Gottlob Frege: Dil – Dorothea Lotter (Internet Encyclopedia of Philosophy)

//
1590 Okunma
Okunma süresi: 89 Dakika

Gottlob Frege, (1848-1925) bugün en çok matematiksel mantığa ve dil felsefesine yaptığı katkılarından dolayı övülüyor. Aşağıdaki ilk kısım, Frege gibi bir matematikçi için dilin felsefi bir araştırmasının niye önemli olduğunu ve niye önemli olması gerektiğini değerlendiriyor. Aynı zamanda bu değerlendirmeler, dil felsefesinin 20. yüzyılda ayrı bir felsefe dalı olarak gelişmesindeki genel motivasyonlara da ışık tutabilir. 2. bölüm, Frege’nin biçimsel dil fikrini ve mantıksal-felsefi analiz amacıyla böyle bir dil geliştirmesindeki ve benimsemesindeki motivasyonu ele alıyor. Frege’nin erken dönem anlam biliminden ünlü içlem ve önem arasındaki farkına geçişi ve bu geçişteki motivasyonlar da 3. bölümde açıklanmıştır. Aynı bölüm, akademiklerin, Frege’nin ana anlam bilimsel terimlerine düzgün bir çevirisini bulmaya çalışırlarken karşılaştıkları zorluklarla ilgili bir tartışmayı da içerir. Michael Dummett‘in, Frege’nin felsefenin temeli olarak epistemolojiyi anlam teorisi ile değiştirerek modern geleneği sona erdirdiği iddiası, etkili bir yorumlama olmuştur ancak son birkaç on yıldır da bu iddiaya karşı çıkılmaya başlanmıştır. Bu makale, kelimenin dar anlamıyla Frege tam olarak epistemolojiyle ilgilenmemiş olsa bile, Frege’nin dil felsefesinin, epistemolojinin bir dalı olarak kabul edilmesi gerektiğine vurgu yapar.


İçindekiler

  1. Dil ve Düşünce
    • a. İletişim
    • b. Dil ve Hafıza
    • c. Düşüncelerle alakalı Rasyonalizm, Platonizm ve Ampirizm
  2. Biçimsel Dil Yaklaşımı
    • a. Kavram Yazımı
    • b. Günlük Dilin Mantıksal Noksanları
      • i. Kavram ve Nesne Arasındaki Farkın Gözlemlenmemesi
      • ii. Boş Özel İsimler
      • iii. Yüklemlerin Muğlaklığı
      • iv. Dil Bilgisel Kategorilere karşı Mantıksal Kategoriler
      • v. Anlamın Öznel ve Nesnel Taraflarının Birbirine Karışması
  3. Kavramsal İçeriklerden Sinn (İçlem) ve Bedeutung’a (Önem): Frege’nin Anlam Biliminin Gelişimi
    • a. Frege’nin Erken Dönem Anlam Biliminin Monizmi
    • b. İçlem ve Önem[1]
    • c. Bazı Çeviri Problemleri
    • d. Bağlam İlkesi ve Yargıların Kavramlardan Önceliği
  4. Kaynaklar ve İleri Okumalar
    a. Frege’nin Yazıları
    b. Bu Makalede Atıfta Bulunulmuş Diğer Literatür

1. Dil ve Düşünce

Frege’den çok önceleri, dilin insan düşünceleri için gerekli bir vasıta olduğunu düşünmek basmakalıp olarak görülüyordu. Modern zamanda, Thomas Hobbes ve John Locke, dile, düşünceyle ilgili iki ana karakteristik uygulama bağladılar: ilk olarak dil, hafızaya yardımcı olmak için veya birinin kendi düşüncelerinin beyanı ve kaydı için kullanıldığı ve ikinci olarak, kişinin kendi düşüncelerini diğer insanlara iletirken gerekli olan vasıta olarak kullanılmasıydı (Hobbes 1655:192-97; Locke 1690, Kitap III, bölüm 1). Ancak felsefi metot, 19. yüzyılın son on yıllarında en sonunda radikal “dil bilimsel bir yön”e, yani ontolojik ve kavramsal sorunlarla ilgilenmek için dili araştırmak, döndü ve Frege bu anlamdaki ilk ve en yenilikçi düşünürlerden biri olarak görüldü. Frege için de onu düşüncenin mantıksal yapılarını araştırmak için dilin işleyişini analiz etmeye mecbur bırakan, insan düşüncesinin dillere veya genel olarak sembollere belli yollarla bağlı olduğu düşüncesi idi. Doğrusu, Frege’nin felsefi ilgisinin birincil gayesi hiçbir zaman dil olmamış gibi görünüyor. Frege’nin üstüne düşündüğü genel felsefi sorunların çoğu, matematik felsefesinde daha özelleşmiş projeleri dışında, daha çok genel olarak düşüncenin doğasıyla ve düşüncenin mantıkla, gerçekle, dille ve diğer ilgili konularla ilişkisiyle alakalıydı. Frege 1918’de, dilin doğasını incelemekteki motivasyonlarını tanımladığı “Thoughts” isimli uzun bir yazı yayınladı:

Misafirlerine kaya kristallerinin koleksiyonunu gösteren mutlu bir mineraloğun pozisyonunda değilim: okuyucularımın eline bir düşünceyi, tüm yönleriyle incelemeleri için veremem. Özünde, duyularla algılanamayan bir şey, düşünce, algılanabilir bir dilsel biçimde okuyuculara sunulmuştur ve ben de bununla mutlu olmalıyım. Dilin resimsel tarafı zorluklar getiriyor. Duyularla kavranabilen her zaman burnunu sokar ve ifadeleri resimsel ve uygunsuz hale getirir. Yani kişi, dile karşı savaş verir ve asıl endişem olmasa da dil ile meşgul olmaya mecburum. Umarım “düşünce” demek istediğim şeyin ne olduğunu okuyucularıma açıklamakta başarılı olmuşumdur. (1997:333f., n.)

Frege bize, dile karşı olan tavrının temelinde yatan bir ikilem sunuyor. Bir taraftan, düşünceye ulaşmak için dil bizim için vazgeçilmezdir. Diğer yandan, dil, duyularla anlaşılabilir karakterinden dolayı, kendisi duyularla anlaşılamaz olan düşünceyi belirsizleştirir. Bu yüzden Frege kendisini, düşüncenin dil tarafından tahrif olması ile savaşma ve bu tahrifler sonucu ortaya çıkan yanlış anlaşılmaları teşhis edip düzeltme yoluyla sürekli bir mücadele halinde dil ile uğraşmak zorunda görmüştür.

Ancak dil neden düşünce için vazgeçilmezdir ve Frege neden böyle olduğunu düşünmüştür? Bu iki soru, dil felsefesinin genel olarak yükselişini ve özellikle Frege’nin dil felsefesiyle uğraşını anlamak için esastır. Bu sorular önemlidir çünkü, eğer düşünce için dilin vazgeçilemez olduğuna dair ikna edici bir sebep bulamazsak, Frege’nin yukarıda bahsettiği dille mücadele de felsefi sorgulama için gerekli değil gibi görünüyor: sadece dilin engelini aşarız ve kavramlarımıza ve düşüncelerimize doğrudan erişebiliriz. Tarihsel olarak özellikle ikinci soruyla uğraşmak bize, Frege’nin önceki dil ve düşünce arasındaki ilişki kavramına olan muhtemel minnettarlığının ya da eksikliğinin kapsamı hakkında biraz fikir verebilir.

Dolayısıyla, dilin bu iki geleneksel işleyişine, Hobbes ve Locke’un kendi epistemolojik düşünceleri bağlamında ayırt ettikleri düşünceleriyle bakmak faydalı olacaktır. Bu iki işleyiş şunlardı: (a) dilin hafızaya ya da kişinin düşüncelerinin beyanına ve kaydına vazgeçilmez yardımı ve (b) dilin, kişinin düşüncelerini diğer insanlara iletebilmesi için gerekli bir vasıta görevi.

a. İletişim

Eğer dilin geleneksel olarak ayırt edilmiş iki karakteristik işlevine yakından bakarsak, bu iki işlevin aslında çok yakından bağlantılı olduğunu göreceğiz. Evvela, eğer insan iletişiminin, muhtemelen felsefe tarihi boyunca görüldüğü ve 20. yüzyılda en belirgin biçimde Paul Grice tarafından savunulduğu gibi, özünde kasıtlı olarak algılarsak, o zaman daha kendimize bile bilinçli düşünce içerisinde beyan edemediğimiz bir parça bilgiyi, başkasına iletmeyi nasıl kastedebiliriz sorusunu sormalıyız. İletişimsel kastımız oldukça geçersiz olurdu, üç haneli “X, Y’ye Z’yi iletmeyi kastediyor” ilişkisinde eksik bir unsur olurdu. Hatta, öyle görünüyor ki kasıtlı iletişim, eğer konuşmacının kendisi iletmek istediğinin farkında değilse, çok daha azını başarabilirdi; ancak belki bilinçaltı iletişimsel kasıtların varlığını kabul edersek böyle olmaz. Ama bu durumda bile, konuşmacının bilinçaltından iletmeye kastettiği şeyi iletebilmesi için muhtemelen iletmek istediğinin bir beyanına sahip olmak zorunda kalacağı tartışılabilir ve böyle bir beyan bile sadece dil aracılığıyla elde edilebilir; o zaman bilinçaltındaki kasıtlara dayanan iletişim türü bile dil olmadan var olamaz.

Muhakkak ki bilgi, prensipte aktarımcının kastı olmadan bile iletilebilir ve belki de kasıtsız insan iletişimi diye bir şeyin olduğunu kabul edip etmememiz sadece bir terminoloji meselesidir: dil sürçmeleri, kızarmış bir yüz ya da bir yüz kasının hareketi bile aktarımcının düşünceleri ve davranışları hakkında oldukça iyi bilgi iletebilir ve hatta bu düşüncelerin ve davranışların alakasını dolaylı olarak aktarabilir. Fakat böyle bir fenomeni “insan iletişimi” kategorisine dahil etsek bile, dil, hâlâ kişinin kendi düşüncelerinin beyanını ve kaydını açık olarak iletebilmek için gerekli gibi görünüyor. Çünkü böyle bir durumda, iletilen bilgi parçasının anlaşılması eylemi bile, iletilen kişinin bu bilgiyi kendi hafızasına kendisi için kaydedebilmesini gerektirir ve bu durumun dil gerektirdiği kadar, iletişim önceden varsayılan iletişimsel kasıtlar olarak anlaşılmasa bile, insan iletişimi de en azından bilgiyi alan tarafta her zaman dil gerektirir. Bu meselede dil, tam olarak kişinin kendi düşüncelerini kaydetmesi için gerekli bir vasıta olduğu için insan iletişiminde gerekli bir vasıta olarak görünüyor. Bu yüzden, kişinin kendi düşüncelerini bir diğer kişiye iletmesi, tamamıyla kendi düşüncelerini kendisine beyanına ve kaydına bağlı gibi görünüyor.

b. Dil ve Hafıza

Peki dil, niçin kişinin kendi düşüncelerini kaydetmesi için gerekli bir vasıtadır? Ve bu tam olarak ne anlama geliyor? Dilin, düşünceyi oluşturduğu, yani düşüncenin dil olmadan olamayacağı anlamına mı geliyor? Yoksa sadece, dil olmadan kendi düşüncelerimizin farkında olamayacağımız ya da dil olmadan düşüncelerimizi kavrayamayacağımız anlamına mı geliyor?

Frege’nin bu konuda ne düşündüğüne bakalım. Yukarıdaki ilk soruyu cevaplamaktaki ilk ve aynı zamanda en kapsamlı denemesi, 1882’deki “On the Scientific Justification of a Begriffsschrift” yazısındadır. Alakalı pasajların tamamı aşağıdadır:

Dikkatimiz, doğası gereği dışarı dönüktür. İçlem izleniminin canlılığı, hafıza imgelerinin canlılığından öyle büyük bir farkla çoktur ki hayvanlarda da olduğu gibi içlem izlenimleri neredeyse kendi başlarına fikirlerimizin gidişatını belirler. Ve eğer dış dünya belli bir dereceye kadar bize bağlı olmasaydı, bu bağımlılıktan zar zor kurtulurduk.

Çoğu hayvan bile, etrafta gezinme yetenekleri sayesinde, kendi içlem izlenimleri üstünde bir etkileri vardır: bazı hayvanlardan kaçarlar, bazılarını kovalarlar. Ve şeylerde değişikliğe bile sebep olabilirler. İnsanlar bu yeteneğe çok daha büyük ölçüde sahipler ancak yine de düşüncelerimizin yönü, özgürlüğünü sadece bu yetenekten kazanmaz: hâlâ, zihnimize olmayanı, görünmezi ve hatta belki de duyuların ötesinde olanı çağrıştıran sembollerin büyük buluşu olmadan elimizin verebildiği şekille, sesimizin tonuyla sınırlandırılmış olurdu.

Semboller olmadan bile bir şeyin algılanması, bu şeyin kendisi hakkında bir grup hafıza imgesi toplayabilir ancak daha ötesini kovalayamayız: Yeni bir algılama, bu imgelerin karanlığa gömülmesini ve diğerler imgelerin ortaya çıkmasını sağlar. Ancak bir algılamanın zihne çağrıştırdığı bir fikrin sembolünü üretirsek, bu şekilde hangi fikirlerin toplanacağına dair sağlam, yeni bir odak yaratırız. Bu şekilde, fikirlerimizin iç dünyasına adım adım nüfuz ederiz ve orada, duyusalların kendisini kullanarak kendimizi zihnin sınırlamalarından kurtararak, dilediğimizce gezeriz. Rüzgâra karşı yelken açmayı keşfederek rüzgârın, navigasyon için olan önemi gibi semboller de düşünceler için aynı öneme sahiptir. …

Aynı zamanda, semboller olmadan kendimizi kavramsal düşünmekten zar zor çıkarırız. Dolayısıyla aynı sembolü farklı ama benzer şeylere uygulayarak, artık şeyleri tekil olarak sembollerle ifade etmeyiz, aralarındaki ortak benzerlikleri, yani kavramı, sembollerle ifade ederiz. Bu kavram ilk olarak, bu kavramı sembollerle ifade edilerek kazanılır çünkü kendi içinde algılanabilir olmadığı için, bize görünebilmesi için algılanabilir bir temsile ihtiyaç duyar (1972:83f)

Frege, insan düşüncesinin dile olan bağlılığının kaynağını, duyunun dikkatimizde kullandığı güçte buluyor gibi görünüyor. Buna dayanarak, sembollere ihtiyaç duyduğumuz üç ana karakteristik düşünce alanını belirliyor. İlki, semboller olmadan fiziksel olarak olmayan ya da duyusal olmayan şeylerin farkında olamayız. Semboller olmadan, sadece anlık duyularımızın ve bu duyuların bazı geçici hafıza imgelerinin farkında olabiliriz. Ancak bu, görünmez şeylerle ilgili düşüncelerin farkında olamayız ya da bu düşünceleri kavrayamayız görüşü kendi başına, düşüncelerin dil olmadan var olamayacağını ima etmez.

İkinci düşünce alanı, genel olarak hafızayla ilgili. Frege’ye göre, fiziksel bir nesnenin sadece algılanması, sembollerin yardımı olmadan bile hafıza imgelerinin etrafında toplandığı bir odak işlevi görebilir ancak bunlar, sabit ve kalıcı olmazlar çünkü yeni algısal imgeler yakın zamanda yerlerini alır. Anlık duyular, genellikle hafıza imgelerinden o kadar daha güçlüdür ki aracılığıyla düşüncemizin akışını ve içeriğini duyudan bağımsız olarak düzenleyebileceğimiz bir aracın yardımı olmadan, neredeyse tamamen anlık duyusal girdi ile belirlenirdi. Bundan ötürü, burada Frege’nin aklında olan şey, sadece sembolleri kullanarak fikirleri öylesine ezberleriz ki o noktadan sonra aşağı yukarı ne zaman istersek onları geri çağırabilir olduğumuz gibi görünüyor. Bu yolla, kendileri duyusal olsa da semboller, büyük ölçüde bizi, duyusal dünyaya olan bağımlılığımızdan kurtarabilir. Bu argüman, tekrardan, dünyayla ilgili geçmiş düşüncelerimizi özgürce çağıramadığımız ancak bu, bu düşüncelerin evvela dil olmadan var olamayacağını göstermediği sonucuna çıkıyor.

Her halükârda, niye sembollerin hafızası, anlık duyuların boğucu etkisine, sembollerin yardımı olmadan geçici hafıza imgelerinin sebep olduğu algılanmadan daha az tabi olsun ki? Belki de Frege’nin aynı makalesindeki daha sonraki bir pasaj, doğasından dolayı dilin bize, duyuların anlık etkisi üzerine güç verebilmesinin ve dolayısıyla da düşüncelerimizi ezberlememize izin verebilmesinin Frege için nasıl mümkün olduğu hakkında bir ipucu verebilir:

Birisi, bilimi kavramsal formülasyon ile geliştirmenin, formülasyonun bulunuşunun bilimi gerektirdiği için imkânsız olduğunu söyleyebilir. Aynı bariz zorluk, (günlük) dil için de ortaya çıkar. Dilin, mantığı mümkün hâle getirmiş olması gerekiyor ancak insanlar, mantık olmadan dili nasıl icat etmiş olabilirler ki? Doğanın kanunlarına ilişkin yapılan araştırma, fiziksel aletler kullanır ancak bu aletler sadece, doğa kanunları bilgisine dayanan gelişmiş bir teknoloji aracılığıyla üretilebilir. Bu döngü, iki durumda da aynı şekilde çözülür: fizikteki bir ilerleme, teknolojide bir ilerlemeye sebep olur ve bu da fiziğin daha da ilerletildiği yeni aletlerin yapımını mümkün kılar. Bizim döngümüzdeki uygulaması ise barizdir. (1972:89)

Frege burada, bir yanda dil ve mantık arasında, diğer yanda teknoloji ve bilim arasında bir analoji kurar. İki durumda da her iki unsur kendi çiftlerinde, bir diğer unsurun gelişimi için gereklidir. Bu yüzden bir yanda dil, mantık yetimizi geliştirmekte veya benimsemekte lazımdır ancak aynı zamanda, mantık da dilin mümkün olabilmesi için önceden mantığın önceden var olabilmesi gerekir. Bunun sonucunda Frege için, dilin mümkün olabilmesi için, kendisinin mantık dediği, ve dil bir araç olarak kullanılmadığında tamamen çalışır veya uygulanabilir olmayan bir şey vardır. Bu da Frege için, mantığın, aynı zamanda bizim, dili bir araç olarak kullanarak anlık duyusal girdilerin gücünü aşmamızı sağladığını; geçici hislerin ve hafıza imgelerinin sürekli akışına rağmen semboller ve sembolize ettikleri arasındaki bağı ezberleyebilmemize olanak sağladığını öne sürüyor. Gerçekte Frege, mantık ve dil arasında kısır olmayan bir döngü öneriyor gibi görünmektedir, öyle ki kabaca, mantık, doğası gereği, küçük bir başlangıç sembol grubunu hafızada tutmamıza olanak sağlar ve öyle ki daha sonra bu sembollerin kullanımı, bu sembollerin kombinasyonlarını ve uygulamalarını anlamasına izin verecek şekilde rasyonel kapasitemizi genişletir ve bunlar da daha sonra kullanımlarının zihnin daha da gelişmesine yol açacak başka kombinasyonlara, ayrıca yeni sembollerin veya sembolik sistemlerin icadına, yol açmak için hafızada depolanır. Bu mefhum, dilin, en azından duyular mantığın veya mantığın temelinin bir parçası olarak görülmezse, salt duyuların ürünü olabileceğinin üstünü çiziyor gibi görünüyor.

Frege’nin düşünmek için niye dile ihtiyacımızın olduğuna dair yaptığı üçüncü açıklama, sembollerin yardımı olmadan kendimizi asla spesifik olarak kavramsal düşünme seviyesine çıkaramayacağımızdır. Çünkü yukarıdaki pasajda Frege’ye göre, konseptleri sadece aynı sembolü farklı ama benzer şeylere uygulayarak, dolayısıyla artık şeyleri tekil olarak sembollerle ifade etmeyiz, aralarındaki ortak benzerlikleri, yani kavramı, sembollerle ifade ederek ediniriz. Bu argüman, tekrardan, kavramların dil ya da semboller olmadan var olamayacağını değil, kavramların dil olmadan bize mevcut olamayacaklarını gösterir. Frege’nin kendi diliyle dersek, kavram dediği bir grup benzer şeyin ortak sahip olduklarını kendimize tarif edemeyiz.

c. Düşüncelerle alakalı Rasyonalizm, Platonizm ve Ampirizm

Akademisyenler, Frege’nin 1882’deki düşünmek için niye dile ihtiyacımızın olduğuna dair yaptığı açıklamaların düşünce içeriğinin – en azından düşünce içeriğinin – ampirik, psikolojik açıklamalar öne sürdüğüne dikkat çeker; bu açıklamalara göre düşünce içeriği, hafıza imgeleri aracılığıyla basitçe içlem izlenimlerinden ortaya çıkar. Ancak bu, Frege’nin konuyla ilgili sonraki düşüncelerine ters düşer (mesela Sluga 2002:82). Aslında Frege’nin yukarıdaki en temel düzeyde duyu algılamasının ve hafızanın, duyusal olmayan kavramsal unsurlara daha önceden sahip olmadan da mümkün olduğuna dair ikrarı, algının doğasının hem rasyonalist hem de Kantçı açıklamalarına tamamen ters düşüyor gibi görünüyor. Aslında önceki kısımda gördüğümüz üzere, düşüncenin dile olan bağımlılığına ilişkin argümanlarının hiçbiri onu açıkça, en azından temel düşüncelerin ve anıların sadece duyular temelinde mümkün olduğu fikrinin, neden o zaman bütün düşüncelerin ve hafıza içeriğinin dil aracılığıyla duyusal imgelerden türemediği sorusunu ortaya çıkaran ve açıkça ampirik olacak bir düşünce olan, kavramların veya düşünce içeriklerinin varlığının dile bağımlı olduğu fikrine ifa ettirmez.

Eğer Frege’nin 1882’deki içerikle ilgili görüşünün bu değerlendirilmesi doğruysa, o zaman düşünce için dilin neden gerekli olduğunu açıklama girişimi olarak yukarıdaki argüman da değerlendirmemizle ilgili olabilir. Çünkü eğer bu durumun aksine, modern Kıta Rasyonalizminde standart görüş olduğu üzere, insan zihninin duyu yetilerine ek olarak doğuştan gelen düşüncelerle de donatıldığını varsayarsak, o zaman kavramların bize neden sadece bizim duyularla algılayabildiğimiz şeylere genel semboller uygulayarak mevcut hale geldiğini ya da neden görünmez, duyusal olmayan şeyleri onlara sadece semboller yaratarak algılayabildiğimizi göstermek için biraz daha argüman lazımdır. Ne de olsa doğuştan gelen düşünceler, eğer varlarsa ve bilincimizde olmasalar bile, belli bir seviyede zihinde sürekli mevcutlardır ve belki de bu mevcudiyet, bizim niye algısal deneyimleri ezberleyebildiğimizi, kavramsal düşünce icra edebildiğimizi ve genel olarak duyuların dikkatimize olan etkisinin üstesinden nasıl gelebildiğimizi açıklıyordur. Diğer bir deyişle, eğer zihinlerimiz zaten doğuştan gelen fikirlerle donatılmış ise, o zaman zihnin neden insan bilinci üzerinde direkt bir etkiye sahip olamayacağını, yani düşünme kapasitemizi yönlendirmek ve geliştirmek için zihnin neden ek olarak dile ihtiyaç duyduğunu anlamak için daha fazla açıklama gereklidir. Ancak, eğer düşünce içeriklerinin kendi doğalarına uygun olarak tamamen duyular aracılığıyla elde edilen duyulardan ve imgelerden oluştuğunu varsayarsak, o zaman kavramları temsil etmek için genel sembollerin edinilmesi olmadan, bunun yerine duyulardan bireysel ve anlaşılması zor imgeler gelseydi, kavramları kullanmamızın ve ezberlememizin hiçbir yolu olmazdı.

Dolayısıyla, eğer Frege bu erken noktada düşünce içeriklerine dair rasyonalist görüşe sahip olsaydı, yukarıdaki dil için düşüncenin vazgeçilemez olduğu argümanı hâlâ bir nevi eksik görünürdü ve eğer bu noktada düşünce içeriklerine istinaden bir ampirik olsaydı ama sonradan bu görüşünü değiştirseydi, konseptleri ve düşünceleri keşfetmek için olan dilin gerekliliğine bizi ikna etmek için daha sonradan argümanını tamamlaması beklenirdi. O zaman, hadi Frege’nin hem düşüncenin doğası ile ilgili düşüncelerine hem de dilin insan düşüncesi için gerekli olduğu fikrine dayanan, dilin felsefi çalışması için makul rasyonalist motivasyonlara yakından bakalım.

İlk olarak Frege’nin 1882’deki çalışmasındaki içlem algısının ve hafızanın temel biçimlerinin, duyusal olmayan düşünce içeriklerine önceden sahip olmadan da mümkün olduğu, bariz görüşüne dönelim. Bu görüş, mesela daha sonra, 1918’deki “Thought” yazısındaki algıyla ilgili yorumlarıyla çelişiyor gibi görünüyor. Orada, şunu vurguluyor:

İçlem izlenimleri tek başlarına, dış dünyayı bizlere açığa vurmazlar. Belki de şeyleri görmeden ya da şeylere dokunmadan sadece içlem izlenimleri olan bir varlık vardır. … Görsel izlenimlere sahip olmak, şeyleri görmek için kesinlikle gereklidir ama yeterli değildir. Hâlâ eklenilmesi gereken şey, duyusal olmayan bir şeydir. Ve yine de bize, dış dünyayı açan şey budur çünkü bu duyusal olmayan şey olmadan, herkes kendi iç dünyalarında kapalı kalırdı. Yani belki de kati faktör duyusal olmayanda olduğundan dolayı, içlem izlenimlerinin iş birliği olmadan bile duyusal olmayan bir şey de bizi, iç dünyamızdan çıkarır ve düşünceleri kavramamıza izin verir. (1997:342f)

Frege için, dış dünyayla ilgili bir düşünce oluşturmak – hatta bir nesnenin basitçe algılanmasına dahil olan düşünce türünü bile – insan zihninde mevcut olan içlem izlenimlerinden daha fazlasını gerektirir. Buna ek olarak, duyusal olmayan bir şey, algı ihtimaline karşı varsayılmak zorundadır. “Thought” makalesinin amacı, Frege’nin iddia ettiği üzere, bu bir şey düşüncenin ta kendisidir, ne sübjektif fikirlerin iç dünyasına ne de uzay-zamansal, algılanabilir nesnelerin dünyasına ama daha nesnel olan ancak fiziksel olmayan şeylerin dünyasına aittir. Kesinlikle, makalenin önceki bir pasajını okursak, “düşünce, düşünürün bilincinin içeriğine ait olmasa da bilinçte, düşünceye yönelik bir şey olmalı. Ancak bu, düşüncenin kendisiyle karıştırılmamalıdır” (a.g.e:342). Bu son pasajda Frege, belli bir yolla soyut ve nesnel bir düşünceye “yönelik” olması gereken bilinçli düşünme eylemi ile yönelinilen düşüncenin kendisi arasında ayrım yapar.

Ek olarak Frege, içlem izlenimlerinin tek başlarına zihnimizin böylesi nesnel, duysal olmayan düşünceleri kavramasına yol açabileceği fikrini açıkça reddeder, bu fikirden ziyade gerekli olan şey, tekrardan, “duyusal olmayan” bir şeydir. Bu fikir açıkça, 1882’deki yazısında dil ile mantık arasındaki ilişki hakkında söylediklerine uymaktadır. Çünkü bu yoruma göre dil, düşünceleri kavrama yolu olarak, en azından bağımsız bir potansiyel olarak, mantığı önceden varsayar. O zaman mantık, 1918’de Frege’ye göre, “bizi iç dünyamızdan çıkaracak ve düşünceleri kavramamıza olanak sağlayacak” olan “duyusal olmayan bir şey” için muhtemel bir adaydır. Dilin kendisi algılardan ve duyusal sembollerden oluştuğu ve bunlar aracılığıyla çalıştığı için, burada Frege’nin aklında olan şey dil olamaz. Ancak Frege, 1918’deki çalışmasından “mantık” teriminden ziyade, daha belli biçimde, bir düşünceyi kavrama yeteneğimizi açıklaması gereken bir “özel zihinsel kapasiteden, düşünme gücünden” bahseder (a.g.e:341).

Her halükârda bu yorumlar, Frege’nin 1918’de düşüncelerin, hem fiziksel hem ampirik olarak psikolojik gerçeklikten – dolayısıyla düşüncelerin ampirik oluşumunu reddeder – bağımsız olarak var olduğuna ikna olduğuna dair bariz kanıtlar sergiliyor. Bu yorumlar, Frege’nin tasdiklediği kavramsal varlıkların doğasına ya da köküne ilişkin rasyonalist ya da aşkınsalcı görüş için nihai kanıtlar sunmuyorlar, eğer bununla, genel olarak düşünce dönemlerimizin kavramsal içeriğine hizmet edecek rasyonaliteyi oluşturan bir özel bir mantık yetisini veya saf anlamayı veya alternatif olarak belli normatif bir değeri ya da ilkeyi anlamıyorsak. Frege’nin 1918’deki yorumları daha çok, nesnelerin varlığının kaba bir olgu, yani başka bir şey araçlığıyla açıklanamayan, olduğu görüşü olan toy bir Platonizm ile daha uyumludur. (Bu hâlâ Fregeci düşüncenin, kavramların ve numaraların doğasının okunmasının baskın yollarından biri gibi görünüyor; bkz. Baker and Hacker 1984, Dummett 1991, Burge 1992, & al.)

Ancak, Frege’nin hem ilk monografı Conceptual Notation’da (1879) hem de ikinci monografı The Foundations of Arithmetic’te(1884), kavramsal varlıkların kökeninin kabaca bir rasyonalist ya da aşkınsalcı açıklamasını savunduğu bariz görünüyor. Çünkü Conceptual Notation’ın 23. bölümünde Frege, “salt düşüncenin nasıl, duyular aracılığıyla verilen herhangi bir içerikten veya bir sezgi aracılığıyla verilen a prioriden bile bağımsız olarak, kendi başına, ilk bakışta ancak bir sezgi temelinde mümkün gibi görünen kendi doğa yargılarından doğan içerikten üretebildiğini” gösterdiğini iddia ediyor. Frege’nin “[salt düşüncenin] kendi doğasından doğan içerik” derken aklında olan şey açıkça, Conceptual Notation’ın önsözünde “düşüncenin yasaları” da dediği, mantık yasalarıdır. Buna karşın, “ilk bakışta ancak bir sezgi temelinde mümkün gibi görünen” bu yasalar muhtemelen, Kant’ın o anın salt sezgisine dayalı olduğuna inandığı, aritmetik yasalarıdır. Salt düşüncenin bu 1879 metaforu, “kendi doğasından doğan içerik” yoluyla temellendirilmesi sadece Frege’nin 1882’de psikolojiye kayması ile tutarsız görünmekle kalmaz, aynı zamanda yargılarımızın en azından bazı içeriklerine karşı rasyonalist ya da aşkınsalcı bir yaklaşım öne sürer. Bu durum, eğer “salt düşünce” ve buna benzer ifadelerin Leibniz, Kant ve onların ardıllarının kullandığı şekilde rasyonel zihni oluşturan bir kapasite ya da ilkeyi kastediyor olarak algılarsak, böyledir.

Foundations’ta Frege gerçekten de aşikar biçimde, doğuştan gelen bir şeyin bile bilinçli olarak farkına varabilmemiz için o şeyi öğrenmemiz gerekebileceği görüş olan, Leibniz’in “bütün aritmetiğin doğuştan geldiği ve içimizdeki sanal bir davranış olduğu” görüşünün tarafını tutar (1953, bölüm 11). Foundations’ın diğer pasajlarında Frege, nesnelliğin kendisinin mantık tarafından oluşturulmuş ve sayıları da en yakın akrabası olarak sunar:

Ben nesneli; duyularımızdan, sezgilerimizden ve hayal gücümüzden ve daha önceki duyularımızın anılarından oluşan zihinsel resimlerin bütün inşalarından bağımsız ancak mantıktan bağımsız olmayan olarak anlıyorum çünkü mantıktan bağımsız şeyler nelerdir ki? Bunu cevaplamak, yargılamaktan yargılamak ya da kürkü ıslatmadan yıkamak gibidir. (1953, bölüm 26)

Nesnellik, tabi ki zihnimizin etkilemesi olarak tamamen sübjektif olan herhangi bir içlem izlenimine dayanamaz ancak sadece, görebildiğim kadarıyla, mantığa dayanabilir. (a.g.e., bölüm 27)

Bu sayı görüşüne göre, aritmetik ve analiz üzerine çalışmanın cazibesi, bana öyle geliyor ki kolayca açıklanabilir. Hatta şu iyi bilinen sözcüklerle diyebiliriz ki: Mantığın münasip çalışma alanı kendisidir. Aritmetikte, duyular aracılığı olmadan yabancı olarak şeyler olarak bildiğimiz nesnelerle değil, direkt olarak mantığımıza, en yakın akrabası olarak, verilen ve mantığımıza belli olan nesnelerle ilgileniriz. Ve yine de, ya da bu sebepten dolayı, bu nesneler sübjektif fanteziler değildir. Aritmetiğin kanunlarından daha nesnel olan bir şey yoktur (a.g.e., bölüm 105)

Özellikle ilk pasaj, Kant’ın, nesnelliğin, şeylerin kendi içinde olan bir özellik değil; mantıksal yargı biçimleri, salt anlayış kategorileri ve saf sezgi biçimleri aracılığıyla oluşturulan ve kavranılan şeylerin özelliği olduğu fikrini anımsatır. Bu sonrakiler zihnin subjektif, Kant’a göre psikolojik yönünün aksine aşkın olanın bir parçası oluşturur. Bundan dolayı, Frege’yi neo-Kantçı bir açıdan okumaya eğilimli olan akademisyenler, yukarıdakiler gibi pasajları, Frege’nin nesnellik kavramının dogmatik olarak metafiziksel değil, aşkınsal felsefe geleneğinde epistemolojik olduğu tezine yönelik güçlü kanıtlar olarak gösteriyorlar (karşılaştırmak için Sluga 1980:120).

Her halükârda, nesnel düşünce içeriklerinin kökeninin toy bir Platoncu ya da rasyonalist/aşkınsalcı bir açıklamasının önvarsayımı altında, Frege’nin 1882’deki sembollerin insan düşüncesi için vazgeçilmezliği konusundaki argümanının gücü, büyük ölçüde düşünce silsilemiz üzerindeki duyunun nedensel etkisine ilişkin varsayımlara dayanmaktadır. Gördüğümüz üzere de Frege bu argümanı, içlem izlenimlerinin dikkatimize olan etkisiyle ilgili gözlemleriyle başlatmıştır. Bu argümanda Frege basitçe, düşüncenin kökenine ilişkin bir rasyonalist olsa da duyuların, zihnin gerçeklere dikkat etmesi için ve zihni bazı gerçeklerdense diğerlerine yönlendirmesi için gerekli olduğunu kabul eden Leibniz’i takip etmiştir. Bu yüzden, Leibniz’e göre, entelektüel fikirler ve bu fikirlerden doğan gerçekler “duyularda oluş”masa da duyular olmadan bu fikirleri asla düşünmezdik (a.g.e., I, i, bölüm 5 ve 11). Benzer şekilde Kant da Critique of Pure Reason eserinde, ampirik bilincimizin zamanda bir başlangıcı olması için duyular ya da duyusal izlenimler tarafından harekete geçirilmiş olması gerektiğini işaret eder, dolayısıyla “bütün bilişselliğimiz, deneyimle başlar” (1781/86:B1). Frege, içlem izlenimlerinin, yeterli olmasalar bile, “yargılarımıza sebep oldukları” ölçüde algılama için gerekli olduğunu kabul ettiği için, bu noktada açıkça Kant’a ve Leibniz’e katılmaktadır (1924/55, 1979:267; ayrıca bkz. Frege’nin Conceptual Notation’daki önsözü, 1972:103). Gerçekten de bilincin nedenselliğiyle ilgili olarak, içlem izlenimleri olmadan “kayalar kadar aptal” olurduk “ve sayılarla ya da başka bir şeyle alakalı hiçbir şey bilmezdik” (1953, bölüm 105, n.).

Duyumun, bilinçli düşüncenin gerçekleşmiş süreçlerinin üretiminde oynadığı rolle ilgili böylesi önvarsayımlara baktığımızda Frege, hâlâ dilin düşünmek için vazgeçilemez olduğuna dair düşüncesini şu argümanla ortaya koyabilir: belki de doğuştan gelen bir fikir dizisi şeklinde olan ve mantıkla olan yakın bağlantılarından dolayı dikkatimizi diğer duyusal girdilerden kavramsal düşüncelere yönlendiren duyusal semboller olmadan, bütün zihinsel hayatımız anlık duyumlarımızın doğası tarafından dikte edilirdi. Dolayısıyla, anlık duyu algısından ve bu algıdan doğan geçici hafıza imgelerinden daha yüksek bilinç farkındalığına ve tefekküre psikolojik olarak ulaşamazdık. Bu düşünme şekli Frege’yi, kavramların ya da kavramsal düşünce içeriklerinin varlıklarının sembollere ya da başka duyusal imgelere bağlı olduğu düşüncesine sürüklemezdi. Daha çok, insan düşüncesinin dile olan bağlılığının kendisinin sadece nedensel olduğu düşünülebilir (Baker and Hacker 1984:65f.). Daha önce gördüğümüz gibi Frege, anlaşılan, Leibniz’in doğuştan gelen şeyden bilinçli olarak haberdar olmamız için bu şeyin öğrenilmesi gerektiği düşüncesini destekliyordu. Fakat, Leibniz’in gördüğü gibi, eğer bunca zamandır anlayışımızda olan gerçekleri ve kavramları öğrenmemiz gerekiyorsa, o zaman bu, onları öğrenmek için dile ihtiyacımız olduğu iddiasıyla uyumludur.

Daha sonra yazılan ve ölümünden kısa bir süre önce yayınlanması için gönderilen “Sources of Knowledge of Mathematics and the Mathematical Natural Sciences” yazısında Frege en sonunda açıkça, dilin, düşünce içeriklerinin kendilerinin varlığı için değil, sadece içeriklerin bilinçli farkındalığı, yani, düşünme eylemlerimiz, için gerekli olduğu fikrine kendisini adamıştır. Bu bağlamda, dilin oluşumunda içimizde görev yapan, 1882’de muğlak biçimde “mantık” ve 1918’de “düşünmenin gücü” diyerek özel zihinsel bir kapasiteyi belirttiği, “bilginin mantıksal bir kaynağı”ndan ve “mantıksal bir eğilim”den bahseder:

Duyular bize, dışsal bir şey sunarlar ve bundan dolayı, hataların nasıl meydana gelebileceğini anlamak, tamamen içimizde olan ve bu yüzden kirlenmeye karşı kanıt gibi görünen, bilginin mantıksal kaynağı meselesinde olduğundan daha kolaydır. Ancak görünüş yanıltıcıdır. Çünkü düşünüşümüz, dille ve dolayısıyla da duyular dünyasıyla yakından bağlantılıdır. Belki de düşünmemiz en başta, sonradan konuşma imgelemesi olan bir konuşma biçimidir. Bu durumda sessizce düşünme, hayal dünyasında yer alan ve sessizleşmiş konuşmadır. Tabi ki matematiksel işaretlerle de düşünebiliriz ancak o zaman bile düşünme, duyular tarafından algılanabilir olanla bağlıdır. Elbette cümleleri, bir düşüncenin ifadesi olarak düşüncenin kendisinden ayırırız. Aynı düşünce için çeşitli ifadelerimizin olabileceğini biliyoruz. Bir düşüncenin spesifik bir cümleyle olan bağlantısı zorunlu bir bağlantı değildir ancak bilincinde olduğumuz bir düşüncenin zihnimizde şu ya da bu cümle ile bağlantılı olması, biz insanlar için gereklidir.

Ancak bu, düşüncenin doğasında değil bizim doğamızda vardır. Aynı düşünceyi duyular tarafından algılanabilen bir kılıfa sokma ihtiyacı duymadan bizim gibi kavrayabilen canlılar olduğunu varsaymakta bir çelişki yoktur. Ancak yine de biz insanlar için bu ihtiyaç vardır. Dil, insan ürünüdür ve öyle görünüyor ki insanların da içlerinde bulunan mantıksal eğilime uygun şekilde dili şekillendirme kapasitesi varmış. Kesinlikle insanların mantıksal eğilimi, dilin oluşturulmasında iş görüyordu ancak şiirsel eğilim gibi diğer birçok eğilim de eşit seviyede dilin oluşturulmasında iş gördü. Ve yani dil, mantıksal bir “şablon” ile inşa edilmemiştir. (1979:269)

Burada Frege, dilin bir anlamda, mantıksal yapılar ve ilişkiler hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayan yeti olan, bilginin mantıksal kaynağını nasıl “kirlettiğini” açıklıyor. Burada gördüğü üzere Frege, bir dili geliştirmek ve edinmek için gerekli olsa da içimizdeki bu mantıksal eğilim, dil konuşma becerimizle aynı şey değildir. Daha sonraki bir pasajda belirttiği üzere,

Eğer bir bireyin bilincinde düşünmenin nasıl olduğunu görmezden gelirsek ve bunun yerine düşünmenin gerçek doğasıyla ilgilenirsek, düşünmeyi konuşmaya eşitleyemeyiz. Bu durumda, düşünmeyi konuşmadan türetemeyiz; o zaman düşünme, önceliğe sahip olarak ortaya çıkar ve dilde fark ettiğimiz mantıksal hatalar için düşünmeyi suçlayamayız. (a.g.e.:270)

Bundan dolayı düşünceler, dilsel ifadeleri ile tanımlanmamalı ve prensipte, tamamen duyusal olmayan bir yolla düşünceleri kavrayabilecek rasyonel olarak ideal varlıklara erişilebilir olmaları için hiçbir dil gerektirmezler. Tahminen bu varlıklar, öylesine güçlü bir bilginin mantıksal kaynağına sahiplerdir ki düşünme eylemini gerçekleştirmek için dil gerekli değildir. Bu fikir, tekrardan, Leibniz’in düşüncenin doğasını açıklamasını ve özellikle de onun, Tanrı’nın ve meleklerin, insanların aksine, düşünmek için dile ihtiyaçları olmayan rasyonel varlıklar olduğu kabulünü hatırlatır (Leibniz 1704/1765, Bk. IV, kısım 5, bölüm 1). Tam olarak da dikkatleri, içlem izlenimlerinin sürekli etkisi tarafından dağılmadığı ve yönetilmediği için dile ihtiyaç duymazlar.

Bunun aksine Frege, insanların, bir düşüncenin farkına varmaları için dile ihtiyaç duyduğunu belirtir. Ve bunun, insanların normalde düşünmeyi öğrendikleri dil olan günlük dil ile birlikte, insan doğasının diğer daha az rasyonel tarafından şekillenmesi, Frege için, normalde dil tarafından kılıfına sokulan gerçek insan düşüncesinin (salt düşüncenin açık içeriğinin ya da düşünülmesi için insan bilincinin parçası olarak düşünme eyleminin yöneltilmesi gerekilen şeyin aksine), dilin etkisi yüzünden kirlenmeye daha yatkın olduğunu açıklar.

Bu sonuçlar Michael Dummett’ın, Frege’nin genel olarak felsefenin temelini epistemoloji yerine anlam teorisi ile değiştirerek modern geleneğin sonunun getirdiği (1981a: 669f) ünlü iddiası hakkında şüpheler doğuruyor. Dummett’ın Frege’nin dil felsefesiyle ilgili temel iddiası, Frege’nin, basitçe, epistemolojinin geleneksel problemlerini dil ile alakalı sorulara dönüştürmüş olmasıdır (1991: 111-112). Örneğin, Frege’nin Foundations’ın 62. bölümünde sorduğu “eğer sayılar hakkında hiç fikrimiz veya sezgimiz yoksa, numaralar bize nasıl verilmiştir” sorusu, açıkça epistemolojiktir. Ancak Dummett’a göre, bu basitçe sayılardan nasıl bahsettiğimiz, sayılar hakkında konuşmayı başardığımız, sorusuna dönüşür. Ve Dummett’ın bu soruyu anladığı üzere, Frege’nin geleneksel olarak tanıtılan ifadelerin açıklaması ile basitçe cevaplanıyor. Bu yorumlamayla ilgili sorun ise Frege için, tahminen, ifadelerin nasıl anlam kazanabileceğinin herhangi tam bir açıklaması, salt düşünceleri nasıl algıladığımız ve anladığımızın tam bir açıklamasını içerir ve bu sorunun dile başvurularak yeterince iyi cevaplanabileceğini düşünüyor gibi görülmüyor çünkü Frege için dilin kendisi, düşünceleri ifade edebilmek için belirli rasyonel kapasiteleri ön-varsaymaktadır.

Tam da bu yüzden Frege, bizim bir düşünceyi kavramamızı sağlayan belli bir rasyonel yetinin varlığından bahsederken sürekli “Thought” yazısında bahsettiği gizemli “düşünme gücü” gibi metaforlara sığınıyor gibi görünüyor. Gerçekten de 1897’ye dayanan bir taslakta Frege açıkça, düşünme eylemini “belki de en gizemli olanı” olarak tanımlamıştır ve düşünmenin nasıl mümkün olduğu sorusunu, “tüm zorluklarıyla kavranmaktan hâlâ çok uzakta” olarak gördüğünü eklemiştir (1979:145). Aynı zamanda açıkça bu sorunun ampirik psikoloji ya da mantık çerçevesinde cevaplanabileceğini reddetmiştir. O zaman kesinlikle, ifadeler ve onların belirttikleri arasında ya da cümleler ve gerçeklik değerleri arasında bir ilişki belirlemenin, herhangi bir şeyi düşünmemizin nasıl mümkün olduğu sorusunun yerini tamamen alabileceği bir durumu ciddiye alamazdı.

Sonuç olarak, Frege’nin görüşündeki bir dil felsefesi, insan düşüncesine dair bir felsefenin önemli bir parçası olsa da asla küçük bir parçasından ötesi olamayacağı anlamına geliyor. Dummett, bu anlamda, Frege’nin düşüncenin ve anlamanın felsefi açıklamasının farkındadır lakin Frege’nin, Dummett’ın kendi önerisi olan dilin kullanımları ve işlevleri üzerinde daha fazla düşünülerek (1981:443) Frege’nin açıklamasının tamamlanabileceği konusuna katılacağı şüphelidir. Hatta, düşüncelerin neye bağlı olduğu ve ön koşullarının ne olabileceği sorusunun tamamen dil felsefesinde çözülüp çözülemeyeceği, 20. yüzyıl analitik felsefesindeki en önemli ve en ilginç tartışma konularından biri olmuştur. (Dummett’ın Frege yorumlaması üzerine detaylı tartışmalar için bkz. Dummet and Lotter 2004, bölüm 2.4)

2. Biçimsel Dil Yaklaşımı

Şimdi dilin, kendisi birincil ilgi alanı olarak görmese de Frege için neden önemli bir mesele olduğunu anlamaya başladık. Dil felsefesine olan ilgisi, dilin insan düşüncesi için zorunlu olduğuna dayanan katı inancıydı ve bu inancı özellikle de o zamandaki incelemelerde mevcut olan sembolik araçlarla ilgili önemli bir problemle karşılaştığı matematiğin temellerini incelerken tetiklenmiştir. 1919’daki “Notes for Ludwig Darmstaedter” yazısında, onu dili araştırmaya ilk iten problemi şöyle anlatıyor:

Matematikten başladım. Bana öyle görünüyordu ki en acil ihtiyaç, bu bilim dalına daha iyi bir temel sağlamaktı. Çok geçmeden fark ettim ki sayı; bir öbek, şeyler dizisi ya da bir öbek özelliği değil, sayma sonucunda ulaştığımız sayıyı belirtirken bir kavram hakkında açıklama yapmamızdır.

Dilin mantıksal noksanları, böyle bir araştırmanın önünde engeldi. Bu engellerin üstesinden, kavram-yazımım ile gelmeye çalıştım. Bu şekilde, matematikten mantığa yöneldim. (1979:253)

Frege, günlük hayatın doğal dili veya bazen “hayatın dili” de dediği, dildeki mantıksal noksanlıkların, sayıların ontolojisi ve matematik, özellikle aritmetik, epistemolojisi üzerine yaptığı araştırmada bir engel olduğunun kanıtlandığını işaret etmiştir. Bütün aritmetik formüllerin sadece mantıksal aksiyomlar ve tanımlar temelinde kanıtlanıp kanıtlanamayacağını ve daha sonradan “mantıkçılık” adı alacak olan görüş olan, sayıların dolayısıyla mantıksal nesneler olarak anlaşılıp anlaşılamayacağını bulmaya çalışıyordu. Bunu bulmak için Frege, “kişinin sadece çıkarımlarla, sadece bütün tikelleri aşan düşünce yasaları ile desteklenerek, aritmetikte ne kadar ileri gidebileceğini” (1997:48) görmeliydi. Ancak sayıların ve ilişkilerinin ifade edildiği aritmetiğin formül dili, spesifik olarak mantıksal ilişkilerin ifadesini içermiyordu ve sıradan dilin, mantıksal ilişkiler ve özellikle de mantıksal sonuçlar açısından Frege’nin amaçlarına iyi hizmet edecek kadar bariz olmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden Frege, aritmetik için mantıksal olarak üstün gördüğü, bu alandaki düşüncenin mantıksal yapısına göre olabildiğince bariz olması gereken, sadece aritmetik varlıklar için değil, aynı zamanda spesifik olarak mantıksal ilişkiler ve kavramlar için de semboller içeren bir işaretler sistemi yaratmaya karar verdi. Dahası, bu işaretler sistemindeki her terime, az sayıdaki ilksel terim açısından tanımlarla, kesin ve sabit bir anlam verilmelidir.

a. Kavram Yazımı[2]

Adolf Trendelenburg’u “On Leibniz’s Project of a Universal Characteristic” yazısında takip eden Frege, yeni sembolik sistemine “Begriffsschrift” ismini vermiştir. (“Begriffsschrift” genellikle “kavram yazımı” ya da “kavramsal gösterim” olarak çevrilse de bazen farklı çevrilmiştir; mesela Frege 1952’de “ideografi” olarak çevrilmiştir.) Bu terimi seçmesine iki bağımsız neden vermiştir: ilki, Conceptual Notation’ın önsözünde açıkladığı üzere, doğal dil ifadelerinin içeriğinin tamamı ve yalnızca mantıksal çıkarım için önemli olan kısmı temsil edilmeli ve bu, Frege’nin bir ifadenin “kavramsal içeriği” (1997:49) dediği şeydir. İkinci olarak, daha önce bahsedilen 1882’deki yazısından öğrendiğimiz üzere, “Begriffsschrift” diyerek Frege, doğal dilin aksine, yazılı sembollerin konusunu doğrudan, yani konuşmanın müdahalesi olmadan ifade ettiği sembolik bir sistemi kastetmektedir (1972: 88). Bu yolla, kavramsal içeriğin ifadeleri önemli ölçüde kısaltılabilir; örneğin basit bir ifade, kavram yazımının bir formülü olarak tek satırla ifade edilebilir. Frege, aynı zamanda, iki ya da daha fazla daha basit ifadeyi birbirine bağlayan karmaşık ifadeleri, açık olmaları sebebiyle iki boyutlu bir biçimle temsil etmeye karar vermiştir.

Tarihsel olarak bir kavram yazımı fikri, Leibnizci sözde bir “evrensel karakteristik” (characteristica universalis) projesinden türemiştir: bu proje, her karmaşık kavramın, bir dizi ilksel kavramlar ve çıkarımın ve tanımın mantıksal kuralları temelinde olan ve dolayısıyla evrenimizin kavramsal yapısını açığa çıkarmamızı sağlayan bir projedir. Böylesi bir sembolik sistem aynı zamanda, biçimsel dil içerisinde kullanılan sembol türlerine dayanan salt söz dizimsel çıkarım kurallarından oluşan bir mantıksal kalkülüs de içerir. Fakat Leibnizci düşünceye göre, mantığın kendisi sadece bir kalkülüs değil, ideal dilde, yani evrensel karakteristikte, ifade edilebilir olandır. Frege bu mantık görüşünü kesinlikle Leibniz’den benimsemiştir ve Leibniz’in düşüncesini öğrenme kaynağı büyük ihtimalle Trendelenburg’un yazısıdır (Sluga 1980, bölüm 2.4). Ancak 20. ve 21. yüzyıl ana akım analitik felsefe, Frege’yi, mantığın kendisini bir kalkülüsten ziyade evrensel bir dil olarak gördüğü şeklinde yanıltıcı şekilde nitelendirmiştir (örneğin, van Heijenoort, 1967).

Bu nitelendirme, iki sebepten dolayı yanıltıcıdır. İlki, gördüğümüz üzere, Frege’nin dili düşünce içeriklerinin kaynağı olarak görmemesidir ancak mantığın (gerçek) düşünce içeriklerinden oluştuğunu düşünür (ancak bu, Conceptual Notation zamanı Frege’si için yakın zamanda, Linnebo 2003’te çürütülmüştür). Dolayısıyla mantığı, herhangi bir dile eşdeğer göremezdi. İkinci olarak, Frege aslında kavram yazımını, Leibniz’in mantığında olan bir evrensel dil olarak geliştirmedi (ancak yine de mantığın kendisinin evrensel olarak uygulanabilir düşünce yasaları içerdiğine katılıyordu). Daha çok, eğer böyle bir dil geliştirilebilirse, gelişiminin adım adım ilerlemesi gerekeceği inancına sahipti:

Aritmetik, geometrik ve kimyasal semboller, Leibnizci düşüncenin belli alanlarda gerçekleşmesi olarak görülebilir. Burada önerilen kavram yazımı ise bunlara yeni, gerçekten de tam ortada ve diğer hepsiyle bitişik duran bir tane daha ekler. Buradan, büyük bir başarı beklentisiyle, mevcut formül dillerindeki boşlukları doldurmaya, şimdiye kadarki ayrı alanlarını tek bir formül dili alanına bağlamaya ve şimdiye kadar böyle bir dilden yoksun alanlara aktarılmaya devam edilebilir. (1997:50)

Böylelikle Frege, kavram yazımını öncelikle diğer tüm olası araştırma alanlarının ortasında gördüğü alan olan aritmetik alanındaki mantıksal ilişkilerin ifadesi için tasarladı. Kavram yazımının, “kanıtın geçerliliğine özel bir değer verilmesi gereken her yerde” (a.g.e.) başarılı biçimde uygulanabileceği konusunda iyimser görünüyordu ve bu, sadece matematik açısından değil, aynı zamanda salt hareket teorisi, mekanik ve fizik gibi “kavramsal zorunluluğun yanı sıra doğal zorunluluğun hüküm sürdüğü alanlar” (a.g.e.) açısından da uygun görünüyordu. Aynı zamanda 1882’deki yazısında, mantıksal ilişkilerin olduğu her yerde kavram yazımının uygulanabileceği ve bu nedenle filozofların da buna dikkat etmesi gerektiğini ifade etti. Lakin aritmetikten farklı alanlara nasıl uygulanabileceğini incelemekte hiçbir zaman hırslı değildi ve hatta ilgilenmedi bile.

Frege’nin bilim ve insan bilgisinin analizi ve ilerlemesi için evrensel, mantıksal olarak ideal bir dil fikrini yeniden canlandırması daha sonra özellikle Russell ve Wittgenstein’ın erken dönem yazıları aracılığıyla son derece etkili oldu ve 20. yüzyılın ilk yarısında mantıksal pozitivizmin gelişmesine katkıda bulundu. Rudolf Carnap ve Viyana Çevresi‘nin diğer üyeleri, sadece her bilimsel teorinin birleşik bir şekilde ifade edilebileceği değil, aynı zamanda her anlamlı felsefi sorunun mantıksal yeniden inşası yoluyla çözülebileceği evrensel bir biçimsel dilin kurulması üzerinde çalıştılar (Carnap 1928a ve 1928b). Yine de geçen yüzyılın ellilerinde ve altmışlarında, bilimde evrensel biçimsel bir dil kurma denemeleri nihayetinde başarısız olduğunda, Nelson Goodman, evrenseller ve tikeller arasındaki ve fenomenal deneyim dünyası ile fiziksel nesneler arasındaki kavramsal ilişkiyi araştırmak için, felsefi araştırmanın belirli alanlarının çoklu biçimsel yeniden inşası fikrinde dayanan aksiyomatik bir yaklaşımı uyguladı ve benimsedi (Goodman 1951, 1963). Bunun aksine Frege, kendi mantıkçı projesinden ortaya çıkan ya projesinin temelinde yatan felsefi sorunlara ilişkin biçimsel olmayan, biçimselden ziyade tartışmacı ve “inşacı” bir yaklaşım seçerek kendi kavram yazımını mantık ve matematik dışındaki alanlara hiç uygulamadı. Conceptual Notation’ın önsözündeki bazı yorumlar, felsefi araştırmada formül diline bağlılığı açısından neden Carnap ve Goodman kadar ileri gitmediğine dair bize bir ipucu verebilirler. Burada Frege, sıradan dil, ya da Frege’nin dediği gibi “hayat dili,” ile kavram yazımı arasındaki ilişkiyi açıklamak için mikroskop ve göz analojisini kullanır:

İkincisi, yani göz, uygulanabilirlik alanı ve kendisini en çeşitli koşullara adapte edebilme kolaylığından dolayı mikroskoba göre büyük bir üstünlüğe sahiptir. Tabi ki optik bir alet olarak görüldüğünde, yalnızca zihinsel yaşamla olan yakın bağlantısından dolayı genelde fark edilmeyen birçok noksanı ortaya çıkarır. Ancak bilimsel amaçlar çözünürlüğün keskinliğini gerektirdiği anda gözün yetersizliği ortaya çıkar. Öte yandan, mikroskop tam da bu tür amaçlar için uygundur ancak tam da bu nedenden ötürü diğer amaçlar için işe yaramazdır. (1972:105)

Frege’ye göre kavram yazımı, günlük dilin yerini her alanda almayacaktı, tam aksine Frege, kavram yazımını “bilimsel” bağlamlar haricinde “işe yaramaz” olarak görüyordu. Bu düşüncesi göz önüne alındığında, Frege’nin felsefeyi tamamen bilimsel bir disiplin olarak görüp görmediği veya kavram yazımının prensipte yararsız olacağı felsefe alanları olduğunu mu düşündüğü tam belli değildir. Algılama, anlam, düşüncenin doğası veya nesnelliği temeli hakkındaki iddialarını hiçbir zaman biçimselleştirmeyi düşünmemiş olması, kesin olmasa da ikinci düşüncenin, yani kavram yazımının felsefenin belli alanlarında yararsız olacağı düşüncesinin, doğruluğu için kanıt olarak alınabilir.

b. Günlük Dilin Mantıksal Noksanları

Bütün bu “biçimsel dil” yaklaşımlarının ortak noktası sadece, kelimeler ve cümleler arasındaki anlamları ve mantıksal ilişkileri keşfetme söz konusu olduğunda günlük dillerin belirli bir barizlikten yoksun oldukları anlayışı değildir. Daha çok, yapay bir formül dilinin prensipte düşüncenin mantıksal yapısını ve hatta düşünceye yansıdığı şekliyle dünyanın kendisini daha iyi yakalayabileceği yaklaşımı, Frege’nin ve ondan sonra Russell’ın, erken dönem Wittgenstein’ın ve mantıksal pozitivstlerin dile karşı sahip olduğu yaklaşımdır.

Aşağıda, Frege’nin aritmetiğin temellerine ilişkin mantıksal araştırmalarına engel olan doğal dilin en belirgin mantıksal noksanlıkları olarak gördüğü ve Frege’nin kavram yazımı gibi mantıksal olarak mükemmel bir dilde bu noksanlıkların nasıl ortadan kaldırılacağını düşündüğüne dair kısa bir inceleme yer almaktadır.

Ludwig Wittgenstein

i. Kavram ve Nesne Arasındaki Farkın Gözlemlenmemesi

 Frege’ye göre, kavram ve nesne arasındaki fark doğal dillerle genellikle iyi gözlemlenmez. Çoğu zaman, aynı kelime hem bir kavramı hem de kavramın kapsamında olan bir nesneyi belirtmeye yarar. Örneğin “at” kelimesi, bazen “bu bir attır” cümlesindeki gibi bir kavramı anlatır, bazen “bu at siyahtır” cümlesindeki gibi tek bir nesneyi ve bazen de “At otçul bir hayvandır” cümlesindeki gibi bütün bir biyolojik türü anlatır (1972:84). Yukarıdaki ikinci cümleyi, “y konumunda öyle bir x vardır ki bu x bir attır ve x siyahtır” olarak, dolayısıyla ilk cümledeki “at” için aynı mantıksal kategoriyi koruyarak, okuyabilsek de günlük dildeki söz dizimsel yapı bariz değildir. Bunun aksine mantıksal olarak ideal bir dilde, her sözcük ya da karmaşık ifade tam olarak bir nesne, kavram ya da ilişki anlamına gelecektir ve dilin söz diziminden, yani ifadelerin dil bilimsel kategorilerinden, belirlenen varlığın hangi ontolojik kategorilere ait olduğu konusunda açık olurdu. Bundan dolayı dilin mantıksal söz dizimi, uygulandığı varlıkların alanı içindeki mantıksal yapıyı yansıtacaktır.

Frege’nin kavramlar ve nesneler ve bunlara karşılık gelen söz dizimsel kategoriler arasındaki katı ayrımının ana mantığı, mantıksal birlik anlayışında yatıyor gibi görünüyor. “Notes for Ludwig Darmstaedter” eserinde Frege, şuna işaret ediyor:

Mantık söz konusu olduğunda her parça kombinasyonunun, desteğe ihtiyacı olan bir şeyin tamamlanmasından kaynaklandığı görülmektedir; mantık söz konusu olduğunda hiçbir bütün, sadece doymuş parçalardan oluşmaz. Doymuş olandan takviye ihtiyacı olanın keskin bir şekilde ayrılması çok önemlidir. (1983:254)

Frege; cümle, düşünce veya doğruluk değeri gibi mantıksal bir birimin, tümü mantıksal olarak tamamlanmış bileşenlerden oluşabileceğini düşünmez; bu tür bileşenler, mantıksal bir bütün oluşturmak için gerçekten birbirine bağlanamaz. Aksine, mantıksal olarak karmaşık birimlerin olasılığını hesaba katmak için, bunların iki tür mantıksal bileşenin bir kombinasyonundan oluştuğunu varsaymalıyız; bir yandan doymuş, tam, kendi kendine var olan bileşenler ve diğer yandan doymamış, tamamlanmamış, yani esasen takviyeye ihtiyacı olan bileşenler. Ontoloji düzeyinde Frege, her doymamış varlığa bir “kavram” veya “ilişki” ve her doymuş varlığa da “nesne” der. Entelektüel kariyerinin en son aşamasına kadar, ikinci kategoriye sadece fiziksel şeyleri ve psikolojik olayları değil, aynı zamanda kümeler, sayılar, doğruluk değerleri ve hatta tam düşünceleri, yani Frege’nin spesifik anlayışıyla düşünme eylemi sonucunda kavranan şeyler, gibi soyut varlıkları da dahil etti.

Söz dizimsel düzeyde, doymuş ve doymamış varlıklar arasındaki zıtlık, bir yanda özel isimler ve diğer yanda Frege’nin “kavram sözcükler” olarak adlandırdığı yüklemler arasındaki ayrıma da yansır. Bu anlamda, Frege’de söz dizimsel ayrımların ve ilişkilerin sadece herhangi bir anlamlı dilbilimsel birimin yaratılmasında önceden varsayılmadığını, aynı zamanda kendi içlerinde zaten bir anlamı olduğunu söyleyebiliriz. Böylece, mantıksal olarak ideal bir dilde, bir özel adın bir yüklem ile basit bir kombinasyonu zaten bir şeyi ifade eder, yani, bir nesnenin bir kavramın altına düştüğünü ifade eder (bu, Frege için akla gelebilecek en temel mantıksal ilişkiydi).

Frege’ye göre bir özel isim, herhangi bir tekil ifadedir, yani, özel bir ad, bir ve yalnızca belirli bir nesneyi belirtmeye hizmet eden herhangi bir ifadedir; bir yüklem, aksine, bir kavramı veya bir ilişkiyi belirtir. Böylelikle, sıradan dildeki Fregeci özel isimleri sınıfı, sadece dar anlamda “Aristoteles” gibi isimleri değil, aynı zamanda belirli bir nesneye atıfta bulunmak için kullanılan herhangi bir başka ifadeyi de içerir. Bilinen bir şekilde, Frege, en azından 1891’den itibaren doğruluk değerlerini nesneler olarak ve cümleleri de doğruluk değerlerine atıfta bulunarak (1892a) kabul ettiğinden, sıradan dilin, bir iddia işareti aracılığıyla kavram yazımında yansıtılan tam cümlelerini de özel isimler olarak görür (1906a; 1979: 195).

ii. Boş Özel İsimler

Söz dizimsel ve ontolojik kategoriler arasında tam bir örtüşme olmamasının yanı sıra, Frege’nin sadece kurgusal değil, aynı zamanda bilimsel bağlamlarda da karşılaştığı sıradan dilin başka bir sorunu boş özel isimlerdir. Bunlar, dil bilgisi açısından iyi biçimlendirilmiş hiçbir şeyi ifade etmeyen veya birden fazla şey için geçerli olan ve bu nedenle de aslında tekil terimler olarak işlevlerini yerine getirmeyen tekil ifadelerdir. Frege’nin aktardığı bir örnek, söz dizimsel olarak iyi biçimlenmiş, “Dünya’dan en uzak gök cismi” ifadesidir; bu ifadenin herhangi bir şeyi ifade edip etmediği şüphelidir. Bu, “Odysseus” adı kadar bir gösterme nesnesi olarak geçersiz olan “en az yakınsak seri” gibi ifadelerde daha da belirgindir (1892a; 1952: 58; 1997: 153). Son zamanlarında Frege, mantıkçı projesinin başarısızlığına neden olan küme teorisinin paradokslarının izini, kavramların uzantısı olan kümelerin ve sayıların mantıksal nesneler olduğuna dair yanlış yönlendirildiği için, tam da doğal dildeki bu boş tekil terimlere kadar sürer (1979: 269f .; 1997: 369f.).

Mantıksal olarak kusursuz bir dilde, tersine, “önceden tanıtılan işaretlerden özel bir ad olarak dilbilgisi açısından iyi yapılandırılmış her ifade, aslında bir nesneyi belirtecek ve … bir önemi güvence altına alınmadan özel bir ad olarak yeni bir işaret tanıtılmayacaktır” (1952: 70, 1997: 163). Buna ek olarak Frege, gerekirse, gerçekten var olan bir nesneye atıfta bulunmayan tüm bu özel isimler için yapay bir önem ifade yüklenebileceğini öne sürdü (a.g.e.).

iii. Yüklemlerin Muğlaklığı

Frege’ye göre, özel isimler nesneleri belirlemeye hizmet ederken, kavram kelimeler tamamen ayrı bir mantıksal kategoriye ait olan kavramları belirlemeye hizmet eder (1892: 5). Bu aynı zamanda, özel isimlerin aksine, belirledikleri kavramın içine hiçbir nesne girmese bile atıfta bulunabilen kavram kelimelerin kullanımına da yansır (1979: 123ff). Bununla birlikte, bir kavram-kelime, bir nesnenin hangi koşullar altında belirlenen kavramın kapsamına girdiğini ve hangi koşullar altında kavramın kapsamına girmediğini açıkça ifade etmiyorsa, tıpkı boş bir özel isim gibi önemsizdir. Frege için, salt düşüncenin mantığı, sınırları belirsiz kavramları kabul edemez (1891a, 1891b).

Doğal dildeki kavram sözcüklerinin tümü olmasa da çoğunun, Frege’nin mantıksal olarak mükemmel bir dilden beklediği türden anlamsal kesinlikten yoksun olduğu açıktır. Mesela bir kimsenin kellik kavramının hangi şartlar altında içine girdiğini, hangi şartlarda içine girmediğini tam olarak biliyor muyuz? Eğer bilmiyorsak, az ya da çok cahil olmamızın uzak ihtimalinin sınırları dışında, sıradan dil kavramlarının hepsi olmasa da çoğunun Frege açısından belirsiz anlamları vardır. Dolayısıyla, Frege’nin mantığına göre, hepsi olmasa bile, sıradan dildeki çoğu kavram kelimesi kesinlikle önemsiz olacaktır.

Frege’nin tasarladığı gibi mantıksal olarak mükemmel bir dilde yüklemlerin muğlaklığı, mantıksal bir analiz yoluyla aksiyomatik bir sistemde düzenlenmelerinin yanı sıra ilksel terimlerin örnekler yoluyla gayri resmî açıklamaları ve netleştirilmeleri yoluyla da ortadan kaldırılabilir. Frege, tanımları açıklayıcı örneklerden kesin olarak ayırır. Açıklayıcı örnekler, diğer açıklama biçimleriyle birlikte, anlamları mantıksal bileşenlere daha fazla analiz edilemeyen işaretler olan ilksel göstergelerin yalnızca anlamlarını açıklığa kavuşturmaya hizmet eder. Teorik olarak, böyle bir ifadenin anlamı örnekler yoluyla asla tam olarak açıklanamaz ancak Frege’ye göre pratikte “kelimelerin anlamlarını anlamayı başarıyoruz.” Tabi ki anlayıp anlamadığımız bu durumda her zaman “zihinlerin buluşmasına, başkalarının aklımızda ne olduğunu tahmin etmesine” bağlı olacaktır (1914/1979: 207).

 Tanımlar, mantıksal bileşenlerinden oluşturduğumuz daha karmaşık bir ifadeyi kısaltmak için yeni bir işaret sundukları için gerçek anlamda yapıcıdır. Frege, kendi zamanında “analitik tanımlar” olarak adlandırılan şeylerin durumlarını, bu tamamen koşullu tanımlamalardan ayırır. Bunlar, daha önce uzun süredir kullanılan bir işaretin anlamını karmaşık bir ifadeyle özdeşleştirerek mantıksal bir analizini sergiliyor, o halde bu duyu, ikincisinin mantıksal parçalarının duyularının bir işlevidir. Bu durumda, anlam denklemi yalnızca keyfi bir şart değildir, ancak “anlık bir kavrayış” ile bilinebilir.

iv. Dil Bilgisel Kategorilere karşı Mantıksal Kategoriler

Frege için, mantıkçının dille mücadelesindeki temel amacı “mantığı psikolojik olanlardan ayırmaktır,” yani, mantıkçının dille mücadelesindeki ana hedefi, gramer ve anlamın mantıksal olarak ilgili yönlerini, mantıksal olmayan yönlerinden izole etmektir. Frege, “dil bilgisinin mantıksal olarak bağıntılı yönlerini” yalnızca dilin mantıksal çıkarım üzerinde etkisi olan yönleri olarak tanımlar (1979:4). Buna göre, saf düşünceyle ilgilenen filozoflar olarak, mantıksal çıkarımlarla ilgili olmayan veya hatta onları belirsizleştirebilecek her türlü gramer ayrımına ve anlam öğelerine “sırtımızı dönmeliyiz”.

Bu, Frege’nin yüzyıllardır çekiştiği yanılmış mantıkçıların iddia ettiği özne ve cümlenin yüklemi arasındaki gramer ayrımını içerir ancak bunlarla sınırlı değildir. Dil bilgisi açısından konuşursak, bir cümlenin öznesi, cümlenin “ilgili” olduğu şeyi belirten ifadedir veya Frege’nin de dediği gibi, “yargının esas olarak ilgili olduğu kavramdır” (1979: 113). Yüklem ise, aksine, özne hakkında söylenenleri veya alternatif olarak özneye uygulanan kavramı belirten ifade olacaktır. Yani, örneğin, “Syracuse fethinde Arşimet yaşamını yitirdi” cümlesinde “Arşimet” kelimesi özne, “… Syracuse fethinde can verdi,” yüklem olarak görünüyor. Ancak Frege’ye göre, geleneksel mantık için bir model olarak kullanılan özne ve yüklem arasındaki dil bilgisel ayrım, mantıkla ilgili cümle içeriğinin bu kısmının mantıksal yapısıyla eşleşmiyor.

Daha doğrusu, Frege, özne ve yüklem arasındaki ayrımın düşüncenin mantıksal yapısını tanımlamak için ne gerekli ne de yeterli olduğunu düşünüyordu. Aynı mantıksal çıkarım gücüne sahip gibi görünen cümleler arasında ayrımlar sağladığı için gerekli değildir. Örneğin, aşağıdaki iki cümle açıkça dilbilgisi açısından farklıdır:

  • (1) “Plataea’da Yunanlılar Persleri mağlup etti.”
  • (2) “Plataea’da Persler Yunanlılar tarafından mağlup edildi.”

(1) ‘de “Yunanlılar” dil bilgisel özne olarak görünürken (2)’ de “Persler” öyledir. Yine de mantıksal bir bakış açısına göre, iki cümle aynı kavramsal içeriğe sahiptir ve bu nedenle mantıksal olarak mükemmel bir dilde ayırt edilmelerine gerek yoktur (a.g.e.:112f.); (1) ‘den türetilebilecek tüm sonuçlar belirli bazı diğer sonuçlar ile birleştirilerek, (2)’den bu aynı diğerleri ile birleştirilerek de türetilebilir, bu, Frege’in “kavramsal içerik” olarak adlandırmaya karar verdiği, içeriklerinin mantıksal olarak ilgili kısımlarının aynı olduğu anlamına gelir.

Frege’nin özne ve yüklem arasındaki gramer ayrımının kavramsal içerik ve bileşenlerinin ifadesi veya bunlar arasındaki ayrım için gereksiz olduğunu düşünmesinin ikinci nedeni, mantıksal olarak konuşursak, bir yargı veya iddianın dilsel ifadesinin her zaman, kavramsal içeriğin tamamını içeren nominal bir cümle ve “bir gerçektir” veya “doğrudur” gibi dil bilgisel bir yüklemi olan ve bu içeriğe hiçbir şey eklemeyen şeklinde bir kombinasyon olarak, yeniden ifade edilebilmesidir. Dolayısıyla, Frege’nin belirttiği gibi, “Arşimet Syracuse fethinde öldü” önermesinin şu şekilde ifade edileceği bir dil hayal edebiliriz: “Syracuse fethinde Arşimet’in şiddetli ölümü bir gerçektir” (1879, bölüm 3; 1972:113). Böyle bir durumda dil bilgisel özne, yargının tüm içeriğini içerir ve yüklem yalnızca bu içeriği bir yargı olarak sunmaya hizmet eder; bu nedenle, kesinlikle söylemek gerekirse, kavramsal içerik, yani mantıksal çıkarım, düzeyinde hiçbir şey, buradaki yüklemle uyuşmaz. Aslında Frege için, kavram yazımı gibi mantıksal olarak ideal bir dil, tek dil bilgisel yüklemin “bir gerçektir” olduğu ve sözde yargı çizgisi “| -” ve içerik çizgisinin “~”  birleşimiyle temsil edildiği bir dildir ve yargılanabilir içeriklerin (“….”) solunda yer alır (1879, bölüm 2). Frege, bu tür içerikleri nominal cümlelerin içeriğiyle özdeş olarak algıladığından ve bu nedenle sistemindeki tüm tam ifadeler de isimler olduğundan (veya Russell terminolojisiyle “terimler”), önermelerin veya cümlelerin hem yüklemlerden hem de terimlerden farklı bir mantıksal kategori olarak görüldüğü standart önermesel mantığın aksine, bugünkü duygusal mantığı bazen “terim mantığı” olarak adlandırılır (örneğin, Zalta 2004).

Dahası, tahmin edilebilir içerikleri bileşenlerine göre analiz etmek için yüklem ve özne arasındaki ayrımı kullanabildiğimiz durumlarda bile, Frege özne ve yüklemin dil bilgisel karşıtlığının, mantıksal olarak ideal bir dilde cümlelerin içeriğine uygulanan önemli mantıksal ayrımları yakalamak için yetersiz olduğunu düşündü. Özellikle de tekil, özel ve genel önermeler arasındaki farkların analizi için yeterli görünmemektedir. Frege’ye göre tekil önermeler, bir nesnenin, bir kavramın kapsamında veya çatısı altığında olduğu önermelerdir; bu Frege’nin, diğer tümünün indirgenebileceği, mantıkta temel ilişki olarak gördüğü şeydir (1979: 118). Yine de, genel ve varoluşsal önermelerin yapısını ve mantıksal etkisini anlamak amacıyla, Frege kavramsal içerikler içinde diğer iki yapısal ilişkiyi birbirinden ayırır: Birincisi, aynı mantıksal düzenin iki kavramı arasında yer alan, tabi kılma veya başka bir çatı altına bir şey getirme ve ikincisi, bir kavramın daha yüksek bir düzen kavramı içine girmesi.

Örneğin, “Tüm balinalar memelidir” gibi bir önermede, “tüm balinalar” ifadesi yine dil bilgisi konusu olarak görünür ancak “tüm balinalar” belirli bir nesneyi ifade etmiyor, dolayısıyla özel bir isim olarak yorumlanamaz. Bunun yerine, aslında kastettiğimiz şudur: “Bir şey balina ise o zaman memelidir”. Bu, cümlenin aslında iki kavram, bir balina ve bir memeli, arasında bir ilişki olduğunu gösterir. Bu kavramlar hakkında cümlenin söylediği şey, birincinin altına düşen her şeyin ikincinin de altına düştüğüdür; böylelikle birinci kavramın ikinci kavrama tabi olmasını sağlar (1979: 119; 1884, §47). Ancak ikinci kavram, birincinin özelliği değildir; memeli olmak, balina olma kavramının bir özelliği değil, tıpkı balina olmak gibi, bu kavramın kapsamına giren nesnelerin bir özelliğidir. Dolayısıyla, iki kavram aynı mantıksal sıradadır, her ikisi de nesneler için geçerlidir.

Bu, belirli türden şeylerin varlığıyla ilgili ifadelerde farklıdır. Eğer biri “Memeliler var” veya “Bazı memeliler fildir” derse, o zaman herhangi bir memeli veya filden değil, bir memeli veya bir filin kavramlarından söz edilir ve bunun anlamı, bu kavramların en az bir durumda karşılanmasıdır. Bu nedenle Frege, varoluşu ikinci düzenin bir kavramı olarak görür. İkinci derecenin bir kavramı, birinci derecenin kavramları için geçerli olandır; yani, ikinci dereceden bir kavram nesnelere değil, birinci dereceden kavramlara uygulanır ve doğrudan nesnelere uygulanan, ikinci derecenin kavramları değil, birinci derecenin kavramlarıdır. Dolayısıyla, sıradan dil kullanımının aksine, “Sezar vardır” gibi ifadeler bir kategori hatası içerdikleri için anlamsız hale gelir (1892b / 1997: 189). Aksine, anlamlı bir şekilde “‘Sezar’ adında bir adam var” diyebiliriz ama bu durumda kişi yine varoluşu bir kavrama atfediyor; yani “Sezar” olarak adlandırılma kavramına varoluş atfedilir. Dahası, orijinal tekil varoluş ifadesini “Sezar adında bir ve yalnızca bir kişi var” olarak yeniden ifade ederse, yalnızca yanlış bir şey söylemekle kalmaz (çünkü “Sezar” adına sahip pek çok insan vardır), aynı zamanda sadece “Sezar” olarak adlandırılma kavramı; başka bir deyişle, “Sezar” adının tam olarak tek bir nesne için geçerli olduğu yanlış bir şekilde ifade edilmektedir.

Bu nedenlerden dolayı Frege, ona göre özne ve yüklem ifadeleri arasındaki gramer ayrımından türetilmiş olan, özne ve yüklem arasındaki geleneksel mantıksal ayrımı, matematiksel analizlerdeki uzmanlığından da aşina olduğu işlev ve argüman arasındaki bir ayrımla değiştirmeye karar verdi. Conceptual Notation’da bu ayrım yargı kavramı ile bağlantılı olarak tanıtılmaktadır. Frege’ye göre, “bir yargının ifadesinde, sonuç sembolünün sağındaki sembollerin kombinasyonunu, içinde yer alan sembollerden birinin bir fonksiyonu olarak her zaman görebiliriz” (1879, §11). Görüldüğü gibi, “işlev” ve “argüman” terimleri, temsil ettikleri şeyden çok ifadelerin kendileri için geçerlidir. Conceptual Notation’da bu terimler aslında her iki durum için de kullanılmaktadır; ancak daha sonra Frege, her birini bir işlevsel ifadenin ve bir argüman ifadesinin temsil ettiği varlıklar için ayırdı.

Fonksiyonel ifadeler tipik olarak yer tutucular (veya değişkenler) içerir, bunlar tekil cümlelerde kesin bir doğruluk değerini belirlemek için bir argümanla değiştirilmelidir. Örneğin, “2 + x = 5” ifadesi, doğruluk değerinin içinde oluşan “x” değişkeninin değerine bağlı olması anlamında fonksiyoneldir. Eğer “x,” “3” ile değiştirilirse ifade gerçek bir cümle veya aritmetik formülü haline gelir; eğer “x” başka bir rakamla değiştirilirse, ortaya çıkan cümle veya formül yanlış olur. Böylelikle, Frege için bir fonksiyon, böyle bir fonksiyonel ifadenin temsil ettiği şeydir. Bu fonksiyon için potansiyel bir argüman, tam bir cümle elde etmek için fonksiyonel ifadeyi tamamlamaya hizmet eden bir ifade ile gösterilen bir varlıktır. Fonksiyon ve argüman arasındaki bu ayrıma dayanarak, Frege yeni bir matematiksel yönelimli kavramlar ve ilişkiler anlayışına ulaşmıştır: bir kavram, basitçe, değeri herhangi bir uygun argüman için her zaman doğruluk değeri olan bir işle fonksiyondur ve bir ilişki, birden fazla böyle tartışma yerine sahip olan bir fonksiyondur. Fonksiyonlar olarak bu kavramlar veya ilişkiler fikri, yüksek derece özellikleri durumlarını bile kapsar: bunlar, bir doğruluk değerini belirlemek için argüman olarak yalnızca diğer, düşük derece fonksiyonları alan fonksiyonlar olarak düşünülür. Son olarak, ifadelerin özne-yüklem analizlerinin ve anlamlarının aksine, işlev ve argüman arasındaki ayrım, kendi başlarına tam cümleler oluşturmayan mantıksal bileşenlere de uygulanabilir, yani ayrım, “() babası” gibi tür işlemlere uygulanabilir.

v. Anlamın Öznel ve Nesnel Taraflarının Birbirine Karışması

Frege’nin, kendi görüşüne göre, doğal dil gramerine hala çok yakın olan mantıksal ayrımlardan vazgeçmesinin genel nedeni, sıradan dil gramerinin “mantıksal ve psikolojik olanın bir karışımı” olduğuna olan inancıydı (1979: 3). Bu iki araştırma alanı hem sorulan sorular hem de bunları yanıtlama yolları açısından kesin olarak ayırt edilmelidir. Mantıkla ilgili bu anti-psikoloji, doğal dil ve düşüncenin içeriğine de uzanır. Yukarıda gördüğümüz gibi, Frege’nin sembolik sistemini “kavram yazımı” olarak adlandırmasının nedenlerinden biri, mantıksal çıkarım için önemli olan doğal dil ifadelerinin içeriğinin yalnızca o kısmını temsil etmesi gerektiği gerçeğiydi. Ancak bu, Frege’ye göre sıradan dil ifadelerinin içeriğinin, onların “kavramsal içeriğinden” daha fazlasını içerdiğini ima eder. Frege hem erken hem de sonraki yazılarında bu konuda oldukça açıktır. Begriffsschrift’te “Plataea’da Yunanlılar Persleri yendi” ve “Plataea’da Persler Yunanlılar tarafından mağlup edildi” gibi iki cümleyle ilgili olarak şunları belirtiyor:

İçlemde ufak bir farklılık algılansa bile, anlaşma hala ağır basmaktadır. Şimdi iki kavramsal içerikte de içeriğin aynı olan kısmını kastediyorum. (1972, §3: 112)

Açıkça görülüyor ki, “içlem” ve “içerik” sözcükleri, bir dilsel ifadenin anlamının hem mantıksal olarak ilgili hem de diğer yönlerini kapsamak için kullanılmaktadır çünkü “içlem,” bir ifadenin içeriğinin yalnızca bir kısmını oluşturur. Frege’nin sonraki yazılarındaki “içlem” (Sinn) anlamı, daha önceki çalışmalarındaki “kavramsal içerik”e yaklaşmaktadır. Bununla birlikte, genel “içerik” kelimesi, Frege’nin içlem ve önem arasındaki meşhur ayrımından sonra bile yazılan eserlerde çok geniş kullanımını hâlâ koruyor gibi görünüyor. Örneğin, Husserl’a yazdığı bir mektupta Frege, bir cümlenin içeriğinin doğru veya yanlış olandan daha fazlasını içerebileceğine işaret etmektedir: örneğin, bir cümle içeriği aynı zamanda, doğru veya yanlış olarak değerlendirilemeyecek ve dolayısıyla da mantıkla ilişkilendirilemeyecek, “bir ruh hali, duygular ve fikirler” de içerebilir (1906b: 106). Bu noktada, ilginç bir şekilde, Frege’in dilbilimsel içeriğin mantıksal uygunluğuna ilişkin kriterinin artık çıkarım açısından değil, doğru ya da yanlış olma kapasitesi açısından ifade edildiğine dikkat edilmesi gerek. Frege burada, 20. yüzyıl dil felsefesinde, dilbilimsel anlamın yalnızca hakikat koşullarından oluştuğu ve bu nedenle bir anlam teorisinin bir hakikat teorisinden türetilebileceği veya bununla özdeş olduğu ilkesine dayanan, en önemli temsilcisi Donald Davidson olan, hareketin temelini atar.

Bununla birlikte, Frege’in kendi yazılarındaki izole edilmiş “içerik” sözcüğü, sıradan dil anlamının hem mantıksal olarak alakalı hem de mantıksal olarak alakasız yönlerini hâlâ kapsamaktadır. Bu nedenle, ikisini birbirinden ayırmak ve ikincisini çözmek, Frege’ye göre mantıkçının ana görevlerinden biridir. Frege’nin doğal dil içeriği hakkındaki görüşüne özgü olan şey de doğal dil içeriğinin mantıksal olarak alakasız olan tüm parçalarını – “ruh hallerinden, duygulardan ve fikirlerden” bahsetmesinin de gösterdiği gibi – tamamen öznel ve dolayısıyla yalnızca psikoloji meselesi olarak görmesi. Yani, mantıksal olarak ilgili olmayan, öznel ve tamamen psikolojik anlam unsurları dışında herhangi bir şeyi tanıyor gibi görünmüyor. Şöyle yazıyor:

Mantığın görevinin şu an olduğu haliyle, çıkarım yasalarını oluşturmak için gerekli olmayan her şeye sırtımızı dönmemiz gerektiği sonucu çıkar. Özellikle, tamamen psikolojik bir bakış açısından yapılan ve çıkarımla ilgisi olmayan tüm mantık ayrımlarını reddetmeliyiz… Düşünmenin geliştiği biçimde mantıksal ve psikolojik olan doğal olarak birbirine bağlanır. Eldeki görev tam olarak mantıklı olanı izole etmektir. (1879 ve 1891 arasında, 1979: 3)

Frege’ye göre, bu tür mantıksal olarak alakasız ayrımlar, dinleyicinin dikkatini konuşmadaki spesifik bir noktaya çekmek için tonlama veya kelime sırası yoluyla dinleyiciye iletilen tüm bilgiler gibi “sadece konuşmacı ile dinleyenin etkileşiminden ortaya çıkan dilin tüm yönleri”ni içerir (1879 ile 1891 arasında, 1979: 3). Bunlar, “yürümek”, “gezinmek” ve “aylaklık” gibi ifade grupları ile örneklendiği gibi, aynı varlıkları ifade eden sözcükler arasındaki yalnızca çağrışımsal farklılıkları da içerir. Tüm bu ifadeler aynı kavramı temsil etse de Frege, kullanıldıkları cümlelerin anlamlarına mantıksal çıkarımla ilgisi olmayan bir unsur ekleyerek dinleyicinin hayal gücü üzerinde farklı şekillerde hareket ettiklerini düşünür. İster “bu köpek bütün gece uludu” ister “bu it bütün gece uludu”denilsin, ne cümlelerle bağlantılı olarak onlardan çıkarılabilecek mantıksal çıkarımlar ne de onların doğruluk veya yanlışlıkları hakkında çıkarım yapılabilir. “İt” kelimesi, hoş olmayan düşüncelerle ilişkilendirilme eğilimindedir ancak Frege için, kişi bu çağrışımların söz konusu köpekle eşleştiği konusunda hemfikir olmasa bile, bu yine de yukarıdaki ikinci cümleyi yanlış yapmaz (1979: 140).

Frege’nin sıradan dil anlamının bu mantık dışı ancak kural-yönetimli özelliklerini karakterize edişine göre bunlar, tek tek konuşmacıların zihnindeki belirli sözcüklerle imgelerin yalnızca keyfi olarak ilişkilendirilmesinden farklı değildir. Başka bir deyişle, “köpek” ve “it” kelimelerinin anlamları arasındaki fark, tıpkı bir jokeyin, ressamın veya zooloğun zihinlerinde “Bucephalus”* adıyla ilişkilendirmiş olabileceği imgeler arasındaki fark kadar soyut ve öznel olacaktır; Frege bunu, tıpkı bir dilbilimsel bilginin “renklendirilmesi ve gölgelendirilmesi” kadar öznel görmektedir (1997: 154). Frege, “insan fikirlerinde bir miktar yakınlık olmadan sanatın kesinlikle imkânsız olacağını” kabul ederken, aşağılayıcı “it” kelimesi ile daha nötr anlamlı olan “köpek” kelimesi arasındaki anlam farkını yöneten geleneksel kuralları görmüyor ya da keşfetmeyle ilgilenmiyor gibi görünüyor (1997: 155).

Diğer bir deyişle, Frege daha sonra John Austin, John Searle, Paul Grice ve diğerleri tarafından araştırılan, sadece psikolojik olarak değil felsefi olarak da cümlelerin altında yatan anlamın aksine söyleyişlerin anlamını araştırabileceğimiz varsayımına dayanan bütün bir dil felsefesi alanını kabul ediyor gibi görünmüyor bile. Frege, tüm bu sorgulama alanını “dilin yalnızca konuşmacı ve dinleyicinin etkileşiminden kaynaklanan tüm yönlerine” indirgiyor ve bu nedenle yukarıda açıklanan olgunun yalnızca iki kişi arasındaki etkileşimden kaynaklanmadığını göz ardı ediyor. Bundan ziyade ya geleneksel kurallara ve ilkelere dayanırlar – ki bunlara bağlılık genellikle rasyoneldir veya hatta dilsel iletişim olasılığı için gereklidir – ya da en azından düzgün bir şekilde anlaşılmak için bu tür bazı ilkeler veya gelenekler hakkındaki bilgileri önceden varsayarlar. Bu nedenle, konuşmacının anlamı ve konuşma eylemleriyle bağlantılı sorunların çözümleri hiçbir şekilde sadece bir psikoloji meselesi değildir; daha ziyade, dilbilimsel iletişimin herhangi bir kapsamlı açıklamasında, dünyadaki ifadeler ve şeyler arasındaki veya ifade ile ifade ettikleri arasındaki ilişkinin sorunları kadar felsefi olarak önemlidirler.

3. Kavramsal İçeriklerden Sinn (İçlem) ve Bedeutung’a (Önem): Frege’nin Anlam Biliminin Gelişimi

Frege’nin mantıksal olarak mükemmel bir dilin anlambilimine ilişkin görüşünün gelişimi, Frege’nin art arda benimsediği iki anlambilimsel analiz tarzına karşılık gelen iki ana aşamaya bölünebilir. Alberto Coffa’yı izleyerek, ilkini bir anlamsal monizm biçimi ve ikincisini bir anlamsal dualizm biçimi olarak görebiliriz (1991: 79f.). Her iki tarzın da ortak noktası, dil ve dünya arasındaki ilişkiye dair geniş bir görüntü-kuramsal fikir ve buna karşılık gelen bir anlambilimsel analiz idealidir; amacına hizmet etmesi için, dilin, her biri bir varlık olarak düşünülen uygun bir anlamsal bağıntıyla ilişkilendirilen temel sözdizimsel birimlere bölünmesi gerekir. Bu nedenle, monizm ve dualizm, daha yakın zamanda Lycan (2000: 78, 83) tarafından tanımlandığı gibi, bir varlık anlam teorisinin çeşitleri olarak da kabul edilebilir. Bu, Lycan’ın bir varlık anlam teorisinin gösterdiği gibi, Frege için semantik teorisinin dilbilimsel ifadelerle ilişkilendirdiği tüm varlıkların “bireysel şeyler” olmaması gerektiğini akılda tutarsak böyledir. Ancak bundan ziyade, gördüğümüz gibi, Frege’deki bazı anlamsal varlıklar, tıpkı kavramlar ve ilişkiler gibi, özünde eksiktir.

Cümlelerin mantıksal bileşenleriyle ilişkili varlıkların sayısı ve karakteri konusunda monizm ve dualizm arasında bir anlaşmazlık ortaya çıkar. Monist, dilsel ifadelerin nasıl bir şey ifade ettiğini ve cümlelerin nasıl doğru veya yanlış olabileceğini açıklamak için bu türden yalnızca bir varlığın varsayılması gerektiğine inanır. Dualist, aksine, dilbilimsel ifadelerin ancak onlara bir değil, bir tanesi dil-dışı gerçekliğe – yani, dilimizin ifadeleriyle gösterilen varlıklarla – bağlantımız haline gelen iki farklı değer atarsak gerçek değer potansiyeline sahip olabileceğini savunur.

a. Frege’nin Erken Dönem Anlam Biliminin Monizmi

Frege’nin Conceptual Notation ve Foundations’ındaverilen ilk anlambilim açıklaması, yukarıdaki anlamda monist görünmektedir. Frege’nin erken dönem anlambilimi kavramsal bir içerik kavramına dayanır, yani mantıksal çıkarımlarla ilgili olan anlam kısmına dayanır. Kavramsal içerikler sınıfı – yargılanabilir olanların mantıksal olarak yargılanamaz olanlardan oluştuğu ve yine yargılanamaz olanlara ayrıştırılabildiği – yargılanabilir yargılanamaz olanlara bölünür. Frege’nin aklında olan – tam olarak bu şekilde ifade etmese de – yargılanabilir ve yargılanamaz içerikler arasındaki ayrım şu düşüncedir: Yargılanabilir bir içerik, onu makul bir şekilde onaylayabileceğimiz veya reddedebileceğimiz şekildedir: “Arşimet’in ölümü doğru / doğru değil” demek kabul edilebilir, burada iki alternatiften biri doğru olmalıdır. Dolayısıyla, “Arşimet’in ölümü” yargılanabilir bir içeriktir. Ancak, “Bu ev doğru / doğru değil” gibi bir ifade, “Bu evin varlığı doğru / doğru değil” şeklinde eliptik olarak kabul edilmedikçe, durum farklıdır. Bir evin kendisi için (varoluşunun aksine), doğru mu yanlış mı olduğu sorusu, mantıksal olarak üçüncünün olmazlığı yasasına (tertium non datur) uygun olduğu şeyler kategorisine ait değildir çünkü kendi başına ne doğru ne de yanlış olabilir (alternatif olarak hem doğru hem de yanlış olmadığını söyleyebiliriz). Bu nedenle “bu ev” yargılanamayan bir içeriktir.

Conceptual Notation ve Foundations’taFrege, yargılanamayan bir içerik ile bu içeriğe sahip ifadenin temsil ettiği nesne veya işlev arasındaki herhangi bir ontolojik farkı kabul etmiyor gibi görünmektedir. Bunun için teorik kanıtların yanı sıra en az üç metinsel kanıt vardır. İlki, Frege’nin işaretler arasındaki bir ilişki olarak erken kimlik açıklamasıyla ilgilidir. Frege’nin ilk anlatımındaki kavramsal içerik, “Plataea’da Yunanlılar Persleri yendi” ve “Plataea’da Persler Yunanlılar tarafından mağlup edildi” şeklindeki iki önermenin açıklayıcı örneğine başvurarak açıklanmaktadır. Bu, Frege’nin “içerik kimliği” ilişkisine verdiği ilk örnek gibi görünüyor. İlişki daha sonra Conceptual Notation’ın 8. bölümünde açıkça şu şekilde açıklanmaktadır:

İçeriğin kimliği, koşulluluk ve olumsuzlamadan, içerikle değil adlarla ilişkilendirilerek farklıdır. Semboller genellikle içeriklerini temsil etseler de… içerik kimliği sembolüyle birleştirildikleri anda propria persona (kendileriyle ilgili) olarak görünürler çünkü bu, iki ismin aynı içeriğe sahip olduğu durumu ifade eder. (1972: 124)

Frege’nin belirttiği gibi, içerik kimliği sembolü, nerede kullanılırsa kullanılsın, ortaya çıkan yargının artık kimlik işaretiyle bağlanan adların içeriğiyle değil, bu adların kendileriyle ilgili olması özelliğine sahiptir. Öyleyse, böyle bir kimlik yargısının ifade ettiği şey, bu içerik ne olursa olsun, o isimlerin aynı içeriğe sahip olduğudur. Frege, yargılanabilir içeriklerin “Syracuse’nin fethinde Arşimet’in şiddetli ölümü” şeklindeki nominal ifadelerle tam olarak ifade edilebilir olduğunu düşündüğü ve kavram yazımını, her yargılanabilir içeriğin bu şekilde ifade edildiği bir sembolizm olarak gördüğü için biz, içerik kimliği ilişkisi için uygun aday olan semboller arasında yargılanabilir içerikleri temsil eden isimleri ve nominal cümleleri ekleyebiliriz.

Bir süre sonra aynı paragrafta Frege, içeriğin kimliği bağlamında bir adın içeriğiyle tam olarak ne demek istediğini açıklamaya devam ediyor. Bunu, kimlik işaretinin neden sadece önemsiz totolojileri ifade etmeye veya karmaşık ifadeler için kısaltmalar getirmeye hizmet etmediğini göstermek için yapıyor. Geometriden bir örnek alarak, bir çemberin çevresi üzerindeki sabit bir “A” noktası etrafında düz bir çizgi döndürür. Bu, “A”nın çeşitli şekillerde belirlenebileceğini gösterir; örneğin, doğrudan algılama yoluyla veya dolaylı olarak bir açıklama yoluyla belirlenebilir. “A,” “A” üzerindeki çemberin çapına dik dönen düz çizgiye karşılık gelen nokta olarak da benzersiz bir şekilde belirlenir. Bu nedenle, Frege’ye göre içerik kimliği için özel bir sembol ihtiyacı, aynı içeriğin, bu durumda “A” noktasının, farklı şekillerde belirlenebileceği ve bu gerçeğin önceden her zaman bilinemeyeceği gerçeğine dayanmaktadır; daha ziyade, kanıt gerektiren bir yargının içeriğidir.

Böylece, Frege’nin geometrik bir ismin kavramsal içeriği, yani tek bir nesnenin tanımının kavramsal içeriği, olarak gördüğü şey, nesnenin kendisi gibi görünür: geometrik noktalara, geometrik noktaların belirleme yollarına ve isimlerine uyguladığı aynı düşünce dizisi, fiziksel (veya başka herhangi) bir nesneye de uygulanabilir. Frege, “akşam yıldızı” isminin kavramsal içeriğinin ve “sabah yıldızı” adının kavramsal içeriğinin, bu içerik her durumda farklı bir şekilde belirleniyor olsa bile, Venüs gezegeni olduğunu iddia eder. Yargılanabilir içerik isimleri söz konusu olduğunda, kavramın doğruluğu ya da yanlışlığı bu durumda kavramsal içeriğin bir parçası olarak görülmeliyken, nesne doğru ya da yanlış bir durum gibi görünmektedir. Çünkü içlem ve önem arasındaki ayrımdan sonra, Frege şimdi, daha önceki açıklamasında yargılanabilir içerik olarak gördüğü şeyi bir yandan düşünceye, diğer yandan da doğruluk değerine ayırdığına işaret edecektir (1891c: 63). Bu nedenle, Frege’nin ilk anlambilimindeki yargılanabilir bir içerik – en azından isimler söz konusu olduğunda – her iki yönü de içerirken, yargılanamayan bir içerik, adla belirtilen nesneden daha fazlasını içeriyormuş gibi görünmüyor. Görünüşe göre, bu nesnenin belirlenme şeklini içermiyor; bunun yerine, bu belirlenme yolu, ismin kendisinin bir parçası olarak düşünülüyor: Frege’nin erken dönem anlambiliminde, belirli bir anlamda, tamamen sözdizimsel bir karakter dizisi olarak isim ile onun sembolik karakteri ya da gücü arasında, ifade edilen nesneyi seçebilme açısından net bir mantıksal ayrım yoktur.

Frege’nin erken dönem anlambiliminin monistik karakterine ilişkin daha somut kanıtlar, bir yanda doğruluk-değeri olmayan anlamlı cümleler ile diğer yanda tamamen anlamsız olan cümleler arasındaki farka izin vermemesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle hem kurguda hem de günlük yaşamda bu kadar bol bulunan, alay içeren düşünceleri ifade eden cümlelerin varlığını açıklamaz. Frege’nin erken dönem semantikleri, bir cümlenin veya ifadenin, gerçekte başvurduğu hiçbir şey olmasa bile sahip olabileceği ikinci bir anlam katmanını dahil etseydi böyle olmazdı. Frege, daha sonra içlem ve anlam arasındaki ayrımının bu açıdan sağladığı avantajın oldukça farkında görünüyor. Foundations’ta, herhangi bir şeyi ifade etmeyen bir ifadenin herhangi bir içlemden veya ifadeden yoksun olduğunu kabul etti (1884, para.97: 100-102). Bununla birlikte, içlem ve önem arasındaki ayrımından sonra, bu bağlamlarda artık “Sinn” (“içlem”) kelimesini “Bedeutung” (“referans” veya “önem”) ile değiştirmeyi tercih edeceğini hemen belirtiyor (1980: 63).

Son olarak, nesneler ve kavramlar – mantıksal olarak mükemmel bir notasyon sisteminin ifadelerinin temsil edeceği varlıklar – Kant’ın “gerçek görüşlerini” netleştirmeye yardımcı olması beklenen bir ayrım olan Frege’nin nesnel ve öznel fikirler arasındaki ayrım bağlamında Foundations’ta tartışılır:

Öznel anlamda bir fikir [Vorstellung], psikolojik bağlantı yasaları tarafından yönetilen şeydir; duyusal, resimsel bir karaktere sahiptir. Nesnel anlamda bir fikir mantığa aittir ve ilke olarak duyusal değildir ancak nesnel bir fikre atıfta bulunan kelimeye çoğu kez, yine de önemi olmayan öznel bir anlam eşlik eder. Öznel fikirler genellikle farklı insanlarda bariz bir şekilde farklıdır, nesnel fikirler herkes için aynıdır. Nesnel fikirler, nesnelere ve kavramlara bölünebilir. Karışıklıktan kaçınmak için, “fikir” kelimesini yalnızca öznel anlamda kullanacağım. Bunun nedeni, Kant’ın, doktrininin çok öznel ve idealist olduğunu varsaydığı, bu sözcüğü her iki anlamla da ilişkilendirmesi varsayması ve gerçek görüşünün keşfedilmesinin çok zorlaştırılmış olmasıdır. Burada çizilen ayrım, psikoloji ve mantık arasındaki farkla tutarlıdır ya da kesişmektedir. Keşke bu anlamların kendileri her zaman katı bir şekilde ayrı tutulacak olsaydı! (1884, 27. paragraf, n.)

Frege, nesnel ve öznel fikirler arasındaki ayrımıyla Kantçı görüşü açıklığa kavuşturduğunu iddia eder. Bu sözde hizmeti Kantçılığa götürmemizin ne kadar ciddiye alındığı tartışmalıdır ve Kant’ın, Frege’nin önerdiği değişikliği kabul edeceği de şüphelidir çünkü Kant ve Frege aynı nesnellik mefhumunu paylaşmış gibi görünmüyorlar. Yine de Frege’nin buradaki terminolojik değişikliği, kesinlikle kendi önceki terminolojisini açıklığa kavuşturmaya hizmet eder; Conceptual Notation’da, yargılanabilir içeriklere atıfta bulunmak için hala “fikir kombinasyonları” ifadesini kullanıyor (1879, §2). Ancak, bunun ışığında, Frege’nin yukarıdaki pasajda yaptığı gibi, nesnel fikirlerin nesnelere ve kavramlara bölünebileceğini iddia etmek, bu yargılanabilir içeriklerin – nesnel fikirlerin kombinasyonları olarak – aynı zamanda nesnelerin ve kavramların kombinasyonları olduğu fikrini desteklemektedir. Bu nedenle, bu da erken dönem Frege dilbilimsel sembollerinin yalnızca bir anlamsal boyuta – yani belirledikleri nesneler, kavramlar ve doğru veya yanlış yargılanabilir içeriklere – sahip olduğu iddiasını desteklemektedir.

Frege’nin öznel ve – fiziksel nesneleri ve özellikleri de içeren – nesnel fikirler arasındaki ayrımının yanı sıra, varlıkların iç ve dış alemleri arasındaki daha sonraki ayrımının, zihnin, düşünme eylemleri fiziksel terimlerle kavranamayan, “öznel,” içsel durumlarını ortaya koyduğuna dikkat edilmelidir. Bu, elbette, “zihinsel olanın” fizikçi açıklamalarıyla çarpıcı bir zıtlık içindedir ve birçok çağdaş zihin filozofuna toy gelebilir.

b. İçlem ve Önem

1891 civarında Frege anlambilimini gözden geçirdi. Bu revizyon, daha önceki monistik açıklamanın, teoride daha fazla genişleme olmadan üstesinden gelemediği bir dizi sorunu çözer. Frege’in sonraki dönem açıklamasına göre, her ifadenin, ifadenin temsil ettiği nesnenin (veya işlevin) bize verildiği benzersiz bir yolu içeren bir içlemi (“Sinn”) vardır. İçlem, bir nesnenin bir ifade tarafından belirlenmesinin bir yoludur. (Kabaca, Frege’nin 1891 açıklamasındaki “içlem,” daha önceki açıklamasındaki bir nesnenin bir ifadeyle belirlenme biçimini andırır.) İfadenin temsil ettiği nesne veya işlev, ifadenin önemidir (“Bedeutung”), aynı zamanda Frege’nin çalışmalarının İngilizce çevirilerinde ve Anglo-Sakson Frege akademisinde, “referans” veya “imlem” olarak da adlandırılır. Buradan, her bir spesifik içlem için en fazla bir önem / referans olabilirken, çok sayıda farklı içlem aynı öneme tekabül edebilir ve bir ifadenin temsil ettiği nesnenin (veya kavramın) düşüncede bize benzersiz bir şekilde verilebileceği çeşitli yolları temsil edebilir. Frege için, yalnızca özel isimler değil, aynı zamanda kavram sözcükleri ve ilişkisel ifadeler de içlem ve öneme sahiptir. O halde bunların önemi, bir kavram veya ilişkidir, bir nesne değildir ve içlemleri – Frege bu konuda pek bir şey söylemese de – muhtemelen bir nesnenin kavramın altına girmesi (veya başka bir nesneyle ilişkide bulunması) için gerekli ve yeterli koşulları içeren mantıksal bir düşünce bileşeninden oluşur. Son olarak, tam bir cümlenin içlemi bir düşüncedir ve önemi bir gerçek-değeridir.

Sinn” ve “Bedeutung” terimleri, 1884’teki Foundations’tazaten görünse de ayrımın kendisi ve onunla bağlantılı anlambilimsel açıklama, Frege’nin 1891’den önceki yazılarında görülmez. Bu ayrımın bir kısmı, daha önce Frege’nin “yargılanabilir içerik” dediği şeyin, bir gerçeklik değeri ve gerçek değer taşıyıcısı bir düşünce olarak mantıksal bir ikiye ayrılmasıdır. Aynı zamanda, Frege’nin yeni açıklaması, bir nesnenin verilmesinin düşüncelerin mantıksal bileşenleri olarak açıklama yollarını sınıflandırırken, daha önceki açıklamasına göre, bir nesnenin karar verilebildiği yollar arasındaki ilişki, mantıksal bir bileşeni olduğu yargılanabilir içeriğe göre hiçbir zaman açıklığa kavuşturulmamıştır. Bu nedenle, semantik bütünlerin kendi parçalarından nasıl oluştuğu sorusu açısından yeni açıklama daha tutarlı ve eksiksiz görünmektedir. Her iki düzeyde de – yani içlem ve önemlilik düzeyinde de – bütünler, parçalarının doğasına bağlı olan işlevsel olarak bileşik birimler olarak tasarlanır. Dahası, her seviyede, bir bütünün birimi, bir fonksiyonun uygun bir argümanla tamamlanmasını gerektirir. Frege için bir doğruluk değeri, basitçe, belirli argümanlara göre bir kavram veya ilişkinin değeridir. Aynı şekilde, bir düşünce, en az birinin bir fonksiyonun rolünü diğerinin de argümanının rolünü oynayan bir içlemler birleşimidir.

Dahası, yeni açıklama, kurgusal dilin anlambilimine bir yaklaşım açıyor, yani kurgusal karakterler veya konumlar “hakkında” cümlelere bir yaklaşım sunuyor. Bu tür cümleler tipik olarak, mantıksal bileşenlerinden birinin veya diğerinin – ki bunlar da kurgusal terimlerin içlemidir – gerçek bir nesneye (veya kavrama) karşılık gelen bir önemden yoksun olmasından dolayı doğruluk değeri olmayan düşünceler içerir. Frege’nin buradaki fikri, doğruluk değerlerinin argümanlara ve işlevlere bağımlılığına dayanmaktadır – belirli bir içleme karşılık gelen bir nesnenin olmaması, cümlenin işlevsel kısmı için bir argümanın olmaması anlamına gelir ve bu nedenle de mevcut fonksiyon açısından bir değer eksikliğine yol açar.

Ayrıca, içlem ve önem arasındaki ayrım, Frege’nin anlambiliminin inanç atamalarına, yani “John dünyanın düz olduğuna inandı” biçimindeki cümleleri de kapsayacak şekilde genişlemesine izin verir. Buradaki fikir, bu cümlenin, gömülü kısmının (yani “dünya düzdür” fikrinin) doğru olup olmadığından bağımsız olarak doğru olabileceğidir. Ancak bu – tüm cümlenin doğruluk değeri işlevsel olarak her bir parçanın önemine bağlı olduğundan – gömülü parçanın temsil ettiği şeyin bir doğruluk değeri olamayacağı anlamına gelir. Bunun yerine, Frege dolaylı konuşma ve inanç atıfları durumunda, gömülü cümlelerin orijinal içlemlerini – normalde ifade ettikleri düşünceyi – dolaylı bir önem olarak aldıkları sonucuna varır. Böylece, normalde ifade ettikleri düşünce, doğrudan konuşmada içlemiyken, dolaylı konuşmada önemi haline gelir.

Son olarak, içlem ve önem arasındaki ayrım, “akşam yıldızı sabah yıldızıdır” gibi belirli türden kimlik ifadelerinin bilgilendirici doğası hakkında, Frege’nin bir adla gösterilen şey ile adı vasıtasıyla belirlenen şey arasındaki önceki ayrımından daha tutarlı bir açıklama sağlar. Bu yeni ayrımı ortaya koyarak Frege, artık kimlik kavramını (veya ilişkisini), nesnelerin kendilerini argümanları olarak almaları yerine isim alma özelliğine sahip olmak olarak görmeye ihtiyaç duymaz. Böylece, Frege’nin olgun anlambiliminde, kimlik bir kez daha her nesnenin kendini ifade ettiği ontolojik bir ilişki haline gelir (bu yakın zamanda Caplan & Thau 2001’de tartışılmış olsa da). Kimlik ifadeleri artık iki farklı ismin aynı kavramsal içeriğe sahip olduğu gerçeğiyle ilgili olarak değil, bize belirli bir şekilde verilen nesnenin diğer şekille verilen nesne ile aynı olduğu gerçeğiyle ilgili olarak düşünülmektedir. Bu fikir, Frege’nin bilgilendirici kimlik ifadeleri muammasına erken dönem çözümüne benzer: bazı kimlik ifadeleri, bize bir şekilde belirlenen veya bize verilen bir nesnenin, başka bir şekilde belirlenen veya bize verilen bir nesne ile aynı olduğunu belirttikleri sürece bilgilendiricidir. Bununla birlikte, bu fikrin teorik olarak nasıl uygulandığı ve semantik içeriğin genel bir açıklamasına nasıl bağlandığı, Frege’nin sonraki dönem anlambiliminde önceki dönemden daha tutarlı görünmektedir.

c. Bazı Çeviri Problemleri

Geç dönem Frege’de “Sinn” yerine “Bedeutung” kelimesinin nasıl İngilizceye çevrileceğine dair bir dizi öneri oldu. 1970 yılında, yorumsal tarafsızlığı nedeniyle Frege’nin çalışmalarının tüm Blackwell baskılarında resmi ve standart çeviri olarak seçilen “anlam”ın yanı sıra (bkz. Beaney 1997: 36, n. 84), önerilen diğer iki ana alternatif sırasıyla Dummett ve Tugendhat tarafından “referans” ve “önem” idi. Dummett ayrıca, bir ifade ile kastettiği nesne arasındaki ilişki için kullanılan “referans” ile bu nesnenin kendisi için kullanılan “imlem” arasında ayrım yapmamızı önerir (1981a: 93f.). Bunun aksine, “anlam” terimi “Bedeutung” kelimesinin çevirisi olarak sorunludur çünkü anlam genellikle ya içlem gibi bir şey, yani zihnimizdeki bir cümleyle bağlantılı düşünce olarak, veya herhangi bir bağlamdaki kullanım kuralları gibi bir şey olarak alınır: ama bunların hiçbiri, Frege’nin “Bedeutung”tan söz ederken aklında olan şey değildi.

Tugendhat’ın Frege’deki “Bedeutung”u “önem” olarak tercüme etme önerisi, özel isimler söz konusu olduğunda “referans” veya “imlem” ifadelerinin “Bedeutung” ifadesinin yeterli bir çevirisi olarak kabul edilebilirken, yüklem ifadeleri bakımından oldukça yanıltıcıdır düşüncesi temeline dayanmaktadır (Tugendhat 1970: 177; cp .. Dummett 1981a: 182f.). Nitekim Frege, kavramlar söz konusu olduğunda – Frege’nin nesne ve kavram arasında kurduğu fark ışığında bir nesneden bahsetmemiz gerektiği ancak bu durumda nesneden bahsetmemiz imkânsız olduğundan dolayı – bir ifadenin “Bedeutung”u hakkında konuşurken “referans” anlamını doğru şekilde kullanamayız (1997: 177, 365). Bu nedenle, “Bedeutung”u her zaman “referans” veya “imlem” olarak ifade etmek, aslında “Bedeutung”un genel olarak ne olduğunu tamamen açıklamak için hem kavramları hem de nesneleri içeren genel bir “varlık” kavramını sunmamızı gerektirecektir. Bununla birlikte, Frege açıkça “varlık” gibi böylesine genel, her şeyi kapsayan ontolojik bir kategoriye ihtiyaç görmedi.

Dummett, Frege’nin prototip referans ilişkisi olarak gördüğü isim-taşıyıcı ilişkisi fikrinin yanı sıra, ilgili ifadenin semantik rolünden, yani içinde bulunabileceği cümlelerin doğruluk değerlerine katkıda bulunan rolünden, oluşan ikincil bir referans yönünün de kabul edilmesi gerektiğini kabul eder (1981a: 190f.). Bu görüşe göre, yüklem ifadeleri, semantik rolleri açısından özel isimlerden farklı olsa da içinde bulundukları cümlelerin doğruluk değerlerine kendi referansları aracılığıyla katkıda bulunma işlevine sahip olduklarında özel isimler gibi davranırlar. Bununla birlikte Tugendhat (1970), Frege’deki “Bedeutung”un her zaman öncelikle bir ifadenin semantik rolü, yani doğruluk-değer potansiyeli anlamına gelecek şekilde anlaşılması gerektiğini ve tam da bu nedenle “Bedeutung” un “önem” veya “tesir” olarak çevrilmesi gerektiğini iddia eder. Bu yorumun lehine temel kanıt, bir ifadeye atıfta bulunan ve herhangi bir ifadeye sahip olup olmadığına ilişkin Frege için, bir ifadenin, eğer varsa, sahip olduğu referans, sadece içinde bulunabileceği cümlelerin doğruluk değerlerini (veya doğruluk değerlerinin olup olmadığını) belirlemede mantıksal olarak önemli bir rol oynar. Bu nedenle, Tugendhat için, özel isimlerin referansının, “prototip” semantik ilişki olarak görülmesinin, yani yüklemler ile bunların belirttikleri kavramlar veya ilişkiler arasındaki ilişkiden biraz daha üstün olduğunu haklı çıkaracak ek bir yönü yok gibi görünmektedir.

