (21) Trenton Merricks (1995, s. 841-42) ve Hetherington (2001, s. 314), yalnızca dışsalcıların değil, Gettier problemini çözmeyi amaçlayan diğer bütün yaklaşım­ların da yanılmazcı olduğunu iddia ederler.

Kaynakça

  • Alston, William. P. (1989) Epistemic Justification: Essays in The Theory of Knowledge, Ithaca: Come! University Press.
  • Audi, Robert. (1993) The Structure of Justification, Cambridge University Press.
  • ———-, (1998) Epistemology, Routledge: Londra ve New York.
  • Aune, Bruce. (19çı) Knowledge of The External World, Routledge: Londra ve New York.
  • Bach, Kenth. (1985) “A Rationale for Reliabilism”, The Monist, say1: 68, s. 246-263.
  • Baç, Murat. (2006) “DIŞ salc1hk”, Felsefe Ansik/opedisi içinde, cilt 4, ed. Ahmet Cevizci, istanbul: Babil Yaynıc1hk, s. 305-309.
  • ———-, (2007) “Epistemoloji”, Felsefe Ansiklopedisi içinde, cilt 5, ed. Ahmet Cevizci, istanbul: Babil Yaynıc1hk, s. 576-581.
  • Bonjour, Laurence. (1997)”Externalism/lnternalism”,A Companion to Epistemology içinde, ed. Jonathan Dancy and Ernest Sosa, s. 132-136.
  • Chisholm, Roderick. (1982) “Knowledge as Justified True Belief’, The Foundations ofKnowing içinde, Minneapolis: University of Minnesota Press.
  • Cohen, Stewart. (1984) “Justification and Truth,” Philosophical Studies, 4(\: 279-95.
  • ———-, (1988) “How to Be A Fallibilist”, Philosophical Perspectives, Sayi: 2, s. 91-123.
  • Conne, Earl. ve Feldman, Richard. (2001) “lnternalism Defended”, American Philosohical Quarterly, sayi: 38, No: 1, s. 1-18.
  • Dancy, Jonathan. (1985) Introduction to Contemporary Epistemology, Basil Blackwell: Oxford.
  • Dretske, Fred. (1978) “Conclusive Reasons”, Essays on Knowledge and Justification içinde, (ed.) George S. Pappas ve Marshall Swain, Cornell University Press, 41-60.
  • Foley, Richard. (1993) Working Without A Net: A Study ofEgocentric Epistemology, Oxford University Press.
  • ———-,(1987) The Theory of Epistemic Rationality, Cambridge:Harvard University Press.
  • Fumerton, Richard.(1995) Metaepistemology and Skepticism, Lanham, MD: Rowman & Litlefield.
  • Gettier, Edmund. (1963) “Is Knowledge Justified True Belief’, Analysis, 23, s. 121-123.
  • Ginet, Carl. (1975) Knowledge, Perception, and Memory, Dordrecht: Reidel.
  • Goldman, Alvin (I 976) “Discrimination and Perceptual Knowledge”, The Journal of Philosophy, sayi: LXXÜI, No: 20, s. 771-79!.
  • ———-,(1979)  “What is Justified Belief?”, Justification and Knowledge içinde, ed, G, S. Pappas, Dordrecth: D. Reidel, s. 1-23.                                                                               •
  • ———-, (1980) “The Internalist Conception of Justification”, Midwest Studies in Philosophy, Sayi: V, s. 27-51.
  • Goldman, Alvin. (I 986) Epistemology and Cognition, Cambridge: Harvard University Press.
  • ———-, (1999) “lnternalism Exposed”, The Journal of Philosophy, 96 (6), s. 271-293,
  • Hetherington, Stephen. (I 999) “Knowing Failably”, The Journal of Philosophy, 96 (11), s. 565-587.
  • ———-,(2001) “A Fallibilistand Wholly lntemalist Solution to The Gettier Problem”, Journal of Philosophical Research, Say1: XXVI, s. 307-323.
  • Howard-Snyder, Daniel & Frances ve Feit, Neil. (2003), “Infallibilism and Gettier Legacy”, Philosophy and Phenomenological Research, Sayi: 66, No: 2, s. 304-327.
  • Kaplan, Mark. (l 985) “It’s Not What You Know That Counts”, The Journal of Philosophy, 82, s. 350-363.
  • Lehrer, Keith. (l 978) “Knowledge: Undefeated Justified True Belief’, Essays on Knowledge and Justification içinde, (ed.) George S. Pappas ve Marshall Swain, Cornell University Press, s. 146-154.
  • ———-, (1979) “The Gettier Problem and the Analysis of Knowledge”, Essays on Knowledge and Justification içinde, (ed.) George S. Pappas ve Marshall Swain, Cornell University Press, s. 65-78.
  • Merricks,Trenton.(1995)”WarrantEntai lsTruth”,Philosophy andPhenomenological Research, Sayi: LV, No: 4, s. 841-55.
  • Moser, Paul. (1989) Knowledge and Evidence, New York: Cambridge University Press.
  • Newman, Lex. (2005) “Descartes’ Epistemology”, The Standford Encyclopedia of Philosophy içinde, (ed.) E/N. Zalta.
  • Nozick, Robert. (1981 )Philosophical Explanations, Cambridge: Harvard University Press.
  • Plantinga, Alvin. (1990) “Justification in the 20th Century”, Philosophy and Phenomenological Research, L, Supplement, s. 45-71.
  • Pollock, John. (I 986) Contemporary Theories of Knowledge, Totowa, NJ: Rowman &Litlefield.
  • Reed, Baron. (2002) “How to Think About Fallibilism”, Philosophical Studies, Sayi: 107, No: 2, s. 143-157.
  • Vogel, Jonathan. (2000) “Reliabilism Leveled”, The Journal of Philosophy, 97 (I I), s. 602-23.

Not: Bu makale ilk kez Felsefe Tartışmaları 41. Kitap’ta yayınlanmış olup yazarın izniyle Taner Beyter ve Emre Kahvecioğlu tarafından sitemize uyarlanmıştır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Hala Kapitalizm Altında Yaşıyoruz, “Tekno-Feodalizm” Değil – Henry Snow

Sonraki Gönderi

Bebar Bilim Topluluğu & Ankara Üniversitesi IEEE Student Branch’a Konuk Olduk: Felsefenin Olanakları ve Yükselişi – Taner Beyter & Tufan Kıymaz

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü