/

Sosyalizm Hakkında Nasıl Düşünmeli (Ve Kazanmalı) – Erik Olin Wright

Dylan Riley’nin “Kazanabilecek Bir Antikapitalizm” başlıklı makalesi, Gerçek Ütopyaları Tahayyül Etmek adlı kitabıma ve Jacobin’de yayınlanan “Bugün Nasıl Antikapitalist Olunur?” başlıklı makaleme yönelik iki eleştiriyi gündeme getirdi. Bunlardan ilki, kapitalizme alternatif olarak sosyalizm anlayışımla; ikincisi ise kapitalizmi aşmak için gereken toplumsal dönüşüm stratejilerine yaklaşımımla ilgilidir.

Aslında ikimizin de sosyalizmi anlayışı, onun düşündüğü kadar birbirinden uzak değil, yine de oraya nasıl ulaşacağımız konusunda temel farklılıklarımız bulunuyor.

Ekonomik Ekoloji

Riley, sosyalizm kavramının yeniden formüle edilmesine yönelik önerime oldukça eleştirel yaklaşıyor. Önce argümanımı kısaca açıklayacağım ve ardından Riley’nin eleştirilerine yanıt vereceğim.

Gerçek Ütopyaları Tahayyül Etmek‘te, tüm ekonomik yapılarda üç farklı güç türünün kullanıldığını savunuyorum: ekonomik kaynaklar üzerindeki kontrole dayanan ekonomik güç; kural koyma ve bölge üzerinde kural uygulamaya yönelik kontrole dayanan devlet gücü ve işbirliğine dayalı, insanları gönüllü kolektif eylemler için harekete geçirme kapasitesine dayanan güç olarak tanımladığım toplumsal güç.

O halde farklı ekonomik yapılar (ya da üretim biçimleri), üretim sürecinin kontrolünü ve üretim yoluyla üretilen toplumsal artığın çıkarılıp kullanılmasını belirlemede bu üç iktidar biçiminden hangisinin daha önemli olduğu temelinde ayırt edilebilir. Daha spesifik olarak kapitalizm, bu terimlerle iki post-kapitalist alternatiften ayırt edilebilir:

  • Kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu ve kaynakların farklı toplumsal amaçlar için tahsisi ve kullanımının ekonomik gücün kullanılması yoluyla gerçekleştirildiği bir ekonomik yapıdır. Yatırımlar ve üretimin kontrolü, ekonomik gücün sermaye sahipleri tarafından kullanılmasının sonucudur.
  • Devletçilik, üretim araçlarının devlete ait olduğu ve kaynakların farklı toplumsal amaçlar için tahsisi ve kullanımının devlet gücü aracılığıyla gerçekleştirildiği bir ekonomik yapıdır. Devlet görevlileri yatırım sürecini ve üretimi bir tür devlet-idari mekanizması aracılığıyla kontrol eder.
  • Sosyalizm, üretim araçlarının toplumsal olarak sahiplenildiği ve kaynakların farklı toplumsal amaçlar için tahsisi ve kullanımının “toplumsal güç” kullanılarak gerçekleştirildiği bir ekonomik yapıdır.

Aslında bu, sosyalizmi yaygın ekonomik demokrasi olarak tanımlamakla eşdeğerdir. Demokrasi “halk tarafından yönetim” anlamına gelir, ancak bu ifade gerçekte “toplumun ayrı ayrı bireylerinin atomize bir şekilde bir araya gelmesiyle oluşan yönetim” anlamına gelmez; daha ziyade, kolektif birlikler (partiler, topluluklar, sendikalar, vb.) halinde örgütlenmiş insanlar tarafından yönetim anlamına gelir. Bu, toplumsal gücün kullanılması yoluyla yönetimdir.

Kapitalizm, devletçilik ve sosyalizm tanımları ideal tiplerdir. Dünyada, fiili ekonomiler bu güç ilişkilerinin karmaşık kombinasyon biçimleridir. Bunlar, bu farklı güç biçimlerinin nasıl etkileşime girdiğine ve birbirine karıştığına göre değişen ekonomik yapıların ekosistemleridir.

Dolayısıyla bir ekonomiyi “kapitalist” olarak adlandırmak, “kapitalist ilişkilerin baskın olduğu kapitalist, devletçi ve sosyalist güç ilişkilerini birleştiren bir ekonomik ekosistem” gibi daha hantal bir ifadenin kısaltmasıdır.

Belirli üretim ilişkilerinin hakim olduğu ekosistemler olarak ekonomiler fikri; şirketler, sektörler, bölgesel ekonomiler, ulusal ekonomiler, hatta küresel ekonomi gibi herhangi bir analiz birimini tanımlamak için kullanılabilir. Bu güç ilişkileri aynı zamanda münferit üretim birimleri içinde de iç içe geçmektedir, dolayısıyla belirli işletmeler kendilerini çevreleyen ekonomik ekosistemde faaliyet gösteren melezler olabilir.

Yine böyle bir karmaşıklık içinde, kapitalizm içindeki ayırt edici iktidar biçiminin – ekonomik gücün – genel ekonomik sistem içinde baskın olması durumunda bir ekonomiyi hala “kapitalist” olarak adlandırabiliriz. Örneğin, tüm kapitalist ekonomilerde devlet gücü, mal ve hizmet üretiminin önemli biçimlerini doğrudan örgütler. Bununla birlikte, ekonomideki bu devlet gücü uygulaması, ekonomik gücün kapitalist uygulamasına etkin bir şekilde tabi kılındığı ölçüde ekonomi kapitalist kalır.

Kapitalist devlete yerleşik olan ve bu tür bir tabiiyeti az ya da çok başarılı bir şekilde sürdürmeye çalışan her türlü mekanizma vardır. Dolayısıyla, kapitalist ekonomiler devletçi ekonomik ilişki biçimleri içerse de ekonomik sistem kapitalist olarak kalır. Eğer devlet iktidarının bu tür kapitalist tabiiyet mekanizmaları bazı süreçlerle zayıflatılırsa, o zaman ekonomi giderek daha devletçi bir karaktere sahip olarak tanımlanabilir.

