Ludwig Wittgenstein: Çığır Açan Bir Filozofun Çalkantılı Yaşamı – Sara Papic

Etkili bir Avusturyalı düşünür olan Ludwig Wittgenstein'ın yaşamına, çalışmalarına ve felsefi değişimine dair temel bir bakış.

/
4850 Okunma
Okunma süresi: 11 Dakika

Ludwig Wittgenstein, 20. yüzyılın en etkili ve çok yönlü düşünürlerinden biriydi. Viyanalı filozof, bazı kariyer değişimleri yaşadı; Birinci Dünya Savaşı’nda savaştı ve yaşamının ortasındayken kendi felsefi bakış açısını toptan değiştirdi. En önemlisi ise, nihayetinde, felsefenin tüm problemlerini iki kez çözdüğüne inanmıştı. Bu makale Wittgenstein’ın kişisel yaşantısını, içinde yaşadığı dönemin koşul ile bağlamlarını ve Erken Dönem’den Geç Dönem Wittgenstein’a doğru o pek meşhur olan ünlü geçişi ele alıyor.

Ludwig Wittgenstein: Kararsız Bir Filozof

Ludwig Wittgenstein, 1889 yılında; o zamanlar Avrupa’nın en varlıklı ailelerinden birinde, dokuz kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldi. Ludwig ve kardeşleri, Viyana’daki etkileyici Palais Wittgenstein binasında büyüdüler. Bu bina artık yok, fakat hem dış hem de iç mekanın nasıl göründüğüne dair bazı resimler günümüze ulaşmıştır. Babaları Karl Wittgenstein, çelik endüstrisi sektöründeki büyük bir sermaye sahibi dev idi ve beş oğlu aracılığıyla geriye bir miras bırakma konusunda azimliydi; ama oğullarından üçü intihar edecekti. Aile reisi Karl Wittgenstein, ünlü bir sanat hamisiydi ve bu durum evin tablolar, heykeller ve hatta çoğu zaman sanatçıların kendileri ile dolmasına neden olmuştu. Hatta, Wittgenstein’ın kız kardeşlerinden biri olan Margaret, Gustav Klimt’in bir tablosunda ölümsüzleştirilmişti. Filozof Ludwig, babasının ölümünden sonra mirastaki payını reddetmiş ve mütevazi (bazen ise zor ve ağır) bir hayat sürmüştür.

Ludwig Wittgenstein genç bir adam iken, esas olarak mühendislikle ilgilendi ve bir süre havacılık eğitimi aldı. Bu alana yani mühendisliğe yönelik yoğun ilgisi giderek daha soyut bir yaklaşımı benimsemesine neden oldu; matematik ve mantık felsefesi için ömür boyu sürecek bir tutkuya dönüştü. Bu yeni tutku, günümüzde yaygın olarak mantıkçılığın temel metni olarak kabul edilen Aritmetiğin Temelleri’ni kaleme almış olan bir mantıkçı ve filozof olan Gottlob Frege ile temasa geçme kararı aldığında doruk noktasına ulaşmıştı. Frege bu genç filozoftan etkilendi ve onu, ileride akıl hocası olacak olan Bertrand Russell‘ın yanında çalışmaya ikna etti.

Genç Wittgenstein, felsefe dünyasına girdikten sonra, ilk yayınlanmış kitabı olacak olan Tractatus Logico-Philosophicus üzerinde hiç durmaksızın çalıştı. Çalışmaları 1914 yılında1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle kesintiye uğradı ve hemen askere gitti. Dört yıllık hizmetin ardından, filozofa aile evinde kaldığı süre boyunca askeri izin verildi; bu dönem onun için son derece talihsiz bir zaman dilimi olacaktı. Yalnızca birkaç aylık bir süre içinde amcası, erkek kardeşi, yakın arkadaşı ve sevgilisi beklenmedik bir şekilde hayatını kaybedecekti. Bununla birlikte, Tractatus’un bir kopyasını gönderdiği yayınevi kitabı yayınlamama kararı almıştı. Tüm bu olanlardan dolayı perişan bir Wittgenstein askeri izninin bitiminde kışlaya geri döndü, fakat şimdi de Müttefikler tarafından 9 ay boyunca bir esir kampında tutuldu.

Filozof Olmak İstemeyen Bir Filozof

Bu sancılı yıllar, oldukça hassas bir etki bırakmıştı. Savaşın sona ermesinin ardından, morali yerle bir olan Wittgenstein, felsefeyi bırakmaya ve ücra bir Avusturya köyünde ilkokul öğretmeni olarak daha basit bir hayat sürmeye karar vermişti. Fakat bu yöndeki uğraşları çabucak başarısızlığa uğramıştı: Küçük kasaba halkına uyum sağlamak için fazla rafine ve eksantrikti, ayrıca öğrencileri fiziksel cezalandırma yönündeki eylemleri de pek hoş karşılanmamıştı. Öğretmenlik yaptığı yeri birkaç kez değiştirdikten sonra, şiddet gösterdiği bir çocuğun fiziksel hasar alması üzerine öğretmenliği bıraktı ve daha sonra bu olay sebebiyle mahkemede yargılandı. Önümüzdeki birkaç yılını kız kardeşi Margaret tarafından yürütülen bir mimari proje üzerinde çalışarak geçirdi; günümüzde Haus Wittgenstein olarak bilinen bu proje bina, hala Viyana’dadır ve ziyaretlere açıktır.

Bu aradaysa Bertrand Russell, Tractatus’un yayınlanmasını sağlamak için felsefe dünyasındaki bağlantılarını ve gücünü kullandı. Henüz yeni yayınlanmış olan bu kitap, Tractatus’ta yer alan fikirler ile eserin içeriğini tartışmak için bir araya gelen ve ilerde mantıksal pozitivizm adındaki kendi felsefi hareketlerini inşa edecek olan bir grup akademisyenin, Viyana Çevresi’ni kurmasına yol açtı. Ludwig Wittgenstein sık sık bazılarına karşı belirgin bir karşıtlık geliştirdiği Viyana Çevresi üyeleriyle tartışmalara girdi; fikirlerinin yanlış anlaşıldığını hissetmişti. Ludwig Wittgenstein, 1929 yılında Cambridge’deki Trinity College’da ders vermeyi kabul ettiğinde, felsefe dünyasına bu “zoraki” yeniden girişin epey geniş çaplı sonuçları olacaktı. Bu süre zarfında, daha önce ileri sürdüğü felsefi ilkelerin büyük bir kısmına karşı çıkarak “Geç Dönem Wittgenstein”ın olarak bilinen fikirler üzerinde çalıştı ve onları geliştirdi. Profesör olarak geçirdiği yaklaşık 20 yılın ardından Wittgenstein, akademiden bağımsız olarak kendi başına çalışmak için üniversiteden istifa etti; 1951 yılında öldü. Wittgenstein, epey yankı uyandıran Felsefi Soruşturmalar da dahil olmak üzere en ünlü eserlerinin büyük bir kısmının yayınlandığını asla görmedi, çünkü yazdıklarından hiçbir zaman tam anlamıyla emin ve tatmin olmamıştı. Neyse ki, ölümünden sonra, el yazmalarının büyük bir kısmı öğrencilerinin titiz bir şekilde eşlik etmesi sayesinde yayınlandı.

“Erken Dönem” Wittgenstein’ı: Dünyanın Bir Resmi Olarak Dil

Ludwig Wittgenstein’ın felsefesi zaman içerisinde o kadar ilginç bir evrim geçirmiştir ki; çoğu akademisyen onu iki filozof olarak görür; en azından, “Erken Dönem” olanı “Geç Dönem” Wittgenstein’dan ayırmak yaygın bir tutumdur. “Erken Dönem Wittgenstein’ı dediğimiz şahış, Viyana Çevresi’nin doğmasına yol açan kitap olarak Tractatus Logico-Philosphicus’u yazan filozoftur. Adından da anlaşılacağı üzere kitap, mantık üzerine odaklanmıştır. Wittgenstein Tractatus’u yazarken, “mantık” üzerine çalışmalar giderek yaygınlaşıyordu: Çünkü Gottlob Frege, sonraki dönemlerde yapılan mantıksal çalışmaların çoğunun temeli olacak olan aksiyomatik yüklem mantığını yalnızca birkaç on yıl önce geliştirmişti ve filozoflar bu mantığın sonuçlarının ne kadar mühim olduğunu anlamışlardı. Wittgenstein’ın Tractatus’u; mantık, dil, dünya ve bunlar arasındaki ilişkilere dair birkaç şeye işaret etmeyi amaçlıyordu. Bu eserde, mantığın; dilin en temel ve hakiki yapısına bakmanın bir yolu ve onun bir soyutlaması olarak görüldüğünü belirtmek önemlidir. Kitabın nihai amacı, anlamlı bir şekilde söylenebilecek ve düşünülebilecek olan şeyleri ortaya çıkarmaktı. Wittgenstein’ın ana fikri, dil ile düşünceyi gerçekliğin eşbiçimleri olarak görmekti; bir fotoğrafın bizzat konusunu da temsil etmesi gibi: Düşünce ile dil de dünyayı temsil ederek anlam kazanır. Örneğin bir maket uçak, bazı özellikleri paylaştığı için gerçek bir uçağın temsilidir; her ikisinde de aynı sayıda koltuk bulunur, her ikisi de beyaz renklidir, her ikisinin uzunluk ve genişlik ölçüleri aynı orandadır vb vb. Aynı bunun gibi; Wittgenstein da dilin gerçekliğin bir modeli olduğuna inanıyordu çünkü her ikisi de(dil ile gerçeklik) ortak bir mantıksal yapıyı paylaşıyordu. Bu yaklaşıma “dil-resim kuramı” adı verilir.

Felsefenin Anlamı(-nın olmayışı)

Wittgenstein, bu temel fikir aracılığıyla, anlamlı bir şekilde ifade edilebilen ile edilemeyeni birbirinden ayırt etmeyi amaçlıyordu. O, laf salatası veya genellikle anlamsız olduğuna inandığımız türdeki öteki ifadeler ile ilgilenmiyordu: Felsefenin büyük bir kısmının aslında dilsel karmaşıklığın (dilin yanlış kullanımının) sonucu ve aslında anlamsız olduğunu göstermek istiyordu. Örneğin adaletin veya hayatın anlamının ne olduğu gibi soruların peşinden gitmek bizi asla bir hakikate ulaştırmaz, çünkü dünyada bu türden sorulara cevap verecek gerçekler yoktur; şayet denk düşen gerçekler yoksa, o halde anlam da var olamaz. Tractatus’a dair başlıca tartışma başlıklarından biri, bu kitabın; yazara göre bile anlamsız olduğu varsayılmış olan felsefi ifadelerden oluşmasıdır. Wittgenstein da bu durumu kabul ediyor. Kitabın son paragraflarından birinde, şu sonuca varmıştır:

Benim önermelerim şu yolla aydınlatıcıdırlar: beni
anlayan kişi onlarla, onlara tırmanarak, onların üstüne çıktığında, sonunda bunların
anlam dışı olduklarını görür. (Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni devirip
yıkması gerekir.) Bu önermeleri aşması gerekir, o zaman dünyayı doğru görür. (çeviri kaynağı) (alternatif çeviri için)

Eserin söz konusu bu bölümü defalarca ele alındı ve kötü şöhretli yorumlama zorlukları içermektedir: Şayet saçmalıklardan oluşuyorsa, Tractatus’u okumanın bize ne yararı var ki?

“Geç Dönem” Wittgenstein’ı: Dil, Oyunlar ve Dil-Oyunlar

Erken Dönem Wittgenstein’dan Geç Dönem Wittgenstein’a geçiş, filozofun kendi çalışmasına yönelik sert eleştirileri sonucu (özellikle de “dogmatizm” konusu) gerçekleşmiştir.

Wittgenstein, Tractatus’un yayımlanmasından kısa bir süre sonra, “Yarın pazartesidir.” veya “Gökyüzü yeşildir” gibi doğruluk veya yanlışlık değeri alabilecek ifadelerle yani dilin yalnızca küçük bir kısmıyla gereğinden fazla bir şekilde meşgul olduğuna; doğal dilin diğer anlamlı, pratik yönlerini görmezden geldiğine inanıyordu. Daha önceki “hatalarından” pişmanlık duyarak ilgisini dilin anlamlı olabileceği tüm farklı yönlerine yöneltti; çalışmalarının sonuçları Felsefi Soruşturmalar’da okunabilir.

Wittgenstein, şimdiyse; anlamın kolektif insan eylemlerinin sonucu olduğunu ve ancak pratik bağlamında tüm yönleriyle kavranabileceğini iddia ediyordu. Dil yalnızca gerçekliği temsil etmek için kullanılmaz: genellikle tümden farklı olan işlevlere de hizmet eder. Örneği birine emir verdiğimizde, güvendiğimizde veya şaka yaptığımızda dünyayı temsil etmek istemiyor gibiyiz. Bu, çalışmalarının odak noktasının artık dilin soyut biçimi olan mantıktan ziyade, gündelik dil analizine çevirmesi gerektiği anlamına geliyordu.

Wittgenstein, gündelik dil analizi boyunca, dilsel pratikler ve oyunlar arasındaki benzerliğe işaret etmiştir. Dilin farklı işlevler üstlenebileceğini ve bu farklı işlevlerin de farklı kurallar dizisine bağlı kalmamızı şart koştuğunu fark etmişti. Örneğin, “su!” kelimesinin anlamı; bağlama ve ifadenin bu bağlamda hizmet ettiği işleve bağlı olarak tümüyle farklılık gösterebilir. Bir yabancının (bu kelimenin) anlamını öğrenmesine yardım ediyor olabiliriz; bu bir sipariş vermek veya bir maddeyi tarif etmek olabilir: Yani ifadenin dile getirildiği koşullara göre anlam değişmektedir. Tüm bunların Wittgenstein için anlamı; anlamın -daha önce düşündüğü gibi- dünyanın durumunu (veya yapısını) temsil etme yoluyla oluşturulmaktan ziyade kamusal, özneler-arası kullanım (pratiklik) yoluyla oluşturulduğudur.

Wittgenstein’ın Felsefenin İşlevini Geri Üstlenmesi

Oyunların ve anlamın paylaştığı ortak noktalardan biri; her ikisinin de doğrudan ve eşsiz (benzersiz) bir şekilde tanımlamasının (tasvir edilmesinin) çok zor olduğu gerçeğidir. Tüm oyunların ortak noktası nedir? Çocukların oynadığı oyun özgür ve akıcı olduğundan ötürü sabit/değişmez bir kurallar dizisi değildir. Ayrıca birçok oyun tek başına oynanıldığı için çoklu-oyuncu içermez. Simülasyon oyunlarının yükselişinin de gösterdiği üzere bu oyunlardaki amaç “kazanmak” da değildir. Bir oyunun tam olarak ne olduğunu tanımlamanın/tasvir etmenin imkansız olması gibi; dil ile anlamı da tek başına tanımlayamayız: Yapabileceğimiz en iyi şey, farklı pratik dil kullanımlarını incelemektir. Tüm bunlar Wittgenstein’ın yaşamı boyunca amaçladığı şeylerden birine hizmet etti: Yani felsefi problemleri azaltmak ve “temizlemek”. Geç Dönem Wittgenstein’ı, felsefenin büyük bir kısmının; dilin/kelimelerin yanlış yorumlanmasından/kullanımından ve “hatalı” dil oyunlarının kurallarına uyulmasından kaynaklandığına inanıyordu.

Örneğin, filozoflar bilginin ne olduğunu merak ettikleri zaman; organik bir dil oyununda doğal bir konumu olan bir kelimeyi alıp anlamını çarpıtırlar. Bilginin anlamı, ifadenin dildeki olağan kullanımı ve rolü aracılığıyla kavranabilir. Öyleyse felsefenin asıl amacı, dilin pratik kullanımına odaklanarak bahsettiğimiz türdeki kafa karışıklıklarını açıklığa kavuşturmak ve gereksiz kafa karışıklığından -mümkün olduğunca- kaçınmamıza yardım etmek olmalıdır.


Wittgenstein üzerine bazı içeriklerimiz:

  1. Ludwig Wittgenstein – Anat Biletzki (Stanford Encyclopedia of Philosophy)
  2. Wittgenstein’ın Özel Dil Argümanı – Ian Tully
  3. Wittgenstein’ın Unutulan Dersi – Ray Monk
  4. Wittgenstein ve Din – Stephen Law
  5. Wittgenstein’ın Geç Dönemi: Dil ve Felsefi Sorular Üzerine – Ege Özmeral (sunum)
  6. 100. Yılında Tractatus: Asırlık Merdiven – Dr. Umut Morkoç & Taner Beyter & Erim Bakkal (söyleşi)
  7. “Dil Felsefesi III: İkinci Wittgenstein’da Gramer Paradigması” Hakkında Bir İnceleme Yazısı – Bilal Bekalp
  8. Wittgensteincı Dil Oyunlarını Oynamak Bizi Nasıl Özgürleştirebilir? – Sandy Grant
  9. Benim Sözcüklerimin Bir Anlamı Var Senin Papağanının Sözcüklerinin İse Yok: İşte Wittgenstein’ın Açıklaması – Stephen Law

Sara Papic– “Ludwig Wittgenstein: The Turbulent Life of a Philosophical Pioneer“, (Erişim Tarihi: 13.11.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

2 Yorum

  1. Wittgenstein çok büyük bir filozof(!) olduğu için ve tüm felsefi problemleri çözdüğü için felsefeyi bıraktı ve bir ilk okulda öğretmenlik yaptı. Bu görevinde öğrencilerine karşı davranışları herhangi bir problemi çözmüş olduğunu göstermez (bkz. Haidbauer olayı)..

  2. Schopenhauer felsefenin zaten açık olan hakikatin kavramlarla ifade edilmesi olduğunu söylüyor “İsteme ve Tasarım Olarak Dünya” ismindeki şaheserinde.

    Felsefe hayatın hiçliğinin ve her şeyin sıfırlanışının idrakiyle bitiyor halde, ki Schopenhaue da bunu söylüyor. Schopenhauer yaşamak berbat bir şeydir ömrümü onun üzerine düşünmeye vakfettim diyor sadece.

    Wittgenstein da felsefenin de sadece kavramları oturtmaktan ibaret olduğunu anlayıp bitirmiş olanlardan.

    Metafizik meseleler asla çözülemediği için Sokrates’in dediği gibi tek bildiğimiz hiçbir şey bilmiyor olduğumuz.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ölüm Felsefesi: Ölümden Korkmak Mantıklı mıdır? – Casey Scott

Sonraki Gönderi

Schopenhauer’ın Felsefesi: Acı Çekmenin Panzehiri Olarak Sanat – Matthew Fitzgerald

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü