Birinin bu klişeyi, bilimsel yöntemlerin doğayı kesin bir şekilde anlama çabasını dik kafalı ve duyarsız olarak nitelendirme maksadıyla kullandığına tanık olmuş olabilirsiniz. Bu fikrin kökeni, Karl Popper’ın 20. yüzyılın ortalarında bilimsel araştırma yöntemi olarak önümüze koyduğu “yanlışlanabilirlik” fikrine dayanmaktadır. Bu yaklaşımın bilim taraftarı pek çok kişi tarafından benimsenmesiyse hiç şaşırtıcı değildir. Gelgelelim yukarıdaki klişeyi Popper’ın yaklaşımına benzer bir şekilde ele almamız durumunda yanlışlanabilirliğin asıl önermesinin hatalı olduğu görülür. Girişteki ifadeyle anlatılmak istenen tutum geçerliliğini koruyabilir ancak Popper’in bilimsel bir keşfin mantıksal yapısı üzerine dikkati çekmek istediği asıl nokta, dikkatli bir incelemeyle baş edemez.
Popper 1950’li yılların sonunda başladığı meşhur çalışmalarında, kimi (sözde) bilimsel çalışma alanlarını yeteri kadar titiz olmadıkları nedeniyle eleştiriyordu. Ona göre bazı araştırmacılar fikirlerine karşıt kanıtlar bularak teorilerini sınamak yerine yalnızca teorilerini doğrulamak için kullanabilecekleri olumlu verilere odaklanmıştı. Örnek vermek gerekirse, Freudyen psikologlar Freudyen teorilerin insan davranışlarını oldukça kapsayıcı bir şekilde açıklayabiliyor olmasını sıklıkla bilimsel bir başarı olarak öne sürüyorlardı. Ancak Popper’in de belirttiği gibi, söz konusu teorinin aslında muğlak olduğunun ve insanların olası her hareketini açıklayacak şekilde yorumlanabileceğinin ayırdına vardıktan sonra bu sözde başarıya şüpheyle bakmamız gerekmektedir.
Popper böyle teorileri “yanlışlanamaz” olarak imlemekle beraber ona göre, düzgün bir bilimsel teori bize neyin olmaması gerektiğini söylemelidir. Teori sadece ve sadece, hatalarını ortaya çıkarmak için yapılan bütün denemelerin başarısız olması durumunda gerçekten zorlu bir sınavdan geçmiş ve bilimsel bir övgüyü hak etmiş olur. Freudyen teoriyse kendisini böyle zorlu bir denemenin konusu haline getirebilme kabiliyetinden yoksundur; dolayısıyla reddedilmesi de imkansızdır. Bu nedenle Freudyen teorinin, Popper açısından bakıldığında bilimsel olmadığı söylenebilir.
Popper’in bilim hakkındaki görüşleri, formel mantığa yaklaşımı çerçevesinde şekillenmiştir. Genel bir çıkarımı desteklemek için belirli kanıtların kullanılması, diğer bir deyişle tekil bir veriden genel bir sonuca ulaşmak için tümevarımcı bir mantığın benimsenmesi gerekse de böylesine genellemelerin, doğayla ilgili genel belirlenimleri kesin olarak doğrulayamacağı uzun zamandır bilinmektedir. Diğer taraftan da olumsuz bir veriyi genel belirlenimin karşıtı olarak uyguladığımızda ya da farklı bir şekilde ifade edersem belirlenimi yanlışladığımızda, tümdengelimci bir mantığı kullanmış oluruz. Ayrıca tümevarımın aksine tümdengelimci yaklaşım bize nihai doğruyu verir. Böylece makalenin başında alıntıladığım klişe ifadenin bağlamına ulaşmış olduğumuzu söyleyebilirim.
Popper, yanlışlanabilirliğin bilimsel bir yöntem olabilmesi için gerçek bilimsel uygulamaları tanımlaması gerektiğinin farkındaydı. Bunu göz önünde bulundurarak 1919 yılında yapılan meşhur Eddington Deneyi’ni seçti. Söz konusu deneyde yıldız ışıklarının güneşin çevresinde eğimli bir güzergahı takip ettikleri gözlemlenmişti. Newton’un uzun zamandır geçerliliğini koruyan fizik teorilerinde ışığın vakumlu bir ortamda hiçbir şekilde eğimli bir güzergahta ilerlemeyeceği öne sürülüyordu ancak bu olgu somut olarak görülmüştü. Popper’e göre bu gözlem Newton fiziğini yanlışlayıp, yerine Einstein’in genel görelilik teorisini ikame etmek için tek başına yeterliydi.
Popper’in bilimsel yöntem üzerine yaptığı tasvirin doğru olması durumunda Eddington Deneyi yanlışlanabilirliğe oldukça güçlü bir örnek olarak gösterilebilirdi. Ancak Popper’in bilimsel bir uygulamanın nasıl olması gerektiğine yönelik ifadelerinin tam anlamıyla yeterli olmadığı görüldü. Bilim insanları da Newton fiziğini kesin bir şekilde reddetmek yerine aşina oldukları ve başarılı addettikleri bu eski teoriyi savunmaya devam ederek, o dönem ellerindeki kısıtlı ölçüm imkanları çerçevesinde güneşin halesinin, dışarıdan gelen ışığı kırabilecek kadar dış uzaya doğru genişlemiş olmasının mümkün olduğunu öne sürdüler. Diğer yandan daha tutarlı ve güvenilir çalışmalar Einstein’i Newton’un karşısında desteklemeye devam ediyordu ve böylece söz konusu bilim çevresi (oldukça kademeli bir şekilde) genel göreliliği kabul etti. Popper açısından bakan birisi Newtoncular’ın yalnızca inat ettiklerini; mantıklı bir bilimsel yaklaşımı izleselerdi, eski teorilerini olup olmadık açıklamalarla savunmaya çalışmayıp bir kenara bırakacaklarını iddia edebilir. Ancak böyle bir iddianın neden yanlış olduğunu görmek için bariz bir şekilde iyi ve kötü diyebileceğimiz bilimsel uygulama örneklerini inceleyelim.
Diyelim ki Kimya 101 dersi alan bir öğrencinin yürüttüğü laboratuvar çalışmasında, test tüpündeki sıvının maviye dönmesi gerekiyordur. Ancak sıvı yeşile döner ve öğrenci Popper’in akıl yürütmesini kullanarak uygulamaya çalıştığı kimya teorisini yanlışladığını iddia eder. Bu açıkça görüldüğü gibi kötü bir bilimsel uygulamadır çünkü sonuca ulaşma konusunda aceleci davranılmıştır. Daha mantıklı olan açıklama deneyi yapan kişinin bir şeyi yanlış yapmış olabileceğidir. Ayrıca böyle bir yanlışlığı sadece yeni öğrenciler yapacak diye bir kaide de yoktur. CERN’deki bilim insanları Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın enerji kapasitesini ilk kez tümüyle kullandıklarında Higgs Bozonu’nu bulmayı başaramamışlardı. Popper’in akıl yürütmesini takip etselerdi, kuantum mekanikleri için oluşturulan standart modelin hatalı olduğunu düşünerek araştırma yapmayı bırakırlardı. Ancak önceki örnekteki gibi sonuca ulaşma konusunda çok aceleci davranmış olurlardı. Dolayısıyla bunun yerine araştırmalarının başarısızlığından dolayı yöntemlerini ve kullandıkları ekipmanları suçlayamayacakları noktaya gelene kadar çalışmalarını sürdürmeye karar verdiler ve çabalarının karşılığını da aldılar.
Popper’in yanlışlanabilirlik teorisindeki tümdengelimci yaklaşımla ilgili asıl problem, herhangi bir teoriyi açıkça çürütememesidir. Her zaman için teorinin doğru olma ihtimali söz konusu olduğu gibi elde edilen olumsuz sonuç da, sadece deney esnasında gözden kaçan bir detaydan kaynaklanmış olabilir. Popper bilimsel teorilerin zorlu denemelere tabii tutulması gerektiği konusundaki ısrarlarında haklı olabilir ancak bilimsel uygulamaların, eleme sürecinde yer alan tümdengelimci bir yöntem olduğu konusunda ayak direyerek çok ileri gitmiştir.
Geldiğimiz bu noktada, makalenin girişinde alıntıladığımız klişeyi şöyle değiştirebiliriz:
Başarılı olan milyonlarca deney bir teorinin doğruluğunu kanıtlamaz; ancak başarısız olan tek bir deney, teorinin yanlışlığıyla beraber deney esnasında bir hatanın yapıldığını ya da hiç beklenmeyen bir şeyin gerçekleştiğini gösterir.
Yine de bu klişe, bilimsel yöntemi anlatmak için kullanabileceğimiz oldukça dağınık ve kafa karıştırıcı bir tariftir. Doğanın kendisi de dağınık ve kafa karıştırıcı olduğundan dolayı araştırmalarımızın daha farklı olacağını beklememizse hata olur.
References
- Duhem, Pierre. The Aim and Structure of Physical Theory, translated by Philip Wiener, Princeton University Press, 1954.
- Kuhn, Thomas. The Structure of Scientific Revolutions, 3rd edition, Chicago: University of Chicago Press, 1970.
- Hansson, Sven Ove. “Falsificationism Falsified”, Foundations of Science, 11: 275–286, 2006.
- Popper, Karl. Logik der Forschung, Vienna: Julius Springer Verlag, 1935.
- Popper, Karl. Conjectures and Refutations: The Growth of Scientific Knowledge, London: Routledge, 1963.
Michael Zerella- “Karl Popper and Falsificationism”, (Erişim Tarihi: 17.08.2020), Erişim Kaynağı: https://1000wordphilosophy.com/2014/05/12/karl-popper-and-falsificationism/
Çevirmen: Semih Gözen Esmer
Çeviri Editörü: Can Kalender
Beklentimin altında kalan bir okuma oldu. Genelde yanlışlama işlemi yazarın anlattığı gibi yapılmaz. Yanlışlamacılığın türleri vardır; dogmatik, metodolojik, sofistike. Yazarın kimya deneyi örneğinde yapılan yanlışlama, dogmatik yanlışlama türüne bir örnektir. Ancak Popper bu türden bir yanlışlamacı değildi. Alan Musgrave’in Criticism and the Growth of Knowledge -70lerde yapılan ünlü bilgi sempozyumunun derlemesidir- incelenirse Kuhn’un bile Popperci çizgiye kaydığı ve Popper’in dogmatik yanlışlamacı olmadığını kabul ettiği görülecektir.