Platon: Yasalar – Nicholas R. Baima (Internet Encyclopedia of Philosophy)

////
2821 Okunma
Okunma süresi: 66 Dakika

Yasalar, Platon’un en son, en uzun ve belki de en sevilmeyen kitabıdır. Bu kitap isimsiz bir Atinalı, Megillus adında bir Spartalı ve Clinias adlı bir Giritli olan üç ihtiyar adam arasında geçen siyaset felsefesi üzerine bir konuşmadır. Bu adamlar henüz yeni bir Girit kolonisi olan Magnesia için bir anayasa oluşturmaya çalışmaktadır. Magnesia vatandaşlarının tamamının mutlu ve erdemli olmasını amaçlayan ve otoriter, demokratik ilkelerin bir karışımından oluşan bir hükümete sahiptir. Platon’un Devlet Adamı ve Devlet gibi siyaset teorisi üzerine olan diğer çalışmalarında olduğu gibi Yasalar da yalnızca siyasi düşünce hakkında değil aynı zamanda psikoloji, etik, teoloji, epistemoloji ve metafizik üzerine kapsamlı tartışmalar içerir. Ancak, bahsi geçen diğer çalışmalarının aksine Yasalar’da, uygulamadaki yasalarla siyaset felsefesi kombine edilmeye çalışılır ve Magnesia’da yasaların ve usullerin ne olması gerektiğiyle ilgili uzun detaylar verilir. Örnekler, kentte ayyaşlığa müsaade edilip edilmeyeceği, vatandaşların nasıl avlanması gerektiği ve intiharın nasıl cezalandırılacağı üzerine diyaloglar içerir. Ancak bu eserdeki yasal detaylar, elverişsiz düzyazılar ve sistematik eksiklik, hem antik hem de modern akademisyenlerin eleştirilerine neden olmuştur. Çoğu eleştirmen yazının bu tuhaflığını, metnin yazılma zamanında Platon’un ilerleyen yaşına bağlasa da, onu okuyanlar, bu metnin asla tamamlanmamış olduğu gerçeğini aklından çıkarmamalıdır. Her ne kadar bu eleştirilerin bir miktarında haklılık payı olsa da, Yasalarda tartışılan fikirler dikkate değerdir ve diyaloglar kendi başına bir edebi kaliteye sahiptir. 21.Yüzyılda Yasaların incelenmesi açısından felsefeciler arasında bir ilgi artışı yaşanmıştır. Yasalar’daki bahsi geçen mutlak gücün kesinlikle yozlaştıracağı ve hiç kimsenin hukukun üstünlüğünden muaf tutulmaması ilkesi gibi çoğu felsefi fikir, zamana meydan okumuştur.

Yasalardaki diğer önemli gelişmeler, karma bir rejime vurgu, çeşitli ceza sistemleri, ordudaki kadınlar üzerine politikalar ve akılcı bir teoloji çabasını içerir. Ama Platon’un en orijinal fikri, kanunun cebir ile iknayı birleştirmesi gerektiğidir. Vatandaşların yasaya uymasını ikna etmek için her bir kanun, kişinin yasaya uymasının niçin kendi çıkarına hizmet ettiğine dair sebepler sunan bir başlangıca (önsöz) sahiptir. Cebir; şayet ikna yöntemi kişiyi itaate sevk etmede başarısız olursa, yasaya bağlı olarak bir cezalandırma biçimi olarak ortaya çıkar. Öte yandan Platon, Yasalarda diğer çalışmalarında ifade edilen fikirleri ile çelişki içinde görülen muhtelif durumları da savunur. Belki de en büyük farklılık, Yasalardaki ideal devletin, Devlet kitabındaki ideal devletten çok daha demokratik olmasıdır. Diğer önemli farklılıklar ise ilk çalışmalarında reddettiği bir durum olan ve akrasia olarak adlandırılan olası irade zayıflığını kabul ediyor gibi görünmesi ve herhangi bir Euthyphro okuyucusunun beklediğinden çok daha fazla bir şekilde dine yetki vermesi şeklindedir. Bu gözle görülür farklılıkları açığa çıkaran felsefe tarihi öğrencileri ve Platon’un öğrencileri, onu, felsefi fikirlerinin daha karmaşık ve nüanslı bir anlayışıyla tanıtmaya çalışır.

İçindekiler

  • 1. Ortam ve Karakterler
  • 2. Yasalar, Gelenekler ve Magnesia’nın Siyasi Yapısı
  • 3. Yasalar ve Devlet kitabı arasındaki ilişki
  • 4. Yasalara Genel Bakış
  • 5. Birinci ve İkinci Kitaplar
  • a. Erdem
  • b. Eğitim ve Ahlak Felsefesi
  • c. Mutluluk ve Erdem
  • d. Şölen
  • 6. Üçüncü Kitap
  • a. Kanunların Kökeni
  • b. Sparta
  • c. Persliler ve Atinalılar
  • 7. Dördüncü Kitap
  • a. Magnesia’nın Coğrafyası
  • b. Koloniler ve Kanunlar
  • c. Önsöz
  • 8. Beşinci Kitap
  • a. Etik
  • b. Coğrafya ve Nüfus
  • 9. Altıncı Kitap
  • a. Seçimler ve Memurluklar
  • b. Evlilik
  • 10. Yedinci ve Sekizinci Kitap
  • a. Müzik Eğitimi
  • b. Jimnastik
  • 11. Dokuzuncu Kitap
  • a. Sorumluluk
  • b. Cezalandırma
  • 12. Onuncu Kitap
  • a. Ateizm
  • b. Deizm ve Geleneksel Teizm
  • 13. On Birinci ve On İkinci Kitaplar
  • a. Kanunlar
  • b. Gece Konseyi
  • 14. Atıflar ve İleri Okumalar
  • a. Temel Yunanca metinleri
  • b. İngilizce çeviriler
  • c. Genel tartışmalar ve antolojiler
  • d. Kültür, Yasalar ve Bağlam
  • e. Önsözler(preludes)
  • f. Etik, Ahlak psikolojisi ve Politik düşünce
  • e. Teoloji

1. Ortam ve Karakterler

Diyaloglar MÖ.4 yüzyılda Yunanistan’ın Girit adasında başlıyor. Üç ihtiyar adam Knossos’tan İda Dağları’nda bulunan kutsal bir mağara ve tapınak olan Zeus’a doğru yürüyor. Bu mekanlar Yasaların içeriği açısından kritik şekilde önemlidir. Bu üç adam Zeus’un kılavuzluğundan yararlanmak için her dokuz yılda bir Minos (Grit’in efsanevi kanun koyucusu) ve onun babasının izlediği yolu yürüyor. Onlar Minos’un izinden yol alırken en iyi siyasal sistemin ve yasaların ne olacağını keşfetmeye çalışıyorlar. Minos gibi onlar da siyasal sistemlerini tanrıyı kavrayışlarında bulacaklar. Her biri farklı bir Yunan şehir devletindendir. Clinias Girit’in Knossos şehrinden, Megillus Sparta’dan ve isimsiz kişi Atinadan. Bu isimsiz kişinin kim olabileceği ile ilgili bazı ikircikli durumlar vardır. Aristoteles (Politics 2.6.1265a)  bu kişinin Sokrates olduğunu, Cicero (Laws 1.5.15)  bunun Platon’un kendisi olduğunu söylerken bazıları ise okuyucuya onun Atinalı siyasetçi Solon olduğunun hatırlatılması gerektiğini söyler. Bir başka yorum ise Atinalı’nın isimsiz olduğunu çünkü Platon’un herhangi bir tarihsel figürü temsil etme gibi bir niyetinin olmadığını söyler. Bu isimsiz kişinin kim olduğu meselesini bir kenara bırakırsak okuyucular onun görüşünün Platon’un görüşleri olarak yorumlayıp yorumlayamayacaklarını merak edebilirler. Bu sorunun kolay ve tartışmasız bir cevabı yoktur. Hatta bu, Platon’un bütün çalışmalarına hakim olan bir problemdir. Akademisyenler bu meseleye karşı çeşitli yaklaşımlar sergilemektedir. Bazı akademisyenler başkarakterin Platon’un kendi fikirlerini yansıttığını, bazıları ise Platon’un fikirlerinin tek bir karakterle değil dolaylı yoldan tartışmanın tamamında bulunduğunu iddia eder. Üstelik bazı yorumcular Platon’un kendi görüşlerini kasıtlı olarak diyalogların dışında tuttuğunu, çünkü onun belirli savları ileri sürmekten ziyade bir dizi bağlantılı problemler hakkında düşünce üretmekle ilgilendiğini iddia etmektedir. Her ne kadar Spartalılar, Giritliler ve Atinalıların hepsi Yunan olma bakımından birleşmiş olsalar da onlar kültürel açıdan farklıdırlar. Atinalılar İyon soyundan iken Spartalılar ve Giritliler Dorlardan gelmektedir. Bu durum, iki nedenden ötürü konuyla ilgilidir. İlki İyonlular ve Dorlar genellikle dostane ilişkiler içinde olmamıştır. Hatta bu çatışma Peloponnessos savaşıyla doruğa ulaşır ( MÖ 431-404). İkinci olarak, Atinalılar daha sanatsal ve felsefi olarak görülürken, Dorlar münhasıran askeri bir odakta olmaları ve entelektüel bir arayıştan hoşlanmamalarından dolayı tek tipleşmişlerdir. Bu özelliklerin her ikisi de diyaloglarda kendini gösterecek çünkü her bir konuşan kendi kültür geleneklerinin karakteristik özelliklerini savunacak ve kendi kültürünün klişeleşmiş tarzına göre davranacak.

2. Yasalar, Gelenekler ve Magnesia’nın Siyasi Yapısı

Yasalarda teorik olarak oluşturulan ve Girit’in bir kolonisi olan Magnesia denizden 9 ila 10 mil uzaklıkta konumlanmış kendi kendine yeten bir tarım devletidir. Onun bu uzak konumu Magneisa’nın kültürünü bozabilecek ziyaretçilerin etkisini pasifize edecektir. Bununla birlikte, Magneisa ticaret ve yorucu iş gibi vatandaşların yapması yasaklanan ama gerekli olan işleri yerine getiren yabancı ve köle nüfusuna sahip olacaktır. Şehir 5.040 evden oluşacak. İsimsiz Atinalı (yazının geri kalanında sadece Atinalı olarak bahsedilecektir, ç.n)  bu sayıda kararlıdır çünkü 11 hariç 1’den 12’e kadar herhangi bir sayıya bölünebilmektedir ki bu da onu yönetim amaçları için elverişli hale getirir. Her bir ev hanesi parselli arazilere tahsis edilecek ( bir tanesi şehir merkezine yakında diğeri daha uzakta konumlanmış) ve bu araziler sahibinin ailesine temlik edilemeyecek. Bunun amacı diğer vatandaşların zararına olacak bir şekilde o ailenin üyelerinin zengin olmasını önlemektir. Hatta şehir vatandaşların aşırı zengin yahut aşırı fakir olmasını engelleyecek şekilde tasarlanmıştır. Yine de Magnesia’da bulunmadan evvel kişinin biriktirdiği servete dayalı olarak 4 tane mülk sınıfı olacak. Her ne kadar toprak müştereken işletilmeyecekse de o kamu malının bir parçası olarak düşünülmelidir ve hissedarlar kamuya katkıda bulunmalıdır.  Kadınlara mülk edinme hakkı verilmeyecek ama vatandaş olarak kabul edilecek ve siyasi hizmetlerde bulunabilecek. Aslında kadınlar asker olarak orduya katılabilirler ve kendi özel paylarını alabilirler. – bunlar antik Yunanda genellikle erkekler için tahsis edilmiş iki uygulamadır- .

Magnesia’nın siyasal sistemi demokratik ve otoriter unsurları harmanlayarak oluşturulacaktır. Bu siyasi makamların idare edilme biçimi ile görülebilir. Magnesia’da geniş ölçüde farklı siyasi makam vardır bunlardan bazıları genel vatandaşlardan oluşacaktır. Bunun faydası onun vatandaşlara Magnesia yönetiminde söz hakkı olduğu duygusunu hissettirecek olmasıdır. Ancak, aynı zamanda daha elit bir tabakadan oluşan belirli makamlar da olacaktır. Örneğin, yasanın koruyucuları sıradan vatandaşlardan oluşan organı denetleyecek. Yasanın koruyucularının eylemlerinin sorumluluğunu sağlamak için ise yetkileri üzerinde bir kontrol sağlayacak olan güçlü bir ‘’denetleme’’ kurulu olacak. En seçkin makam Gece Konseyi’dir. Bu konsey hukukun doğasını araştırmakla sorumlu olacak ve bu özelliklerin Magnesia’da nasıl uygulanabileceğine dair ışık tutacak.

3. “Yasalar” ve “Devlet” Kitabı Arasındaki İlişki

Her ne kadar Devlet ve Yasalar birçok benzerlik taşısa da, Önce Devlet’i okuyup sonra Yasalar’ı okuyan bir okur hem içerik hem de üslup açısından bu metinlerin farklılığı karşısında muhtemelen şaşıracaktır. Üslup açısından Yasalar, Platon’un şaheseri olan Devlet’e kıyasla daha az edebi kaliteye sahiptir. Bu kısmen Yasalar’ın hukuk ve hükümet politikalarının detaylarını ele almasının bir sonucudur. Oysa Devlet böyle değildir, o daha ziyade çok daha genel bir seviyede siyaset ve etik üzerine odaklanır. Üstelik Platon’un diğer çalışmalarının aksine Yasalar’da Sokrates karakteri gözle görülür biçimde eksiktir.

İçeriğe dönecek olursak, Devlet’te, Sokrates kelime anlamı ‘güzel ya da asil şehir’ olan ve Callipolis olarak adlandırılan ideal bir devlet geliştirir. Bu devlet 3 sınıftan oluşur: Büyük bir zanaatkar ve çiftçi sınıfı, eğitimli bir askeri sınıf ve devleti yönetecek olan az sayıda elit filozof sınıfı. Askeri ve yönetici sınıf ‘’Muhafızlar’’ olarak adlandırılır ve onların özel bir mülkiyeti yoktur. Hatta, çocuklar, erkekler ve kadınlar dahil her şeyi ortaklaşa kullanırlar. Callipolis’in aksine Magnesia’da özel mülkiyete imkan tanınır ve siyasi güç devletin her kademesine yayılmıştır. Göze çarpan bir diğer önemli fark ise Devlet’te yalnızca filozoflar eksiksiz bir erdeme sahip olmasına rağmen, Yasalar’da, Atinalı doğru kanunların halkın tamamında erdemi geliştirmeye yönelik olduğunu söyler. (1.630d-631d, 4.705d-706a, 4.407d, 6.770c, 12.962b-963a). Şüphesiz ki, Callipolis’in siyasi yapısı halkın tamamının doğru davranışlarını sağlamaktadır. Fakat eksiksiz bir erdem sadece filozofların sahip olduğu bir ilmi kapsadığı için filozof olmayanlar yalnızca erdeme yaklaşabilirler.  Bir diğer deyişle, Yasalar ortalama bir vatandaşın erdemli olma yeteneği ilgili olarak Devlet’ten daha iyimser gibi görünüyor.

Bu durum, okuyucuları bu gözle görülür farklılıkları neyin açıklayabileceği konusunda merak etmeye sevkediyor. Her ne kadar birçok farklı cevap verilmiş olsa da en yaygın cevap, metinlerin iki farklı amaç için yazıldığıdır. Devlet Platon’un siyasi ütopyasının ideal bir tasavvurunu temsil eder, oysaki Yasalar insan doğasının kusurları göz önüne alındığında elde edilebilir en iyi devlet tasavvurunu temsil eder.

Örneğin Aristo, Devlet ve Yasalar’ın aynı olan birçok özellik taşıdığını, ama Yasalar’ın genel olarak daha benimsenebilir bir sistem sunduğunu iddia etmektedir. (Politics 2.6.1265a-b).Birçok akademisyen Magnesia’ı en iyi ikinci devlet olduğuna işaret ederek bu fikri destekledi, ideal devlet kadınların çocukların ve mülkiyetin ortak tutulduğu devlettir. (Laws 5.739a-740a). İlaveten bu yorum Yasalar’ın günlük aktivitelerle ilgili olarak Devlet kitabında yapıldığından daha derin detaylara girmesinin sebebini de açıklar. Callipolis elde edilemez bir ütopya olduğu için gelenekleri detaylıca incelemenin bir anlamı yoktur ama Magnesia’nın gerçekleşme olasılığı olduğu için bunu tartışmaya değer. Trevor Saunders ‘’Devlet kitabı yalnızca teorik bir ideal sunar’’ dediğinde yukarıda bahsedilen yorumun özünü tasvir etmektedir. Yasalar aslında var olan gerçek dünyanın koşullarında değişikliğe uğramış ve gerçekleşmiş Devlet’i( Callipolis’i) tasvir etmektedir.  (1970, 28).

Alternatif bir cevap ise Platon’un fikrini değiştirmesidir. Bu yoruma göre Yasalar’da savunulan görüşler Devlet’te ifade edilen fikirlerin bir ilerlemesidir. Bu yorum 5.739a -740a ‘da Callipolis’in ideal devlet olduğu iddiasının desteklendiğini reddeder. Doğrusu,  pasajlar ideal devletin yalnızca her şeyin ortak olduğu yer olduğunu söyler ve Callipolis’de sadece ‘’muhafızlar’’ bu konumdadır. Bu durum, Yasalar’da tasvir edilen ideal devletin Callipolis olmadığını düşünmeye itiyor. Christopher Bobonich (2002) bu yeni bakış açısının Platon’un psikoloji hakkındaki fikirleninin değişmesinin ve ruhun kısımlara sahip olduğu Devlet’teki görüşlerini terk etmesi ve onu daha bileşik bir insan unsuru ve dürtüsüyle değiştirmesinin bir sonucu olduğunu öne sürmüştür. Yine de okuyucular bunun çok geniş ölçekli ve önemli bir konunun üstünkörü bir incelemesi olduğunu aklından çıkarmamalıdır – metinler arasındaki farklılıkları açıklamanın birçok başka yolu vardır.

4. “Yasalar”a Genel Bakış

Yasalar 12 kitaptan oluşmaktadır. 1. ve 2. Kitaplar hükümetin amacının ne olduğunu keşfeder. Bu keşif konuşan kişinin memleketinde bulunan uygulamaların karşılaştırmalı bir değerlendirmesi şeklindedir. Bu tartışma süresince, erdem ve eğitime dair bir ön açıklama yapılır. 3. kitap farklı anayasaların esaslarını ve hükümetin kökenlerini inceler. 3. kitabın sonunda, Clinias’ın yeni bir Girit kolonisi olan Magnesia için bir kanunname geliştirmekle sorumlu olduğu ortaya çıkar. Magnesia’nın uygun coğrafi ve nüfusunun tartışılmasından sonra 4. kitap kanun koymak için doğru metodu analiz eder. 5. kitap çeşitli ahlaki derslerle başlar ve daha sonra Magnesia’nın kurulması ve içindeki arazilerin dağıtımı için uygun usulün izahatına geçer. 6. kitap Magnesia’daki hukuki durumları ve çeşitli makamların detaylarını açıklar ve evliliğin incelenmesi ile son bulur. 7.ve 8. kitaplar vatandaşların müzik ve beden eğitimini tartışır. 8. kitap ekonomi ve cinsellik üzerine tartışmalarla sona erer. 9. kitap bir cezayı belirlerken göz önüne alınması gereken unsurların ne olması gerektiğini analiz eder ve ceza hukukunu anlatır. 10. kitap kutsala saygısızlıkla ilgili yasaları inceler ve teolojinin bir açıklamasını yapar. 11. ve 12. kitap kanunnamelerle devam eder. Yasalar şehrin bel kemiği olan Gece Konseyi ile biter.

5. Birinci ve İkinci Kitap

a. Erdem

Diyaloglar, Atinalı’nın hukukun insan yapımı mı yoksa ilahi bir kökenden mi geldiğine dair sorgulamasıyla başlar. Clinias; Zeus’un Sparta’nın kurucusu olarak anıldığını, Apollo’nun ise Girit yasalarının mimarı olarak inanıldığını ifade etmektedir. Konuşmalar hükümetin amacının ne olduğu sorununa yöneliyor. Megillus ve Clinias hükümetin amacının savaşta galip gelmek olduğunu çünkü çatışma ortamının tüm insanlık için zaruri bir şart olduğunu söylemektedir. Esas amaç savaşta kazanmak olduğu için Clinias ve Megillus eğitim ve öğretimin temel amacının yurttaşları cesaretlendirmek olduğunu ileri sürmektedirler. Atinalı bu duruma; çatışan taraflar arasındaki uzlaşma ve uyumun bir grubun diğerini alt etmesinden daha üstün olduğunu belirterek karşılık vermektedir. Bu barışın zaferden daha üstün olduğunu göstermektedir. (627c-630d). Sonuç olarak eğitim sistemi vatandaşlarını salt cesaretlendirme üzerine odaklanmamalı, bir bütün olarak hem cesaret hem de bilgelik, ılımlılık ve adaleti de içine alacak şekilde onların erdemlerini geliştirmelidir. (630d-631d). Hatta Atina’lı cesaretin en önemsiz erdem olduğunu ileri sürmektedir. (631d). Hukukun amacı vatandaşların gelişmesine yardımcı olmaktır ve onların erdemini geliştirmek bunu yapmak için en kesin yoldur.

Bu tartışma sırasında Atinalı ilahi ve insani şeyler arasında önemli bir ayrım yapar. İlahi şeyler erdemlerdir oysaki sağlık, güç, refah ve güzellik gibi şeyler insanidir. İnsani şeyler ilahi şeylere bağlı ama ilahi şeyler hiçbir şeye bağlı olmadığı için ilahi olanlar insani olanlardan üstündür. Buradaki ana fikir; erdemlerin insanın gelişimine daima katkıda bulunduğu ama refah ve güzellik gibi çoğunlukla bu işlevi yerine getirdiğine inanılan şeylerin kişinin erdeme sahip olmadığı sürece söz konusu işlevi yerine getiremeyecek olmasıdır. Hatta ruhen yozlaşmış bir insanın elindeki güzellik ve refah gibi şeyler onun yıkımına yol açacak şekilde davranmasına neden olacaktır.

Erdemin önemi artık anlaşıldığı için, Atinalı muhataplarının kendi ülkelerinin erdem geliştiren yasa ve geleneklerini saptamaya davet ediyor. Megillus basit bi şekilde cesareti besleyen Sparta uygulamalarını anlatıyor. Sparta’nın başlıca eğitim metodu vatandaşlarını korku ve acıya maruz bırakma üzerine odaklanır ki onlar her birine karşı bir savunma mekanizması geliştirebilsinler (633b-c). Atinalı bu uygulamanın arzu ve zevke karşı bir direnç geliştirmek için hiçbir şey yapmadığını belirterek cevap verir. Spartalıların yalnızca kısmi bir cesarete sahip olduklarını çünkü tam anlamıyla cesaretin sadece korku ve acının üstesinden gelmeyi değil aynı zamanda arzu ve zevklerin de üstesinden de gelebilmeyi kapsadığını savunur. (633c-d).

Bu durum Sparta ve Girit’in itidal geliştirmek için ne tür geleneklere sahip olduğunun araştırılmasına yol açar. Megillus belirsizliği ifade etmektedir ama bu durumun muhtemelen jimnastik ve ortak yemeklerle bi ilgisi vardır(esasında sadece erkeklerden meydana gelen bir oluşum ve askerlik vurgusu var).  Atinalı bu uygulamaların Dorian’ın sübyancılık, homoseksüellik ve sapkın zevk arayışının nedeni olduğunu söylediği için konuşmalar tartışmalı bir hal alır(636a-e). [Platon’un bu uygulamalara karşı alternatif bir tutumunun ifadesini görmek için okuyucuların Phaedrus ve Sempozyum’a bakmaları gerekmektedir.] Megillus Spartalıların asilliğini savunmaktadır, kendilerinin içki içmediğini Dionysus festivali sırasında bile olsa karşılaştıkları herhangi bir ayyaşı döveceklerini söyler. (636e-637a). Atinalı bunun kötü bir uygulama olduğunu düşünür çünkü uygun koşullar altında sarhoşluk kişinin itidalini ve cesaretini geliştirmesine yardım edebilir.

Karakterlerin ifade ettikleri belirli fikirleri ortaya koymakla Platon, bizden politik kurumların vatandaşların değerlerini ne şekilde etkileyeceği hakkında düşünmemizi istemektedir. Mesela her ikisi de ordu merkezli kültürlerden gelen Clinias ve Megillus insan çatışmasının insan doğasının en temel ögesi olduğunu ve cesaretin en büyük erdem olduğu savunur. Bunun aksine bir felsefe ve sanat kültüründen gelen Atinalı ideal olarak barışı, uyumu ve boş zamanı ideal olarak görür. Bu yüzden vatandaşların uygun eğilimler geliştirebilmesi için ülkenin doğru politikalara sahip olması ve vatandaşların doğru eğitimi alması gereklidir.

b. Eğitim ve Ahlak Psikolojisi

Hafif sarhoşluğu savunmak için Atinalı eğitim ve ahlak psikolojisi üzerine bir şeyler anlatır.  Onun eğitim ile kastettiği şey teknik beceriler değil kişiyi erdeme yönelten şeylerdir.  Eğitimin büyük bir kısmı;  vatandaşlar uygun şeyler veya olaylarla ilgili olarak zevk ve acı hissedebilsinler diye uygun duyguları aşılamayı amaçlamaktadır. Nasıl ki Sparta’nın vatandaşlarını acıya ve korkuya maruz bırakma uygulamaları onlarda acı ile ilgili uygun duyguların oluşmasına yardımcı olduysa içki partileri de zevk ile ilgili uygun duyguların gelişmesine yardımcı olabilir. Bu fikir bir kişinin negatif zevklere ve arzulara karşı direnç gösterebilmesinin yolunun yalnızca bunlara maruz kalma yoluyla olacağını söylemektedir. Kontrollü içki partileri bunu yapmak için güvenli ve ucuz bir yol sağlar.

Megillus ve Clinias oldukça şüphecidir ve Atinalıdan şarabın ruhu nasıl etkilediğini açıklamasını isterler. Burada ahlak psikolojisine dair bir açıklama elde ederiz (644c-645c). Atinalı bizden tanrılar tarafından çeşitli iplerden yapılmış bir kukla hayal etmemizi ister. Ruhtaki hisleri (zevk, acı ve duygular)  ifade eden bu ipler kuklayı çeşitli yönlere çeker. İplerden biri kutsaldır ve üstündür. Bu ip aklı ve öngörüyü temsil eder ve kişi onun yolundan giderse erdemlidir. Ancak, akıl/öngörü hassas olduğu için kuklayı doğru bir şekilde hareket ettirmek için sert ve şiddetli olan diğer iplerin yardımına muhtaçtır. Erdemin sadece akıl/öngürüye değil aynı zamanda doğru duyguların da geliştirilmesi olduğu temel fikirdir.

Kukla metaforu, irade zayıflığı (akrasya) ve irade gücü (enkrateia) ekseninde dönen bir dizi felsefi meseleyi gündeme getirir. Kabaca ifade edecek olursak, irade zayıflığı kişinin belirli bir eylemi yapması gerektiğini aklı ile kavraması fakat kişinin duygularının ve arzularının bu vardığı sonucu geçersiz kılmasıdır ki bu da ahlaki olarak noksanlığa yol açar. İrade gücü bunun tam tersi bir olgudur. Zayıf iradeli insanlar gibi güçlü iradeli insanlar da düşünsel olarak yapması gereken şeylerden daha başka şeyleri arzularlar. Zayıf iradeli insanların aksine güçlü iradeli insanlar bu arzularının üstesinden gelir ve doğru bir şekilde hareket ederler. Protagoras’ta (352a-c), Sokrates irade zayıflığı olasılığını reddeder ve Devlet kitabında erdemli kişi karşıt duyguların üstesinden gelen güçlü iradeli biri değil aksine psikolojik güçleri mükemmel bir uyum içinde var olan kişidir. Görünüşe göre kukla metaforu bu fikirlerin ikisi içinde sorun teşkil etmektedir. İlki için sorundur zira akıl ve öngörü ipinin hareket etmesinin duygular sayesinde olacağını ileri sürer (ayrıca bak: 3.689c ve 9.734b). Ancak bu yorum metafor içinde akıl veya öngörü olarak adlandırılan iplerin bizzat kendisinin bir duygu/etki olarak tanımlanması problemini ortaya çıkaracaktır ki bu da Platon’un akıl ve duygular arasında bir zıtlık oluşturma niyetinin olduğuna dair şüpheleri artırır.

Kukla metaforu aynı zamanda erdemin bir uyum olduğuna dair görüş için de problem teşkil eder çünkü kukla metaforunda erdem farklı iplerin hareket ettirilmesinde ustalaşmayı gerektirir. Bu erdemin güçlü iradeli olmakla aynı anlama geldiğini gösterir. Bununla birlikte, Kitap 2’de Atinalı erdemi zevk ve acı arasındaki bir uyum ve kişinin kavradığı ya da muhakeme ettiği bir şey olarak tanımlar (653a). Bu tasvir erdemin farklı psişik güçler arasındaki ruhta bir uyum olduğu fikri ile paraleldir.

Akademisyenler tarafından tartışılan diğer konu kukla metaforunda ruhun Devlet kitabında belirtildiği gibi 3 bölümden oluşup oluşmadığıdır. Devlet kitabında (bkz, ayrıca: the Phaedrus 246a-254e) ruhun üç bölümü vardır: Akıl/öngörü bölümü, ruhlu bölümü ve iştah bölümü. Bazı akademisyenler Yasalar ve Devlet kitabı arasında bir sürekliliğin olduğunu savunurken diğerleri kukla metaforunun, rasyonel ve rasyonel olmayan arasında ikili bir ayrım olduğunu ileri sürüyor. Bir diğer deyişle, Yasalar’da ruhun rasyonel olmayan bölümleri hem iştah hem de ruhlu kısımları kapsar. İlaveten diğer akademisyenler Yasalar’da Platon’un artık ruhu bölümleri olan bir şey olarak değil daha ziyade içinde farklı güçleri barındıran daha üniter bir şey olarak ele aldığını ileri sürer.

c. Mutluluk ve Erdem

İkinci kitap, içki partileri ve eğitim ekseninde dönen tartışmalarla devam eder. Müzik eğitimi bir kişinin karakterinin temelini oluşturur çünkü şarkı ve dans vasıtasıyla kişi yerinde duygusal tepkiler geliştirir (654a-d). Şarkı ve dansın içinde tasvir edilen erdemli eylemlerden zevk alan bir kişi erdem duygusunu geliştirmeye başlar (655b-656b). Bunun aksi de doğrudur, kişi dans ve şarkılarda tasvir edilen kısır eylemlerden zevk alırsa ahlaksızlık geliştirecektir (655b-656b). Bundan dolayı yasama organının şehirde hangi müziğin dinlenmesi gerektiğini belirlemesi çok önemlidir. Bu bir görevdir ve Atinalı ihtiyarların bilgelikleri düşünüldüğünde bu işin en iyi onlar tarafından yapılacağına inanır. (658a-e)

Müziğin öğretmesi gereken en önemli şeylerden biri adaletin mutluluk ürettiği adaletsizliğin ise mutsuzluk ürettiğidir (660b-664b). Clinias ve Megillus erdem ve mutluluk arasındaki ilişkiye şüpheyle yaklaşmaktadır. Clinias, kötü bir insanın utanç verici bir şekilde yaşadığını kabul eder ama eğer bu kişi zenginlik, sağlık ve güzelliğe sahip bir hayat yaşıyorsa onların başarısız bir hayat yaşadıklarını düşünmez (661d-662a’ı Gorgias 474c-475e). Atinalı, yasama organının mutluluğun adaletle olan ilişkisini öğretmelerinin niçin gerekli olduğuna dair dört argüman sunarak cevap vermektedir. İlk argüman bunu vatandaşlarına öğretmeyen bir yasa koyucunun tutarsız mesajlar vermiş olacağıdır (662c-663a). Bir taraftan yasa koyucular vatandaşlara mutlu bir hayat yaşayabilmeleri için yalnızca adil olmaları gerektiğini anlatırken diğer yandan da onlara adil bir şekilde yaşayarak zevkten yoksun olacaklarını öğretirler. İkinci argüman yine adalet ve mutluluk arasındaki ilişkiyi öğretmeyen yasa koyucuların vatandaşları adil olmaya ikna etmelerinin imkansız olduğudur (663b-c.). Üçüncü argüman ifadenin doğru olmasıdır. Adalet mutlulukla ilişkilidir(663c-d). Dördüncü argüman bu fikir yanlış bile olsa sağladığı sosyal faydalardan ötürü yine de öğretilmesi gerektiğidir (663d-e).

d. Şölen

Adalet ve mutluluk arasındaki bağıntıyı öğretmenin önemini pekiştirmiş olan Atinalı şölen tartışmalarına devam ediyor. İçki partilerinin ve sarhoşluğun orta-geç yetişkinlikteki vatandaşlara serbest bırakılması gerektiğini ve bilge bir lider tarafından denetlenmesi gerektiğini belirtir. Gençlerin enerjisi yüksektir ve hali hazırda müzik eğitimine katılmaya isteklidir. Bu yüzden, içki partilerine katılmak gençleri aşırı tetikleyecek ve negatif sonuçlara yol açabilecektir. Bununla birlikte kişi yaşlandıkça karamsarlaşır ve müzik ve dansa daha az ilgi duyar. Bu yüzden, içki partileri yaşlı yetişkinleri müzik eğitimine katılmaya daha istekli olacakları genç bir havayla buluşturacaktır (671a-674c).

6. Üçüncü Kitap

Üçüncü kitap tarih boyunca farklı siyasi anayasaların başarısızlıkları ve başarılarını inceler. Okuyucular Platon tarafından anlatılan tarihi olayların tamamen doğru olmadığını daha ziyade belirli felsefi hususları izah etmek için kullanıldığını akıllarından çıkarmamalılar.

a. Kanunların Kökeni

Atinalı gelişmiş bir kültürün büyük bir sel akıntısı tarafından defalarca yok edilmiş olduğuna dayanan geleneksel fikir hakkında konuşarak başlar. Bu tufandan ilkel bir kültür meydana gelmiştir. Bu zamanlarda yaşam basit ve barışçıldı. Çok az sayıda insan olduğu için bireyler birbirini görmekten memnundu ve kaynaklar boldu. (678e-679a). Herhangi bir resmi kanunu olmamasına rağmen insanlar otokrasi ya da hanedanlık olarak adlandırılan bir siyasi sisteme göre yaşamışlardı (680b). Bu sistemde en yaşlılar yönetirdi ve otorite babadan oğula geçerdi.

Nihayetinde, küçük klanlar bir araya geldi ve şehirleri oluşturdu. Şehirler meydan geldiğinde ise çatışmalar ortaya çıktı zira farklı farklı yönetici ihtiyarlar vardı ve her biri otoriteye sahip olduğunu iddia ediyordu. İlaveten, her bir klan arkasından farklı farklı dini gelenekleri de beraberinde getirmişti. Bu anlaşmazlıktan kanunlar meydana geldi(681c). Bireyler şehri oluşturan çeşitli klanların menfaatlerini temsil etmek için seçildi. Bu temsilciler, hangi kuralların benimsenmesi gerektiği ile ilgili söz konusu liderlerle konuştular (681c-d). 

Kanunların kökenine ilişkin bu ara sözlerden üç ders çıkarılabilir. İlki, şehirler ve medeniyetler doğal bir gelişimdir. Atinalı şehirlerin ve yasanın doğal olmadığı yönündeki fikri reddetmektedir (bkz. 10.888e-890a; Protagoras 320d-322d; Devlet Kitabı 358b-359b). İkinci olarak, insanlar ilk kitapta Clinias’ın iddia ettiği gibi birbirlerine karşı doğuştan karşı değillerdir. Onlar karşılıklı bir şekilde iyi niyete sahiptirler. Üçüncü olarak kanunların gerekli bir özelliği çıkar çatışmalarını uzlaştırmasıdır (bak.: Stalley 1983, 71-2).

b. Sparta

Truva’nın yükselişi ve düşüşünü tartıştıktan sonra, Atinalı Mora yarımadasının üç müttefik devleti olan Sparta, Argos ve Messene’nin tarihine döner. Bu üç devletin vatandaşları ve liderleri birbirlerinin haklarına saygılı olacaklarına ve şayet tehdit edilmeleri halinde birbirlerine yardıma koşacaklarına dair ant içerler. Bununla birlikte ittifak sadece Sparta’nın bu çöküntüden bir tür başarıyla hayatta kalmasıyla dağıldı. İttifak niçin başarısız oldu? Atinalı, bu durumun kişinin duyguları ve yargıları arasındaki uyumsuzluk olan bir tür cehaletin sonucu olduğunu ileri sürer (689a-c). Buradan çıkarılacak sonuç, böylesi bir bilgisizlikten mustarip olan hiçbir vatandaşın herhangi bir derecede iktidar gücüne sahip olmaması gerektiğidir(689c-e). Bu bizi, bir devletin gelişmesi için o devletin vatandaşlarının uygun duygusal tepkiler geliştirmesi gerektiğinin söylendiği birinci ve ikinci kitaptaki eğitim tartışmalarına geri götürüyor. 

Argos ve Messene’nin söz konusu liderleri bu tarz bir bilgisizlikten mustariplerdi ve bunun olumsuz sonuçları onların mutlak bir iktidar gücüne sahip olmaları ile iyice perçinlendi(690d-691d). Bunun aksine Sparta ise siyasi gücü bir yerine iki kral, bir ihtiyarlar heyetinin de dahil olduğu çoklu aktörler (veya iktidar konumu) ve ephorlar olarak adlandırılan ve kura ile seçilen memurlar arasında dağıttığı için bahsedilen felaketten korunmuşlardır (691d-692bc).  Burada Atinalı, başarılı bir anayasanın çeşitli yönetici unsurlarını harmanlamak vasıtasıyla gücü dağıttığını ve bunun temel siyasi fikrini anlatıyor.

c. Persliler ve Atinalılar

Sparta’da ılımlı bir siyasi sistemin tanımını yapmış olan Atinalı birbirine zıt iki devleti tartışıyor: Atina ve Pers. Atina aşırı demokrasiyi Pers ise aşırı monarşiyi temsil etmektedir. Atinalıya göre Pers başarı ve başarısızlık dönemleri arasında bir dalgalanma yaşamıştı. Cyrus’un hükümdarlığı altında bir özgürlük ve boyun eğme dengesi vardı. Askerlere ifade özgürlüğü verilmişti ve kral bilge vatandaşlara akıl danışıyordu. Sonuç olarak askerler liderlerine karşı olumlu hisler hissediyorlar ve devlet bilgelikle yönlendiriliyordu (694b-c). Bununla birlikte Cyrus’un ölümü üzerine felaketler birbiri ardına geldi. Cyrus’un oğulları lüks içinde yetiştiler ve asla düzgün bir eğitim almadılar (694c-b). Oğullar, babalarının yapmış olduğu gibi özgürlük ve boyun eğmeyi kaynaştırmak yerine şiddet uyguladı ve itaat talep etti (695b). Nihayetinde Darius, imparatorluğu kontrolü altına aldı ve bu süreç kendini kendini tekrar etti. Darius özgürlük ve boyun eğmenin harmanlanmış halini benimseyerek imparatorluğu kurtardı ama ne zaman ki şımarık oğlu Xerxes gücü eline aldı imparatorluk kötüye gitti (695d-e).

Atinalıya göre, Atina’nın tarihi Pers’in tarihinin tam tersidir. Şayet Pers, yöneticilerinin yeteri kadar özgürlük tanımamasından dolayı çöktüyse, Atina da çok fazla özgürlük tanıdığı için çökmüştür. Persliler Yunanlılara saldırdığı zaman Atinalılar korku ve mecburiyetten ötürü toplumu birbirine bağlayan belirli ahlak kurallarına göre yaşadılar. Bu süre zarfında Atinalılar gönüllü olarak kendilerini otoriteye adamışlardı ve bunun sayesinde devletlerini savunmada başarılı oldular (698b-700a).  Ancak ne zaman ki Pers tehdidi kayboldu toplumu bir arada tutan ve doğal olarak özgürlüğü kısıtlayan korku ve şeref kuralları da kayboldu. Atinalılar kendilerini çeşitli konularda otorite olarak kabul etmeye başladılar ve kendilerini zevkin rehberliğine teslim ettiler. Bu bir cehalet ve aşırıcılık topluluğuna neden oldu (700a-701d).

Atinalı’nın amacının iki yönü vardır. İlki, şayet bir siyasi sistem başarılı olmak istiyorsa boyun eğme ve özgürlüğü harmanlamak zorundadır. Vatandaşların zulüm görmemesi ve liderlere karşı sinirlenmemesi ve onları hür iradeleriyle takip etmeleri için vatandaşlara yeterince özgürlük tanınmalıdır. Dahası siyasi sistem bütün tebaanın refahı ile ilgilenmelidir. Ancak bir siyasi sistem, kitleler yalnızca en zevkli buldukları şeylerin peşinden gidecekleri için sadece bilge olanlara yetki vermelidir. Bu yüzden vatandaşların özgürlüğüne dair bazı kısıtlamalar olmak zorundadır. İkinci olarak, mütemadiyen dengeli bir siyasi sistem elde etmenin tek yolu vatandaşların düzgün bir eğitim alıp almadıkları meselesinden geçer.

7. Dördüncü Kitap

a. Magnesia’nın Coğrafyası

Üçüncü kitabın sonunda, Clinias Magnesia adlı yeni bir koloniye bir kanunname oluşturmak için atanan on Giritliden bir tanesinin kendisi olduğunu açıklar. Dördüncü kitap bu yeni koloninin inşası ile başlar. Magnesia, aşağı yukarı 9 ila 10 mil içeride izole bir Girit adasında konumlanacaktır. Her ne kadar arazi engebeli olsa da bölge birçok kaynağa sahiptir. Atinalı bunu öğrenmekten memnun olmuştur zira bu durum Magnesia’lıların farklı toplumlarla önemli miktarda ticari işlere ihtiyacı olmayacağı anlamına gelir. Bu faydalıdır çünkü şehrin üzerindeki dış etkileri sınırlayacaktır (704a-705b).

b. Koloniler ve Kanunlar

Koloniler çoğunlukla Girit adasından gelecekler ama büyük Peleponnese’den gelen kişiler de memnuniyetle karşılanacaktır. Başlangıçta, bu bir problem yaratır. Magnesia farklı kültürel geleneklere sahip bireylerden oluşacaktır, peki ama tüm bunlar tek bir hukuk sistemi altında nasıl uzlaştırılabilir? Atinalı’nın, argümanın bu safhasındaki çözüm önerisi ılımlı bir diktatörlük ve anayasa ile kanunnameleri geliştirmesi gereken bilge bir kanun koyucudur. (709a-710e). Diktatörlüğün avantajı yasalar ve geleneklerin kolay bir şekilde değiştirilebilmesidir çünkü güç tek bir kişide toplanmıştır.  Şunu da belirtmek gerekir ki, diktatör ve yasa koyucu kanunnameleri oluşturduktan sonra yetkiyi çeşitli memurluklara devredecektir.

Bir sonraki konu bu iyicil diktatörün nasıl bir anayasa yaratacağını tanımlamaktır. Bunun mutlak bir cevabı yoktur, bunun yerine Atinalı, Zeus’un babası olan Cronos’un yaşadığı zamana dair bir mit anlatmaya devam eder. Mit, Cronos’un hükümranlığı döneminde yaşamın kutsanmış ve mutlu olduğunu anlatır. İnsan doğasının yozlaşmış olduğunu bilen Cronos ilahi varlıkları insanlardan sorumlu tutar. Bu durum insanların çiftlik hayvanları üzerinde hüküm sürme biçimine benzemektedir. Buradan çıkarılması gereken sonuç, kişinin kendinin denginde olan biri tarafından değil kendisinden üstün biri tarafından yönetilmesi gerektiğidir. Atinalı, Cronos’un hükümranlığının bitmesine ve ilahi varlıkların artık onları yönlendiremeyecek olmasına rağmen insanların içinde ilahi bir unsurun yani aklın olduğunu anlatır. Aklın izinden gidilmesiyle birlikte yasalar Cronos’un zamanında meydana gelen ilahi kuralları yansıtacak ve insanlar mutlu olacaklardır(713c-714a). Bu mit, okuyucuyu Yasalar’ın başlangıç konusuna yani yasalar ve ilahi varlıklar arasındaki bağlantıya geri götürür. Atinalı açık bir biçimde akıl, yasa ve ilahi şeyleri birbiriyle ilişkilendirir.

Kronos mitinden yasaların akılcı olması gerektiği açıktır ama bu yasa kime hizmet etmelidir ve otoritesi nerden kaynaklanmaktadır? Atinalı,  tüm şehrin çıkarına hizmet etmeyen herhangi bir yasanın sahte bir yasa olduğunu ileri sürmektedir (715b). Bu nedenle siyasi gücü elinde tutanlar yönetici olarak adlandırılmaktan ziyade yasanın hizmetkarları olarak adlandırılacaklardır. Yasalar ilahi olanla bağlantılı olduğu için şehrin çıkarlarına hizmet edenler gerçek manada tanrıya hizmet etmiş olurlar (715c-d). Buradan yasaların tüm vatandaşlar üzerinde otoriteye sahip olduğu ve temelde belirli bir grup ya da bireyin değil tüm toplumun refahı ile ilgili olduğu aşikardır.

c. Önsöz

Yasaların başlangıç noktası doğrudan yasa koyucu ve diktatörden gelir. Atinalı, bunun şehirde iyi yasalar oluşturmak için en iyi ve en etkili yol olduğuna işaret eder. Ama ya yasalar tamamen dışarıdan gelirse o zaman bir vatandaş ona gönüllü bir şekilde niçin uyacaktır? Atinalı, Pers liderlerini yapmakla suçladığı aynı hataları nasıl oluyor da kendi yapmamış oluyor? Atinalı bu sorunu yasada bir önsöz fikrini icat ederek çözüyor.

İzahatlarına, özgür bir hekimin tıbbi müdahalelerini köle bir hekiminki ile karşılaştırdığı tıbbi bir analoji ile başlar (720a-720e). Hekimler kimi tedavi ettiklerine ve onlara nasıl bir tedavi uygulayacaklarına göre farklılık gösterirler. Köle hekim ilk olarak köleleri tedavi eder ve bir zorba gibi davranır – sadece emirler verir ve hastalarını itaate zorlar. Aksine özgür bir hekim ilk olarak özgür insanları tedavi eder ve hastalığı ile ilgili önerileri vermeden evvel onlara karşı özen gösterir. Dahası özgür bir hekim hastasını doğru tıbbi prosedürün ne olduğu hakkında ikna edene kadar hiçbir talimat/reçete vermeyecektir. Köle hekim yalnızca baskıya bel bağlayan bir zorba gibidir aksine özgür hekim hem ikna hem baskıyı kullanır. Atinalı, yasa koyucunun hem iknayı hem de baskıyı kullanan özgür bir hekim gibi olmasını ister.

İkna, yasaya önsözler (preludes) eklenerek başarılır. Müzik bestelerinde prelüdler ana besteden önce sahnelenen kısa müzik performanslarıdır. Müzikal prelüdler seyirciler tarafından ana performans daha iyi algılanabilsin diye tamamlayıcı olarak tasarlanırlar. Benzer şekilde yasa koyucu, vatandaşları daha iş birlikçi ve öğrenmeye hazır hale getirecek ve bu sayede onların yasaları daha özgür bir şekilde benimsemelerini sağlayacak kısa izahatlarla yasaya önsöz sunabilir(722d-723a). Şayet vatandaşlar yasaya uymamayı tercih ederlerse yasaya cezalar eklenerek zorlama sağlanır.

Atinalı açıkça vatandaşların yasaya gönüllü bir şekilde itaat etmelerini ister. Bunun gerçekleşmesi için vatandaşların yasayı kendi menfaatlerine hizmet eden bir şey olarak görmeleri gerektiğinin ve önsözlerin (preludes) bunu başarmak için hazırlandığının farkındadır. Peki ama önsözlerin temelinde yatan iknanın doğası nedir? Bununla ilgili üç tane temel yorum vardır. İlk yorum, iknanın rasyonel olmasıdır. Bu görüşün savunucuları önsözlerin amacının, vatandaşlara yasanın altında yatan gerçek nedenleri açıklamak olduğunu ileri sürerler. Bunun lehindeki deliller çoğunlukla Atinalının önsözleri nasıl yorumladığında yatar. Atinalı önsözleri (preludes) tartışırken tekrar tekrar onların öğretme, öğrenme ve aklı içerdiğini söyler(4.718c-d, 4.720d, 4.723a, 9.857d-e, 9.858d, ve 10.888a). Şayet bu yorum doğruysa o zaman Yasalar ortalama bir vatandaşa Devlet kitabının yaptığından çok daha iyimser bir bakış açısı sunar. Devlet kitabında çiftçiler ve zanaatkarlar felsefe eğitimi almazlar, ama bu yorum üzerine Magnesia’nın vatandaşları yasanın altında yatan felsefi nedenlerin bazılarını anlayacaklardır.

İkinci yorum iknanın rasyonel olmadığı ve vatandaşların aklına değil duygularına hitap ettiğini ileri sürer. Bu yorumun savunulmasındaki ana delil, önsözlerin kendinde bulunur. Tamamı olmasa da önsözlerin çoğu vatandaşları yalnızca boyun eğmeye iten geleneksel öğütler gibidir. Bu rasyonel olmayan yorumu destekleyenlerin çarpıcı bir örneği av yasalarının önsözüdür. Bu önsözde, Atinalı yalnızca atlarla, köpeklerle ya da yürüyerek yapılan kara hayvanı avcılığının cesarete değer olduğunu, tuzak kurma gibi avcılığın diğer türlerinin miskinlik olduğunu ve yapılmaması gerektiğini söyler. (7.823d-824b; bak ayrıca 5.726a-734e, 6.772e-773c, 9.854b-c, 10.904e-905c, ve 11.927a-d). Atinalı ne avcılığın bazı türlerinin niçin miskinciyken diğerlerinin cesarete değer olduğunu açıklama girişiminde bulunur ne de miskin bir avcılığın niçin kötü olduğunu ve kişinin bunu yaparak zamanını verimsiz bir şekilde kullanmış olduğuna dair açıklamada bulunur.

Üçüncü yorum ilk iki yorumun ortasındadır. Rasyonel ve rasyonel olmayan yorumları uzlaştırma girişiminde bulunur. Atinalı tarafından önsözlerin akla hitap eden olarak nitelendiğini ve gerçek önsözlerin akla değil duygulara hitap ettiğini varsayalım. Bu çelişkiyi ne açıklayabilir? Bu soruya iki cevap kendini gösterir ve orta yol olarak sınıflandırılabilecek ana yorumları temsil eder. İlki, bir yabancının vatandaşların özgür ve rasyonel bir şekilde yasalara uyduğu bir hukuk ideali sunmak için önsözlerin tasvirini kullanmasıdır. Ancak insanların psikolojik sınırlarından dolayı asıl önsözler bu idealle eş değer olmayacaktır. İkinci cevap daha faydacıdır. Atinalı vatandaşların yasaya uymaları için teşvik edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Vatandaşların hem çıkarları hem de entelektüel yeteneklerinin farklılık göstereceğinin farkındadır. Bundan dolayı kanun koyucu vatandaşları teşvik etmek için farklı şeylere başvurmak zorundadır ki bunların bir kısmı rasyonel iken bir kısmı da rasyonel değildir.

8. Beşinci Kitap

a. Etik

Atinalı, önsöz (prelüd) tanımını açıkladıktan sonra Magnesia’nın tüm yasal düzenine mukaddime olacak bir önsöz sunar. Bu önsöz şehir için temel bir ahlaki dayanak sağlar ve vatandaşların genel görevlerini açıklar. Bu görevler üç ana başlık altında toplanır: ruh için, beden için ve diğer vatandaşlar için. Bu önsöz erdemli bir yaşamın maksimum miktarda zevke, kısır bir yaşamın maksimum miktarda acıya yol açacağını gösterme girişimi ile son bulur. Aşağıda beşinci kitabın bu kısmında ifade edilen ana fikrin bir taslağı verilecektir.

Atinalı, ruhun, bedenin efendisi olduğu ve bundan dolayı bedene nispeten ruhun gelişimine öncelik verilmesi gerektiğini söyler. Bununla beraber çoğu insan bunu yapmada başarısız olur ve erdemi bir kenara bırakarak zevkin, zenginliğin ve güzelliğin peşinden gider. Bunun sonucu olarak da bedeni ruhtan üstün tutarlar (726a-728d). Her ne kadar insanlar ruhun gelişimine öncelik vermesi gerekse de, onlar bedenlerine de bakmakla yükümlüdür. Ancak insanlar son derece güzel, sağlıklı ve güçlü olmakla bedenlerini onurlandırmazlar. Daha ziyade bu belirtilen durumların her birinin en uç noktaları arasında bir ortalama elde ederek onurlandırırlar. Aynı prensip zenginlik için de geçerlidir. Aşırı zenginlik kan davalarına ve aç gözlülüğe götürürken aşırı yoksulluk sömürülere karşı kişiyi savunmasız bırakacaktır (728d-729a). 

Okuyucular ruhu ve bedeni onurlandırma fikrini sadece mistik bir görüş değil aynı zamanda yanlış da değerlendirebilirler. Nihayetinde, fiziksel olarak iyi olmak kişi için iyi olabilir ama öyle değilse bile bir sorumluluğu ihlal etmek anlamına da gelmiyor gibi görünüyor. Bununla birlikte, bu tuhaflıklar şayet şu üç şeyi göz önünde bulundurursak açıklanabilir. İlki, Atinalı’nın ruhu ve bedeni onurlandırmak arasındaki ayrım kıstası, birinci kitapta ilahi ve insani şeyler arasında dile getirdiği farklılık kıstaslarının haritasını çıkarır. İnsanlar erdemli şeylerin izinden giderek ruhlarını onurlandırırlar. Bu kutsal bir egzersizdir zira ruhun kendisi kutsaldır(726a). Her ne kadar Platon için dini bağlantı önemli olsa da, bu ayırım aslında ‘’içsel’’ ve ‘’dışsal’’ şeyler arasındadır. İçsel şeyler zihin ve karakterin ürünleriyken, dışsal şeyler zihin ve karakterin dışına uzanan ve potansiyel olarak iyi olan her şeydir. Platon’a göre dışsal şeylerin değeri içsel şeylerin varlığına bağlıdır. İçsel şeylerin değeri ise hiçbir şekilde dışsal şeylerin varlığına bağlı değildir. Bir başka deyişle, içsel şeyler her halükarda iyidir, dışsal şeyler ise sadece bazı durumlarda iyidir.  Bundan dolayı, Platon insanların dışsal şeyler uğruna bu kadar çok zaman ve enerji harcalarken, içsel şeyleri elde etmek için ise çok az uğraşmalarını tuhaf bulur. 

İkincisi, Antik Yunan ahlakı genellikle, ahlaki sorgulamanın bir birey için en iyi yaşamın ne olduğu sorusu üzerine odaklanması anlamında egoistik olarak yorumlanır. Bu çerçevede kişinin niçin erdemli olması gerektiği hakkındaki tartışmalar erdemin iyi olmakla nasıl bir ilişkisi olduğu açısından değerlendirilir. Bir başka deyişle Antik Yunan ahlak bilimcileri erdemli olmak için kendimizden kaynaklanan(özsaygı) nedenlerimiz olduğunu iddia ederler. Yani erdemin bizim mutlu ve başarılı bir hayat sürmemize yardımcı olacağını düşünmektedirler. Bu amaç doğrultusunda Platon’un iyi bir yaşam için elzem olmasından ötürü ruh ve bedene özen göstermekle yükümlü olduğumuzu düşünmesi mantıklıdır.

Üçüncüsü, günümüzün temel etik teorilerinin özsaygıyı içinde barındırdığı ve bundan dolayı bu fikrin tamamen Platon ya da diğer Antik Yunan ahlak bilimcilerine indirgenemeyeceğini hatırlatmakta fayda vardır. Bugün üç temel etik teorisi, Platon tarafından savunulmuş olan erdem etiği, deontoloji ve sonuççuluktur. Deontolojinin ilham kaynağı olan Immanuel Kant kendimizi geliştirmekle yükümlü olduğumuzu savunurken en gelenekçi biçimiyle sonuççuluk bireyin nasıl davranması gerektiğini belirlerken kendi kişisel refahını göz önüne aldığını ileri sürer. Atinalı, vatandaşların başkalarıyla da ilgilenmesi gerektiğini ifade ettikten sonra erdemli yaşamı savunmak adına büyüleyici bir argüman sunuyor. Argümanın püf noktası ahlak bozukluğunun duygusal aşırılıklara, erdemin ise duygusal istikrara neden olduğudur. Duygusal aşırılıklar acılı olduğu için erdemli yaşamın daha güzel olacağı sonucu çıkar(732e-734e). Atinalı erdemli yaşamın acıdan çok zevke neden olacağını göstermeyi amaçlar. Bunu yaparken de her ne kadar ahlaken kötü de olsa ahlaksız bir yaşamın yine de zevki olduğuna dair çok yaygın düşünceyi yıkmayı umar.

b. Coğrafya ve Nüfus

Beşinci Kitabın geri kalanın Magnesia’nın yapısını tartışmaya geri dönüyor. Bu tartışma aşağıda sıralananları içeren çok çeşitli konuları kapsamaktadır:

Vatandaşların seçimi (735a-736e), toprak dağıtımı (736c- 737d ve 740a), nüfus (737e-738b ve 740b-744a), din (738c-738e), ideal devlet (739a-739e),  dört mülkiyet sınıfı (744b-745b), devletin idari birimleri (745b-745e), hakikatler ışığında hukukun esnekliği (745e-746d), matematiğin önemi (746d-747d), iklimin etkisi (747d-747e). Kitabın bu bölümündeki temel felsefi fikirler yukarıda üçüncü ve dördüncü kısımlarda incelenmiştir.

9. Altıncı Kitap

a. Seçimler ve Memurluklar

Atinalı, Magnesia’nın nüfusu ve coğrafyasını belirledikten sonra seçim sürecini ve şehirdeki çeşitli memurlukları tanımlamaya başlar (751a-768e). Seçim süreci oldukça karışık ve anlaması zordur ama tipik olarak dört safhası vardır: aday belirleme, oy kullanma, kura ve soruşturma. Orduya hizmet eden veya etmekte olan tüm vatandaşlar adaylarını halk tarafından açıkça görülebilen tabletlere yazarak aday gösterilir. Bu süre zarfında uygun görmedikleri herhangi bir kişinin ismini silmelerine izin verilir. İsmi en çok çıkanlar, vatandaşların oylarını kullanabilecekleri bir listede toplanır. Bu süreç daha sonra tekrar eder; en çok oyu olan vatandaşların isimleri diğer listeye aktarılır. Bu listeden kimin yetki sahibi olacağını belirlemek için kura çekilir. Şayet seçilen isim soruşturmadan geçerse, seçildikleri ilan edilir.

 Bu süreç(kura çekimi)  bilhassa artık yaygın olmadığı için bunun seçim sürecine ne gibi bir değer kattığı sorgulanabilir. Platon’un zamanında kura çekimi demokratik bir süreç olarak görülürken oy kullanmak daha ziyade oligarşik bir şey olarak görülüyordu (Aristotle Politics 4.9.1294b8-13). Burada ki temel fikir şudur;  şayet tüm vatandaşlar eşit ise o zaman onların hepsi söz konusu görevde olmayı eşit bir şekilde hak eder. Bundan dolayı tek adil süreç göreve seçimin rastgele olmasıdır. Vatandaşların bir aday için oy kullanması bazı vatandaşların diğerlerinden daha üstün olduğunu kabul etmesi demektir. Dolayısıyla kura çekiminin de sürece dahil edilmesi demokrasilerde bulunan eşitlikçi düşünceye tanınan bir imtiyazdır. Bu en yalın haliyle Atinalı’nın eşitlik tartışmasında görülür(756e-758). Atinalı eşitliğin iki türünü birbirinden ayırır: aritmetik eşitlik ve geometrik eşitlik (bunlar Aristo’nun terimleridir, bkz, Politika 5.1.1301b29-1302a8, Nikomakhos’a Etik 5.3.1131a25-5.5.1133b28). Aritmetik eşitlik herkesi eşit olarak ele alır ve kura sistemine daha yakındır. Geometrik eşitlik ise herkesi doğalarına ve yeteneklerine göre değerlendirir ve oy verme sistemine daha çok benzeşir. Atinalı, geometrik eşitliğin, eşitliğin doğru biçimi olduğunu düşünür. Çünkü her insanın farklı bir doğası vardır ve onlara eşit bir şekilde muamele etmek aslında eşitsizliğin bir görünümüdür. Ancak çoğu vatandaş olaya bu gözden bakmayacaktır ve bundan dolayı kuraların sürece dahil olması nizadan kaçınmanın bir yoludur.

Altıncı kitapta tanımlanmış çeşitli memurluklar vardır ama üç tanesi dikkate değerdir:  Meclis, Konsey ve Yasanın Muhafızları. Meclis orduda hizmet etmekte olan veya etmiş olan tüm vatandaşlara açıktır. Ana fonksiyonu her ne kadar başkaca görevleri de olsa diğer memurluklar ve Konseyin üyelerini seçmektir (753b, 764a, 767e-768a, 772c-d, 8.850b, 11.921e, 12.943c). Konsey her bir mülk sınıfından 90 üyenin katılımıyla toplamda 360 kişiden oluşur. Üyelikler bir yıl sürer ve ana fonksiyonu seçimleri denetlemek ve meclisi organize etmek gibi devletin gündelik işlerini yürütmektir(756b-758d). Yasanının Muhafızları en az elli yaşında olan otuz yedi vatandaştan oluşur. Asgari yirmi yıl görevde kalacaklar ve öncelikli görevleri yasayı korumak olacaktır (752-755b). Yasayı, hem memurları hem de sıradan vatandaşları denetleyerek, zorlu adli davaların çözülmesine yardım ederek ve yasada düzenlemeler ve tamamlamalar yaparak korurlar. Hem seçim hem de görevlerin yerine getirilmesi süreci içinde Atinalının çeşitli siyasi unsurları harmanlayan bir anayasa geliştirme girişiminin olduğunu görmekteyiz.

b. Evlilik

Sohbet, kölelik bir yana, aniden evlilik ve çocuk yetiştirme meselesine yöneliyor. Atinalı, ılımlı ve karmaşık bünyelere yaptığı vurguyu sürdürerek insanları kendilerinin zıt karakteriyle evlenmelerini teşvik eder. Her ne kadar insanlar kendileri gibi olanlara kapılsalar da vatandaşlar devletin iyiliğini kendi tercihlerinden üstün tutmaya teşvik edilecektir. Ancak vatandaşlar böylesi bir yasayı aşırı derecede kısıtlayıcı bulacakları için Atinalı vatandaşların zıt karakterleriyle evlenmelerinin yalnızca teşvik edilmesini ister, mecbur kılmaz(773c-774a). Şayet erkek vatandaşlar otuz beş yaşına kadar evlenmezlerse para ve kınama cezasına mahkum edileceklerdir.

Bu yasalar insana oldukça gaddarca gelebilir; yine de kişi şu üç şeyi unutmamalıdır. İlki, Magnesia’da evlilik yasaları Girit ve Sparta’daki mevcut uygulamalardan esinlenmiştir. İkincisi; Yasalar, koruyucu sınıf (askerler ve filozoflar) için bireysel evliliğin olmadığı Devlet kitabında ifade edilenlerden çok daha az katıdır. Devlet kitabında korucuyucu sınıftakiler uygun yaşta ve karşı cinsten her bir kişiyi eşleri kabul edecektir. Çiftleşme kura ile ayarlanacaktır. Ancak kura çekimleri, ensestten sakınmak ve nüfusu kontrol etmek, eugenic’i(kusursuz ırk) yerine getirmek için seçilmiş birkaç kişinin cinsel ilişkilerini kontrol altına alacak şekilde düzenlenmiştir(Devlet, 5.459d-460c). Elbette ki, Platon işçi sınıfından vatandaşları kapsayan evlilik yasalarının ayrıntılarına girmez ve bildiğimiz kadarıyla bunlar Magnesia’dakilere benzerdir. Üçüncü olarak, kendi zamanına göre Platon kadınlarla ilgili görüşlerinde gerçek manada ilericidir. Altıncı Kitapta Atinalı, kadınların ortak yemeklere dahil edilmesini savunur. Platon’un kadınların yemeklere iştirakına özgü bir uygulama Aristo’da da görülür(Politika 2.12.1274b10-11). Atinalı, tüm vatandaşlar düzgün bir eğitim almadıkça bir şehrin gelişemeyeceğini vurgular.

10. Yedinci ve Sekizinci Kitap

Geleneksel Yunan eğitimi hem müzik hem de jimnastik eğitimini içeriyordu. Müzik eğitimi, müzik, şiir ve matematik gibi Muses’ın(ilham perileri) tüm konularını içerir. Jimnastik fiziksel aktivite ile ilgili bir eğitimdir. Askeri eğitim ve spor gibi şeyleri içerir. Yedi ve sekizinci kitaplar Platon’un hem kadınlar hem de erkekleri içine alan eğitime dair fikirlerinin ayrıntılarını sunar. Platon için eğitim çoğunlukla oyun biçimindedir ve hafife alınamaz. Aşağıdaki satırlar Platon’un muhafazakarlığının yanı sıra söz konusu eğitime dair fikrini de anlatır:

Şayet çocukların oynama biçimini kontrol ederseniz ve aynı çocuklar daima aynı kurallar ve koşullarda yine aynı oyunu oynarlar ve aynı oyunlardan keyif alırlar ise herhangi bir değişim olmadan yetişkin yaşam adetlerinin de iyi kalacağını göreceksiniz. Bazı kötü durumlar haricinde değişimin aşırı derecede tehlikeli olduğunu göreceğiz (Saunders trans. 797a-c).

Aşağıda temel eğitim yasa ve ilkelerinin bir taslağı vardır.

a. Müzik Eğitimi

Magnesia’da yapılmasına müsaade edilen şiir ve tiyatro çoğunlukla olumlu ahlaki dersler veren ses ve görüntüler sunacaktır (814-816d, 817b-817d). Bu kısıtlamaların altında yatan fikir insanların şiir ve tiyatroda gözlemledikleri insanların karakterlerini benimseyecek olmalarıdır. Şayet kötü insanlardan iyi şeyler ya da korkak davranışlar görürlerse kötü olmaya ve korkaklığa daha meyilli olacaklardır. Bununla birlikte önemli bir istisna vardır: Komediye, köle yahut yabancılar tarafından yapıldığı sürece müsaade edilecektir (816d-e).

Müzik eğitimi ile ilgili Atinalının politikası bir ve ikinci kitaplarda iki şekilde tartışılan fikirlere uzanır. İlki, politikanın, geliştirmiş olduğumuz karakterin büyük ölçüde zevkli ve acı verici bulduğumuz şeylere göre şekillendiği görüşünü yansıtır. Şehirdeki sanat ve eğlence iyi ve güzel şeylerden zevk kötü ve çirkin şeylerden ise acı duymamızı sağlayacak şekilde olmalıdır. İkincisi, komedinin olaya dahil edilmesi sarhoşlukla ilgili tartışmalardaki fikirleri yansıtır; utanç verici davranışlara karşı iradeli olmayı yalnızca onlara bir nebze maruz kalırsak öğrenebiliriz.

Tüm Magnesia’lılar temel matematik öğrenecek ve bazıları astronomi incelemelerinde ilerleyecek. Bu önemlidir zira Devlet kitabında, Platon felsefi düşüncelere tabi olan ama duyusal olmayan şeyleri matematik yoluyla öğrendiğimizi söyler (7.522c-540b). Devlet kitabında, bu alanın, çoğunlukla en yetenekli ve elit vatandaşlara özgü olduğu düşünülür. Yasalar’da ise bunun bir kısmı tüm vatandaşlara tahsis edilir. Bu, belli ölçüde tüm Magnesia’lıların biraz felsefi bir farkındalığa sahip olacağını gösterir.

b. Jimnastik

Fiziksel eğitim iki şeyi amaçlar; (1) iyi karakter özelliklerinin gelişimi ve (2) askeri eğitim. Fiziksel eğitim askeri eğitimi amaçladığı için spor buna yönelik olarak değiştirilecektir. Örneğin faydası olmayan ve gerçek dışı teknikler yasaklanacak(.796a,813e, ve 814d). Silahlı düellolar öne çıkarılacak(833e-834a).

Fiziksel bir eğitimin kişiyi askerlik için nasıl yetiştirebileceği aşikar ama bunun karaktere katkısı nasıl olacaktır? Fiziksel eğitimin kişinin karakterini nasıl etkileyeceği ile ilgili iki yol vardır. İlk olarak, Atinalı fiziksel hareketin doğrudan doğruya kişinin duygularını etkileyeceğini iddia eder. Atinalı örnek olarak, fetüslerin ve bebeklerin aşırı korku ve kaygılarından arınmaları için durmadan hareket ettirilmesinin gerektiğini iddia eder (789b-791d). Bu düşüncenin bir başka örneği Atinalının çocukların erdem duygularını geliştirmeleri için ölçülü miktarda fiziksel zorluğun gerektiği iddiasıdır: aşırı lüks kişiyi şımartacaktır ve itidalden yoksun bırakacaktır. Fakat çok fazla zorluk kişiyi insanlardan nefret ettirecektir (791d-794a). İkinci olarak Atinalı, insanların öykündükleri şeylerin karakterlerini benimsediklerini iddia eder. Dansçılar zarif ve cesur hareketleri taklit ederek zarif ve cesur olurlarken, tam zıttını taklit ederek tam tersi olurlar(814e-816e).

11. Dokuzuncu Kitap

a. Sorumluluk

Platonun ‘’ilk diyaloglar’’ dediği metinlerde Sokrates, adaletsizliğin cehaletin bir sonucu olduğu için daima gayriihtiyari bir şey olduğuna dair çelişkili bir iddiayı savunur.  Kötülük yapan kişiler aslında iyi olan şeyi arzular, bu yüzden onlar yanlış bir şey yaptıklarında asıl yapmak istedikleri şeyi yapmış olmazlar(Protagoras 352a-c; Gorgias 468b; Meno 77e-78b). Bu çelişkili düşünceyi ikiye ayırabiliriz:

  • Gayriihtiyarilik  önermesi: Hiç kimse isteyerek kötü olmaz.
  • Cehalet önermesi: Yapılan bütün kötülükler cehaletten kaynaklanır.

Yasalar’ın dokuzuncu kitabında Platon, her iki önermeyi de çözmeye çalışır. Bir yandan Atinalı gayriihtiyarilik önermesinin doğru olduğu konusunda kararlıdır ama diğer yandan da bütün yasa koyucuların bunu inkar ettiğini bilir. Yasa koyucular bilerek yapılan kötülükleri, istemeden yapılanlara göre daha şiddetli bir cezaya layık görürler. Ayrıca ceza kavramı suçluların eylemlerinden sorumlu olmasını ve kişilerin suç işlediklerinde bunu isteyerek yaptıkları varsayımına dayanır.  Bundan dolayı, Atinalı bir ikilemle karşı karşıya kalır: Ya gayriihtiyarilik önermesinden vazgeçmek zorundadır ya da gayriihtiyarilik önermesinin, hukukta bazı suçların kazara bazılarınınsa öyle olmadığına dair temel düşünceyi nasıl savunabileceğini açıklamak zorundadır(860c-861d).

Atinalı gayriihtiyarilik önermesinden vazgeçmeyi reddeder ve bu zorluğu haksızlık ve adaletsizlik arasına bir çizgi çizerek çözmeye çalışır. Haksızlık, kurbana ne tür hasarlar verildiğini ve suçlunun kurbana, onun ailesine ya da devlete olan borcunu inceler. Adaletsizlik suçun işlendiği psikolojik koşulları inceler. Atinalı, üç temel koşuldan bahsetmektedir. Öfke (thumos), zevk ve cehalet (826b-864c).

Her ne kadar bu konu ile ilgili ziyadesiyle akademik tartışma olsa da ana fikir bir suçlunun isteyerek yahut istemeyerek bir kişiye zarar verebileceği ama asla isteyerek kötülük yapamayacağıdır. Örneğin bilgisayarınıza dökmek için fincanımı isteyerek çarpabilirim ya da bunu kazara da yapabilirim. İlk durumda isteyerek verilmiş bir zarar varken ikinci durumda istemeden verilen bir zarar vardır. Buna göre ilk eylemim, ikincisinden daha ciddi bir şekilde cezalandırılmalıdır. Bununla beraber bilgisayarınıza bilerek zarar vermiş olduğum durumda bile isteyerek kötülük/haksızlık yapmış olmam. Bunun nedeni kimsenin kendisi için kötü olan bir şeyi yapmak istememesidir ve kişi için haksızlık/adaletsizlik kötü bir şeydir bu yüzden kimse adaletsizliği arzulamaz.  Şayet iyi olan şeyin ne olduğunu ya da öfke ya da zevke yenik düştüğümü gerçekten bilseydim kötü davranışlarda bulunmazdım zira bunu bilmem durumunda ruhum adil olurdu. Bundan dolayı Platon, öfke ve zevkin kişiyi adaletsiz bir şekilde davranmaya itebileceği olasılığını göz önüne alarak cehalet tezinden vazgeçerken irade tezini savunmak istemektedir.

Birçok akademisyen Atinalının ‘’ihtiyari’’ ve ‘’gayriihtiyari’’ kelimeleri üzerinde lafı dolandırıyormuş gibi göründüğünü ifade etmiştir. İhtiyari ve gayriihtiyari verilen zararları tartışırken kelimeler bir failin aktif yahut isteyerek arzuladığı ve istediği şeyi yansıttığı anlamda kullanılmaktadır. Ancak, ihtiyari ve gayriihtiyari yapılan haksızlıklar tartışılırken kelimeler bir failin içten bir şekilde arzuladığı ve istediği şeyi yansıtan Sokratik mânada kullanılmaktadır. Bundan dolayı sıradan anlam sadece bilinçli psikolojik durumlara yönelikken, Sokratik anlam bilinçaltı durumlara ya da iyi olan şeyleri arzulamanın gerektirdiği şeylere yöneliktir.

Her halükarda Atinalının genel fikri açıktır. Cezalandırma, sadece neden olduğu zarara değil haksızlığın meydana geldiği psikolojik durumlara da bakmalıdır. Bu durumun, failin cezalandırılırken ince ayrıntıların göz önüne alınması açısından faydası vardır zira kusurun derecesi failin psikolojik durumunda bulunabilir. Birini öldürmeyi düşünen ve öldüren bir suçlu öfke ya da bazı öngörülemeyen kazaların sonucu olarak birini öldüren kişiyle aynı şekilde muamele görmemelidir.

b. Cezalandırma

Atinalının haksızlık ve adaletsizlik arasındaki ayırımı kurban için bir tazmin vasıtası ve suçluluğu için bir çare olarak cezaya olan kararlılığı ile uyumludur. İlkinin amacı oldukça açıktır ama ikincisi hakkında daha fazla konuşulması gerekmektedir. Birinci kitapta Atinalının açıkladığı gibi kanunların amacı vatandaşları mutlu etmektir. Mutluluk erdem ile bağlantılı olduğu için yasalar vatandaşları erdemli kılmaya çalışmalıdır. Cezayı onarıcı olarak görmek aslında suçluya yönelik olarak bu fikrin sadece bir uzantısıdır.  Şayet adalet sağlıklı bir ruh hali ise o zaman adaletsizlik, cezalandırma yoluyla tedaviye ihtiyacı olan bir ruh bozukluğudur. Bu fikri ifade eden pasajlar için bak: 5.728c, 5.735e, 8.843d, 9.854d-855b, 9.862d-863c, 11.933e-934c, 12.941d, ve 12.957d. Ne yazık ki, Atinalı hiçbir zaman belirli cezaların bu ülküyü nasıl başaracağını açıklamamıştır.

Atinalının onarıcı cezalandırma anlayışının yumuşak cezalara neden olacağı düşünülebilir ama bu gerçeklikten uzaktır. Cezalandırma altı görünümde ortaya çıkacaktır: ölüm, fiziksel ceza, hapsetme, sürgün, para cezaları ve kınamalar. Yunan toplumunda hapis cezasının ceza  olarak kullanımının Platon’un bir yeniliği gibi göründüğünü belirtmekte fayda vardır. Ölüm cezasının onarıcı ceza teorisiyle nasıl uyum içinde olduğu merak konusu olabilir. Cevap şudur ki; bazı insanlar tedavi edilemezdir ve ölüm hem onlar hem de şehir için en iyisidir(862d-863a). Platon’a göre psikolojik uyum, erdem ve iyi olma halinin hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Buna göre, tedavisi olmayan ve tamamıyla kötü biri daima psikolojik uyumsuzluk durumunda olacaktır ve asla gelişmeyecektir. Ölüm böylesi bir durumda yaşamaktan daha iyidir.

12. Onuncu Kitap

Onuncu kitap muhtemelen Yasalar’ın en iyi bilinen ve en çok incelenen kısmıdır. Bu kısım 3 farklı inançsızlık yasasını ele alır (885b) :

  • Ateizm: Tanrının var olmadığına olan inanç.
  • Deizm: Tanrının var olduğuna ama insanlara müdahale etmediğine olan inanç.
  • Geleneksel Teizm: Tanrının var olduğu ve rüşvet aldığına olan inanç.

Atinalı bu din dışı inançların şehrin ahlaki ve politik temelini baltalamakla tehdit ettiğine inanıyor. Bundan dolayı yasa koyucular vatandaşları bu yanlış inançlardan kaçınmaya ikna etme girişiminde bulunmalıdır. Şayet vatandaşlar bunu redderse cezalandırılmalıdırlar.

a. Ateizm

Clinias ateistlerin varlığına şaşırır. Bunun nedeni, bazı görünebilir gök cisimlerinin Yunan ve Yunan olmayan toplumlar tarafından tanrı olduğuna dair bir uzlaşı olduğunu düşünmesidir(885e). Atinalı, Clinias’ın ateistlerin inancını irade eksikliği ve zevklerin peşinden gitme arzusuna bağlayarak fazla hafife aldığını düşünür (886a-b). Atinalı,  ateizmin nedeninin irade eksikliği değil daha ziyade maddi bir evren olduğunu açıklar(888e-890a). Ateistler, evrenin kökenlerinin akıl dışı bir süreç vasıtasıyla rastgele bir şekilde birbirleriyle etkileşime giren temel maddesel cisimler olduğuna inanırlar.  Akıl ürünü bir süreçten meydana gelen zanaat ancak ve ancak insan yaratıldıktan sonra olaya dahil olur. İki tür zanaat vardır. İlki çiftçilik gibi doğal süreçlerle beraber yapılabilip faydalı olanlar. İkincisi hukuk ve din gibi faydası olmayan ve doğal süreçlerle iş birliği de gerektirmeyenler. Bundan dolayı Ateistler evrenin rastgele tesadüflerle yönetildiğini ve din ve hukuk gibi şeylerin faydası olmayan zanaat ürünleri olduğunu savunurlar.

Atinalı, ruh ve maddenin önceliğini ters yüz eden alternatif bir evren modelini savunarak cevap verir. Okuyucular argümanın müphem, zor ve muhtemelen geçersiz olduğu konusunda uyarılmalıdır; bu yalnızca argümanın içinde bahsedilen temel hareketlerin bir taslağı olarak hizmet eder. Atinalı iki tür hareket olduğunu açıklayarak başlar. Bir yandan başka cisimleri hareket ettiren fakat başka bir hareket onu ittirmedikçe kendisi de hareket edemeyen ‘’iletilen hareket’’ vardır. Öte yandan diğer cisimlerin yanı sıra kendiliğinden hareket eden ‘’resen hareket’’ vardır (894b-c). Başlangıç hareketi ‘’iletilen bir hareket’’ olamaz aksi durumda sonsuz bir ‘’iletilen hareket’’ dizisi olması gerekirdi(894e). Örneğin, tamamıyla bir durgunluğun olduğunu hayal edin, hareketi başlatabilecek tek şey yine ‘’resen hareket’’ olurdu (895a-b). Bu yüzden başlangıç hareketi ‘‘resen hareket’’ olmak zorundadır (895c).

İlk hareketin ‘’resen hareket’’ olduğunu belirlemiş olan Atinalı bu hareketin doğasını inceler. Resen hareket eden bir şeyin canlı olmak zorunda olduğunun ve bir ruha sahip olan her şeyin canlı olduğunun söylenmesinin şart olduğunu ileri sürer (895c). Aslında ruhun tanımı kendi kendini hareket ettirebilen bir devinimdir (895e-896a). Atinalı, buradan ruhun her şeyde hareketin ve değişimin ilk kaynağı olduğu ve maddi şeylerden önce geldiği sonucunu çıkarır. (896c-d). Atinalı, şayet ruh maddi şeylerden önce geliyorsa o zaman doğru inanç ve öngörü gibi ruhun niteliklerinin de maddi şeylerden önce geldiğini ileri sürer (896d). Ruh her şeyin sebebi olduğu için hem iyinin hem de kötünün kaynağı odur(896d). Atinalı, ruhun hareket eden her şeyin içinde yaşadığı ve yönettiği için onun evreni de yönetmesi gerektiği sonucunu çıkarır (896d-e). Fakat argüman henüz tamamlanmış değildir. Bu noktada argüman mantıklı gelse bile tanrıların var olduğunu kanıtlamaz. En iyi ihtimalle sadece evrende hareketlerden sorumlu en az bir ya da iki ruhun olduğu gösterir. Atinalı, bu resen hareket eden ruhun niteliklerinin ilahi ve bir tanrı olarak nitelendirmeye değer olduğu göstermelidir. Bundan sonra yapacağı şey ruhun gerçekliğini ilahi ve erdemli olan şeylerle ilişkilendirmek olacaktır (897b-899b).

Bu argüman bir çok felsefi soru ve yorumu da beraberinde getirmektedir. Daha da kışkırtıcı sorulardan biri Platon’un kötülükten sorumlu olan kötü bir ruhu olaya dahil etmesiyle ilgilidir (896e). Bu kötü ruhun doğası nedir ve niçin Platon onu dahil eder? Buna yorum yapan çoğu kişi kötü ruhun şeytan gibi kötü bir şey olduğunu reddeder; bazıları ise evrende genel olarak kozmik bir kötülüğün olduğunu savunurken bir diğer grup ise kötülüğün insanın içinde olduğunu iddia eder. Bu meselenin dahil olması kötülük problemiyle ilgilidir. Buradaki genel endişe şayet dünya rasyonel, muktedir ve iyi bir tanrı ya da tanrılar tarafından yönetiliyorsa dünyadaki kötülüklerin ne ile izah edileceğidir? Rasyonel, muktedir ve iyi bir tanrı niçin kötülüğe müsaade etsin ki? Platon buna çeşitli cevaplar verir. Örneğin Timaeus’ta (42e-44d) kötülüğün zorunlulukla ilişkili düzensiz hareketlerden geldiği söylenir, Theaetetus’ta (176a-b) ölümden geldiği söylenir, Devlet Adamı kitabında(269c-270a) tanrının kontrolü bırakmasından kaynaklandığı söylenir. Buna göre, Yasalar kötülüğü açık açık ruha atfetmesi bakımından eşsizdir. Bu kötü ruhun doğasını nasıl anladığımız Yasalar’da dile getirilen görüşün bu diğer metinlerdeki ile uyumlu olup olmadığını gösterecektir.

b. Deizm ve Geleneksel Teizm

Ateizmi çürütmeyi kendine görev bilen Atinalı deizm ve geleneksel teizmi savunur. Bazı gençlerin tanrının insan hayatına müdahale etmediğine inanmaya başladığını çünkü iyi yaşamlar süren kötü insanlara şahit olduklarını belirtir (899d-900b). Atinalı bu suçlamaya tanrının her şeyi bildiğini her şeye gücü yettiğini ve mükemmel derecede iyi olduğunu savunarak cevap verir (901d-e). Şayet tanrılar insanları ihmal etmiş olsalardı bu cehaletten, güç zayıflığından veya kötülükten dolayı olurdu. Ancak tanrılar açık bir biçimde bu noksanlıklardan münezzeh oldukları için onların insan hayatıyla ilgilenmeleri gerekmektedir (901e-903a).

Bununla birlikte Atinalı bu argümanla herkesin ikna olmayacağını kabul eder ve şüphecileri ikna etmek adına bir mit sunar(903b-905d). Mit evrenin her bir parçasının, yalnızca tek bir parça için değil bütün evrenin refahı için bir us ile bir araya getirildiğini anlatır. İnsanlar evrenin kendileri için yaratıldığını düşünerek yanılgı içine düşüyorlar; gerçekte insanlar evrenin refahı için yaratılmışlardır. Bundan sonra Atinalı iyi ruhların daha iyi bedenlere ve kötü ruhların da daha kötü bedenlere nakledileceği bir reenkarnasyon sürecinden bahseder. Böylelikle yaşamın sonunda,  kötüler kötü bir yaşamla iyiler iyi bir  yaşamla gözünü açacaktır.

Bu mitin ilk kısmı, bize Platon’un etik teorisini anlatması bakımından önemlidir. Antik ahlak bilimcileri genellikle çok egoistik olmakla eleştirilirler; yani onlar çoğunlukla başkalarının mutluluğuna katkı bulunmaya değil bireyin mutluluğuna odaklanırlar.  Ancak bu mit en azından Yasalar’daki Platon için bunun doğru olmadığını ortaya çıkarır. Söz konusu mit bireyleri kendi bencil çıkarlarından uzaklaştırır ve genel olarak herkesin iyiliğine yönlendirir.

Bundan sonra Atinalı aniden, geleneksel teizmi reddeder. O, tanrıların gök kubbeyi yönetmelerinden dolayı hükümdar olduklarını iddia eder (905e). Ama tanrıların benzediği dünyevi bir hükümdar nasıl bir türdür? Şayet geleneksel teizm doğruysa tanrılar aşağılık ve açgözlü yöneticilere benzerlerdi (906a-e). Ama bu her şeyin en üstünü olan tanrılar için saçma sapan bir tanımdır (907b). Bundan dolayı geleneksel teizm hatalıdır.

Yasalar’da Platon’un teolojisinin nasıl anlaşılması gerektiği meselesini bir kenara bıkacak olursak Platon’un dinsizliği niçin Magnesia’nın siyasi sistemini baltalayacak bir şey olarak gördüğü asıl meseledir. Deist ve geleneksel teistlerin niçin bir tehdit yarattığını görmek oldukça kolaydır. Şayet tanrının insan hayatına müdahale etmiyorsa veya yönlendirilebilirlerse o zaman tanrılar ya vatandaşların yasaya olan itaatsizliklerini görmezden gelirler ya da görmezden gelmek için rüşvet alabilirler. Bununla birlikte Atinalının ateistlerle ilgili duyduğu endişe daha az açıktır. Her ne kadar kültürel göreceliğin ateistlerin evrene dair görüşlerinin bir sonucu olduğunu düşünse de ateistlerin tamamının kötü olmadığını bazılarının iyi olduğu kabul eder(908b-c). Sonuç ne olursa olsun, Platon, tanrı inancının  öyle veya böyle bir şekilde ahlakın nesnel olduğuna dair düşünceyle bağlantılı olduğunu düşünür. Euthyphro’da ileri sürülen ve ahlaki doğruların tanrılara bağlı olmadığına dair öne sürülen iddiaların ışığında bu şaşırtıcı bir tutumdur. Bu iki metin tam manasıyla birbiriyle çelişkili değildir; ancak izahı gereken bir gerilimin olduğu da açıktır (bak: İlahi Buyruk Teorisi)

13. On Bir ve On İkinci kitaplar

a. Kanunlar

On birinci kitap ve on ikinci kitabın başlangıcında çeşitli yasalar tartışılır, ki bunlar birbiriyle zayıf ilişkileri olan yasalardır. Bu bölümün çoğunluğu nispeten kendi kendini açıklamaktadır ilave bir yorum gerektirmez. Bu bölüm şunları ele alır: Mülkiyet yasası (913a-915c), ticaret yasası (915d-922a), aile yasası (922a-932d) ve çeşitli yasalar. Çeşitli yasaların tartışılmasında Atinalı, önemli bir memuriyet olan ‘’denetçileri’’ ele alır (12.945b-948b). Denetçilerin görevi şehirdeki memurları denetlemek ve gerekirse cezalandırmaktır. Denetçiler Magnesia’daki denge ve kontrol mekanizmasında önemli bir rol oynamaktadır. Peki ama denetçilerin kendilerinin yolsuzluk yapmamasını garanti eden şey nedir? Bunu sağlamak için denetçilerin, olaylara tarafsız bir şekilde yaklaşabilme ve güzel bir karaktere sahip olma açısından teyit edilmiş bir itibara sahip olmaları gerekir. Bununla birlikte şayet bir görevli bir denetçi tarafından adil olmayan bir muamele gördüğünü hissederse, onları suçlayabilir. Gerçeği araştırmak için bir yargılama yapılacaktır.

b. Gece Konseyi

Yasalar kitabı gün batımından güneşin doğumuna kadar oturdukları için  ‘’Gece Konseyi’’ adıyla anılan toplantılara dair tartışmalarla sona erer (951c-952d, 961a-968e). Gece konseyi bir grup ihtiyar ve elit vatandaşlardan oluşur. Bu vatandaşlar değerlerini onur elde ederek kanıtlamışlardır ve diğer devletlerden bir şeyler öğrenmek için yurtdışını seyahat etmiş kişilerdir. Gece konseyleri şehirde üç tane rol oynar. İlki yasanın ruhuna dokunmadan, değişen koşullara göre yasada değişiklikler yapmak yahut ona ilaveler yapmaktan mesul olmak olacaktır. İkincisi, gece konseylerinin yasaların temelinde yatan ahlaki kriterleri incelemesi olacaktır. Bu ise erdemin kendisinin ne olduğunu incelemeyi, bireysel erdemlerden itidalli olma, cesaret, bilgelik ve adaletin aslında tek bir erdem olduğunu keşfetmeyi içerir. İlaveten bu konseyin üyeleri evren ve teoloji üzerine de incelemelerde bulunacaktır. Üçüncü olarak da bu felsefi ve teolojik fikirlerin yasalara nasıl uygulanabileceğini araştıracaklar. Öğrenmiş oldukları felsefi ilkelerin mümkün olduğu kadar yasalarla uyumlu olmasını sağlamalıdırlar.

Gece konseyi, Devlet kitabında Callipolis’ten sorumlu olan filozof kralı hatırlatmaktadır. Onların birbirine ne kadar benzer olduğu Gece konseyine ne tür bir yetki verildiğine bağlıdır. Callipolis’te filozof krallar mutlak iktidar gücüne sahiptir ama bunun gece konseyindeki durum için de geçerli olup olmadığı net değildir. Hatta oldukça tartışmalı bir konudur. Sıkıntı gece konseyinin sınırsız güç ile donatılmasını ileri süren birkaç pasajdan kaynaklanmaktadır (7.818c, 12.968c, 12.969b). Bununla beraber Yasalar kitabının çoğu bölümünde sınırsız yetki hakkında uyarılarda bulunulur (bak, özellikle 3.691a-d, 4.713c, 9.875a-b); dolayısıyla kitabın bu tezden vazgeçerek bitirilmesi tuhaf olurdu.


14. Atıflar ve İleri Okumalar

a. Standard Yunan Metinleri (Text’leri)

  • Burnet, J. (ed.), Platonis Opera. Vol. 5. (Oxford: Oxford Classical Texts, 1907).
  • Des Places, É. and Diès, A. (eds. and trans.) 1951-1956. Platon: Oeuvres Complètes. Vols. 11-12. (Budé edn. Paris: Société d’ Édition Les Belles Lettres), 1951-1956).

b. İngilizce Çeviri Metinler

  • Bury. R. G. Plato: Laws (Vol. 1 and 2). Loeb Classical Library, Plato Volume 10 and 11. (Cambridge, MA: Harvard University Press) English translation side by side with the Greek text.
  • Pangle, T. The Laws of Plato, translated with Notes and Interpretative Essay. (Chicago: University of Chicago Press, 1980).
    • A more literal translation of the text, matching English words and Greek words with precision.
  • Griffith, T. Plato: The Laws. Cambridge Texts in the History of Political Thought, ed. M. Schofield (Cambridge: Cambridge University Press, 2016)
  • Saunders, T. Plato: The Laws, translated with an Introduction. (London: Penguin Books, 1970).
    • A more stylized translation of the text that aims for readability. In addition, it breaks the text into smaller sections, offering a brief analysis of each.

c. Genel Tartışmalar ve Antolojiler

  • Bobonich, C. (ed.), Plato’s ‘Laws’: A Critical Guide. (Cambridge: Cambridge University Press, 2010).
    • An anthology that surveys philosophical debates concerning the Laws. Chapter 1, authored by Malcom Schofield, provides a helpful overview of the Laws.
  • Laks, A. “The Laws” in C. Rowe and M. Schofield, eds., The Cambridge History of Greek and Roman Political Thought. (Cambridge: Cambridge University Press, 1998).
    • A brief article that provides an overview of the Laws with a focus on political thought.
  • Sanday, E. (ed), Plato’s Laws: Force and Truth in Politics. Studies in Continental Thought. (Bloomington: Indiana University Press, 2012).
    • An anthology with chapters dedicated to each book of the Laws.
  • Stalley, R. F. An Introduction in Plato’s Laws. (Indiana: Hackett Publishing, 1983).

d. Kültür, Yasalar ve Bağlam

  • Cohen, D. “The Legal Status and Political Role of Women in Plato’s Laws.” Revue Internationale des Droits de l’Antiquité, 34 (1987): 27-40.
    • An optimistic assessment of the role of women in the Laws.
  • Morrow, G. Plato’s Cretan City: An Historical Interpretation of the Laws. (Princeton: Princeton University Press, 1960)
    • Details the various religious and political policies in the Laws, as well as placing them in a historical and cultural context.
  • Nightingale, A. W. “Plato’s Lawcode in Context: Rule by Written Law in Athens and Magnesia.” Classical Quarterly 49 (1999): 100-122.
    • Discusses the historical and cultural context underlying the laws of Magnesia.
  • Nightingale, A. W. “Writing/Reading a Sacred Text: A Literary Interpretation of Plato’s Laws.” Classical Philology 88 (1993): 279-300.
    • Offers a literary interpretation of the Laws.
  • Okin, Susan M. “Philosopher Queens and Private Lives: Plato on Women and the Family.” Philosophy & Public Affairs 6 (1977): 345-369.
    • Discusses how private property affects gender politics in Plato’s philosophy. Okin argues that Plato’s reintroduction of private property in the Laws results in more traditional roles for women than in the Republic.
  • Peponi, A-E (ed.). Performance and Culture in Plato’s Laws. (New York: Cambridge University Press, 2013).
    • Anthology that focuses on the culture and music in Plato’s Law.
  • Reid, J. “The Offices of Magnesia.” Polis 37 (2020): 567-589.
  • Saunders, T. J. Plato’s Penal Code. (Oxford: Oxford University Press, 1991).

e. Prelüdler

  • Annas, J. Virtue and Law in Plato and Beyond. (New York: Oxford University Press, 2017).
  • Baima, N. R. and T. Paytas. Plato’s Pragmatism: Rethinking the Relationship between Ethics and Epistemology. (New York: Routledge, 2021).
    • Chapter 2 argues that the persuasion in the Laws is sometimes rational and truthful, and other times non-rational and deceptive.
  • Buccioni, E. “Revisiting the Controversial Nature of Persuasion in Plato’s Laws. Polis 24 (2007): 262-283.
    • Defends a middle reading of the preludes, which compares the use of rhetoric in the Laws to that of the Phaedrus.
  • Bobonich, C. “Persuasion, Compulsion and Freedom in Plato’s Laws.” Classical Quarterly 41 (1991): 365-387.
    • Defends the rational interpretation of the preludes.
  • Laks, A. “Legislation and Demiurgy: On the Relationship between Plato’s Republic and Laws.” Classical Antiquity 9 (1990): 209-229
    • Defends a middle reading of the preludes, according to which the preludes offer an ideal of law, but because of the psychological limitations of the citizens, the actual preludes involves are non-rational.
  • Morrow, G. “Plato’s Conception of Persuasion.” Philosophical Review 62 (1953): 234-250.
    • Defends a non-rational interpretation of persuasion.
  • Stalley, R. “Persuasion in Plato’s Laws.” History of Political Thought 15 (1983): 157-177.
    • Defends a non-rational interpretation of persuasion.
  • Williams, D. L. “Plato’s Noble Lie: From Kallipolis to Magnesia.” History of Political Thought 34 (2013): 363-392.
    • Argues that there is less political deception in Magnesia than in the Callipolis.

f. Etik, Ahlak Psikolojisi ve Politik Düşünce

  • Barker, E. Greek Political Theory: Plato and his Predecessors. (London: Methuen, 1960).
    • A classic study of Plato’s political thought.
  • Belfiore, E. “Wine and Catharsis of the Emotions in Plato’s LawsClassical Quarterly 35 (1992): 349-361.
    • Compares the moral psychology advanced in the Republic to that of the Laws. Argues that the moral psychology in the Laws shares commonalities with Aristotle’s view of the effects of poetry.
  • Bobonich, C. Plato’s Utopia Recast: His Later Ethics and Poltics. (Oxford: Oxford University Press, 2002).
    • Examines Plato’s moral psychology from the Phaedo to the Laws and concludes that Magnesia is Plato’s new utopia.
  • Bobonich, C. “Akrasia and Agency in Plato’s Laws and Republic.” Archiv für der Philosophie 76 (1994): 3-36.
    • Argues that Plato does allow for weakness of will in the Laws.
  • Klosko, G. “The Nocturnal Council in Plato’s Laws.” Political Studies 36 (1988): 74-88.
  • Klosko, G. The Development of Plato’s Political Theory. (London, Methuen, 1986).
  • Meyer, S. S. Plato: The Laws 1 & 2. Translated with an Introduction and Commentary. (Oxford: Oxford University Press, 2015).
  • Samaras, T. Plato on Democracy. (New York: Peter Lang Publishing, 2002)
    • Part three discusses Plato’s political thought in the Laws.
  • Sassi, M. “The Self, the Soul, and the Individual in the City of the Laws.” Oxford Studies in Ancient Philosophy 35 (2008): 125-148.
    • Discusses the moral psychology in the Laws.
  • Saunders, T. J. “The Socratic Paradoxes in Plato’s Laws.” Hermes 96 (1968): 421-434.
    • An influential article on voluntary wrongdoing in the Laws.
  • Weiss, R. The Socratic Paradox and its Enemies. (Chicago: University of Chicago, 2006).
    • Chapter 9 discusses Plato’s distinction between injury and injustice and relates it to the idea that justice is beautiful and injustice is shameful.
  • Wilburn, J. “Tripartition and the Causes of Criminal Behavior in Laws 9.” Ancient Philosophy 33 (2013): 111-134.
    • Discusses Plato’s account of moral psychology and its relation to Book 9.
  • Wilburn, J. “Akrasia and Self-Rule in Plato’s Laws.” Oxford Studies in Ancient Philosophy 43 (2012): 25-33.

Presents an alternative reading of the puppet metaphor according to which it does not support weakness of will.

g. Teoloji

  • Carone, G. R. Plato’s Cosmology and its Ethical Dimensions. (Cambridge: Cambridge University Press, 2005).
    • Chapter 8 discusses Plato’s account of cosmic evil in Laws 10.
  • Mayhew, R. Plato: Laws 10. (Oxford: Oxford University Press, 2008).
    • Offers a line by line commentary and discussion of Book 10.
  • Mohr, R. God and Forms in Plato. (Las Vegas: Parmenides, 2006).
    • Chapters 8 and 11 focus on theology in the Laws.
  • Powers, N. “Plato’s Cure for Impiety in Laws 10.” Ancient Philosophy 34 (2014): 47-63.
    • Discusses how the context in which the Athenian presents his theology constrains the account given.
  • Solmsen, F. Plato’s Theology. (Ithaca: Cornell University Press, 1942).
  • Trelawny-Cassity, L. “On the Foundation of Theology in Plato’s Laws,” Epoché: A Journal for the History of Philosophy 18 (2014): 325-49.
    • Discusses Plato’s cosmology and theology in the Laws by connecting it to Plato’s methodology and ideas explored in the Phaedo, Statesman, Philebus, and Timaeus.

Nicholas R. Baima– “Plato: The Laws”, (Erişim Tarihi: 02.08.2021)
Email: [email protected]
Florida Atlantic University
U. S. A.

Çevirmen: Bahadır Akkaya   

Çeviri Editörü: Musa Yanık                                               

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Komplo Teorileri – Jared Millson

Sonraki Gönderi

İdam Cezası Ahlaki Olarak Savunulabilir mi? Ahlak Felsefesi, Bir Kişinin Devlet Eliyle Öldürülmesi Konusunda Neler Söyler?

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü