Sığ bir materyalizm anlayışı, yüzeysel bir madde algısına yol açar. Madde tanımını, sağduyularımızı ölçüt olarak düşündüğümüzde aşağı yukarı alışılagelmiş deneyimlerimiz ile ediniriz. Cisimsel, rengi olan, belli bir tadı, kokusu, sesi ve dokusu olan herhangi bir şeydir. Yüzeysel bir çerçevede materyalizm ise, var olan her şeyin bu madde anlayışına dâhil olduğu görüşüdür. Gözlenemeyen moleküllerin bile, tıpkı küçük taş ve misketler gibi katı, kendilerine özgü renk ve tat, koku, ses ve dokuya sahip olduğu varsayılır.
Şüphesiz, bu tamamen yanlıştır. Materyalistlere Galileo, Descartes, Boyle, Locke ve ve diğer bilim insanı ve filozoflardan miras kalan madde anlayışı, bu tip sağduyu ile ulaşılan özellikleri madde anlayışından ayrı tutar. Aslında olan, maddede renk, koku, ses, tat ve ısının sağduyularımızla algıladığımız şekilde hiç var olmadığı, bunun tamamen zihnin maddeyi yorumlayış şekli olduğudur. Madde, nitel olarak tanımlanmak yerine, matematiksel terimler ve ifadeler ile, tamamen nicel olarak tanımlanır. Örneğin Descartes için madde, özünde analitik geometrinin dilinden kavranabilen şeydir.
Bu sebeple, modern madde anlayışı, sağduyunun madde tanımı olarak kabul ettiği çoğu özellikten sıyrılma amacıyla maddeyi manevileştirir. Sağduyudan yola çıkılarak yapılan madde tanımının özünde, görüp tadabildiğimiz, dokunup koklayabildiğimiz şey maddedir. (?) modern anlayış, madde tanımını iyice anlamak için, tamamen veya çoğunlukla beş duyumuzu ön planda tutmamamız gerektiğini vurgular. Çünkü maddenin tanımını hislerimizle yapamayız. Maddenin asıl doğası tıpkı uygulamalı matematikte olduğu gibi, üstünkörü duyusal deneyimlerin aksine soyut zihinsel yorumlamalar ile kavranabilir.
Bu şekilde yaklaşıldığında, ilk bakışta düşünülen “her şey maddidir” biçimindeki materyalist iddia kavranması daha güç bir hale gelir. Maddeyi sığ sağduyusal terimlerden yola çıkarak tanımlamadığımızda “maddi’’ ne anlama gelir? Her şeyin materyal olduğu iddiası tam olarak neyi gerektirir ve neyi dışlar?
On dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında yaşayan filozoflar ve bilim insanları sıklıkla, matematiksel eğilimi göz önüne alınarak, modern madde anlayışının, madde hakkında bize pek bir şey ifade etmediği konusunda eleştirildiler. Modern madde anlayışının bize verdiği, matematiksel yapısı olan bir şeyin doğasının ne olduğu değil, o maddenin matematiksel yapısıdır. Bu görüş, farklı şekillerde, Poincare, Duhem, Russell, Eddington ve başka kişilerin çalışmalarında karşımıza çıkar. Bu noktada her şey maddidir önermesi incelendiğinde, önerme son derece belirsiz bir hal alır. Tıpkı her şeyin şöyle veya böyle matematiksel bir yapısı vardır’’ demek gibi. Bu, aklımıza ilk gelen ancak bilgilendirici olmadığı için değerlendirmeyeceğimiz materyalizm tanımı kadar bilgilendirici olmayan bir tanımdır.
Her şey matematiksel mantık çerçevesinde tanımlanabilir. Dediğimi düşünün. Bu, ontolojik açıdan neredeyse önemsiz sayılabilecek bir iddiadır. Doğrusu, matematiksel mantık açısından var olan veya var olabilecek her şeyin -bir bakıma- tanımlanabilir oluşu sebebiyle, bu tanım hiçbir şeyi kapsam dışı bırakmaz. Emin olmak gerekirse, her şey şu ya da bu şekilde matematiksel bir yapıya sahiptir iddiası, ontolojik açıdan bakıldığında bu iddiadan daha bilgilendiricidir. Bir yandan, mantıksal özelliklerle karşılaştırıldığında matematiksel özellikler (geometrik özellikler gibi) daha spesifiktir. Öte yandan, her şey şu ya da bu şekilde matematiksel bir yapıya sahiptir şeklinde yorumlandığında bile, materyalizm, pek çok şeyi dışlayan, sorudaki yapının fiziğin bize söylediği şeye eş değer olduğu fikrine bağlıdır.
Yine de, aynı zamanda göz ardı etmediği çok şey mevcuttur. Örneğin, her şeyin şu ya da bu şekilde matematiksel bir yapısı olduğunu söylemek, her şeyin belli bir hareket ve gücün birleşimi olduğu, veya qualianın (şeylerin bize görünüş şekli, verdikleri his, deneyimlerin öznel ve niteliksel özellikleri. Aynı notanın iki farklı enstrümandan duyulup ayırt edilmesinin bu enstrümanlara verdiği karakterisitik “his’’) da her şeyin sahip olduğu özellikler arasında olduğu olasılığını arka plana atmaz. Başka bir deyişle, maddenin Aristotelesçi veya panpsişizm (zihnin, temel ve doğal dünyanın her yerinde olduğu görüşü. Ancak, görüş aklın dünyanın her tarafında bulunduğunu ve her materyal şeyin zihinsel özellik barındıran kısımları olduğunu savunur, her şeyin bir aklı olduğunu değil.) yöntemleri ile anlaşılması gerektiği fikrini dışlamaz.
Materyalizmin bu tip iddiaları dışlamama sebebi, her şey şu ya da bu şekilde matematiksel bir yapıya sahiptir demek, var olan her şeyin doğası matematiksel yapısının bir açıklamasıyla tükenmiştir düşüncesine yol açmaz. Bu, her şeyin, fiziğin ortaya çıkardığı bir matematiksel yapısının olduğu, ancak bununla birlikte fiziğin onlara dair bize hiçbir şey söylemediği özelliklere sahip olduğu anlamına gelebilir. Bu, Russell ve Russell’den etkilenen (David Chalmers ve Galen Strawson gibi) çağımız yazarlarının görüşüydü. Şimdi, eğer qualia maddenin içsel özelliklerinden biridir varsayımında bulunursak, o halde kendimizi Chalmers’ın da belirttiği gibi, ya panpsişist ya da nitelik düalisti bir konumda buluruz. Ve, panpsişizm ve nitelik düalizminin bağdaştığı bir pozisyon, materyalizm düşünüldüğünde akla gelen şeylerden biri değildir. Ancak modern madde anlayışı ışığında her şey maddidir iddiasını okuduğumuzda aklımıza gelen şey budur.
Russellcı görüş bazen epistemik yapısal realizm şeklinde adlandırılır. Bu görüşe göre, matematiksel fizik tarafınan belirlenen dünya tanımı, devam ettiği son noktaya kadar (?) doğrudur(bu, görüşün bir bakıma realizm olduğunu gösterir), ancak bu tümüyle doğru değildir. Fizik maddenin yalnızca matematiksel yapısını bilebilir (“epistemik’’ sıfatının sıfatının kullanılış amacı da budur), ama madde tanımı bununla sınırlı değildir. Kişiler maddenin bundan fazlası olmadığı konusunda tartışabilirler. Bu görüşün ismi ise kimi zamanlar ontik yapısal realizm olarak adlandırılır. Görüş, hem fizik tarafından sağlanan matematiksel açıklamanın doğru olduğunu( yani bir bakıma realizm olduğunu), hem de tüm gerçeğin bu olduğunu varsayar. Madde, matematiksel yapısı aracılığı ile tanımlanmalıdır. Gerçekçiliği konusunda bunun ötesinde bir şey yoktur (“ontik’’sıfatının kullanım amacı bunun içindir).
Buna benzer bir görüş, kitapları Every Thing Must Go: Metaphysics Naturalized’da James Ladyman ve Don Ross tarafından ve fizikçi Max Tegmark tarafından da savunulmuştur. Yakında çıkaracağım, Aristotle’s Revenge adlı çalışmamda Ladyman ve Ross’un bu projesi hakkında tamamı eleştiriden oluşan, sözünü edeceğim çok şey mevcut. Mevcut amaçlar için bu tür bir görüşün esasen fiziksel dünyayı bir tür Platonizmci soyut nesneyle özdeşleştirdiğini belirtmek yeterlidir. Ladyman ve Ross bu problemle başa çıkma yolunun, soyut ve somut olan arasında kesin bir ayrım olduğunu inkâr etmeyi deneyerek mümkün olabileceğini düşünüyor. Bu kitapta öne sürdüğüm tartışmada olduğu gibi, bu pozisyon tutarsız ve sonucun sebebini sonucun ispatı için kullanıyor. Dahası, bu hesaba katılmasa bile problemi hiçbir şekilde çözmüyor, çünkü (Aristotelesçi bir bireyin de katılacağı üzere) özünde, Platonizm soyut ve somut olan arasındaki ayrımı bulandırır. Platonizmci bir form hem evrensel (ve bu sebeple soyut) hem de maddesel (ve bu sebeple somut) olarak karakterize edilir. Soyut/somut ayrımını bulandırmak, Platonizm’den kaçınmak yerine ona daha derinlemesine yaklaşmaktır.
Ontik yapısal realizm, var olan şeyin aslında belirli bir Platonik Form olduğu, yani dünyanın matematiksel bir yapıda düşünüldüğünü söyler. Bu durumda, materyalizmi ontik yapısal terimler çerçevesinde okuduğumuzda, sonuç olarak materyalizmi bir çeşit Platonizme dönüştürmüş oluruz. Ki bu da, materyalizm düşünüldüğünde kişinin aklına gelecek türden bir şey değildir.
Neo-Platonizmci geleneğin bu soyut ve somut bulanıklık sorununu çözme yolu, esasen Aristoteles’in evrensellerin yalnızca akıllarda var olduğu tezini kabul etmek ve Formlar âlemini sonsuz bir ilahi akılda konumlandırmaktır. Plotinus için bu akıl Tek olandan ortaya çıkan ilk şey, Hristiyan Platoncular için ise bizzat Tanrı’dır. Bu durumda, dünyayı bir çeşit Form ya da soyut bir şey olarak olarak ele alıp bu tür şeylerin yalnızca akılda var olduğunu kabul ettiğimizde, bir tür idealizm, hatta (söz konusu aklın nasıl karakterize edildiğine bağlı olarak) bir çeşit panteizm anlamına gelen bir şeye varırız. Eddington ve bir başka yirminci yüzyıl fizikçisi olan James Jeans, açıkça idealist bir yöne gitti. Evrenin bir çeşit bilgisayar simülasyonu, ve fizikçiler tarafından tanımlanan soyut yapının bu simülasyonun altında yatan bir çeşit yazılım olabileceği fikrini savunan çağımız yazarları, idealizm ve panteizme çok yaklaşmışlardır. Bilgisayar olarak düşünülen evren, bir idealist ve panteist olan Hegel’in Mutlak Ruh’u ve tarihte bu Ruh’un ortaya çıkması için bilgisayar simülasyonu fikri ile kabaca uyuşur. Yine, kişinin materyalizmle ilişkilendirebileceği bir şey değil.
Yani, modern materyalistin madde anlayışını açmaya başladığımızda, materyalizmin, kişinin materyalizmle çelişkili olduğunu düşündüğü düalizm, panpsişizm, Platonizm, idealizm veya panteizm gibi çeşitli görüşlerden birine veya ötekine dönüştüğünü görürüz.
Bunun yerine materyalist kişinin zihin anlayışıyla başlarsak ortaya benzer bir sonuç çıkar. Onlarca yıldan beri süregelen hâkim eğilim, zihni işlevsel terimler üzerine düşünür. Bu, zihinsel fenomeni neyden yapıldığından ziyade, ne yaptığı üzerine analiz etmektir. Bu fikir genellikle, zihnin herhangi bir sayıda farklı donanım türü üzerinde çalıştırılabilen bir tür yazılım olduğu önermesiyle desteklenir. Bu analize göre zihin, madde gibi soyut bir yapı halini alır. Esasen materyalizm adına, madde gibi manevileştirilir. Ve bir materyalistten gelen, bir zihnin yazılımın eski donanımından yüklenmesi ve yeni donanıma indirilmesi gibi bir yolla bir düzenlemeden diğerine atlaması gibi diğer çelişkili sonuçları alabiliriz. (Ruhların göçü, ?)
“Yazılım-gibi-akıl” fikri ile “bilgisayar-gibi-evren” fikrini birleştirdiğimizde, bireysel insan zihninin aynı işletim sisteminin arka planında ilerleyen birçok programdan biri gibi olduğu sonucuna varırız. Bu, bazı panteist ve idealist sistemlerde bulunan bireysel ruhlar ve “dünyanın ruhu’’ arasındaki ilişkiyi andırır.
Tahminimce, daha fazla materyalistin bu çeşitli çıkarımların, genellikle materyalizmin karşıtı olduğu düşünülen görüşlere ne kadar yakın olduğunu görememesinin sebebi, çoğunun açıkça materyalist olmayan felsefe yahut genel olarak felsefe tarihi hakkında pek fazla bilgi sahibi olmamalarıdır. Özellikle, bahsi geçen insanlar sıklıkla son derece ilkel bir ruh anlayışına (bir çeşit büyülü bir varlık ya da hayalet gibi) ve son derece ilkel bir tanrı anlayışına (son derece güçlü bir tür büyülü varlık ya da çok güçlü bir hayalet gibi) sahiptir. Bu sebeple, onların Platoncu, Aristotelesçi, skolastik, idealist, rasyonalist ve benzeri türden filozofların açıklamalarıyla “ruh’’ ve “Tanrı’’ terimlerinden anladıkları, bu düşünürlerin dedikleri ile ilgili herhangi bir bilgi sahibi olsalar dahi, gülünç derecede yanlıştır. İronik olarak, maddeyi manevileştirdikleri gibi, az çok bu materyal olmayan gerçekleri de materyalleştirirler.
Edward Feser- “Materialism subverts itself”, (Erişim Tarihi:01.10.2020), Kaynak linki: edwardfeser.blogspot.com/2019/01/materialism-subverts-itself.html
Çevirmen: Eylül Adıgüzel
Çeviri Editörü: Berk Celayir