“Referans”tan farklı olarak, Fregeci “Bedeutung” için bir çeviri adayı olarak “önem” kelimesinin avantajı, standart Almancada “Bedeutung”un çeşitli anlamlarının sıradan bir çağrışımsal yönü olarak “önem” kelimesi de olması ve Frege’nin de açıkça bu anlamı kullanmasıdır (1997: 80; cp .. Gabriel 1984: 192). Dahası, Frege’nin sözde bağlam ilkesi adını verdiği önemli bir ilkeyle de desteklendiği görülmektedir.

d. Bağlam İlkesi ve Yargıların Kavramlardan Önceliği

Foundations’ta en açık biçimde ifade edilen bağlam ilkesine göre – hiçbir yerde Frege tarafından “bağlam ilkesi” olarak adlandırılmasa da – bir sözcüğün içlemi ve / veya önemi, tek başına açıklanamaz veya sorgulanamaz, ancak yalnızca bir önerme / cümle bağlamında açıklanabilir (1984: x, §106). Foundations zamanında ikisi arasındaki ayrım henüz yapılmamış olduğundan, Frege’nin bu ilkeyi içlemle mi yoksa önemle mi yoksa her ikisiyle mi ilgili olarak anladığı bilimsel bir tartışma konusudur. Ayrıca, ilkenin tam olarak neyi ima ettiği ve nasıl anlaşılacağı konusunda da uzun bir tartışma olmuştur, özellikle formülasyonlarından birinde, Frege bir kelimenin yalnızca bir cümle bağlamında içlem ve / veya önem taşıdığını ifade edecek kadar ileri gitmiştir (a.g.e., §62). Aslında, bu ikinci formülasyon ikincil literatürde en çok dikkati çekmiş ve Frege’nin semantik bir bütünlük ilkesi önerdiğine dair yaygın bir inanca yol açmıştır.

Bununla birlikte, Dummett dahil bazı akademisyenler, Frege’nin sonraki yazılarında bu ilkeyi bıraktığını iddia ederken, diğerleri, Frege’nin semantik veya semantik olmayan versiyonlarını içlem ve önem arasındaki ayrım ışığında ifade ettiği daha sonraki yazılarda bile pasajlar olduğunu iddia etmektedir. Örneğin, “Notes for Ludwig Darmstaedter”te Frege, kişinin bir düşüncenin parçalarına yalnızca bütünü analiz ederek geldiğine işaret eder – bu, içlem düzeyinde bütünsel bir ilke olarak bağlam ilkesinin bir versiyonu olarak alınabilir (1997: 362). Bağlam ilkesini, bazı bilim adamlarının sahip olduğu gibi, Frege’nin ilk yazılarında yer alan “yargıların kavramlara göre öncelik ilkesi” olarak adlandırılan şeyin anlamsal bir versiyonu olarak görmek de düşünülebilir (bkz. Bell 1979, Sluga 1980), bu, Frege’nin Foundations’tan önceki yazılarında da görülür. Frege’nin mantık tarihinde açık bir şekilde yeni bir ilke olarak sunduğu bu ikinci ilkeye göre, yargı ve içeriği mantıksal olarak ilkel olarak kabul edilirken, Frege’nin ilk açıklamasındaki yargılanabilir içeriklerin bileşenleri olarak kavramlar, sadece yargılanabilir içeriklerin analizi ile izole edilebilen türetilmiş mantıksal varlıklardır (1979: 17, 1983: 19). Bu açıdan, Frege’nin, geleneksel Aristoteles mantığından, bağımsız olarak verilmiş olarak yargılanabilir içerikler yaratmak için gerekli kavramları safça varsayma eğiliminde olan kendi zamanındaki veya daha önceki mantıkçılardan çok daha fazla saptığı düşünülmektedir.

Her ne olursa olsun, Tugendhat’ın iddiası, bağlam ilkesinin Frege tarafından “Bedeutung” kavramının doğruluk-değer potansiyeli ve dolayısıyla bu terimin en temel ve genel anlamı olarak “önem” kavramına işaret eden erken bir ifadesi olduğudur (1970: 182; cp. Gabriel 1984: 189ff.). Buradan, Frege’nin, anlamın doğruluk-değerine, yani karakteristik olarak yalnızca cümlelerle gösterilen şeye bağımlılığı hakkında bağlam ilkesini bir ilke olarak tuttuğuna inandığı açıktır. Çünkü neden bir kelimenin, önemi sadece bir doğruluk-değeri potansiyeline sahip olması açısından ve cümlelerin doğru veya yanlış olarak kabul edilen tek ifade türü olması nedeniyle değilse, önemi neden sadece bir cümle bağlamında anlamlı olsun ki? Buradan, doğal olarak, bir ifadenin anlamlı olup olmadığı sorusu ancak bir cümlenin doğru mu yanlış mı olduğu sorusuyla bağlantılı olarak ortaya çıkabilir. Ve bu fikir gerçekten de Frege’nin sonraki yazılarında, özellikle sanat ve bilim alemleri arasındaki ayrım bağlamında kapsamlı bir şekilde kullanılmaktadır (1997: 157). Bu anlamda “Bedeutung,” her zaman bir amaca veya değere yönelik tamamen normatif bir terimdir. Ve Frege’nin “On Sense and Reference”ta odaklandığı şey, özel isimlerin temsil ettikleri nesnelerle olan ilişkisinin değerinin veya amacının ne olduğu sorusunun – yani, Dummett’ın terminolojisindeki referanslarının; yani, bu da yalnızca cümlelerin sahip olabileceği bir değer olan gerçeğin bilimsel değeri ile ilgisinin – önemidir.

Bununla birlikte, bağlam ilkesinin, genel olarak Frege’ye atfedilen başka bir ilkeyle, yani işlevsellik veya bileşim ilkesiyle çelişiyor olarak algılandığına dikkat edilmelidir. Bu prensibe göre, bazı bilim adamları tarafından yorumlandığı gibi, cümlelerin içlemleri nihayetinde atomik yapı taşlarından oluşur. O halde bu yoruma göre, Frege, anlam bileşenleri konusunda bütüncül değil atomcuydu ve bu görüş – en azından genel olarak anlaşıldığı şekliyle bağlam ilkesiyle bağdaşmaz olsa da – Dummett’ın isimler ve nesneler arasındaki referans ilişkisini mantıksal anlambilimin paradigma ilişkisi olarak yorumlamasını destekleyecektir (Frege’de bağlam ilkesi ve bileşimsellik ilkesi hakkındaki tartışmanın ayrıntılı bir eleştirel değerlendirmesi ve tartışması için bkz. Pelletier 2000).


Dipnotlar

  • * “Bucephalus,” Büyük İskender’in atının adıydı ve tarih boyunca da sanat eserlerinde, özellikle resimlerde ve heykellerde, fazlasıyla tasvir edilmiştir. Dolayısıyla da bir jokeyin, bir ressamın ve bir zooloğun bu ismi duyunca kafalarında canlandırdıkları imge, birbirlerininkinden farklı olacaktır; Frege de bu farkın öznelliğine değinmektedir.
  • [1] Yazının devamındaki “Bazı Çeviri Problemleri” başlığında da bahsedildiği üzere, yazıda sıklıkla tekrarlanan “Sinn” ve “Bedeutung” kelimelerini çevirmede ben de bazı problemler yaşadım ancak kendi içlerindeki anlam farkını ifade edecek olan kelimelerin “içlem” ve “önem” olduğunu düşündüm; “Bedeutung” kelimesi İngilizcede “Significance” olarak çevirilirken, içlem kelimesinin anlamı, TDK’de şu şekilde belirtilmektedir: isim, mantık Bir kavramın çağrıştırdığı kapsama giren niteliklerin veya taşıdığı özelliklerin bütünü, tazammun; isim Bir nesnenin içeriğini oluşturan şey. Bu bağlamda, tüm bu yazı boyunca kullanılan “önem” kelimesinin Frege bağlamında “Bedeutung” kelimesine mi yoksa bu anlamdan bağımsız olarak “önem” anlamına mı tekabül ettiğine dikkat edilmelidir.
  • [2] Bu terim, bazı kaynaklarda (bkz. Frege, G. (2019). Kavram Yazısı (Çev. M. Özdemir,). İstanbul: Külliyat Yayınları.) kavram-yazısı olarak da geçer.

4. Kaynaklar ve İlave Okumalar

a. Frege’nin Yazıları

  • 1879. Begriffsschrift, eine der arithmetischen nachgebildete Formelsprache des reinen Denkens, Halle: L. Niebert; reprinted in Frege 1998a; trans. as “Begriffsschrift, a Formula Language, Modeled upon that of Arithmetic, for Pure Thought” in From Frege to Gödel, edited by J. van Heijenoort, Cambridge, MA: Harvard University Press 1967, and as “Conceptual Notation” in Frege 1972; selections in Frege 1997.
  • 1879-1891: “Logik”, in Frege 1983: 1-8; trans. as “Logic” in Frege 1979: 1-8.
  • 1880/1: “Booles rechnende Logik und meine Begriffsschrift”, in Frege 1983: 9-52; trans. As “Boole’s Logical Calculus and the Concept-Script”, in Frege 1979: 9-46.
  • 1882: “Über die wissenschaftliche Berechtigung einer Begriffsschrift”, in Zeitschrift für Philosophie und philosophische Kritik 81: 48-56; repr. in Frege 1998: 106-14; trans. as “On the Scientific Justification of a Begriffsschrift”, in Frege 1972: 83-89.
  • 1884: Die Grundlagen der Arithmetik, eine logisch mathematische Untersuchung über den Begriff der Zahl, Breslau: W. Koebner; reprinted with an introduction and afterword by J. Schulte, Stuttgart: Reclam 1987; trans. by J. L. Austin as The Foundations of Arithmetic: A Logico-Mathematical Enquiry into the Concept of Number in Frege 1953; selections in Frege 1997.
  • 1891a: “Funktion und Begriff”, Jena: Hermann Pohle, 1891; reprinted in Frege 1990: 125-42; trans. as “Function and Concept” in Frege 1984: 137-56, in Frege 1952: 21-41, and in Frege 1997:130-48.
  • 1891b: “Über das Trägheitsgesetz”, in Zeitschrift für Philosophie und philosophische Kritik 98: 145-61; reprinted in Frege 1990: 113-24; trans. as “On the Law of Inertia” in Frege 1984: 123-36.
  • 1891c: Letter to Husserl of 5/24/1891, in Frege 1976: 94-98; trans. in Frege 1980: 61-64.
  • 1892a: “Über Sinn und Bedeutung”, in Zeitschrift für Philosophie und philosophische Kritik 100: 25-50; reprinted in Frege 1990: 143-62; trans. as “On Sense and Meaning” Frege 1984: 157-77, as “On Sinn and Bedeutung” in Frege 1997: 151-71, and as “On Sense and Reference” in Frege 1952: 56-78.
  • 1892b: “Über Begriff und Gegenstand”, in Vierteljahresschrift für wissenschaftliche Philosophie 16: 192-205, reprinted in Frege 1990: 167-178; trans. as “On Concept and Object” in Frege 1980: 182-94, in Frege 1952: 42-55, and in Frege 1997: 181-93.
  • 1892-95: “Ausführungen über Sinn und Bedeutung”, in Frege 1983: 128-36; trans. as “Comments on Sense and Meaning” in Frege 1979: 118-25, and as “Comments on Sinn and Bedeutung” in Frege 1997: 172-80.
  • 1893: Die Grundgesetze der Arithmetik, vol. I, Jena: Verlag Hermann Pohle; reprinted in Frege 1998b; incomplete translation in Frege 1982.
  • 1903: Die Grundgesetze der Arithmetik, vol. II, Jena: Verlag Hermann Pohle; reprinted in Frege 1998b; trans. in Frege 1982.
  • 1906a: “Einleitung in die Logik”, in Frege 1983: 201-18; trans. as “Introduction to Logic” in Frege 1979: 185-96, and in Frege 1997: 293-8.
  • 1906b: “Brief an Husserl, 9.12.1906”, in Frege 1976: 105-6; trans. in Frege 1997: 305-307.
  • 1914: “Logik in der Mathematik” in Frege 1983: 219-70; trans. as “Logic in Mathematics” in Frege 1979: 203-50.
  • 1918: “Der Gedanke”, in Beiträge zur Philosophie des deutschen Idealismus 1 (1918-9): 58-77, reprinted in Frege 1990: 342-78; trans. as “Thoughts” in Frege 1984: 351-72, and as “Thought” in Frege 1997: 325-45.
  • 1919a: “Die Verneinung”, in Beiträge zur Philosophie des deutschen Idealismus 1 (1918-19): 143-57, reprinted in Frege 1990: 362-78; trans. as “Negation” in Frege 1984: 373-89 and in Frege 1997: 346-61.
  • 1919b: “Aufzeichnungen für Ludwig Darmstaedter” in Frege 1983: 273-77; trans. as “Notes for Ludwig Darmstaedter” in Frege 1979: 253-57, and in Frege 1997: 362-7.
  • 1924/5: “Erkenntnisquellen der Mathematik und der mathematischen Naturwissenschaften”, in Frege 1983: 286-294; trans. as “Sources of Knowledge of Mathematics and the Mathematical Natural Sciences” in Frege 1979: 267-274.
  • 1952: Translations from the Philosophical Writings of Gottlob Frege, ed. by: Geach and M. Black, Oxford: Basil Blackwell.
  • 1953: The Foundations of Arithmetic: A Logico-Mathematical Enquiry into the Concept of Number/Die Grundlagen der Arithmetik, eine logisch mathematische Untersuchung über den Begriff der Zahl, Oxford: Basil Blackwell.
  • 1972: Conceptual Notation and Related Articles, ed. by T. W. Bynum. London: Oxford University Press.
  • 1976: Wissenschaftlicher Briefwechsel, Hamburg: Felix Meiner Verlag; trans. as Frege 1980.
  • 1979: Posthumous Writings, trans. by: Long and R. White, Oxford: Basil Blackwell.
  • 1980: Philosophical and Mathematical Correspondence, trans. by H. Kaal, Chicago: University of Chicago Press.
  • 1982: The Basic Laws of Arithmetic, ed. and trans. by Montgomery Furth, Berkeley: University of California Press.
  • 1983: Nachgelassene Schriften, ed. by H. Hermes, F. Kambartel, F. Kaulbach, Hamburg: Felix Meiner Verlag (2nd ed.).
  • 1984: Collected Papers on Mathematics, Logic and Philosophy, trans. by M. Black, V. Dudman: Geach, H. Kaal, E.-H. W. Kluge, B. McGuinness, and R. H. Stoothoff, New York: Basil Blackwell.
  • 1990: Kleine Schriften, ed. by I. Angelelli, Hildesheim: Georg Olms Verlag (2nd ed.); trans. as Frege 1984.
  • 1997: The Frege Reader, ed. M. Beaney, Oxford: Basil Blackwell.
  • 1998a: Begriffsschrift und andere Aufsätze, ed. by I. Angelelli, Hildesheim: Georg Olms Verlag (2nd ed. reprint); trans. by T. W. Bynum as Frege 1972.
  • 1998b: Die Grundgesetze der Arithmetik I/II, Hildesheim: Georg Olms Verlag (2nd reprint of the 1893/1903 editions); trans. as Frege 1982.

b. Bu Makalede Atıfta Bulunulmuş Diğer Literatür

  • Carnap, Rudolph, 1928a, Der Logische Aufbau der Welt, Berlin: Weltkreis Verlag; trans. by Rolf A. George as The Logical Structure of the World, in Carnap 2003.
  • Carnap, Rudolph, 1928b, Scheinprobleme in der Philosophie, Berlin: Weltkreis Verlag; trans. by Rolf A. George as Pseudoproblems in Philosophy in Carnap 2003.
  • Carnap, Rudolph, 2003, The Logical Structure of the World/Pseudoproblems in Philosophy, Open Court Publishing.
  • Goodman, Nelson, 1951, The Structure of Appearance, Dordrecht: Reidel.
  • Goodman, Nelson, 1963: “The Significance of Carnap’s Der logische Aufbau der Welt,” in Schilpp 1963.
  • Hobbes, Thomas, 1655, De Corpore, Part I: Computatio Sive Logica, tr. by A. Martinich as Logic, New York: Abaris 1981.
  • Kant, Immanuel, 1781/1786, Kritik der reinen Vernunft, Riga: Johann Friedrich Hartknoch, 1st edition (A), 1781; 2nd edition (B), 1787; ed. and transl. by: Guyer and A. Wood as Critique of Pure Reason, Cambridge: Cambridge University Press 1997.
  • Leibniz, Gottfried Wilhelm, 1704/1765, Nouveaux Essais Sur L’Entendement Humain, ed. and trans. as New Essays on the Human Understanding by: Remnant and J. Bennett, Cambridge: Cambridge University Press 1981.
  • Locke, John, 1690, An Essay Concerning Human Understanding, ed. by P.H. Nidditch, Oxford: Clarendon Press 1975.
  • Trendelenburg, Friedrich Adolf, 1867: “Über Leibnizens Entwurf einer allgemeinen Charakteristik”, Historische Beiträge zur Philosophie, vol. III, Berlin.

Dorothea Lotter“Gottlob Frege: Language”, (Erişim Tarihi: 13.03.2021)

Çevirmen: Çağan Fırtına

TOBB Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nı tamamladı, şu an ODTÜ İngiliz Edebiyatı yüksek lisans öğrencisidir. 18. yüzyıldan günümüze İngiliz edebiyatı en büyük tutkularından. Sosyoloji, psikoloji ve siyaset felsefesi ile akademik olarak ilgili. Orta seviye Almanca bilgisine sahip.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Üstün Yararlanıcılar – Fırat Akova

Sonraki Gönderi

Büyük Mitler 6: Kopernik’in Ölüm Döşeğindeki Yayımı – Tim O’Neill

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü