Hayvanların Yaşama Hakkı Var Mı? – Tom Regan

/
2703 Okunma
Okunma süresi: 17 Dakika

Bu yazıdaki argümanım yalnızca biz insanların sahip olduğu ve hepimizin eşit derecede taşıdığı söylenen doğuştan gelen “yaşama hakkı” ile ilgili değerlendirmelere odaklanmaktadır. Bu yazıda izleyeceğim strateji, önceden izlediğim stratejiye benzer olacaktır. Her ne kadar hayvanların yaşama hakkına sahip olmadığını göstermek amaçlı kullanılabilecek argümanlar her insanın da bu hakka sahip olmadığını göstermek için kullanılsa da, ben her insanın bu doğal hakka eşit oranda sahip olduğu iddiasını savunmak amaçlı kullanılabilecek argümanların aynı zamanda hayvanların da bu hakka sahip olduğunu gösterdiğini anlatmaya çalışacağım. Önceden olduğu gibi burada da iddiaları çürütme yöntemini izleyeceğim. Bu konuda öne sürülebilecek her argümanı değil, bu argümanlar arasında en önemli bulduklarımı değerlendireceğim.

O halde her insanın doğuştan gelen eşit yaşama hakkına sahip olduğu fikri ile başlayalım. Burada, kendimiz alamayacağımız ya da bize verilemeyecek olan doğuştan gelen eşit haktan bahsettiğimizin bir kere daha altını çizeyim; bu hakka yalnızca insan olduğumuz için sahibiz. O zaman, sadece bütün insanların eşit oranda bu hakka sahip olduğu hangi temelde öne sürülebilir? Birçok seçenek hemen aklımıza gelebilir. Yalnızca insanların (a) akıl yürütme becerisi olduğundan, (b) özgür seçim yapma becerisi olduğundan, (c) “benlik/kendilik” kavramı olduğundan ya da (d) bu bahsedilen becerilerden kimisini ya da hepsini taşıdığından dolayı eşit yaşama hakkına sahip olduğu ileri sürülebilir. Doğal olarak, hayvanlar bu becerilerden herhangi birine sahip olmadığı için onların yaşama hakkına, özellikle de insanlarla aynı yaşama hakkına, sahip olmadığını savunmak kolay olacaktır.

Bu tarz görüşlerin kaçınılmaz olarak karşımıza çıkardığı bazı zorluklara önceden değinmiştim. Kısaca özetlemek gerekirse, ilk olarak, insan olmayan canlıların hiçbirinin bu koşullardan herhangi birini (ya da hepsini) karşılamadığını net bir biçimde söyleyemeyiz. Buna karşılık ikinci olarak, her insanın bu koşulları karşılamadığını mantıken rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin ağır zihinsel engelli bireyler bu koşulları karşılayamaz. Bu bireylerin de yaşama hakkı olduğunu doğal olarak savunuruz; bu durumda bu bireylerin yukarıda bahsedilen koşullardan birini ya da birkaçını karşıladıkları için yaşama hakkına sahip olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla bu koşulları karşılamada yetersiz oldukları halde, ağır zihinsel engellilerin eşit yaşama hakkı olduğu konusunda ısrar edeceksek, tutarlı olarak hayvanların bu koşulları karşılayamadıkları için bu hakka sahip olmadığını da söyleyemeyiz.

Bir diğer olası dayanak ise haz ve acıyı deneyimleme kapasitesi olarak tanımladığım duyarlı olma becerisidir. Fakat bu konuda da aşina olduğumuz bir zorlukla karşılaşırız – bu beceri yaşama hakkını yalnızca insanlarla sınırlı tutmayı gerekçelendiremez.

Yalnızca insanların doğuştan gelen eşit yaşama hakkına sahip olduğu görüşüne akla yatkın bir argüman bulacaksak, yalnızca insanları kapsayan değişmez ve eşit olan bu hakka bir dayanak bulmak gerekir. Bu durumda, kanımca, sonraki cümlede açıklayacağım görüş ortaya çıkacaktır.1 Kant’ın deyimiyle ifade edecek olursak, bu görüşe göre her birimizin “kendinde bir amacı” vardır yani her insan hayatı “içsel bir değeri” barındırır. Yalnızca insanlara ait olan bu içsel değer, her insanda eşit olarak vardır. “Dolayısıyla, bütün insanların eşit içsel değeri olduğu için, hepimizin eşit yaşama hakkına sahip olduğu” söylenebilir.