Bu ekonomik yapı anlayışıyla sosyalizmin olasılığı, genel ekonomik ekosistem içindeki sosyalist bileşeni genişletme ve derinleştirme ve kapitalist ve devletçi bileşenleri zayıflatma potansiyeline bağlıdır.

Bu, sosyalist bir ekonomide hem ekonomik gücün hem de toplumsal gücün kullanımının etkin bir şekilde toplumsal güce tabi kılınacağı, yani hem devletin hem de ekonominin demokratikleştirileceği anlamına gelir. Bu nedenle sosyalizm toplumun radikal bir şekilde demokratikleştirilmesine eşdeğerdir.

Riley, sosyalizmin ekonominin ve devletin radikal bir şekilde demokratikleştirilmesi anlamına geldiği fikrine katılır, ancak benim bu fikri kapitalist ekonomilerdeki toplumsal güç açısından formüle etmemi reddeder. Şöyle yazar:

Özellikle kapitalistler ve toprak sahipleri tarihsel olarak toplumsal gücü kullanmada çok etkili olmuşlardır. Teknoloji paylaşmak, üretim ve fiyatları kontrol etmek, tedarikçilerle uzun vadeli ilişkiler kurmak, kendi çıkarları doğrultusunda hükümete lobi yapmak ya da siyasi olarak istenmeyen işçileri dışlamak için iş birliği yapan çok sayıda şirket ve tarım işletmesi örneği vardır.

Bu nedenle, toplumsal gücün sosyalizmle ilgisinin bu gücü elinde bulunduran sınıfa bağlı olduğunu vurgulamak önemlidir. Bu tür bir belirleme olmaksızın, toplumsal gücün genişletilmesinin tek başına sosyalizme yol açacağını ya da hatta toplumu sosyalizm yönünde ilerleteceğini düşünmek için çok az neden vardır.

. . .

Wright’ın toplumsal güçlendirme kavramıyla ilgili ek bir sorun daha vardır. Örgütsel güç zorunlu olarak bağımsız bir güç kaynağı değildir, ancak ekonomik güç tarafından üretilebilir ve koşullandırılabilir. Kapitalistler kaynaklarını kolaylıkla örgütsel güce dönüştürebilirler.

Riley’nin buradaki eleştirileri benim argümanımın yanlış anlaşıldığını yansıtmaktadır. Riley, toplumsal gücün salt varlığının sosyalist ilişkilerin ortaya çıktığını göstermediği konusunda kesinlikle haklıdır. Gönüllü birliktelik ve kolektif eylem kapitalist sınıf gücünün kullanımını yansıttığında, Riley’nin çeşitli amaçlar için iş birliği yapan şirketler için verdiği örneklerde olduğu gibi, bu kapitalist bir yapılandırmadır.

Ancak Gerçek Ütopyaları Tahayyül Etmek‘teki argümanım, sosyalizmin ölçütünün toplumsal güç olduğu değildir; daha ziyade ölçüt, sosyalizmin ekonomik kaynakların kullanımını ve artığın tahsisini belirlemede toplumsal gücün hakimiyetine dayanmasıdır.

Demokratik toplumsal gücün ekonomik güç ve devlet gücü üzerinde baskın olduğunu söylemek, işçilerin ve diğer toplumsal güçlerin kolektif eylem kapasitesinin ekonomideki baskın güç biçimi olduğu anlamına gelir. Bu, üretim ilişkileri içindeki güç ilişkilerini tanımladığı için sınıf ilişkileri hakkında bir iddiadır.

Eğer bu makro-sistem düzeyinde gerçekleşiyorsa ekonomiyi sosyalist olarak adlandırabiliriz; belirli ekonomik örgütler veya mekanlar içinde gerçekleşiyorsa, o zaman bu örgütlerin ve mekanların, kapitalist ilişkilerin hakim olduğu bir ekonomik sistem içinde var olsalar bile sosyalist bir karaktere sahip olduklarını söyleyebiliriz.

Ekonomik yapıların karmaşıklığını bu şekilde anlamanın tarihsel bir temeli vardır. Çoğu Marksist, ekonomik faaliyetin proto-kapitalist biçimlerinin feodal kalan toplumlarda ortaya çıktığını kabul eder.

Bu tür proto-kapitalist uygulamaların feodalizm içinde kapitalist ilişkilere doğru uzun ve yavaş gelişimi, ekonomik örgütlenmenin baskın biçimleri olarak feodalizmden kapitalizme geçişin analizinin merkezi bir parçasıdır.

Feodalizm içinde proto-kapitalist ilişkilerin ortaya çıkmasının feodal seçkinlerin çeşitli sorunları çözmesine yardımcı olması, bu yeni ilişkilerin kapitalizmin önemli öncülleri olmadığı anlamına gelmez; sadece bu yeni ilişkilerin istikrar kazanmasına yardımcı olan ve kök salıp gelişmesini sağlayan bazı koşulların açıklanmasına yardımcı olur.

Daha az tanıdık olan ise sosyalist üretim ilişkilerinin kapitalist ekonomilerin ekonomik yapısının belirgin bir özelliği olarak ortaya çıkabileceği fikridir. Bu somut olarak ne anlama gelir? Kapitalizm içinde sosyalist üretim ilişkilerinin örnekleri nelerdir? İşte birkaç örnek:

  • Üretim araçlarının işçilere ait olduğu ve üretimin demokratik mekanizmalarla yönetildiği işçi kooperatifleri.
  • Üretimin, ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olduğu ve yönetişimin çeşitli demokratik ve yarı demokratik şekillerde örgütlendiği toplumsal ve dayanışmacı ekonomi.
  • Topluluk arazi güvenleri (Community land trusts), arazinin piyasadan çıkarıldığı, kullanımının topluluk koşulları ile belirlendiği ve topluluğun kendisinin bir tür kurul tarafından yönetildiği bir yapıdır.
  • Wikipedia veya Linux işletim sistemi gibi kullanım değerlerinin eş düzeyler arası işbirlikçi üretimi.
  • Devletin demokratik olarak toplumsal güce tabi olduğu ölçüde kamusal malların devlet tarafından üretilmesi. Bu, çok çeşitli mal ve hizmetleri içerir: bakım hizmetleri -sağlık hizmetleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı, engelli bakımı; toplumsal etkinlikler ve süreçler için kamu olanakları- toplum merkezleri, parklar ve rekreasyon tesisleri, tiyatrolar, sanat galerileri ve müzeler gibi şeyler; sürekli eğitim, yaşam boyu öğrenme merkezleri ve vasıflı yeniden eğitim merkezleri dahil olmak üzere her düzeyde eğitim; geleneksel fiziksel altyapı; ve bir dizi kamu hizmeti.

Tüm bu örnekler, farklı şekillerde, demokratik toplumsal güç biçimlerinin ekonomik faaliyetlerin örgütlenmesinde önemli bir rol oynadığı ölçüde, sosyalist üretim ilişkilerinin bazı yönlerini somutlaştırmaktadır. Ancak elbette bu örnekler aynı zamanda kapitalist ilişkilerin özelliklerinin de mevcut olduğu melez bir biçim de almaktadır.

Örneğin, işçilerin sahip olduğu kooperatiflerin genellikle üye olmayan çalışanları vardır. Kapitalist şirketler bazı çalışanlarına eş düzeyler arası işbirliğine dayalı üretime katılmaları için ödeme yapabilirler – Linux, yaratıcı müştereklerin bir parçası olan açık kaynaklı, özgür bir yazılım sistemi olmasına rağmen Google, bazı yazılım mühendislerine Linux’un geliştirilmesine katkıda bulunmaları için ödeme yapar.

Toplumsal ve dayanışmacı ekonomideki girişimler, bazen kaynakları kapitalist yatırımlardan gelen özel vakıflardan ve hayırseverlerden hibe alırlar. Kamusal malların devlet tarafından sağlanması genellikle büyük ölçüde kapitalist güç tarafından şekillendirilir.

Bu karmaşık toplumsal biçimler dizisindeki kapitalist, devletçi ve sosyalist unsurların eklemlenmesi dağınık, muğlak ve çelişkilidir.

Bununla birlikte, yukarıdaki örneklerin hepsi demokratik toplumsal gücün belli bir rol oynadığı ekonomik faaliyetlerin örgütlenme biçimlerini oluşturmaktadır. Ve durum böyle olduğu ölçüde, bunları kapitalizmin hakim olduğu bir sistem içinde sosyalist veya proto-sosyalist biçimler olarak tanımlayabiliriz.

Riley, “toplumları eklemlenmiş bütünlerden sosyalizm, kapitalizm ve devletçilik unsurlarını birleştiren melez yapılara dönüştürme” stratejisini reddetmektedir. “Bu bakış açısına göre, ABD bile ‘kısmen sosyalist’ sayılır” diye de ekler.

Riley haklı: Amerika Birleşik Devletleri’nin tam da sosyalist bir ekonomiye rahatlıkla uyum sağlayabilecek önemli bir dizi farklı ekonomik biçimi halihazırda barındırması anlamında “kısmen sosyalist” olduğunu düşünüyorum.

O halde soru, kapitalizm içindeki bu sosyalist unsurları genişletme ve derinleştirme görevi etrafında bir sosyalizm stratejisi inşa etmenin mümkün olup olmadığıdır.

Dönüşümün Stratejik Mantığı

Yukarıda özetlenen ekonomik sistemlere ilişkin genel görüşün, toplumsal dönüşümü düşünme biçimimiz üzerinde etkileri vardır. Bu, özellikle alternatiflerin dünyanın içinde gelişebileceği ve potansiyel olarak bunu zaman içinde kapitalizmin egemenliğini aşındıracak şekilde yapabileceği olasılığına izin vermektedir.

Bir önceki Jacobin makalemde dört stratejik mantığı birbirinden ayırmıştım: kapitalizmi parçalamak, ehlileştirmek, kaçmak ve aşındırmak. Burada bunların ayrıntılarını tekrarlamaya gerek yok. Parçalama stratejisi klasik devrim fikrine karşılık gelir; ehlileştirme ve aşındırma ise kabaca daha kademeli bir reform ve başkalaşım süreci yoluyla dönüşüm fikrine karşılık gelir.

Kopuşun makullüğünü reddediyorum ve kapitalizmi ehlileştirerek ve aşındırarak dönüştürme olasılığını uygun buluyorum. Riley bu sonuca oldukça eleştirel yaklaşıyor ve devrimci bir kopuşun bu daha aşamalı stratejilerin işe yaraması için gerekli koşul olduğunu savunuyor. Şöyle yazıyor:

Wright’ın siyasi içgüdülerinin oldukça radikal olduğu açıktır, ancak stratejik önerileri ne yazık ki yetersizdir. Temel sorun, Wright’ın bize sosyalizmi kazanmak için uygulanabilir herhangi bir stratejinin hala merkezi görevi olan şey hakkında hiçbir şey söylememesidir: yani kapitalist sınıfın yerleşik siyasi ve ekonomik gücünü yok etmek. Üretim araçlarının özel sahiplerinin gücünü en azından kararlı bir şekilde zayıflatmaya yönelik makul bir strateji olmaksızın, cömert bir temel gelirin veya diğer gerçek ütopyalarından herhangi birinin nasıl kurulabileceği belirsizdir …

[Kapitalizmi aşındırma stratejisi, önceden siyasi bir kırılma -kapitalist devletle kararlı bir yüzleşme- gerektirir. O halde Wright’ın gerçek ütopyasını gerçekleştirmek için, biyolojiden ziyade askeri stratejiden beslenen bir yaklaşım gerekli görünüyor.

Riley özellikle sosyal demokrasinin herhangi bir çeşidini küçümsüyor ve bu nedenle kapitalizmi ehlileştirme olasılığını (kitabımda “simbiyotik dönüşüm” olarak tanımlanıyor) araştırmaya verdiğim önemi oldukça eleştiriyor:

Wright’ın strateji anlatısı, devrimci sosyalist gelenekle gerçek bir bağ kurmaktan uzaklaştıran can sıkıcı bir sosyal demokrat yönelimle gölgelenmiştir.

Bu durum en çok gerçek ütopyalar üzerine yazdığı kitapta yer alan kopuşsal ve simbiyotik dönüşümlere ilişkin karşıt tartışmalarda kendini göstermektedir. Kopuşsal dönüşümlerle ilgili kısa bölümün büyük bir kısmı, bu dönüşümlerin nüfusun çoğunluğunun maddi çıkarlarına uygun olmayacağı önermesine dayanan bir eleştiri niteliğindedir. Buna karşılık, Wright’ın simbiyotik dönüşümler hakkındaki uzun ve anlayışlı bölümü sosyal demokrasi eleştirilerine tam olarak bir paragraf ayırmaktadır.

Bu ilgi dağılımı şaşırtıcıdır, çünkü ne kadar otoriter olurlarsa olsunlar, kapitalist olmayan toplumlara başarılı geçişlerin tek örneği kopuşsal dönüşümlerdir. Buna karşılık, sosyal demokrasi ve anarşizm, sosyalizme ulaşma perspektifinden bakıldığında, açık başarısızlık örnekleridir.

Riley, yirminci yüzyıl devrimlerinin “kapitalist olmayan toplumlara başarılı geçişlerin tek örneği olduğu” iddiasında kesinlikle haklıdır, ancak bu, en azından bu tür girişimlerin sonucunun kapitalizme özgürleştirici bir alternatiften ziyade otoriter devletçilik olduğunu kabul edersek, kopuş stratejilerinin onaylanması anlamına gelmez.

Benim argümanım hiçbir zaman kopuşların mümkün olmadığı değil, aksine kanıtların sistem düzeyindeki kopuşların kapitalizme demokratik, eşitlikçi, dayanışmacı bir alternatif olarak anlaşılan sosyalizmi inşa etmek için uygun koşullar yaratmadığını göstermesiydi.

Özellikle karmaşık, gelişmiş kapitalist toplumlarda kopuş stratejilerinin mantıksızlığına dair iki ana argüman öne sürüyorum.

İlk olarak, devrimci bir sosyalist partinin iktidara gelmesi ve sosyalist inşanın başlangıç noktası olarak sistem düzeyinde bir kopuş başlatması halinde, bunun çoğu insanın yaşam standartlarının önemli ölçüde düşeceği uzun bir geçiş süreci yaratacağını savunuyorum. Kopuşun uzun vadeli bir ekonomik gerileme arka planında gerçekleştiğini varsaysak bile, bu yine de işçiler üzerinde büyük zorluklar yaratacaktır.

Demokratik koşullar altında (ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile rekabete açık seçimler, vb.), derin ekonomik bozulma ve yaygın yoksunluk bağlamında geçiş için siyasi koalisyonun birkaç seçim döngüsü boyunca sağlam kalması mantıklı değildir.

Sonuç olarak, bu koşullarda eğer seçimler olursa, kopuş peşinde koşan devrimci partinin yenilgiye uğraması ve geçişin tersine dönmesiyle sonuçlanacaktır.

İkincisi, eğer bu koşullar karşısında sosyalistler iktidarı bırakmayı reddeder ve muhalefetin bastırıldığı antidemokratik bir çözümü tercih ederlerse, o zaman kapitalizmden çıkış sürdürülebilir olabilir, ancak varış noktası burada anlaşıldığı şekliyle sosyalizm olmayacaktır.

Bu koşullar altında ortaya çıkacak toplumsal düzensizlik ve çatışma düzeyi göz önüne alındığında, böyle bir devletin baskısı sadece kısa vadeli acil durum önlemlerinden ibaret olmayacak, geniş bir otoriter devletçilik olarak kurumsallaşacaktır.

Geçtiğimiz yüzyıldaki devrimci antikapitalist kopuş girişimlerinin sonucu kesinlikle bu olmuştur. Riley’nin kapitalizmi aşma mücadelesi hakkında düşünmenin uygun yolunun “askeri strateji” olduğu önerisi, sosyalist özlemlerin kendi kendini yok etmesi için bir reçetedir.

Peki Riley’nin “sosyal demokrasi ve anarşizm, sosyalizme ulaşma perspektifinden bakıldığında, başarısızlığın açık örnekleridir” yargısına ne demeli? Elbette, yirminci yüzyıl sosyal demokrasisi, sosyalist ilişkilerin egemen olduğu bir ekonomik sistem yaratma anlamında “sosyalizmi” hiçbir zaman başaramadı.

Ancak kapitalizmi, kapitalist ekonomiler içinde sosyalist ilişkilere daha fazla alan açacak şekilde ehlileştirme açısından sosyal demokrasi en azından bir süre için önemli başarılar elde etmiştir; emeğin kısmen meta olmaktan çıkarılması yoluyla işçilerin işgücü piyasasında karşılaştıkları risklerin dramatik bir şekilde azaltılması; yaşam standartlarının önemli bileşenlerini oluşturan ve yaşam kalitesini artıran, kamu tarafından sağlanan geniş bir mal ve hizmet yelpazesinin sağlanması; sendikalar, iş konseyleri ve diğer mekanizmalar yoluyla kapitalist şirketler içinde işçilerin toplumsal olarak güçlendirilmesine yönelik mütevazı önlemler ve bir bütün olarak ekonomide düşük düzeyde bir gelir eşitsizliğinin gerçekleştirilmesi.

Kapitalizm elbette baskın olmaya devam etti; tüm bu gelişmeler, yatırım üzerinde devam eden kapitalist kontrolün dayattığı sınırlar içinde gerçekleşti.

Ancak bu, sosyalist bakış açısından başarısız oldukları anlamına gelmez: Kuzey Avrupa sosyal demokrasisi, zirve noktasında daha az kapitalist bir kapitalizme, (hala ikincil olsa da) daha güçlü bir sosyalizm akımına sahip bir kapitalizme öncülük etti.

Nihayetinde bu gelişmenin durdurulmuş ve en azından bir ölçüde tersine çevrilmiş olması, başarısını ortadan kaldırmaz.

Kapitalist Devlet Sorunu

Kapitalist ekonomik sistemlerin bir bütünlükten ziyade kapitalizmin egemen olduğu heterojen ekosistemler olarak ele alınması gerektiği ve sosyalist ekonomik örgütlenmelerin ve süreçlerin kapitalizmin egemen olduğu bir sistem içinde var olabileceği yönündeki argümanımı kabul etsek bile, Riley’nin ortaya attığı, kapitalist devletin varlığının bu tür unsurların hiçbir zaman kapitalizmin egemenliğini aşındırabilecek “istilacı türler” olarak hareket edemeyeceğini garanti ettiği sorunu devam etmektedir.

Riley şöyle yazar: “Kapitalist ekonomilerin, ekosistemlerden farklı olarak, bu tür türleri sistemi tehdit etmeye başladıkları anda ortadan kaldırmak için özel olarak tasarlanmış siyasi kurumlar tarafından desteklenmesinin basit bir nedeni vardır. Sosyalizmin başlangıcı istilacı bir türün ortaya çıkışına benzemeyecektir.”

O halde bir kopuşun merkezi noktası, kapitalist devleti alternatif ekonomik ilişkilerin inşasını kolaylaştırmak için uygun bir araç haline getirecek şekilde dönüştürmektir.

Ben bu açıklamaya katılmıyorum. Kapitalist devletin yapıları sosyalist örgütlerin genişlemesini kolaylaştırmak için çok uygun olmasa da bu tür bir gelişmeyi zorunlu olarak engellemeyecek kadar iç çelişkilerle kuşatılmıştır.

Özellikle kapitalist devletlerde, kapitalizmi istikrara kavuşturmak için kısa vadede devlet eylemi zorunluluğu ile bu eylemlerin uzun vadeli dinamik sonuçları arasında kronik bir gerilim vardır.

Bu zamansal tutarsızlıklar, kapitalist devletin kapitalizmin egemenliğini zayıflatan uzun vadeli etkileri olsa bile, anlık sorunları çözmeye yardımcı oldukları için toplumsal güce dayanan ekonomik uygulamaları hoş göreceği ve hatta belki de teşvik edeceği çelişkiler haline gelebilir.

Bu olasılığın tarihsel kanıtları ilk olarak feodalizmin tarihinde ve ayrıca yirminci yüzyıl sosyal demokrasi deneyiminde bulunabilir.  Uzun vadede ticaret kapitalizminin dinamikleri feodal ilişkileri aşındırıcı olsa da feodal devlet ticaret kapitalizmini kolaylaştırmıştır. Ticaret kapitalizmi feodal yönetici sınıf için acil sorunların çözülmesine yardımcı olmuştur ve önemli olan da budur.

Benzer şekilde, yirminci yüzyılın ortalarında kapitalist devlet, canlı bir kamu sektörünün büyümesini ve sosyal demokrasiyle ilişkili kapitalizmin kamu tarafından düzenlenmesini kolaylaştırdı. Sosyal demokrasi kapitalizm içindeki bir dizi sorunun çözülmesine yardımcı olurken -kapitalizmin yeniden üretilmesine yardımcı olurken- aynı zamanda ekonomik ekosistemdeki çeşitli sosyalist unsurlar için alanı genişletti.

Devletin bu eylemler dizisinin yirminci yüzyıl ortası kapitalizminin istikrarına katkıda bulunmuş olması, bazen bu politikaların kapitalist olmayan hiçbir yanı olmadığının ve hiçbir şekilde kapitalizmi aşındırıcı olarak değerlendirilemeyeceğinin bir göstergesi olarak ele alınmaktadır.

Bu bir hatadır. Bir devlet müdahalesi biçiminin kapitalizmin sorunlarını çözme ve hatta kapitalizmi güçlendirme gibi ani etkilere sahip olması ve buna rağmen kapitalizmin egemenliğini aşındırma potansiyeline sahip dinamikleri harekete geçirmesi tamamen mümkündür.

Gerçekten de sosyal demokrasinin kapitalizme yakınlaşan uygulamalarına neoliberalizm bayrağı altında saldırılmasına yol açan şey, tam da sosyal demokrat girişimlerin bu özelliğidir. Kapitalistler, genişlemeci olumlu devletin, sermaye birikimi için giderek daha az optimal koşullar yarattığını görmeye başladılar.

Sosyal-demokrat başarı ve ardından tersine dönüş serüveninin bir yorumu, bunun sadece kapitalizm içinde kapitalizmi tehdit eden reformların sürdürülemez olduğunu göstermesidir. Sonuçta kapitalist devlet, bu tür tehditleri ortadan kaldırarak kapitalizmi koruma misyonunu yerine getirir.

Alternatif yorum ise bu mücadele ve olasılık alanının çok daha az belirleyici olduğudur. Sonuçta, kırk yıllık neoliberalizmden sonra bile, refah devletinin kazanımlarının çoğu yerinde duruyor.

Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Beklentiler

O halde yirmi birinci yüzyılda sorulması gereken soru, bu tür bir zamansal kopukluğun kapitalist devlet içinde hala mümkün olup olmadığıdır. Kapitalizmin karşılaştığı acil sorunları çözebilecek, ancak yine de uzun vadede demokratik, eşitlikçi ekonomik ilişkilerin gelişebileceği alanı genişletme potansiyeline sahip devlet müdahaleleri var mıdır?

Kapitalist egemenliğin uzun vadede aşınmasını teşvik edebilecek türden devlet girişimlerine yönelik olasılıklar konusunda iyimser olmak için bazı gerekçeler sunan iki eğilim vardır.

Birincisi, küresel ısınmanın neoliberalizmin sonunu getirmesi muhtemeldir. Karbon salınımı yapmayan enerji üretimine geçiş yoluyla iklim değişikliğini hafifletme konusu bir yana, küresel ısınmaya karşı gerekli adaptasyonlar, devlet tarafından sağlanan kamu mallarının büyük ölçüde genişletilmesini gerektirecektir.

Piyasa, Manhattan’ı korumak için deniz duvarları inşa etmeyecektir. Bu tür devlet müdahaleleri için gereken kaynakların ölçeği kolayca yirminci yüzyılın büyük savaşlarının seviyelerine ulaşabilir.

Kapitalist şirketler bu tür altyapısal kamu malları üretiminden -tıpkı savaş zamanlarında askeri üretimden elde ettikleri kâr gibi- muazzam kârlar elde edecek olsalar da bu tür projelerin finansmanı için önemli vergi artışları ve kamu mallarının sağlanmasında devletin onaylayıcı rolünü ideolojik olarak rehabilite etmeye yönelik bir çaba gerekecektir.

Eğer bu süreçler kapitalist demokrasi çerçevesinde gerçekleşirse, o zaman bu durum daha geniş, toplumsal olarak yönlendirilmiş devlet müdahaleleri için daha fazla alan açacaktır.

Kapitalist devletin mücadele etmek zorunda kalacağı ikinci eğilim, bilgi devriminin teknolojik değişimlerinin uzun vadeli istihdam etkileridir. Elbette her teknolojik değişim dalgasında, yaygın bir marjinalleşmeye ve kalıcı yapısal işsizliğe yol açan işlerin yıkımına ilişkin spekülasyonlar vardır, ancak önceki dalgalarda, ekonomik büyüme sonunda yeni sektörlerde istihdam açıklarının üstesinden gelmek için yeterli iş yaratmıştır.

Dijital çağda profesyonel hizmet sektörleri de dahil olmak üzere hizmet sektörüne derinlemesine nüfuz eden otomasyon biçimleri, gelecekteki ekonomik büyümenin kapitalist piyasa aracılığıyla yeterli istihdam fırsatları sağlama olasılığını çok daha düşük hale getirmektedir.

Bu sorunun büyüklüğü, kapitalist üretimin küreselleşmesiyle daha da artmaktadır. Yüzyıl ilerledikçe bu sorunlar daha da kötüleşecek ve piyasa güçlerinin kendiliğinden işleyişiyle çözülemeyecektir.

Sonuç, artan güvencesizlik ve nüfusun önemli bir bölümünün marjinalleşmesidir. Toplumsal adalet mülahazaları bir yana, bu gelişmenin toplumsal istikrarsızlık ve maliyetli çatışmalara yol açması muhtemeldir.

Bu iki eğilim birlikte ele alındığında kapitalist devlet için yeni ve büyük zorluklar ortaya çıkmaktadır: iklim değişikliğiyle başa çıkmak için kamu mallarının sağlanmasında büyük bir artışa duyulan ihtiyaç ve teknolojik değişimin neden olduğu geniş ekonomik marjinalleşmeyle başa çıkmak için yeni politikalara duyulan ihtiyaç.

İşte bu bağlamda halk hareketleri ve mücadeleleri, ekonomik ekosistem içinde kapitalizmle bir arada var olan daha demokratik-eşitlikçi ekonomik faaliyet biçimlerinin genişlemesini destekleyebilecek yeni biçimlerde devlet müdahalesi üretme olasılığına sahiptir.

Daha spesifik olarak şu senaryoyu ele alalım: iklim değişikliğine uyum sağlama gerekliliği neoliberalizmin ve onun ideolojik katı kurallarının sonunu işaret etmektedir. Olumlayıcı devlet, ihtiyaç duyulan büyük ölçekli bayındırlık projelerini başlatır ve ayrıca karbon bazlı enerjiden geçişi hızlandırmak için enerji üretimi ve ulaşım sistemleri etrafında daha müdahaleci bir ekonomik planlama rolü üstlenir.

Bu bağlamda, artan marjinalleşme ve ekonomik eşitsizlik karşısında kamu mallarına duyulan ihtiyacın ve devletin istihdam konusundaki sorumluluğunun geniş kapsamlı bir şekilde anlaşılması da dahil olmak üzere, devletin daha geniş kapsamlı rolleri yeniden siyasi gündemde yer almaktadır. Ancak kapitalist işgücü piyasaları yoluyla tam istihdam giderek daha olanaksız görünmektedir.

Bu zorluklara yanıt vermeye yönelik yaklaşımlardan biri, bugün kamuoyunda daha fazla tartışılmaya başlanan bir politika önerisi olan koşulsuz temel gelirdir (UBI).

Tasarım basittir: her bölge sakini, herhangi bir koşul olmaksızın, kültürel açıdan saygın, gösterişsiz bir yaşam standardında yaşamaya yetecek aylık bir gelir alır. Bu gelir genel vergilerden karşılanır ve ekonomik durumlarına bakılmaksızın herkese ödenir.

Elbette, iyi ücretli işlerde çalışan insanların vergileri, aldıkları UBI’den daha fazla artacak, dolayısıyla net gelirleri (ücretler + UBI – vergiler) azalacaktır. Ancak net katkı sağlayan birçok kişi için, gelirlerinde bir UBI bileşeninin varlığı, işgücü piyasasında karşılaştıkları riskleri azaltan dengeleyici bir unsur olarak deneyimlenecektir.

Temel gelir, kapitalist piyasalarda kabul edilebilir istihdam olanaklarının azalması karşısında devletin karşı karşıya kaldığı zorlu sorunlara yanıt veren olası bir devlet müdahalesi biçimidir.

Kapitalizmin yeniden üretimi açısından bakıldığında, UBI üç şeyi başaracaktır. Birincisi, marjinalleşmenin yarattığı eşitsizlik ve yoksulluğun en kötü etkilerini hafifletecek ve böylece toplumsal istikrara katkıda bulunacaktır.

İkinci olarak, farklı bir gelir getirici çalışma modelini destekleyecektir: insanların isteğe bağlı gelir elde etmek için kendi işlerini yaratmaları. UBI, kendi yarattıkları işler geçimlerini sağlayacak kadar gelir getirmese bile çok çeşitli serbest meslekleri insanlar için cazip hale getirecektir.

Örneğin, temel yaşam masraflarını karşılayacak bir UBI’ye sahip olmaları halinde daha fazla insanın küçük çiftçi ve ticari bahçıvan olmakla ilgileneceği düşünülebilir.

Üçüncüsü, UBI kapitalist üretim için tüketici pazarını istikrara kavuşturacaktır. Bir üretim sistemi olarak, kapitalist şirketler tarafından yapılan otomatik üretim, doğası gereği, üretilen şeyleri satın almak için toplamda yeterli sayıda insan istihdam etmeme sorunuyla karşı karşıyadır. UBI, temel tüketim malları için geniş bir alana yayılmış bir talep sağlar.

Eğer koşulsuz temel gelir kapitalizmin karşı karşıya olduğu sorunlara çekici bir çözümse, aynı zamanda kapitalizmin aşınmasına nasıl katkıda bulunabilir? Kapitalizmin temel bir özelliği, Marx’ın işçilerin çifte ayrımı olarak adlandırdığı şeydir – üretim araçlarından ve geçim araçlarından ayrılma. Koşulsuz temel gelir, üretim araçlarından ayrı kalsalar da işçileri geçim araçlarıyla yeniden bir araya getirir.

Devlet tarafından sağlanan ve vergilerle finanse edilen koşulsuz bir temel gelir, işçilerin kapitalist istihdamı reddetmelerini ve bunun yerine, toplumsal güç aracılığıyla inşa edilenler de dahil olmak üzere, kapitalist olmayan her türlü ekonomik faaliyette bulunmayı tercih etmelerini sağlayacaktır.

Örneğin işçi kooperatifleri, kooperatif üyelerinin kooperatifin ticari başarısından bağımsız olarak garanti edilen temel bir gelire sahip olmaları halinde ekonomik açıdan çok daha uygulanabilir hale gelecektir.

UBI ayrıca, kooperatiflere sermaye kredilerini bankalar için daha cazip hale getirerek işçi kooperatiflerinin halihazırda karşı karşıya olduğu kredi piyasası sorunlarının çözülmesine de yardımcı olacaktır: bir kooperatif tarafından üretilen gelir akışının üyelerinin temel yaşam standardını karşılaması gerekmeyeceği için bu tür krediler aniden daha az riskli hale gelecektir.

UBI, dayanışma ekonomisinin, ticari olmayan sahne sanatlarının, topluluk aktivizminin ve çok daha fazlasının gelişmesini destekleyecektir. Koşulsuz temel gelir böylece sürdürülebilir sosyalist -sosyal olarak güçlendirilmiş- ekonomik ilişkiler için alanı genişletir.

Dahası, marjinalleşme sorununu yaratan aynı teknolojik gelişmeler, ironik bir şekilde, daha demokratik, eşitlikçi ve dayanışmacı bir şekilde örgütlenen ekonomik faaliyetlerin genişlemesi ve derinleşmesi için daha sağlam bir alana katkıda bulunabilir.

Kapitalizmi ayakta tutan üretimin maddi koşullarından biri, endüstriyel üretimde ölçeğe göre artan getiridir: bir şeyin yüz binlercesini üretmenin birim maliyeti, sadece birkaç tanesini üretmekten çok daha düşük olduğunda, küçük ölçekli üreticilerin piyasada rekabet edebilmesi zordur.

Kapitalist gelişmenin endüstriyel çağının ayırt edici özelliği ölçeğe göre büyük getirilerdir. Yirmi birinci yüzyılın yeni teknolojileri, pek çok sektörde ölçeğe göre getiriyi önemli ölçüde azaltarak küçük ölçekli, yerelleştirilmiş üretimi daha uygulanabilir hale getirmektedir. Temel olarak, piyasada rekabet edebilmek için yeterli üretim aracı satın almak için gereken sermaye miktarı dijital bir dünyada azalmaktadır.

Bu da dayanışma ekonomisi işletmelerini ve işçi kooperatiflerini, yerel piyasalara yönelik nispeten küçük ölçekte daha etkin faaliyet gösterdikleri için daha uygulanabilir hale getirecektir. Değişen üretim güçleri yeni üretim ilişkileri için olanakları genişletmektedir.

Birçoğu yerel düzeyde organize edilebilecek diğer devlet politikaları, kapitalist olmayan dinamik bir sektörü daha da istikrarlı hale getirebilir. Toplumsal üretimin pek çok çeşidinin önündeki engellerden biri fiziksel mekana erişimdir: topluluk bahçeleri ve çiftlikler için arazi, üretim için atölyeler, tasarım için ofisler ve stüdyolar, sahne sanatları için performans alanları vb.

Bunlar, daha demokratik-eşitlikçi ekonomik faaliyet biçimleri için elverişli altyapı oluşturmak isteyen yerel devletler tarafından kamu kolaylıkları olarak sağlanabilir.

Topluluk arazi güvenleri kentsel tarımı finanse edebilir. Kamu tarafından sağlanan veya sübvanse edilen makerspace’ler ve 3D yazıcılar ve diğer dijital üretim teknolojilerine sahip fablab’lar fiziksel üretimi destekleyebilir. Eğitim kurumları da özellikle kooperatif yönetimi ve sosyal üretim konularında eğitim sağlayabilir.

İnsanların, ekonominin kapitalist sektöründen çıkışını kolaylaştıran bir UBI, kapitalist olmayan üretim biçimlerinin gelişimini kolaylaştıran yeni teknolojiler ve bu girişimler için daha iyi bir altyapı sağlayacak uygun bir yerel devletin birleşimi, toplumsal güç yoluyla örgütlenen ekonomi sektörünün zaman içinde daha derin kökler geliştirebileceği ve henüz öngörülemeyen şekillerde genişleyebileceği anlamına gelmektedir.

Tüm bunların kapitalizm içinde gerçekleşeceğini vurgulamak önemlidir ve bu nedenle kaçınılmaz olarak bu kapitalist olmayan üretim biçimleri hala baskın olan kapitalist ekonomi içinde hayatta kalmanın yollarını bulmak zorunda kalacaktır. Bunun önemli bir yönü, kapitalist sektör için öyle ya da böyle bazı olumlu faydalar sağlamaktır.

Kapitalist olmayan sektörün birçok girdisi bizzat kapitalist şirketler tarafından üretilecek; kapitalist olmayan sektördeki üreticiler tüketimlerinin bir kısmını, belki de çoğunu kapitalist şirketlerden satın alacaktır ve devletin kamu malları üretimi de genellikle kapitalist şirketlerle yapılan sözleşmeleri içerecektir.

Bu yeni yapılanma istikrara kavuştuktan sonra bile, devlet hala kapitalizmin öne çıktığı ve neredeyse kesinlikle baskın olduğu bir ekonomiyi yönetiyor olacaktır. Ancak kapitalizmin hakimiyeti, insanların geçimlerini sağlama yolları üzerinde çok daha zayıf kısıtlamalar getirdiği ve ekonomi içinde toplumsal gücün kapsamını genişletmek için süregelen mücadelelere yeni olanaklar açtığı ölçüde azalacaktır.

Elbette bu gidişatın kaçınılmaz bir yanı yok. Temel bir gelirin tesis edileceğinin ya da tesis edilse bile UBI’ye demokratik, toplumsal olarak güçlendirilmiş ekonomik faaliyet biçimlerinin yaygınlaştırılması için destekleyici altyapı oluşturmaya yönelik devlet girişimlerinin eşlik edeceğinin hiçbir garantisi yoktur.

Ayrıca koşulsuz bir temel gelirin, alıcıları tarafından toplumsal olarak güçlendirilmiş ekonomik yapılar inşa etmek için kullanılacağının garantisi de kesinlikle yoktur. UBI sadece bireysel tüketim için de kullanılabilir. Philippe van Parijs’in Herkes İçin Gerçek Özgürlük kitabında ileri sürdüğü gibi, UBI insanlara “gerçek özgürlüğü” yeniden dağıtır ve böylece plajda oturanları ve miskinleri olduğu kadar işçi kooperatiflerini ve toplumsal ekonomiyi de mümkün kılar.

Çalışmayanların çalışanları “sömürdüğü” hayali, UBI’ye karşı güçlü ahlaki argümanlardan biridir ve bu tür iddialar kesinlikle UBI için siyasi çabaları engelleyebilir veya en azından programa istenmeyen uygunluk koşullarının eklenmesine neden olabilir.

Dahası, kapitalist olmayan ekonomik faaliyetlerin dinamik bir şekilde genişlemesini harekete geçirecek kadar cömert bir koşulsuz temel gelir, kapitalist devletlerin mali kapasitesinin ötesine geçmese de maliyetli olacaktır ve bu nedenle bir UBI kabul edilirse, makul bir yaşam için gerekli olanın altında bir seviyede belirlenmesi muhtemeldir. Bu aynı zamanda UBI’nin uzun vadeli antikapitalist etkilere sahip olma potansiyelini de zayıflatacaktır.

Bu nedenlerle, koşulsuz temel gelir ve kapitalist devletin diğer müdahalelerinin yardımıyla kapitalizmi aşındırma ihtimali, önemli ölçüde siyasi seferberliğe ve devlet üzerindeki mücadelelere bağlıdır; seçkinlerin aydınlanmasına dayanamaz.

Riley’nin iddia ettiği gibi, devletin kapitalist karakterinde yazılı olan olasılık sınırları, bu tür kapitalist olmayan ekonomik süreçlerin büyümesini kolaylaştırma etkisine sahip devlet eylemlerini engelleyecek kadar dar ise, o zaman bu tür bir seferberlik asla başarılı olamaz ve kapitalizmi aşındırma olasılığı uzaktır.

Ancak mevcut sorunların çözümü ile gelecekteki sonuçlar arasında kopukluklar mümkünse ve halkcı toplumsal güçler alternatif ekonomik alanları sağlamlaştırma gündemi etrafında harekete geçerse, demokratik, eşitlikçi ve dayanışmacı değerler etrafında inşa edilen ekonomik faaliyetlerde önemli bir genişleme mümkün olabilir.

Bu da demokratik toplumsal güç için yeni alanlar açan yukarıdan reformlar ve bu alanları yeni ekonomik faaliyetlerle doldurmak için aşağıdan girişimlerin karşılıklı etkileşimi yoluyla kapitalizmin ötesinde sosyalist bir yörüngenin temelini sağlayabilir.

Elbette yanılıyor olabilirim. Ben kararlı bir sosyalistim ve sosyalizmi mümkün kılacak bir toplum teorisi istiyorum. Ekonomik sistemlerin, kapitalizmin hakimiyetinin zaman içinde aşınabileceği bir ekosistem gibi olmadığı ortaya çıkabilir; kapitalist devlet, anlamlı özgürleştirici reformlar için açık kapılar bırakacak şekilde içsel olarak çelişkili olmayabilir. Dolayısıyla sosyalizm için tutarlı bir strateji mümkün olmayabilir.

Bununla birlikte, toplumsal sistemlerin nasıl işlediğine dair mevcut bilgimizin sınırlılıkları ve geleceğin ne getireceğine dair büyük belirsizlikler göz önüne alındığında, kapitalizmi aşmaya yönelik uzun vadeli hedefi, mevcut dünyanın kısıtlamaları dahilinde yeni olasılıklar yaratmaya yönelik pratik mücadelelerle birleştirmenin mümkün olduğu makul bir çalışma hipotezidir. Bunun doğru mu yanlış mı olduğunu test etmenin tek yolu dünyayı değiştirmeye çalışmaktır.


Hal Draper – How to Think About (And Win) Socialism

Çeviri: Yener Çıracı


Bu içerik birdunyaceviriblog ile işbirliğimizin bir parçasıdır. Sitelerini ziyaret etmek için tıklayınız.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Sosyalizmin İki Ruhu – Hal Draper

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü

Sosyalizmin İki Ruhu – Hal Draper

Sosyalizmin bugünkü krizi, sosyalizmin anlamına ilişkin bir krizdir. Dünya tarihinde ilk kez, büyük olasılıkla insanların çoğunluğu kendilerini şu