Bana göre bu görüş, yukarıda tartışılan görüşlerde eksik olan akla yatkınlığı bir derece karşılamaktadır. Sadece insan olarak bir özneyle bağdaştırılması gereken değerin içsel olduğunu söyleyerek ve bu yüzden hepimizin eşit yaşama hakkı olduğu sonucunu çıkararak bu görüş, bir insanın birisine bu hakkı verdiği veya birisinden bu hakkı esirgediği ihtimalini geçersiz kılmaktadır. Bu nedenle bu görüş, tartıştığımız hakkın iddia edildiği gibi doğuştan geldiği konusunda mantıklı gerekçeler verebilir. Ayrıca eşit yaşama hakkını insanların eşit içsel değeri olduğu fikrine dayandırarak bu görüş, yukarıda bahsedilen diğer görüşlerin aksine yaşama hakkının da iddia edildiği gibi eşit olduğu anlamını verebilir.

Ancak değerlendirdiğimiz bu görüşte de ortaya çıkan bazı zorlukları çözmemiz gerekmektedir. Her insanın hayatının “içsel değeri” olduğunu söyleyerek neyi kastettiğimizi net olarak belirtmeye çalışmak karşılaştığımız ilk zorluktur.2 Bu durum, “her insanın doğuştan gelen yaşama hakkı vardır” anlamına gelemez. Zira başta, her insanın hayatının içsel bir değeri olduğu fikri, her insanın eşit yaşama hakkı olduğunu söyleyebilmeye temel oluşturmak için önerilmişti. Yani “Jones’un hayatının içsel olarak değerli olduğunu” söylemek “Jones’un eşit yaşama hakkına sahip olduğu” anlamına gelirse, her bireyin hayatının eşit derecede içsel değere sahip olduğu iddiası her insanın eşit yaşama hakkına sahip olduğuna temel oluşturduğu şeklinde yorumlanamaz. Bu durumda iki iddia da aynı anlama gelecektir; ikisi de aynı anlama geliyorsa asla bir iddianın diğerine temel oluşturduğunu söyleyemeyiz.

İnsanların yaşam hakkını tartışmaya açmayıp hayvanların yaşam hakkını görmezden gelmemize tam olarak ne sebep olur?

Önümüze daha büyük bir engel çıkaran ikinci zorluk ise şudur: Hangi temele göre yalnızca insanların içsel olarak değerli olduğu söylenebilir? Eş deyişle, yalnızca insanlara eşsiz değer anlamı yüklenerek insanları ayrı kılan nedir? Bu değerin altında “hiçbir şeyin” olmadığını söylemek buna bir muhtemel cevap olacaktır. Bahsi geçen bu değer, yalnızca insanlara aittir. Bu, “insan” olmayı her düşündüğümüzde aklımıza gelen fikirler karmaşasının dikkatlice analizini yaptığımızda basitçe farkına vardığımız ya da sezdiğimiz bir değerdir. Ancak bu görüş bizi savunması oldukça zor olan bir değer ontolojisine götürdüğünden ve yapabileceğim en titiz incelemeden sonra ben bile söz konusu eşsiz değeri sezemediğimden ötürü bu görüşü yetersiz bulmaktayım. Bir diğer yandan, bahsettiğimiz bu değerin yanlış oluşunu birkaç adımda nasıl kanıtlayacağımı da bilmiyorum. Tek yapabileceğim, insansılar arasında yalnızca kendi grubuna ait olan özel değeri “sezdiğini” iddia eden kimi insan gruplarına dikkat çekmektir. Bu grup bize şeyleri özel ve sezgili bir biçimde “bilmeyi” kastetmenin yalnızca mantık yoksunu ön yargılara entel bir yükümlülük verme amacına hizmet edebildiğini gösterir. Bu durumda yalnızca bunun doğruluğu konusunda şüphemi dile getirebilirim. Zira “insan olmanın eşsiz içsel değerinin sezgisi” üzerinde konuşmak, insanların eşsiz içsel bir değeri olduğuna inanacak iyi bir neden bulamayan ve buna rağmen bunun varlığına inanmaya devam eden insanların en son başvurması gereken iş olması gerekir.

Sezgiye başvuramadığımızdan dolayı bu durumda insanların eşsiz olarak içsel değeri taşıdığına inananlardan bize bu değere sahip olmakla insan olmaktaki ayrıcalığı anlatmalarını bekleyebiliriz. Ancak buradaki zorluk ise, tahmin edilebileceği üzere, bu kişilerin çok çalışan akıllarında bazı aşina olduğumuz sıkıntıların doğacak olmasıdır. Yine burada da insanların konuşabilmesi, akıl yürütebilmesi, özgür seçim yapabilmesi ya da kendi kimliklerini oluşturabilmesinden dolayı bu değerin oluştuğunu söyleyebilecek miyiz? Bu önermeler önceki durumun aksine burada işe yaramayacaktır. Zira bu işleri yapamayan ve insan olan canlılar vardır ve pekâlâ bu işleri yapabilen ve insan olmayan canlılar da olabilir. Dolayısıyla bu becerilerin hiçbiri yalnızca insanların sahip olduğu varsayılan bu değere temel oluşturamaz. 

İç değer kavramını daha farklı bir şekilde ele aldığımızı varsayalım.3 Tecrübelerin içsel değeri olduğu bağlamda, yalnızca insanların kendinde amacı olduğunu söyleyebilmek için öncelikle her insanın arzular, emeller, umutlar, tercihler, sevgi, tatmin olma ya da farkında olma gibi hayatına içsel değeri katan olumlu nitelikte bağlılıkları olduğunu söyleyelim. İkinci olarak da bir insanın arzularından tatmin olarak ya da emellerinin farkında olarak ortaya çıkardığı içsel değerin, kendi içinde değerlendirildiğinde, başka bir insanın sahip olduğu kıyaslanabilir arzularının ya da emellerinin tatminiyle ya da farkındalığıyla ortaya çıkardığı içsel değerle aynı şekilde iyi olduğunu söyleyelim. Bu bağlamda her insan eşittir. Bu eşitlikten dolayı, her insanın arzularını ve emellerini başkalarının haklarını ihlal etmeyecek şekilde karşılaması için diğer insanlar kadar hakka sahip olduğu söylenebilir. Bu argüman “her insanın arzularını karşılaması ve emellerinin farkında olması için diğer insanlar kadar hakka sahip olduğunu da göz önünde bulundurursak, ölüyken hiç kimse arzularını ya da emellerini karşılayamayacağı için ilk bakışta bir insanın hayatını elinden almak, her daim diğer insanlarla eşit sahip olduğu hakkın yani yaşama hakkının ihlali olacaktır” şeklinde devam eder. 

Bu argüman bize ne ifade eder? Şahsen, bu argümanın ayrıntılı ve dikkatli incelemeyi geçebileceğine emin değilim. Zaten geçip geçmeyeceğine karar verecek olan kişi de ben değilim. Burada değerlendirdiğimiz argümanlar arasında esas dikkat çekmek istediğim husus, bu argüman daha önce de belirttiğim gibi iddia edildiği üzere söz konusu hakkın hem doğuştan hem de eşit olmasıyla bağdaştığı için ve insan olmada olmazsa olmaz koşul olarak değerlendirdiğim, bir canlının bağlılıkları olması gerektiği fikrine dayandığı için diğer argümanların veremediği makullüğü biraz karşılamaktadır. Bu nedenlerden ötürü bu argümanı, bütün insanların doğuştan eşit yaşama hakkına sahip olduğu fikri lehine öne sürülebilecek diğer olası argümanlar arasından en makulü olarak seçerek “karşı argümanı çürütebilecek şekle sokma” yöntemleriyle itham edilmeyeceğimi düşünüyorum. Ancak diğer taraftan da tahmin edileceği üzere, her ne kadar bu argüman bu bağlamda makul olabilse de ben, söz konusu argümanın hayvanların da doğuştan gelen eşit yaşama hakkına sahip olduğu iddiasıyla bağdaştığını da düşünüyorum.  

Zira doğuştan gelen yaşama hakkını bütün insanlara eşit bir şekilde yüklememiz için bu argümanın bize yeterli temelleri sağladığı doğru olsa bile bu hakkın yalnızca insan olan canlılara ait olduğunu gösterecek hiçbir dayanak yoktur. Bilakis söz konusu argüman, her canlının olumlu bağlılıkları karşılandığında eşit yaşama hakkına sahip olan diğer bireylerin kıyaslanabilir bağlılıklarının tatmini kadar içsel olarak değerli tecrübeleri oluşturduğu iddiasını tutarlı ve iyi bir şekilde desteklemektedir. Özellikle de hayvanların söz konusu koşulları karşılaması halinde, eşit yaşama hakkına sahip olduğu görüşünü desteklemektedir. Nitekim hayvanların da bu koşulları karşıladığı söylenebilir. Kendi içinde değerlendirildiğine, hayvanların da insanların kıyaslanabilir herhangi bir bağlılığının tatmini ya da farkındalığı gibi içsel olarak değerli tatmini ya da farkındalığı yani olumlu bağlılıkları taşıdıkları açıkça görülebilir. Şüphesiz Aristo’nun erdemli insanının bağlılıkları gibi daha derinlikli bağlılıklarla karşılaştırdığımızda hayvanların bağlılıklarının nispeten düşük bir seviyede kalabileceği doğrudur. Fakat aynı durum birçok insan için de geçerlidir: Çoğu insanın bağlılıkları büyük ölçüde yemek yeme ve içme gibi faaliyetlere odaklı olarak sınırlı olabilir, çok nadir diğer alanlara ilgi gösterebilir. Yine de bu insanların yaşama haklarının diğerlerine nazaran daha az olduğunu söyleyemeyiz zira herkes eşit yaşama hakkına sahiptir. O halde insanlara göre daha “aşağı” bağlılıklara sahip olmalarından ötürü hayvanların yaşama haklarının da daha az olduğunu söyleyemeyiz.

Bu sonuçtan kaçınmanın bir yolu hayvanların bağlılıkları olduğunu inkâr etmektir.4 Ancak hangi temele dayanarak bunu reddedebiliriz? Bilinen bir dayanak olarak hayvanların konuşamaması örnek verilebilir; hayvanlar bir şeyi anlatmak ya da ifade etmek için kelime kullanamadıklarından hiçbir şeyle bağlılık kuramaz. Bu itiraz yalnızca bir şeyi anlatmak ya da ifade etmek için kelime kullanabilen canlıların bağlılıkları olabileceği anlamını açıkça vermektedir ve bazı hayvanların bunu yapabileceği olasılığını bile göz ardı ettiğinden makul görünmemektedir. Örneğin yeni doğan bebeklerin henüz herhangi bir bağlılığı yokken dil öğrenmeleri gerektiğini söyleyemeyiz. Kaldı ki hayvanların davranışları şüphesiz bize yalnızca bağlılıkları olabileceğini değil bağlılıklarının olduğunu da göstermektedir. Hayvanların davranışları bize tercihe bağlı seçimleri ile amaç odaklı eylemlerinin varlığını gösteren çok sayıda durumu aktarmaktadır. Bu sebeple ve aksini göstermeye çalışan mantıklı bir argüman da olmadığından dolayı hayvanların bağlılıklarının olmadığını söylemek hem keyfi hem de ön yargılı bir yaklaşım olacaktır. 

Belki de İngiliz filozof haklıydı, konu hayvanların akıl yürütüp yürütmedikleri değil acı çekip çekmedikleridir.

Dolayısıyla insanların doğuştan eşit yaşama hakkına sahip olduğu görüşüne en makul argüman hayvanların da bu hakka sahip olduğu görüşünü aynı makullükte gerekçelendiriyor gözükmektedir. Fakat tıpkı insanların ve hayvanların haksız yere acı çekmemeleri konusunda eşit hakka sahip olduğunu söylemekte olduğu gibi burada da söz konusu hakkın asla çiğnenemeyeceğini ima edemeyiz. Zira daha çok ahlaki talepler getirerek bir bireyin yaşama hakkının diğer bir bireyden daha üstün geldiği durumlar ortaya çıkabilir. Bu durumlarda söz konusu bireyin hayatına son vermeyi gerekçelendirebiliriz. Ancak ne olursa olsun sırf diğerlerine belirli bir oranda haz ya da büyüklüğüne bakmaksızın içsel iyi tecrübeler katacak diye insanların devamlı olarak öldürülmesini içeren bir eyleme de göz yumamayız. Bu sebepten dolayı bireylerin hayatına son vermek için onların diğer insanlar kadar yaşama hakkına sahip olmadığını veya hayatlarının diğer insanlar kadar değerli olmadığını bariz bir şekilde kabul etmek lazım. Her iki durumda da hayatlarına son verilecek kişilerin çekecekleri acının dikkate alınmasına gerek yoktur. Biz bu kişilerin acı çekmeden öldürüleceklerini varsayalım; bu yine de kişilere yanlış davranıldığının ve eylemin ahlak dışı oluşunu değiştirmez. Dolayısıyla şu anda savunulan argüman mantıklı görünmektedir ayrıca insanların eşit yaşama hakkına sahip olup hayvanların sahip olmadığını savunan hiçbir dayanağın da öne sürülemeyeceğini söylüyorsak aynı dayanak hayvanların öldürüldüğü bir eylem için de öne sürülemez. Böylece bu yazının sonunda ortaya atılan cevaplanmamış iki itiraz için dayanaklarımız oluşur. Bu itirazlar, hayvanların yetiştirildiği ve öldürüldüğü süreçte gördükleri muameledeki tek yanlışın haksız yere acı çekmeleri olduğunu belirterek, hayvanlar acı çekmesin diye uyuşturularak öldürülebileceklerini öne sürer. Fakat burada da hayvanların haksız yere acı çekmelerinin tek ahlaki değerlendirme olmadığını artık görebiliriz; hayvanların öldürülmesi de dikkate alınmalıdır.

Aynı şekilde, ikinci itirazın temelini oluşturan şiddete başvurmadan hayvan yetiştiren çiftliklerden et satın alma ya da avlanarak kişinin kendisinin hayvanları öldürmesi gibi –I. Bölüm’ün sonundaki ikinci itirazın temelini oluşturan- yöntemlerle et tüketilebileceğini savunan koşullu vejetaryenlikte de argümanım haklı çıkacaktır çünkü ava çıkmayla ve olabilecek en huzurlu çiftlikte yetişen hayvanların öldürülmesiyle, en kötü koşullar altında yetişen hayvanların öldürülmesi arasında her türlü sonunda ölüm olduğundan bir fark yoktur. Dolayısıyla koşullu vejetaryenlikteki bu yöntemleri vejetaryenler et yiyenlere argüman olarak sunamaz.

Yalnızca insanların eşit yaşama hakkına sahip olduğunu gösteren mantıken zorlayıcı bir argüman çıkmadıkça veya çıkana kadar; bütün insanların bu hakka sahip olduğu görüşünü desteklemek amaçlı öne sürülebilecek her makul argüman aynı şekilde hayvanların da bu hakka sahip olduğu görüşünü desteklediği sürece ve bu hakkı insanlara yükleyerek sırf belirli sayıda insanlara belirli bir oranda iyilik olacak diye belirli sayıda insan öldürülebileceğinin yanlış olduğu fikrimizi gerekçelendirme sırasında yine bu hakka başvurmada mantıken doğru olduğumuza inandığımız sürece, tüm bu durumları değerlendirdiğimizde, ölümleri bize içsel iyilik katacak diye bir ya da birden fazla hayvanı öldürmenin gerekçelendirilemeyeceği görüşünü savunmakta hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Burada, hayvanları hiçbir durumda ve koşulda asla öldüremeyeceğimizi söylemiyorum. Söylemeye çalıştığım esas konu öldürmenin diğer insanlara içsel olarak değerli tecrübeler kattığını savunarak insanların öldürülmesini nasıl gerekçelendiremiyorsak hayvanları da öldürmeyi gerekçelendiremeyiz.

Bir daha vurgulamak gerekirse, hayvanların da yaşama hakkı olup olmadığını gerekçelendirmek vejetaryenler kadar vejetaryen olmayanların da görevidir. Eğer bu makalede öne sürülen argüman mantıklı geliyorsa, hayvanların öldürülmesi gerektiğini bile bile vejetaryen olmayanların et yemeyi nasıl gerekçelendirdiklerini göstermesi gerekir. Burada değerlendirilen en makul argüman temelinde insanların yaşama hakkı olduğunu söylediğimizde, vejetaryen olmayanların yaşam tarzlarının hayvanların sahip olduğu yaşam hakkını sistematik olarak gözardı eden faaliyetleri nasıl etkilemediğini göstermesi gerekir. Son olarak hayvanların öldürülmesi sonucunda elde ettiği etten aldığı leziz tat gibi içsel iyiliklerle bu yaşam tarzını savunamayacağının pekâlâ farkındayken bütün bahsedilen gerekçelendirmeleri yapması gereken de yine vejetaryen olmayanlardır.

Bu, hayvanların canını almayı içeren eylemler asla gerekçelendirilemez anlamına gelmez. Belki bazı durumlarda bu tür eylemler gerekçelendirilebilir ve bana göre bu dayanak, yukarıda daha önce bahsedilen hayvanlara neredeyse hiç acı vermeden öldürülmelerini onaylamanın ne zaman ahlaken gerekçelendirilebileceği tartışmasıyla bağlantılı olarak oluşturulmalıdır. Bu durumda da bu eylemleri gerçekten kabul edebilmek için (1) böyle bir eylemin diğer canlılarla doğuştan gelen eşit hakkı olduğu düşünülen öldürülecek canlıya gelecek kötülük de dâhil olmak üzere olabildiğinden daha büyük bir oranda kötülüğü yok etmesi, azaltması ya da önlemesi gerektiğini; (2) gerçekçi olduğumuzda böyle bir sonucun elde edilemeyeceğini; (3) fakat bu sonucun aslında gerçekleşebileceğine inanmamız için iyi bir nedenimizin olduğunu göstermemiz gerekir. Elbette bu koşulların karşılandığı kimi durumlar olabilir. Örneğin bir Eskimo’nun hayvanları öldürmesi ya da geyik gibi hayvanları korumak amaçlı sınırlandırılmış av sezonunun olması gibi durumlarda bu koşullar karşılanabilir. Ancak hayvanların öldürülmesini içeren eylemlerin kimi durumlarda doğru olması ya da olabilmesi her daim doğru olacağı anlamına gelmez. Burada, yaşam tarzlarıyla bu eylemleri savunduklarını gösteren vejetaryen olmayanların görevi hayvanların öldürüldüğü her tür eylemin nasıl doğru olduğunu göstermek olmalıdır.

Notlar:

1Bu argümana bir örnek olarak Richard B. Brandt’in Gregory Vlastos’nun “Adalet ve Eşitlik” (Justice and Equality) makalesini düzenlediği  Sosyal Adalet (Social Justice) kitabına bakılabilir. (Englewood Cliffs, N.J.: Prentince-Hall, Inc., 1962).

2Bu fikir ilk olarak Donald VanDeVeer ile tartıştıktan sonra aklımda netleşti.

3Atıf yapılmış eser, Vlastos.

4Bkz. H. J. McCloskey’s “Rights,” Philosophical Quarterly (1965). McCloskey hayvanların bağlılıkları olduğunu inkâr etmektedir fakat görebildiğim kadarıyla bunun doğruluğuna inanmamız için herhangi bir gerekçe vermemektedir.

Kaynak: Regan, T. (1975, Ekim). “Do Animals Have a Right to Life?” The Canadian Journal of Philosophy http://www.animal-rights-library.com/texts-m/regan01.htm çev. Zeynep Hayal Erdoğan.

Bilkent Üniversitesi İngilizce - Fransızca Mütercim Tercümanlık mezunu. Olabildiğince çok sayıda dil öğrenmeye çalışıyor ve yayınevleri için çevirmenlik yapıyor. Bunun dışında sinema, siyaset, felsefe ve resim ile ilgileniyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Reformcu Epistemoloji ve Tanrı İnancı – Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Bilinç (Stanford Felsefe Ansiklopedisi) – Robert Van Gulick

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü