//

Bilginin Analizi – Jonathan Jenkins Ichikawa & Matthias Steup (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

Giriş

Her insanın bildiği ve bilmediği bazı şeyler vardır. Aradaki fark tam olarak nedir? Bir şeyi bilmek için ne gerekir? Sadece inanmak yeterli değildir, zira yanıldığımız şeyleri bilmeyiz. Bilgi daha çok hakikate ulaşmanın bir yolu gibi görünür. Bilginin analizi, bu tür bir “hakikate ulaşmanın” tam olarak nelerden oluştuğunu ifade etme girişimiyle ilgilidir.

Daha özel olarak, bilgiyi analiz etme projesi, önermesel bilgi için ayrı ayrı zorunlu ve birlikte yeterli olan koşulları belirtmek, bir şeyi bilmek için ne gerekir sorusuna tam olarak yanıt vermekten ileri gelir. “Önermesel bilgi” ile bir önermenin bilgisi kastedilir. Örneğin, Emel Cemil’in müzisyen olduğunu biliyorsa, Cemil’in müzisyen olduğu önermesinin bilgisine sahiptir. Önermesel bilgi, Emel’in Cemil’i tanıması durumunda olduğu gibi, “tanıklık” bilgisinden ayırt edilmelidir. Önerme bilgisi ile İngilizcedeki knowledge-where (“Emel nerede olduğunu biliyor”) ve özellikle knowledge-how (“Emel bisiklete nasıl binileceğini biliyor”) gibi diğer “bilgi” ifadelerinde söz konusu olan bilgi arasındaki ilişki bazı tartışmalara tabidir (bk. Stanley 2011 ve orada sunulan itirazlar).

Bilgi literatürünün analizinin analizi olan önermesel bilgi, İngilizce’de paradigmatik olarak “S, p’yi bilir” şeklindeki cümlelerle ifade edilir. Buradaki “S”, bilen özneyi ve “p” bilinen önermeyi ifade eder. Önerilen bir analiz şu şekildeki bir ifadeden oluşur: S, p’yi ancak ve ancak j ise bilir. Burada j, analiz edilenleri belirtir; yani, paradigmatik olarak, S’nin p’nin bilgisine sahip olması için bireysel olarak zorunlu ve birlikte yeterli olan koşulların bir listesi.

[Burada], yalnızca bilginin gerçek uzantısını seçmek yeterli değildir. Gerçekte, S’nin p’yi bildiği tüm durumlar j’nin durumları ve ikincisinin tüm durumları birincisinin durumları olsa bile, j bir bilgi analizi olarak başarısız olabilir. Örneğin, j’nin olmadığı mümkün bilgi durumları olabilir ya da tam tersi olabilir. Uygun bir bilgi analizi, en azından zorunlu bir doğru olmalıdır. Sonuç olarak, varsayımsal düşünce deneyleri, aşağıda göreceğimiz gibi, çeşitli analizler için uygun test durumları sağlamaktadır.

Bilgiyi, bazı j durumlarına bağlayan gerekli bir iki koşul bile, muhtemelen bir bilgi analizi için yeterli olmayacaktır, zira daha fazlasının ne olduğu, bazı tartışmalara konu olmaktadır. Bazı teorisyenlere göre, bilgiyi analiz etmek, kelimenin tam anlamıyla bilgiyi oluşturan bileşenleri belirlemektir. (Bunu görebilmek için, kimyasal bileşimini öğrenmek adına bir numuneyi analiz eden bir kimyagerle bilgi analizcisini karşılaştırabilirsiniz.) Bilgiyi analiz etme projesinin bu yorumunda, başarılı bir bilgi analizinin savunucusu, S’nin p’yi bilmesinin S ve p’yi içeren bazı koşullar listesinin elde edilmesi olduğu şeklindeki metafiziksel iddiaya benzer bir şeye bağlı olacaktır. Diğer teorisyenler, bilgi analizini, belirgin bir şekilde kavramsal olarak düşünürler; yani, onlara göre bilgiyi analiz etmek, bilgi kavramının yapısını sınırlandırmaktır. Bu yaklaşımın bir versiyonunda, bilgi kavramı, tam anlamıyla Boolean operatörleri gibi bir şeyle birbirine bağlanan daha temel kavramlardan oluşur. Sonuç olarak, bir analiz, yalnızca dışsal doğruluğa değil, aynı zamanda bilginin bilişsel temsili ve diğer epistemik kavramlar hakkındaki gerçeklere de tabidir. Pratikte, bilgiyi analiz etme projesine katılan pek çok epistemolog, bu meta-felsefi yorumsal soruları çözümsüz bırakır, zira analiz girişimleri ve bunlara karşı örnekler, genellikle iddiaların metafiziksel mi yoksa kavramsal mı olduğu açıkça belirtilmeden önerilir. Pek çok durumda, bu belirsizlik meşru olabilir, çünkü tüm taraflar bir bilgi analizinin en azından metafiziksel olarak mümkün olan tüm dünyalarda genişletilebilir olarak doğru olması gerektiği konusunda hemfikir olma eğilimindedir. Göreceğimiz üzere, pek çok teori bu şartlar altında savunulmuş ve özellikle de çürütülmüştür.

Bilgiyi analiz etme girişimi, özellikle 20. yüzyılın sonlarında epistemologların büyük ilgisini çekmiş, ancak hiçbir analiz yaygın olarak kabul görmemiştir. Hakeza bazı çağdaş epistemologlar, bilginin analize açık olduğu varsayımını reddetmektedir.


İçindekiler

  • 1. Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Olarak Bilgi
    1.1 Doğruluk Koşulu.
    1.2 İnanç Koşulu.
    1.3 Gerekçelendirme Koşulu.
    1.3.1 Gerekçelendirme Yaklaşımları
    1.3.2 Gerekçelendirme Türleri
  • 2. Hafif Bilgi
  • 3. Gettier Problemi
  • 4. Yanlış Lemmalar (Yardımcı Teorem) Olmayışı
  • 5. Modal Koşullar
    5.1 Hassasiyet
    5.2 Güvenlik
    5.3 İlgili Alternatifler
  • 6. Gerekçelendirme Olmadan [İlerlemek Mümkün müdür]?
    6.1 Güvenilirci Bilgi Teorileri
    6.2 Nedensel Bilgi Teorileri
  • 7. Bilgi, Analiz Edilebilir mi?
  • 8. Epistemik Şans.
  • 9. Metodolojik Seçenekler
  • 10. Teorik-Erdem Yaklaşımları
    10.1 “AAA” Değerlendirmeleri
    10.2 Sahte Ahır Durumları
  • 11. Önce Bilgi
  • 12. Pragmatik Saldırı
  • 13. Bağlamsalcılık.
  • Kaynakça. 

1. Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Olarak Bilgi

Geleneksel (“üçlü”) bilgi analizinin üç bileşeni vardır. Bu analize göre, gerekçelendirilmiş, doğru inanç bilgi için zorunlu ve yeterlidir.

Bilginin Üçlü Analizi:

Eğer p doğruysa;

S, p’nin doğru olduğuna inanırsa;

S, p’ye inanmakta gerekçelendirilmişse;

S, p’yi bilir,

Bilginin üçlü analizi genellikle “gerekçelendirilmiş doğru inanç” anlamında “GDİ” analizi olarak kısaltılır.

Bilginin analizi üzerine yirminci yüzyıl literatürünün çoğu GDİ analizini başlangıç noktası olarak almıştır. Bu analizin felsefe tarihinin büyük bir bölümünde yaygın olarak kabul gördüğünü varsaymak uygun bir kurgu haline gelmiştir. Aslında GDİ analizi, ilk kez yirminci yüzyılda kendisine itiraz edenler tarafından dile getirilmiştir.[1] GDİ teorisine karşı etkili yirminci yüzyıl argümanlarına geçmeden önce, sırayla bilginin üç geleneksel bileşenini kısaca ele alalım.

1.1 Doğruluk Koşulu

Çoğu epistemolog, yanlış olanın bilinemeyeceğini son derece makul bulmaktadır. Örneğin, Kemal Kılıçdaroğlu 2023 Başkanlık seçimlerini kazanmamıştır. Dolayısıyla kimse Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazandığını bilemez. Kişi, yalnızca doğru olan şeyleri bilebilir.

Bazen insanlar, yanlış olduğu ortaya çıkan bir şeyden çok emin olduklarında, durumlarını tanımlamak için “bilir” kelimesini kullanır. Pek çok kişi Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanmasını bekliyordu. Hatta lakayt bir şekilde konuşursak, birçok insanın Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanacağını “bildiği” bile söylenebilir; ta ki kaybedene kadar. Hazlett (2010) bu gibi verilere dayanarak, “bilir” kelimesinin gerçek bir fiil olmadığını savunmaktadır.[2] Hazlett’in teşhisi son derece tartışmalıdır, zira çoğu epistemolog, kelimenin tam anlamıyla doğru olmadığı için, “Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını biliyordum” gibi cümleleri, bir tür abartı olarak değerlendirir.

Bir şeyin doğru olması, herhangi birinin onun doğru olduğunu bilmesini veya kanıtlamasını gerektirmez. Tüm doğrular sabit doğrular değildir. Bir yazı tura atar ve nasıl geldiğini hiç kontrol etmezseniz, kimsenin bunu söylemesinin bir yolu olmasa bile, tura geldiği doğru olabilir. Hakikat, epistemolojik değil metafiziksel bir kavramdır. Zira hakikat, şeylerin nasıl olduğu ile ilgilidir, nasıl olduklarının gösterilebileceği ile değil. Dolayısıyla, yalnızca doğru şeylerin bilinebileceğini söylediğimizde, herhangi birinin hakikate nasıl erişebileceği hakkında (henüz) hiçbir şey söylememiş oluruz. Göreceğimiz gibi, diğer koşulların burada önemli rolleri vardır. Bilgi, hakikatle bir tür ilişkidir. Nitekim bir şeyi bilmek, bir hakikate belirli bir tür erişime sahip olmaktır.[3]

1.2 İnanç Koşulu

İnanç koşulu, doğruluk koşulundan biraz daha tartışmalıdır. İnanç koşulunun ardındaki genel fikir, yalnızca inandığınız şeyi bilebileceğinizdir. Bir şeye inanmamak onu bilmeyi engeller. GDİ teorisi bağlamında “inanç”, tam inanç ya da kesin inanç anlamına gelir. Zayıf bir anlamda, bir kişi, bir şeyin muhtemelen doğru olduğundan emin olduğu için ona “inanabilir.” [Örneğin], bu zayıf anlamda, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanma konusunda favori olduğunu düşünen birisinin, Kılıçdaroğlu’nun kaybetme olasılığını kabul etmese bile, Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına “inandığı” söylenebilir. [Bununla birlikte], açık inanç ise daha güçlüdür (bk. örneğin Fantl & McGrath 2009: 141; Nagel 2010: 413-4; Williamson 2005: 108; veya Gibbons 2013: 201.). P’ye kesin olarak inanmak için, p’ye oldukça yüksek bir güven duymak yeterli değildir. Nitekim bu, bir taahhüt veya emin olmaya daha yakın bir şeydir.

Başlangıçta, p’yi bilmenin p’ye inanmayı gerektirdiği açık gibi görünse de, birkaç filozof inançsız bilginin gerçekten de mümkün olduğunu savunmuştur. Sinan’ın, işten eve döndüğünde, evinin yandığını öğrendiğini varsayalım. Şöyle diyor: “Buna inanmıyorum.” İnanç koşulunu eleştirenler, Sinan’ın evinin yandığını bildiğini (yandığını gördüğünü) ancak sözlerinden de anlaşılacağı üzere buna inanmadığını iddia edebilir. Standart yanıt, Sinan’ın inançsızlık beyanının kelimenin tam anlamıyla doğru olmadığıdır; zira Sinan’ın “inanmıyorum” diyerek iletmek istediği şey, evinin yandığına gerçekten inanmadığı değil, daha ziyade, gördüğü şeyle uzlaşmakta zorlandığıdır. Hakeza eğer gerçekten inanmasaydı, sigorta şirketini aramak gibi sonraki bazı eylemleri oldukça gizemli olurdu.

Colin Radford (1966) tarafından, daha ciddi bir karşıt örnek önerilmiştir. Taner’in İngiliz tarihi hakkında sınava girdiğini varsayalım. Sorulardan biri şudur: “Kraliçe Elizabeth ne zaman öldü?” Taner bildiğini düşünmüyor, ama soruyu doğru yanıtlıyor. Dahası, cevabını bilmediğini düşündüğü diğer birçok soruya da doğru yanıt veriyor. Mevcut durumda, Taner’in Elizabeth ile ilgili sorulan soruya verdiği yanıta odaklanalım:

(E) Elizabeth 1603 yılında ölmüştür.

Radford bu örnekle ilgili olarak aşağıdaki iki iddiada bulunmaktadır:

a. Taner (E)’ye inanmıyor.

b. Taner (E)’yi biliyor.

Radford’un, bu gibi durumlara ilişkin sezgileri kendine özgü gibi görünmemektedir; zira Myers-Schutz & Schwitzgebel (2013), birçok sıradan konuşmacının, Radford’un önerdiği şekilde tepki verme eğiliminde olduğunu gösteren kanıtlar bulmuştur. Radford, (a) şıkkını desteklemek için Taner’in sorunun cevabını bilmediğini düşündüğünü vurgulamaktadır. Cevabına güvenmiyor, çünkü bunun sadece bir tahmin olduğunu düşünüyor. (b) şıkkını destekleyen Radford, Taner’in cevabının hiç de şanslı bir tahmin olmadığını savunmaktadır. Soruların çoğuna doğru yanıt vermesi, bu tür tarihi gerçekleri gerçekten öğrendiğini ve asla unutmadığını göstermektedir.

Radford, (a) ve (b) şıklarının doğru olduğunu kabul ettiğinden, inancın bilgi için zorunlu olmadığını savunmaktadır. Ancak (a) ve (b) şıklarından herhangi birine karşı çıkılabilir. Birisi (a) şıkkını reddederek, Taner’in (E)’ye dair zımni bir inanca sahip olduğunu, ancak bunun bilgi anlamına gelmediğini düşündüğünü iddia edebilir. David Rose ve Jonathan Schaffer (2013) bu yolu seçmiştir. Alternatif olarak, Taner’in doğru cevabının bir bilgi ifadesi olmadığını, belki de öznel konumu göz önüne alındığında, (E)’ye inanmak için bir gerekçeye sahip olmadığını savunarak (b) şıkkını reddedebiliriz. Gerekçelendirme koşulu bir sonraki bölümün konusudur.

1.3 Gerekçelendirme Koşulu

[Gerekçelendirme koşulu] neden zorunludur? Neden bilginin doğru inanç olduğunu söylemiyoruz? Standart cevap, bilgiyi doğru inançla özdeşleştirmenin mantıksız olacağıdır. Çünkü bir inanç yanlış bir şekilde oluşmuş olsa bile doğru olabilir. Soner’in yazı tura attığını ve yazı geleceğine (belirli bir dayanağı olmaksızın) emin bir şekilde inandığını varsayalım. Şans eseri yazı tura gelirse, Soner’in inancı doğrudur; ancak bunun gibi şanslı bir tahmin bilgi değildir. Soner’in bilmesi için, inancının epistemik anlamda doğru ya da uygun olması gerekir; yani, gerekçelendirilmiş olması gerekir.[4]

Sokrates, Platon’un Theaetetus isimli diyaloğunda, “doğru sanı”nın genel olarak bilgi için yetersiz olduğuna işaret ederken, gerekçelendirme koşulu gibi bir şeye duyulan ihtiyacı dile getirir. Örneğin, bir avukat jüriyi doğru olan bir inanca ikna etmek için safsata kullanırsa, bu inanç bilgi oluşturmak için yeterince sağlam temellere dayanmaz.

1.3.1 Gerekçelendirme Yaklaşımları

Bu noktada, epistemologlar arasında, ilgili gerekçelendirme türünün ne olduğu konusunda önemli bir anlaşmazlık söz konusudur. Gerekçelendirme konusunda içselciler, bir inancın gerekçelendirilip gerekçelendirilmediğinin tamamen öznenin bir anlamda içsel durumlarına bağlı olduğunu düşünürler. Bu türden yaygın bir “içselci” anlayışa göre, bir öznenin deneyiminin, yalnızca doğrudan veya iç gözlemsel olarak mevcut olan özellikleri “içsel” sayılır (buna “erişim içselciliği” denilir.) Bir diğerine göre, yalnızca öznenin içsel durumları “içsel”dir (buna “durum içselciliği” denilir). Buradaki ayrım için bk. Feldman & Conee 2001.

Conee ve Feldman, içselci görüşün bir örneğini sunmaktadır. Onlara göre, S’nin p’ye olan inancı, ancak ve ancak p’ye olan inancının S’nin kanıtlarına en iyi uyan tutum olması halinde gerekçelendirilir ve bu tutum sadece S’nin içsel zihinsel durumlarına bağlı olarak anlaşılır. Conee ve Feldman, kendi görüşlerini, “kanıtsalcılık” olarak adlandırmakta ve bunu gerekçelendirmenin tamamen öznenin kanıtlarıyla ilgili bir mesele olduğu tezi olarak nitelendirmektedir. Bir öznenin sahip olduğu kanıtın içsel bir mesele olduğu yönündeki (temelsiz olmayan) varsayımlar göz önüne alındığında, kanıtsalcılık, içselcilik anlamına gelir.[5] [Öte yandan] gerekçelendirme söz konusu olduğunda, dışsalcılar ise öznenin dışındaki faktörlerin gerekçelendirmeyle ilgili olabileceğini düşünürler.[6] Örneğin, süreç güvenilircileri, gerekçelendirilmiş inançların, yanlış olanlara göre yüksek oranda doğru inanç üretme eğiliminde olan bilişsel bir süreç tarafından oluşturulan inançlar olduğunu düşünürler.[7] Güvenilirci yaklaşımların bilgi analizine nasıl dayandığı sorusuna 6.1. bölümde değineceğiz.

1.3.2 Gerekçelendirme Türleri

Standart olarak, “önermesel gerekçelendirme” ve “kanısal gerekçelendirme” olarak adlandırılan, önemli ölçüde farklı iki gerekçelendirme kavramı arasında ayrım yapılabileceğini belirtmemiz gerekir. (Bazen sırasıyla “ex ante” ve “ex post” gerekçelendirme olarak bilinirler.)[8] İçselci ve dışsalcı gerekçelendirme yaklaşımları arasındaki ayrımın aksine, önermesel ve kanısal gerekçelendirme arasındaki ayrım çözülmesi gereken bir çatışmayı temsil etmez. Bu konu, “gerekçelendirme” olarak adlandırılan iki farklı özellik arasındaki bir ayrımdır.[9] Önermesel gerekçelendirme, bir öznenin belirli bir önermeye inanmak için yeterli nedene sahip olup olmamasıyla ilgilidir; hakeza kanısal gerekçelendirme, belirli bir inancın uygun bir şekilde tutulup tutulmamasıyla ilgilidir.[10] Bu ikisini ilişkilendirmenin yaygın bir yolu, önermesel gerekçelendirmenin daha temel olduğunu ve kanısal gerekçelendirmenin bir öznenin önermesel gerekçelerine uygun bir şekilde yanıt veren veya bunlara dayanan bir inanca sahip olması meselesi olduğunu öne sürmekten ileri gelir.

Önermesel ve kanısal gerekçelendirme arasındaki kesin ilişki tartışmaya açıktır, ancak bu iki kavramın birbirinden ayrılabileceği tartışmasızdır. Gönül’ün belirli bir mahallenin tehlikeli olduğunu gösteren çok sayıda mükemmel kanıtı görmezden geldiğini, fakat sokaktan geçen siyah bir kedi gördüğünde, batıl bir inançla mahallenin tehlikeli olduğuna inandığını varsayalım. Batıl inanç temelinde inanç oluşturmak, epistemik olarak uygun bir inanç oluşturma yolu olmadığından, Gönül’ün inancı, kanısal olarak gerekçelendirilmiş değildir. Ama yine de, böyle inanabilmesi için iyi bir nedeni vardır ve dolayısıyla mahallenin tehlikeli olduğu önermesi için önermesel gerekçelendirmeye sahiptir.

Bilgi, özellikle başarılı bir inanç türü olduğundan, kanısal gerekçelendirme bilgiyle yakından ilişkili olmak için daha güçlü bir adaydır; nitekim GDİ teorisinin tipik olarak kanısal gerekçelendirmeye başvurduğu düşünülür (ancak bk. Lowy 1978).

2. Hafif Bilgi

Bazı epistemologlar “bilgi” teriminin birden fazla anlamı olabileceğini ve bunların hepsinin üçlü bilgi teorisinin üç unsurunu da gerektirmediğini öne sürmüşlerdir. Örneğin, bazıları yukarıda işaret edilen “bilgi” anlayışına ek olarak, yalnızca doğru inancı gerektiren bir başka zayıf “bilgi” anlayışı olduğunu ileri sürmüştür (örneğin bk. Hawthorne 2002 ve Goldman & Olsson 2009; sonuncusu konuyla ilgili ek referanslar içermektedir). Bu görüş, bazen, birinin p’yi bilip bilmediğini düşündüğümüzde ya da bir grup insandan hangisinin p’yi bildiğini merak ettiğimizde, genellikle ilgili öznelerin gerekçelendirilmiş inançlara sahip olup olmadıklarıyla hiç ilgilenmediğimiz, sadece doğru inanca sahip olup olmadıklarını bilmek istediğimiz düşüncesiyle motive edilirler. Örneğin, Hawthorne’un (2002: 253-54) işaret ettiği gibi, kaç öğrencinin Viyana’nın Avusturya’nın başkenti olduğunu bildiği sorulabilir ve doğru cevabın, inançlarının gerekçelendirilip gerekçelendirilmediğine bakılmaksızın, ilgili soruya cevap olarak “Viyana” diyen öğrencilerin sayısı olduğu düşünülebilir. Benzer şekilde, İsa için sürpriz bir parti planlıyorsanız ve bunu bilip bilmediğini sorarsanız, sadece İsa’nın bir parti planladığınıza inandığı gerekçesiyle “evet” uygun bir cevap olabilir.

Sadece doğru inancı gerektiren hafif bir bilgi anlayışının varlığına izin verilebilir ve bir başka seçenek de sezgisel cümleleri olduğu gibi doğru olarak kabul etmeyi reddetmekten ileri gelebilir. Örneğin bir teorisyen, “İsa bir parti planlandığını biliyor” ya da “on sekiz öğrenci Viyana’nın Avusturya’nın başkenti olduğunu biliyor” gibi cümlelerin, öngörülen durumlarda, kelimenin tam anlamıyla doğru olduğunu reddedebilir ve bu cümlelerin görünürdeki isabetliliğini gevezelik ya da abartı olarak açıklayabilir.

“Biliyor”un gerekçelendirme gerektirmeyen hafif bir anlamı olduğunu düşünen epistemologlar arasında bile, çoğu tipik olarak, bunu gerektiren daha güçlü bir anlamın da olduğunu ve bilgi hakkındaki epistemolojik teorileştirmenin ana hedefinin bu daha güçlü durum olduğunu kabul eder. Aşağıda, eğer gerçekten varsa, hafif anlamı bir kenara bırakıp daha güçlü olana odaklanacağız.

3. Gettier Problemi

Çok az sayıda çağdaş epistemolog, GDİ analizinin yeterliliğini kabul etmektedir. Epistemologların çoğu, üçlü teorinin her bir unsurunun bilgi için zorunlu olduğu konusunda hemfikir olsa da, bu unsurlar toplu olarak yeterli görünmemektedir. Yine de bilginin gerisinde kalan gerekçelendirilmiş doğru inanç vakaları var gibi görünmektedir. İşte bir tür örnek:

Sıcak bir günde su aradığımızı hayal edin. Birdenbire su görüyoruz ya da biz öyle sanıyoruz. Aslında su değil, bir serap görüyor, ama o noktaya ulaştığımızda şansımız yaver gidiyor ve bir kayanın altında su buluyoruz. Su hakkında gerçek bir bilgiye sahip olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Cevap olumsuz gibi görünüyor, çünkü sadece şanslıydık. (Dreyfus 1997: 292’den alıntılanmıştır.)

Bir başka örnek, Hintli filozof Dharmottara’dan (MS 770 civarı) gelmektedir. 14. yüzyıl İtalyan filozofu Mantua’lı Peter de benzer bir örnek ortaya koymuştur:

Platon’un yanınızda olduğunu ve onun koştuğunu bildiğinizi, ancak yanlışlıkla onun Sokrates olduğuna inandığınızı, böylelikle de Sokrates’in koştuğuna kesin olarak inandığınızı varsayalım. Bununla birlikte, ayrıca Sokrates’in aslında Roma’da koşuyor olduğunu; ancak sizin bunu bilmediğinizi de [göz önünde bulunduralım.] (Mantua’lı Peter’in De scire et dubitare adlı eserinden, Boh 1985: 95’te verilmiştir)

Gerekçelendirilmiş doğru inancın önemli bir anlamda gerçekle bağlantısız göründüğü bu gibi durumlar, Edmund Gettier’in 1963 tarihli “Is Justified True Belief Knowledge?” başlıklı makalesinde popüler hale gelmiştir. Gettier, doğru bir inancın gerekçelendirilmiş yanlış bir inançtan çıkarıldığı iki durum sunmuştur. Sezgisel olarak bu tür inançların bilgi olamayacağını, doğru olmalarının sadece şans [meselesi] olduğunu gözlemlemiştir.

Gettier’in literatüre yaptığı katkının onuruna, bu gibi durumlar “Gettier Durumları” olarak bilinmektedir. Birçok epistemolog, [Gettier Durumları’nın] GDİ analizini çürütüyor gibi göründüğü için, bu gibi durumları revize etme yoluna gitmiştir. Öyleyse Gettier durumlarına uyum sağlamak için bilgi analizi nasıl değiştirilmelidir? Bu [soruya verilen yanıtlar] genellikle “Gettier problemi”[ne çözüm önerileri] olarak adlandırılır.

Yukarıda, gerekçelendirmenin bir rolünün, şanslı tahminleri, bilgi durumları olarak dışarıda tutması olarak vermiştik. Gettier probleminden çıkarılacak bir ders de, gerekçelendirilmiş doğru inançların bile, bilgi ile tutarsız bir şekilde epistemik olarak şanslı olabileceği şeklindedir.

GDİ yaklaşımının, temelde doğru olduğunu düşünen epistemologlar, Gettier problemini çözmek için iki farklı strateji arasında seçim yapmak zorundadır. Birincisi, Gettier durumlarını gerekçelendirilmiş inanç durumları olarak dışlamak için, gerekçelendirme koşulunu güçlendirmekten ileri gelir. Bu husus, Roderick Chisholm tarafından irdelenmiştir.[11] Bu stratejiye aşağıda bulunan 7. bölümde tekrar değineceğiz. Diğeri ise GDİ analizini uygun bir dördüncü koşulla, gerekçelendirilmiş doğru inancın “gettier” olmasını engellemeyi başaran bir koşulla değiştirmektir. Bu şekilde değiştirilen GDİ analizi, GDİ+X bilgi açıklamasına dönüşür; yani, burada “X”, gerekli dördüncü koşulu temsil eder.

Mevcut durumda, bir “de-gettiering” koşulunu ifade etmeye yönelik bu girişimin bir örneğini ele alalım.

4. Yanlış Lemmalar (Yardımcı Teorem) Olmayışı

Bir öneriye göre, aşağıda bulunan dördüncü koşul işe yarayacaktır:

(iv) S’nin p’ye dair inancı, herhangi bir yanlışlıktan çıkarılmaz.[12]

Gettier’in durumlarında, gerekçelendirilmiş doğru inanç, gerekçelendirilmiş yanlış inançtan çıkarılır. Dolayısıyla (iv) koşulu, bunun neden bilgi olmadığını açıklar. Ancak, “yanlış lemmaların olmadığı” önerisi, genel olarak başarılı değildir. Gettier durumlarının hiçbir çıkarım içermemesi gereken örnekleri vardır; bu nedenle, (iv) koşulu karşılansa bile, bilgi olmadan gerekçelendirilmiş doğru inancın olası durumları vardır. Örneğin, bir parkta bulunan bankta dinlenen Arda’nın yakındaki bir tarlada bir köpek gördüğünü varsayalım. O, bu durumda şuna inanır:

d. Tarlada bir köpek var.

Dahası, sözde köpeğin, aslında gerçek bir köpekten sadece görüşle ayırt edilemeyecek kadar mükemmel bir robot köpek olduğunu varsayalım. Arda, bu tür robot köpeklerin varlığından haberdar değildir; bir Japon oyuncak üreticisi bunları daha yeni geliştirmiştir ve Arda’nın gördüğü şey, halkın tepkisini test etmek için kullanılan bir prototiptir. Bu varsayımlar göz önüne alındığında, (d) elbette yanlıştır. Ancak robot köpeğin sadece birkaç metre ötesinde Arda’nın görüş alanından gizlenmiş gerçek bir köpek olduğunu varsayalım. Bu varsayım göz önüne alındığında, Arda’nın (d)’ye olan inancı doğrudur. Ve bu inanç, sıradan algısal süreçlere dayandığından, çoğu epistemolog bunun haklı olduğunu kabul edecektir. Ancak Gettier’in durumlarında olduğu gibi, Arda’nın inancı, sadece bir şans meselesi olarak, bilgi ile tutarsız bir şekilde doğru görünmektedir. Yani bir kez daha, önümüzde bilgi olmayan gerekçelendirilmiş doğru bir inanç vardır.[13] Muhtemelen bu inanç, doğrudan görsel bir deneyimle gerekçelendirilmiştir; yani, herhangi bir yanlıştan çıkarılmamıştır. Eğer öyleyse, GDİ açıklaması, (iv) ile desteklense bile, bize Arda’nın (d)’yi bildiği gibi yanlış bir sonuç verir.

(iv) maddesinin işe yaramayacağını gösteren bir başka örnek de ünlü Barn County durumudur (Goldman 1976). Orta Batı’da aşağıdaki tuhaf özelliğe sahip bir ilçe olduğunu varsayalım. Bu ilçeden geçen yolun yanındaki manzara ahır cepheleriyle doludur; yani, yoldan bakıldığında tam olarak ahır gibi görünen yapılar vardır. Başka herhangi bir açıdan bakıldığında bu yapıların sahte olduğu hemen anlaşılacaktır; nitekim bundan şüphelenmeyen sürücüleri ahırların varlığına inandırmak amacıyla dikilmiş cihazlar vardır. Soner’in Barn County’den geçen yol boyunca araba kullandığını varsayalım. Doğal olarak, birçok kez ahırların varlığına dair yanlış inançlar oluşturacaktır. Soner’in organize bir aldatmacanın kurbanı olduğundan şüphelenmek için hiçbir nedeni olmadığından, bu inançlar haklıdır. Şimdi, Soner’in şurada bir ahır olduğuna inandığı durumlardan birinde, ilçedeki tek ve gerçek ahıra baktığını varsayalım. Bu kez inancı haklı ve doğrudur. Ancak doğruluğu şansın bir sonucu olduğu için, Soner’in inancının bir bilgi örneği olmadığına karar vermek son derece makuldür. Yine de bu durumda (iv) koşulu karşılanmaktadır. Zira Soner’in inancı bir yanlıştan herhangi bir çıkarımın sonucu değildir. Böylelikle bir kez daha, (iv)’nin Gettier problemine genel bir çözüm olarak başarılı olamadığını görmüş oluruz.

5. Modal Koşullar

5.1 Hassasiyet

Bilgiye ilişkin bir diğer dördüncü aday koşul ise hassasiyettir. hassasiyet, ilk yaklaşım olarak karşıt-olgusal ilişkiyle [alakalıdır]:

S’nin p’ye dair inancı, ancak ve ancak p yanlışsa hassastır ve eğer öyleyse S, p’ye inanmayacaktır.

Bilgi üzerine bir hassasiyet koşulu, Robert Nozick (1981) tarafından savunulmuştur. Lewis’in (Lewis 1973) karşıt-olgusal koşullular semantiği göz önüne alındığında, hassasiyet koşulu, p’nin olmadığı en yakın mümkün dünyalarda öznenin p’ye inanmaması gerekliliğine eşdeğerdir.

Bir bilgi analizine hassasiyet koşulunu dahil etmenin motivasyonlarından biri, bilginin yalnızca doğru olmayı değil, diğer mümkün koşullarda da doğruyu takip etmeyi gerektirdiği şeklindeki sezgisel bir anlamdan ileri gelir. Bu yaklaşım, en azından bazı Gettier durumlarında neyin yanlış gittiğine dair makul bir teşhis gibi görünmektedir. Örneğin, Dharmottara’nın çöl suyu durumunda, belirli bir yerde su olduğuna dair inancınız, su gerçeğine karşı duyarsız görünmektedir. Zira orada su olmasaydı, aynı gerekçeyle, yani serap nedeniyle aynı inanca sahip olurdunuz.

Bununla birlikte, bir hassasiyet koşulunun Gettier durumları olgusunu genel olarak açıklayabileceği şüphelidir. Bu durum yalnızca söz konusu önerme yanlış olsaydı yine de inanılacak olan durumlarda geçerlidir. Ancak, Saul Kripke’nin (2011: 167-68) işaret ettiği gibi, tüm Gettier durumları bu şekilde değildir. Örneğin yukarıda bahsedilen Barn County durumunu ele alalım. Soner, bir ahırın bulunduğu belirli bir yere bakar ve orada bir ahır olduğuna inanır. Hassasiyet koşulu, bu inancı bilgi olmaktan çıkarır, ancak orada ahır olmasaydı Soner yine de ahır olduğuna inanacaktı. Hakeza bu karşıt-olgusal durum, Barn County durumunun nasıl kurulduğuna bağlı olarak yanlış olabilir. Örneğin, Soner’in incelediği belirli bir yer bir ahır cephesinin dikilmesi için uygun bir yer değilse yanlıştır. Bununla bağlantılı olarak, Kripke’nin de belirttiği gibi (2011: 186), ahır cephelerinin her zaman yeşil, ancak gerçek ahırların her zaman kırmızı olduğunu varsayarsak, Soner’in kırmızı bir ahır gördüğüne dair inancı hassas olacaktır, ancak bir ahır gördüğüne dair inancı hassas olmayacaktır. (Soner’in, rengin ilgili herhangi bir şeyi ifade ettiğinden habersiz olduğunu varsayıyoruz.) Sezgisel olarak, ilk inanç ikincisiyle aynı şekilde bilgiden yoksun göründüğünden, hassasiyet koşulu, Gettier durumlarından kaynaklanan sezgisel sorunların yalnızca bir kısmıyla başa çıkacaktır.

Günümüz epistemologlarının çoğu bilgiye ilişkin hassasiyet koşullarını reddetmektedir. Hassasiyet koşuluna karşı başlıca motivasyon, makul varsayımlar göz önüne alındığında, “menfur bağlaçlar” olarak adlandırılan kabul edilemez sonuçlara yol açmasıdır.[14] Bunu görmek için, öncelikle sıradan bilgi hakkındaki şüpheciliğin yanlış olduğunu varsayalım.  Zira sıradan özneler, normalde bildiklerini varsaydığımız şeylerin en azından çoğunu bilirler. Örneğin, ellerini gayet iyi görebilen ve kullanabilen Musa, elleri olduğunu bilir. Bu, elbette bilgi üzerindeki hassasiyet koşuluyla mükemmel bir şekilde tutarlıdır, çünkü Musa’nın elleri olmasaydı (örneğin yakın zamanda kesilmiş olsalardı), elleri olduğuna inanamazdı.

Mevcut durumda, Musa’nın ellerinin olmadığı şüpheci bir senaryo hayal edelim. Musa’nın Kartezyen bir cinin kurbanı olduğunu ve onu kandırarak elleri olduğuna inandırıldığını varsayalım. Eğer Musa böyle bir senaryonun içinde olsaydı, elbette kendisinin böyle bir senaryonun içinde olmadığına yanlış bir şekilde inanırdı. Dolayısıyla, hassasiyet koşulu göz önüne alındığında, Musa böyle bir senaryoda olmadığını bilememektedir.[15]

Her ne kadar bu iki yargı (sıradan bilgi hakkında bilgi atfeden ve şüpheci senaryo hakkında bilgiyi inkar eden) tartışmalı bir şekilde sezgisel olsa da, bunları bir arada tutmak sezgisel olarak sorunludur. DeRose’un terimiyle, bunların bir araya gelmesi menfurdur: “Musa elleri olduğunu biliyor ama Kartezyen bir cinin elsiz kurbanı olmadığını bilmiyor.” Bilgiye ilişkin bir hassasiyet koşulu, sıradan bilginin var olduğuna dair şüpheci olmayan iddiayla birleştiğinde, bu tür menfur bağlaçları ima ediyor gibi görünmektedir.[16]

Çağdaş epistemologların çoğu, bu gibi düşünceleri duyarlılık koşullarını reddetmek için yeterli neden olarak görmektedir.[17] Fakat, duyarlılık koşulunun menfur bağlaçlara bağlılıktan kaçınabileceği yönündeki bir yorum ve onay için bk. Ichikawa’ya (2011a).

5.2 Güvenlik

Günümüzde çok az epistemolog bilgiye ilişkin bir hassasiyet koşulunu onaylasa da, bilginin, bir öznenin bilinen önermeyle belirli bir modal ilişki içinde olmasını gerektirdiği fikri popülerliğini korumaktadır. Ernest Sosa, 1999 tarihli “How to Defeat Opposition to Moore” başlıklı makalesinde, güvenlik koşulunun, hassasiyetin oynaması amaçlanan rolü üstlenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Sosa, güvenliği, duyarlılığın karşıt-olgusal devriği olarak nitelendirmiştir.

Hassasiyet:

Eğer p yanlış olsaydı, S p’ye inanmazdı.

Güvenlik:

Eğer S, p’ye inansaydı, p yanlış olmazdı.[18]

[Her ne kadar buradaki devrik maddi koşul için geçerli olsa da (A⊃B eğer ∼B⊃∼A), Sosa, bunun karşıt-olgular için geçersiz olduğunu, bu nedenle de hassasiyet ve güvenliğin eşdeğer olmadığını öne sürmektedir. Sosa’ya göre, hassas olmayan güvenli bir inanca örnek olarak, uzak bir şüpheci senaryonun gerçekleşmeyeceğine dair inanç verilebilir. Yukarıda tartışıldığı şekliyle, Musa’nın hiçbir zaman Kartezyen bir cinin kurbanı olma riski altında olmadığını şart koşarsak (çünkü diyelim ki Musa’nın dünyasında Kartezyen cinler mevcut değildir), o halde Musa’nın böyle bir kurban olmadığına dair inancı, önceki bölümde bunun hassas olamayacağını görmüş olsak da, güvenli bir inançtır. Musa’nın Kartezyen cinler tarafından aldatılma riski altında olmadığını belirtmemize rağmen, Musa’nın kendisinin bu gerçeğe özel bir erişimi olduğunu belirtmediğimizin altını çizelim. Zira aksi takdirde, güvenlik, hassasiyet gibi, “erişim” anlamında bilgi üzerinde dışsalcı bir koşul olacaktır. Aynı zamanda “durum” anlamında da dışsaldır, hakeza ilgili karşıt-olguların doğruluğu öznenin dışındaki özelliklere bağlı olacaktır.

Güvenliği, bu karşıt-olgusal terimlerle tanımlamak, karşıt-olgusal koşulların semantiği hakkındaki temel varsayımlara bağlıdır.[19] Örneğin David Lewis’in veya Robert Stalnaker’ın karşıt-olgusalları ele alış şeklini kabul edecek olursak, buna göre gerçek dünyanın her zaman benzersiz bir şekilde en yakın olduğu güçlü bir merkezleme koşulu da dahil olmak üzere, tüm doğru inançlar, karşıt-olgusal güvenlik analizine göre, güvenli sayılacaktır.[20] Sosa, ilgili karşıt-olgusalların daha güçlü bir iddiada bulunmasını, kabaca S’nin p’ye inandığı tüm yakın dünyalarda p’nin yanlış olmamasını gerektirmesini amaçlamaktadır.

O halde, karşıt-olgusalların tartışmalı bir şekilde ele alınmasına dayanmak yerine, Sosa’nın da sıklıkla yaptığı gibi, güvenlik koşulunu, şu modal terimlerle daha doğrudan anlamak daha açıklayıcı olabilir:

Güvenlik:

S’nin p’ye inandığı tüm yakın dünyalarda p yanlış değildir.

Bilgiye ilişkin bir GDİ+güvenlik analizinin başarılı olup olamayacağını değerlendirmek, belirtilen “yakın” koşulunun belirsizliği göz önüne alındığında biraz zordur. Potansiyel karşıt örneklerin durumu, her zaman kolay uygulanabilir olmayacaktır. Örneğin, Juan Comesaña (2005), bilginin güvenli olması şartını çürütmek için ele aldığı bir durumu sunmaktadır. Comesaña’nın örneğinde, bir Cadılar Bayramı partisinin ev sahibi, konukları partiye yönlendirmesi için Sezen’i görevlendirir. Sezen’in talimatları herkese aynı talimatları vermektir, ki bu talimatlar gerçekten de doğrudur, ancak Yiğit’i görürse partinin başka bir yere taşınacağını söyler. (Ev sahibi Yiğit’in partiyi bulmasını istememektedir.) Yiğit’in hiç gelmediğini varsayalım. Belirli bir konuk, partiye çok gerçekçi bir Yiğit kostümü giymeye karar vermezse, ancak neredeyse giyerse, Sezen’in ifadesine dayanarak partinin nerede olduğuna dair inancı doğru olacaktır. Fakat Comesaña’ya göre bu, kolaylıkla yanlış olabilir. (Kostümü konusunda sadece biraz farklı bir seçim yapmış olsaydı, kandırılmış olacaktı). Comesaña, bu durumu, bilgi üzerindeki güvenlik koşuluna bir karşıt örnek olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte, bir güvenlik teorisyeninin, ilgili şüpheci senaryonun mümkün ve bir anlamda yakın olmasına rağmen, güvenlik koşulunu yanlışlamak için ilgili açıdan yeterince yakın olmadığını iddia etmesi açıktır. Böyle bir teorisyen, güvenlik koşulunun net hükümler vermesini istiyorsa, ilgili benzerlik kavramının tam olarak ne anlama geldiğini ifade etme göreviyle karşı karşıya kalacaktır (ayrıca bk. Bogardus 2014).

Bir güvenlik koşulunun tüm diğer açıklamaları, bu koşulun bir bilgi analizinde kullanılması için uygun olmayacaktır. Özellikle, güvenlikle ilgili olan benzerliğin kendisi bilgi açısından açıklanırsa, güvenliğe atıfta bulunan bir bilgi analizi, bu açıdan döngüsel olacaktır. Örneğin, Timothy Williamson güvenliği bu şekilde tanımlamaktadır. O, Alvin Goldman’ın bir meydan okumasına yanıt olarak şöyle yazmaktadır:

Birçok durumda, bilginin ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayan biri güvenliğin elde edilip edilmediğini belirleyemeyecektir. Bazı durumları dışlamak için güvenliğin doğruluğu gerektirdiği ilkesini kullanabilseler de, ilginç olanlar bunlar değildir. Bu nedenle Goldman, çatışan düşüncelerin farklı yönlere çekildiği çeşitli örnekler hakkında güvenlik hesabının ne öngördüğünü sorduğunda hayal kırıklığına uğrayacaktır. Güvenliğin sağlanıp sağlanmadığına karar vermek için önce bilginin sağlanıp sağlanmadığına karar vermek gerekebilir, tersi değil. (Williamson 2009: 305)

Güvenlik, yalnızca bilgi açısından anlaşıldığından, bu şekilde anlaşılan güvenlik, bir bilgi analizine hizmet edemez. Williamson’ın niyeti de bunu yapmak değildir; aşağıda göreceğimiz gibi, Williamson, bilgiyi analiz etme projesini reddeder. Bu, elbette güvenliğin bilgi için gerekli bir koşul olduğunu iddia etmekle, ikincisinin birincisini gerektirdiği şeklindeki basit anlamda tutarlıdır.

5.3 İlgili Alternatifler

Bilgiye ilişkin modal koşullara dair bahsedilmeye değer üçüncü bir yaklaşım, bir öznenin p’yi bilmesi için p’ye ilişkin tüm “ilgili alternatifleri” bertaraf etmesi gerektiğidir. Bu görüşün ilk önemli savunucuları arasında, Stine 1976, Goldman 1976 ve Dretske 1981 yer almaktadır. Bilgiye yönelik bu yaklaşımın ardındaki fikir, bir öznenin p’yi bilmesi için p’ye rakip hipotezleri “bertaraf” edebilmesi gerektiğidir; ancak, tüm p olmayan olasılıkların yalnızca bir alt kümesi bilgi atıfları için “ilgilidir.” Örneğin, Apple’ın iPhone’unun üretilmiş çeşitli modelleri arasındaki farkları düşünelim. Belirli bir telefonun 6S modeli olduğunu görebilmek için, kişinin iPhone 6S ile iPhone 7 arasındaki farkı söyleyebilmesi gerektiğini varsaymak doğaldır; söz konusu telefonun daha yeni bir model olma olasılığı ilgili bir alternatiftir. Ancak belki de bir iPhone 6S olduğu inancının yanlış olduğu ve göz ardı edilmesi gerekmeyen başka olasılıklar da vardır. Örneğin telefonun bir iPhone değil de Çin malı bir çakma olması olasılığının dikkate alınmasına gerek yoktur. Aynı şekilde, telefonun hiç olmaması, telefona benzer görünümlerin Kartezyen bir cinin entrikalarının ürünü olması olasılığı için de aynı şey geçerlidir. Bu durumlarda ve bilgiye ilgili-alternatifler yaklaşımını motive eden diğer pek çok durumda, ilgili alternatiflerin gerçekliğe ilgisiz olanlardan daha fazla benzer olma eğiliminde olduğunun ve sezgisel bir anlamın altını çizmemiz gerekir. Bu nedenle, ilgili alternatifler teorisi ve güvenlik teorisi yaklaşımları hem hüküm hem de ruh olarak çok benzerdir. Bir güvenlik teorisyeninin durumunda olduğu gibi, ilgili alternatifler teorisyeni de belirli bir durumda hangi olasılıkların ilgili olduğunu neyin belirlediğini ifade etmeye çalışırken bir zorlukla karşı karşıyadır.[21]

6. Gerekçelendirme Olmadan [İlerlemek Mümkün müdür]?

Görüldüğü üzere, bir bilgi analizine gerekçelendirme koşulunu dahil etmenin bir motivasyonu, şanslı tahminlerin bilgi olarak sayılmasını önlemektir. Ancak Gettier problemi, bir gerekçelendirme koşulunun dahil edilmesinin epistemik açıdan sorunlu tüm şans örneklerini ortadan kaldırmadığını göstermektedir. Sonuç olarak, bazı epistemologlar bilgi üzerine bir gerekçelendirme koşulu koymanın yanlış bir hamle olduğunu öne sürmüşlerdir; belki de bilginin bileşenleri olarak doğruluk ve inançla birlikte dahil edilmesi gereken başka bir koşuldur. Bu tür bir strateji 1960’ların sonlarından 1980’lerin başlarına kadar bir dizi yazar tarafından ileri sürülmüş, ancak o zamandan beri nispeten az tartışılmıştır.[22] Konu hakkında, Kornblith 2008, dikkate değer bir istisna sunmaktadır.

6.1 Güvenilirci Bilgi Teorileri

Böyle bir durum için aday özelliklerden biri güvenilirciliktir. Şanslı tahminlerle ilgili sorunlu olan şeylerden biri de tam olarak şanslı olmalarıdır: zira bu tür tahminler öyle bir şekilde oluşturulur ki doğru çıkmaları pek olası değildir. Belirli bir bilgi güvenilirciliği biçimine göre, bu tür inançların bilgi olmasını engelleyen şey, gerekçelendirme eksikliği değil, güvenilmezliktir. Güvenilirlikçi bilgi kuramları, bu fikri, bilgi üzerindeki bir güvenilirlik koşuluna dahil eder.[23] İşte böyle bir görüşün örneği:

Basit K-Güvenilirciliği:

S, p’yi eğer şöyle ise bilir:

a.  p doğrudur;

b.  S, p’nin doğru olduğuna inanır;

c. S’nin p’ye olan inancı güvenilir bir bilişsel süreç tarafından üretilmiştir.

Basit K-Güvenilirciliği, geleneksel üçlü teorideki gerekçelendirme maddesinin yerine güvenilirlik maddesini koyar. Gördüğümüz gibi, gerekçelendirme konusunda güvenilirlikçiler bir inancın gerekçelendirilmesinin, güvenilir bir bilişsel süreçte ortaya çıktığını düşünürler. Bu görüş göz önüne alındığında, Basit K-Güvenilirciliği ve GDİ teorisi eşdeğerdir. Ancak, mevcut öneri gerekçelendirme konusunda sessiz kalmaktan ileri gelir. Goldman 1979, gerekçelendirme konusunda güvenilirciliğin ufuk açıcı savunmasıdır; bu yaklaşım, Goldman’ın 1986 yılındaki çalışmasıyla birlikte, bilgi üzerine genişletilmiştir. Genel olarak güvenilirciliğin bir incelemesi için bk. Goldman, 2011.

Aşağıdaki pasajda, Fred Dretske, K-güvenilirciliği gibi bir yaklaşımın nasıl motive edilebileceğini ifade etmektedir:

Bilginin, güvenilir bir şekilde üretilmiş gerçek inançtan başka veya en azından bundan daha fazlasını gerektirdiğini düşünenler, kişinin güvenilir bir şekilde üretilmiş inançlarının güvenilir bir şekilde üretildiği inancını (genellikle) gerekçelendirme yolunda bir şey gerektirdiğini düşünürler, bana öyle geliyor ki, Bu gerekçenin ne gibi faydalar sağlaması gerektiğini söyleme yükümlülüğü…. Kimin buna ihtiyacı var ve neden? Eğer bir hayvan tamamen güvenilir bir inanç üretme mekanizmasını miras alırsa ve aynı zamanda her şey eşit olmak üzere, bu şekilde üretilen inançlara dayanarak hareket etme eğilimini de miras alırsa, inançların bazı durumlarda üretildiğine dair bir gerekçelendirmenin sağladığı ek faydalar nelerdir? Bunda güvenilir yol nedir? Ek faydalar yoksa bu gerekçenin ne faydası vardır? Neden kimsenin bilgi olmadan bilgiye sahip olamayacağı konusunda ısrar edelim? (Dretske 1989: 95).

Dretske’ye göre, güvenilir bilişsel süreçler bilgi aktarır ve böylece sadece insanlara değil (insan olmayan) hayvanlara da bilgi kazandırır. O, şöyle yazar:

​En azından hayvanların (bir kurbağa, fare, maymun veya köpeğim) geleneksel bilgi analizlerinde yer alan daha sofistike zihinsel işlemlere muktedir olduklarını varsaymak zorunda kalmadan bir şeyleri bilebilecekleri olasılığına izin verecek bir tanımlama talep ediyorum. (Dretske 1985: 177).

Kurbağaları, fareleri ya da köpekleri, gerekçelendirilmiş ya da gerekçelendirilmemiş inançlara sahip olarak düşünmek tuhaf görünmektedir. Yine de hayvanlara bilgi atfetmek, “bilgi” kelimesini kullanma pratiğimizle kesinlikle uyumludur. Dolayısıyla, Dretske ile birlikte, bilen özneler arasında hayvanları da içeren bir bilgi açıklaması istiyorsak, geleneksel GDİ açıklamasını K-güvenilirciliği gibi bir şey lehine terk etmek isteyebiliriz.

6.2 Nedensel Bilgi Teorileri

K-Güvenilirciliği ile benzer bir ruha sahip bir başka hareket, GDİ teorisindeki gerekçelendirme hükmünü, inanç ile inanılan olgu arasında nedensel bir bağlantı gerektiren bir koşulla değiştirmekten ileri gelir.[24] Bu, Goldman’ın (1967, 1976) yaklaşımıdır.[25] Goldman’ın kendi nedensellik teorisi sofistike bir teoridir; burada ayrıntılarına girmeyeceğiz. Goldman’ın makalelerine bk. Bunun yerine, nedensel teorilerin arkasındaki temel motivasyonu gösteren basitleştirilmiş bir nedensel bilgi teorisini ele alalım.

Basit Nedensel Bilgi Teorisi:

S, p olduğunu biliyorsa

a. p doğrudur;

b. S, p’ye inanmaktadır;

c. S’nin p’ye olan inancı p gerçeğinden kaynaklanır.

Basit K-Güvenilirliği ya da Basit Nedensel Teori gibi yaklaşımlar, Gettier durumları açısından GDİ teorisinden daha mı iyidir? Her ne kadar bazı savunucuları bunu öne sürmüş olsalar da (örneğin Dretske 1985: 179; Plantinga 1993: 48), GDİ teorisine yönelik standart karşı örneklerin çoğu, bu görüşleri de çürütüyor gibi görünmektedir. Ahır cepheleri örneğini tekrar ele alalım. Soner gerçek bir ahır görür ve bu yüzden yakınlarda bir ahır olduğuna inanır. Bu inanç, büyük ölçüde güvenilir olan algısal süreçler tarafından oluşturulmuştur, zira sadece nadiren onu, yanlış inançlara yönlendirirler. Dolayısıyla bu örnek, GDİ teorisinin koşullarını karşıladığı kadar Basit K-Güvenilirliği koşullarını da karşılıyor gibi görünmektedir. Bu aynı zamanda nedensel teoriye de bir karşı örnektir, çünkü Soner’in algıladığı gerçek ahır, inancından nedensel olarak sorumludur. Bu nedenle, gerekçelendirmeden güvenilirlik gibi bir koşula geçmenin Gettier probleminden kaçınacağından şüphe etmek için nedenler vardır.[26] Gettier durumları, GDİ açıklaması için olduğu kadar K-güvenilirliği ve nedensel teoriler için de sorun teşkil ediyor gibi görünmektedir. Her iki teori de, akıllıca bir “de-gettiering” maddesiyle değiştirilmediği sürece, bilgi için yeterli koşulları belirtmeyi başaramamaktadır.[27]

7. Bilgi, Analiz Edilebilir mi?

Gettier’in makalesi, bilgi ile gerekçelendirilmiş doğru inanç arasındaki boşluğu kapatmak için genellikle bir veya daha fazla koşul ekleyerek GDİ teorisini revize etmeye çalışan epistemologlar tarafından bir felsefi faaliyetini beraberinde getirmiştir. Bu girişimlerden birkaçının nasıl başarısız olduğunu daha önce görmüştük. Her bir teoriye sezgisel karşı örnekler önerildiğinde, epistemologlar, genellikle teorilerini değiştirerek, mevcut koşulları karmaşıklaştırarak veya yenilerini ekleyerek yanıt vermişlerdir. Bu diyalektiğin büyük bir kısmı, ilgilenen okuyucunun yönlendirildiği Shope 1983 tarafından ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

Birkaç on yıl süren bu tür yinelemelerden sonra, bazı epistemologlar ilerleme kaydedildiğinden şüphe etmeye başlamıştır. Linda Zagzebski, 1994 tarihli “Gettier Sorunlarının Kaçınılmazlığı” başlıklı makalesinde, GDİ analizine yeterince benzeyen hiçbir analizin Gettier’in durumlarında vurgulanan sorunlardan kaçınamayacağını öne sürmüştür. Daha doğrusu Zagzebski, X’in gerekçelendirme, doğruluk ve inançtan mantıksal olarak bağımsız bir koşul veya koşullar listesi olduğu GDİ+X biçimindeki herhangi bir analizin Gettier tarzı karşı örneklere açık olacağını ileri sürmüştür. Aslın O, Gettier durumlarını oluşturmak için bir reçete ileri sürmüştür:

(1) Bir öznenin X koşulunu da karşılayan gerekçelendirilmiş yanlış bir inanca sahip olduğu bir durum örneği ile başlayın.

(2) Durumu, inancın sadece şans eseri doğru olacağı şekilde değiştirin.

Zagzebski, ortaya çıkan durumun her zaman sezgisel bir bilgi eksikliğini temsil edeceğini öne sürmektedir. Dolayısıyla, GDİ teorisine gereksiz olmayan herhangi bir ekleme Gettier problemini çözümsüz bırakacaktır.[28] Reçetenin uygulanışını Zagzebski’nin kendi örneklerinden birini kullanarak gösterebiliriz. Bu örnek, Alvin Plantinga’nın (1996) Gettier problemini GDİ analizi üzerinden, öznenin yetilerinin uygun bir ortamda düzgün çalışmasını gerektiren bir koşul ekleyerek çözme girişimini çürütmekten ileri gelir.

Zagzebski’nin prosedürünün birinci adımında, bir öznenin yetilerinin uygun bir ortamda düzgün bir şekilde çalıştığı, ancak ortaya çıkan inancın gerekçelendirilmiş olsa da yanlış olduğu bir durum hayal ederiz. Zagzebski, bizi Leyla’nın çok iyi bir görme yetisine sahip olduğunu hayal etmeye davet eder; yani, bilişsel yetileri, tipik olarak kocasının oturma odasında oturduğu bilgisini verecek kadar iyidir. Ancak bu tür yetiler, uygun ortamlarda düzgün çalıştıklarında bile yanılmaz değildirler (zira eğer öyle olsalardı, durum doğruluktan bağımsız olmazdı), dolayısıyla yanlış yaptıkları bir durum hayal edebiliriz. Belki de bu, Leyla’nın kocasının kocasına çok benzeyen erkek kardeşinin oturma odasında olduğu ve Leyla’nın görsel kapasitesinin uygun işlevine dayanarak kocasının oturma odasında olduğu sonucuna vardığı olağandışı bir durumdur. Bu inanç yanlış olduğu için kesinlikle bilgi değildir.

İkinci adımda, Leyla’nın oturma odasındaki kişiyi daha önce olduğu gibi yanlış tanımladığını düşünürüz, ancak kocanın da şans eseri oturma odasında olduğunu buna ekleriz. Halihazırda Leyla’nın inancı doğrudur, ancak sezgisel olarak, ilk adımdaki yanlış inançtan daha fazla bir bilgi örneği değildir.

Reçete, genel bir reçete olduğundan, kendisi doğruluğu gerektirmediği sürece, GDİ teorisine eklenebilecek herhangi bir koşul için uygulanabilir görünmektedir. Argüman, tüm “yedeği olmayan” GDİ+X analizlerine karşı genelleştirilebilir.

Zagzebski’nin argümanına ve daha genel olarak Gettier projesinin başarısızlığına verilecek olası bir yanıt, bilginin analiz edilemez olduğu sonucuna varmak olacaktır. Bu, yirminci yüzyılın sonlarındaki analitik epistemolojiden önemli bir ayrılışı temsil edecek olsa da, bunun nihayetinde özellikle radikal bir öneri olduğu açık değildir. Çok az ilgi çekici kavramın geleneksel analize uygun olduğu kanıtlanmıştır (Fodor 1998). Bu doğrultuda bilgiye yönelik öne çıkan yaklaşımlardan biri aşağıda bölüm 11’de tartışılmaktadır.

Bir diğer olası yol ise 2. Bölüm’de bahsedilen yoldur; yani, Gettier durumlarını gerekçelendirilmiş olarak dışlamak için gerekçelendirme koşulunu güçlendirmek. Bu stratejinin Zagzebski’nin reçetesinin çalışmasını engellemesi için, yukarıdaki birinci adımın olasılığını engelleyen bir gerekçelendirme koşulu ortaya koymak gerekir; bunu yapmanın tek açık yolu, gerekçelendirmenin doğruluğu gerektirmesidir. Eğer öyleyse, o zaman yanlış inancın gerekçelendirildiği bir durumla başlamak elbette imkansız olacaktır. Bu tür bir yaklaşım hiç de ana akım değildir, ancak savunucuları vardır; örneğin Sturgeon 1993 ve Merricks 1995’e bk. Sutton 2007 ve Littlejohn 2012 gerekçelendirmeye yönelik olgusal yaklaşımları başka gerekçelerle savunmaktadır.

Üçüncü bir yanıt yolu, GDİ+X biçiminde olmayan potansiyel bilgi analizlerini dikkate almak olacaktır. Aslında, başarısız da olsa, bu tür bazı girişimleri zaten görmüştük. Örneğin, nedensel bilgi teorisi, p inancının p gerçeğinden kaynaklanmasını gerektiren bir cümle içerir. Bu koşul hem inancı hem de doğruluğu gerektirir ve bu nedenle Zagzebski’nin tarifine uygun değildir. (Gördüğümüz gibi, başka gerekçelerle Gettier tarzı vakalara düşmektedir.) Bu çizgideki bir strateji ailesi, bir bilgi analizine doğrudan epistemik şans yasağı getirecektir. Şimdi, bu tür bir hamleyi daha ayrıntılı olarak ele alalım.

8. Epistemik Şans

Gettier durumlarının gösterdiği sorun, GDİ ve GDİ+ analizlerinin bilgi ile tutarsız bir epistemik şans derecesi ile uyumlu olması ise, doğal bir fikir, kişinin bilgi analizini açık bir “şans karşıtı” koşul ekleyerek değiştirmektir. Zagzebski 1994’te (s. 72) bu seçeneğin ana hatlarını çizmiştir. Unger 1968 bu türden erken bir analiz sunmaktadır. Örneğin:

S, p’yi şu eğer şu şöyleyse bilir:

a. p doğrudur;

b. S, p’ye inanır;

c. S, p’ye inanmakta gerekçelendirilmiştir.

d. S’nin inancı sadece şans eseri doğru değildir.

Bu analiz hakkında dikkat edilmesi gereken ilk şey, bir önceki bölümde açıklanan anlamda “gereksiz” olduğudur; dördüncü koşul ilk ikisini gerektirir.[29] Dolayısıyla, yüzeysel biçimine rağmen, aslında GDİ+ analizlerinden önemli bir ayrılmayı temsil eder. Bu analiz, bilgiyi çeşitli bağımsız bileşenlerden oluşturmak yerine, epistemik durumların birbirleriyle esaslı şekillerde ilişkili olmasını talep etmektedir.

Şans karşıtı koşul, önceki bölümdeki güvenlik koşulu gibi, ifade edildiği şekliyle belirsizdir. Bir kere, bir inancın şansla doğru olup olmadığı derecelere bağlıdır. Öyleyse bilgiyle tutarsız olmak için ne kadar şans gerekir? Dahası, öyle görünüyor ki, şansın dereceleriyle ilgili sorulardan bağımsız olarak, farklı şans türleri arasında ayrım yapmalıyız. Tüm epistemik şanslar bilgi sahibi olmakla bağdaşmaz değildir. Bir kişinin bir çekilişe katıldığını ve bir ansiklopedi kazandığını, ardından ansiklopedinin çeşitli maddelerini okuyarak önceki yanlış anlamalarının çoğunu düzelttiğini varsayalım. Ortaya çıkan inançların yalnızca şans eseri doğru olduğu açık bir anlam vardır (öznemiz o çekilişi kazandığı için çok şanslıydı) ancak bu, sezgisel olarak, bilgi sahibi olmayı engelleyen türden bir şans değildir.[30] Dahası, sıradan algısal inançlarımızın şans eseri doğru olduğu bir anlam vardır, çünkü Kartezyen bir şeytanın kurbanı olmamız mümkündür ve bu yüzden bir anlamda olmadığımız için şanslıyız. Ancak radikal şüpheciliğe teslim olmadığımız sürece, bu tür bir şansın da bilgi ile uyumlu olduğu düşünülmelidir.[31]

O halde, güvenlik koşulu gibi, şans koşulunun da bazı durumlarda uygulanması zordur. Şans koşulunu, epistemik şansın ayırt edici bir kavramını içerecek şekilde açıklığa kavuşturmaya çalışabiliriz (ancak bu kavramı açıklayamadığımız sürece; aslında, yukarıda bahsedilen iki tür şans arasında ayrım yapmak için). Zira bilgiye başvurmadan, bilginin müteakip analizinin hem bilgilendirici hem de döngüsel olmayacağı açık değildir.

9. Metodolojik Seçenekler

Şimdiye kadarki tartışmamızın açıkça ortaya koyduğu gibi, bilgi analizleri girişimlerini değerlendirmenin standart bir yolu, olguları, sezgilere karşı test etmeye merkezi bir rol vermiştir. Yirminci yüzyılın sonlarında, yukarıda bölüm 7’de Zagzebski’ye atfedilen hususlar da dahil olmak üzere, kabul edilebilir bir analize yönelik ilerleme eksikliği algısı, bazı epistemologları başka metodolojik stratejiler izlemeye yöneltmiştir. (Şüphesiz, “kavramsal analizden” daha geniş anlamda uzaklaşan daha geniş bir felsefi eğilim de bu değişime katkıda bulunmuştur.) Bilgiyi analiz etmeye yönelik daha yeni girişimlerden bazıları, kısmen bilginin veya bilgi hakkındaki söylemin rolüne ilişkin daha geniş değerlendirmelerle motive edilmiştir.

Bu türden önemli bir görüş Edward Craig (1990) tarafından savunulmaktadır. Craig’in bilgi analizine giriş noktası durumlar hakkındaki sezgiler değil, bilgi kavramının insanlar için oynadığı role odaklanmak olmuştur. Craig, özellikle, bilgi kategorisini kullanmanın amacının, insanların güvenilir muhbirleri işaretlemelerini sağlamak, yani insanların epistemik konularda kime güveneceklerini bilmelerine yardımcı olmak olduğunu öne sürmüştür. Craig, sezgisel karşı örneklere açık olsa da, bu rolü yerine getirmek üzere tasarlanmış bir bilgi açıklamasını savunmaktadır. Daha az sezgisel bir uzantısı olan ancak farklı türde bir teorik gerekçelendirmeye sahip bu tür açıklamaların akla yatkınlığı tartışma konusudur.

Bu bağlamda bahsedilmeye değer bir diğer görüş de Hilary Kornblith’e (2002) aittir; bu görüşe göre bilgi, diğer bilimsel türlerle aynı şekilde analiz edilecek doğal bir türdür. Sezginin paradigmaları tanımlamada oynayacağı bir rol vardır, ancak buradan genelleme yapmak empirik, bilimsel bir meseledir ve sezgisel karşı örnekler beklenmelidir.

“Önce bilgi” duruşu da bu metodolojik meselelerle bağlantılıdır. Bk. 11. Bölüm.

10. Teorik-Erdem Yaklaşımları

Bilgiye yönelik teorik-erdem yaklaşımı, bazı açılardan güvenlik ve şans karşıtı yaklaşımlarla benzerdir. Aslında, erdem teorisi yaklaşımının en önde gelen yazarlarından biri olan Ernest Sosa, bu yaklaşımı daha önce güvenlik üzerine yaptığı çalışmalardan yola çıkarak geliştirmiştir. Erdem yaklaşımı, bilgiyi özellikle başarılı ya da değerli bir inanç biçimi olarak ele alır ve bilgi olmanın ne olduğunu bu terimlerle açıklar. Anti-şans teorisi gibi, erdem teorisi de bilgiyi bağımsız epistemik özelliklerin doğruluk-işlevsel bir kombinasyonu ile tanımlayan GDİ+ projesini geride bırakır; zira bu yaklaşıma göre bilgi, inanç ve doğruluk arasında mantıksal olmayan belirli bir ilişki gerektirir.

10.1 “AAA” Değerlendirmeleri

Sosa, sık sık (örneğin, Sosa 2007: bölüm 2) bir hedefe atış yapan yetenekli bir okçu benzetmesinden yararlanmıştır. Biz de bu örneğe başvurabiliriz. İşte bir okçunun atışının değerlendirilebileceği iki yol:

1.  Atış başarılı mıdır? Hedefini vurmuş mudur?

2. Atışın icrası okçunun becerisini ortaya koymuş mudur? Başarılı olmasını sağlayacak şekilde mi üretilmiştir?

(1)’de söz konusu olan başarı türünü Sosa isabetlilik olarak adlandırmaktadır. (2)’de tartışılan beceri türüne ise Sosa ustalık adını vermektedir. Bir atış isabetli olarak yapılmışsa ustacadır. Becerikli atışların isabetli olması gerekmez, zira tüm becerikli atışlar başarılı olmaz. İsabetli atışların da becerikli olması gerekmez, çünkü bazı beceriksiz atışlar şanslıdır.[32]

Sosa, isabetlilik ve ustalığa ek olarak, bir atışın bu ikisini ilişkilendirerek değerlendirilebileceği başka bir husus daha olduğunu öne sürer. Sosa buna kabiliyet adını verir.

3. Atışın başarısı okçunun yeteneğini ortaya koyar mı?

Bir atış isabetliyse kabiliyetlidir, çünkü ustacadır. Kabiliyet, İsabetlilik ve Ustalığın bir araya gelmesini gerektiriyor olsa bile, bundan daha fazlası söz konusudur. Zira bir atış kabiliyetli olmadan da hem ustaca hem de isabetli olabilir.[33] Örneğin, ustaca bir atış beklenmedik bir rüzgarla yön değiştirir, ardından ikinci bir şanslı rüzgarla hedefe doğru yönlendirilirse, nihai isabeti ustalığı göstermez, daha ziyade rüzgarın şanslı tesadüfünü yansıtır.

Sosa, bu “AAA” değerlendirme modelinin, karakteristik bir amacı olan herhangi bir eylem veya nesnenin değerlendirilmesi için oldukça genel bir şekilde uygulanabilir olduğunu öne sürmektedir. Özellikle, doğruluk amacı bakımından inanç için uygulanabilirdir:

Bir inanç ancak ve ancak isabetli ise doğrudur.

Bir inanç ancak ve ancak ustaca üretilmişse ustaca bir inançtır.

Bir inanç, ancak ve ancak inanan kişinin kabiliyetini ortaya koyan ya da ona atfedilebilecek bir şekilde doğru ise uygun inançtır.

Bu görüşe göre, bilgi hem doğruluğu (isabetlilik) hem de gerekçelendirmeyi (beceriklilik) gerektirir, ancak bunlar bilginin doğru işlevsel olarak kendilerinden oluştuğu bağımsız bileşenler değildir. Becerinin başarıyı açıklamasını gerektirir. Bu bazı açılardan yukarıda incelediğimiz şans karşıtı koşula benzemektedir, zira gerekçelendirme ile hakikat arasındaki ilişkinin sadece bir tesadüf olmamasını şart koşmaktadır. Bununla birlikte, Sosa’nın “AAA” modeli epistemolojinin ötesine geçen bir şekilde genel olarak uygulanabilir olduğu ölçüde, ilgili yetenek kavramını bilginin kendisini anlamaktan bağımsız bir şekilde anlamak için belki de epistemik şans kavramı için bulduğumuzdan daha iyi bir şeydir.

10.2 Sahte Ahır Durumları

Bilgiyi uygun inanç olarak anlamak, Gettier’in GDİ teorisine yönelik geleneksel karşıt örneklerini oldukça basit bir şekilde karşılar. Smith, Jones’un bir Ford’u olduğuna ya da Brown’ın Barselona’da olduğuna inandığında, inancının doğruluğu çıkarımsal becerilerine atfedilemez (ki bu durum sorgulanmaz). Aksine, şanssız koşullar (Jones’un arabasıyla ilgili yanıltıcı kanıtlar), tıpkı ilk rüzgarın okçunun atışına müdahale etmesi gibi, onun becerikli bilişsel performansına müdahale etmiştir. Şanssız müdahaleyi telafi eden şanslı bir durum (Brown’ın Barselona’daki tesadüfi varlığı), tıpkı ikinci rüzgarın okçunun okunu hedefe doğru doğru yola geri döndürmesine benzer şekilde, inancı her şeye rağmen doğru kılmaktadır.

Buna karşın, sahte ahır durumları, Sosa’nın AAA yaklaşımına daha az uyum sağlayabilir. Soner, ahır cepheleriyle dolu bir kırsal alandaki tek gerçek ahıra baktığında, ahırları tanımak için genel olarak güvenilir bir algısal yeti kullanır ve bu durumda doğruyu yapar. Soner’in inancının doğruluğunun onun bir algılayıcı olarak yetkinliğini gösterdiğini söylediğimizi varsayalım. Eğer öyleyse, inancının uygun olduğuna ve dolayısıyla bir bilgi örneği olarak nitelendirilebileceğine karar vermemiz gerekecektir.[34] Bu sorunlu bir sonuç olacaktır. Hakeza durumun ortaya çıkarması gereken sezgi, Soner’in bilgiye sahip olmadığıdır. AAA yaklaşımının bir savunucusunun, bu zorluğa yanıt verebileceği üç yol vardır.

İlk olarak, AAA savunucuları, Soner’in ahırları tanımak için genel bir yetkinliğe sahip olmasına rağmen, tam da sahte ahır bölgesinde olduğu için mevcut ortamında bu yetenekten mahrum olduğunu iddia edebilir. İkinci ve biraz daha farklı bir stratejiye göre, Soner’in ahırları tanıma yetkinliği mevcut konumundan bağımsız olarak devam etmektedir, ancak sahte ahırların yaygınlığı nedeniyle bu yetkinliği inancında kendini göstermemektedir, keza bu inancın doğruluğu ahırları tanıma becerisinden ziyade şansa bağlıdır.[35] Üçüncü olarak, Sosa’nın soruna kendi yanıtı kendi ayağına kurşun sıkmak gibi bir şeydir. Soner’in inancının uygun olduğuna karar veren Sosa, Soner’in önünde bir ahır olduğunu bildiği sonucunu kabul eder. Bu sonucun mantıksızlığını, “yansıtıcı bilgi” olarak adlandırdığı, epistemik açıdan değerli başka bir durumun eksikliğini vurgulayarak açıklamaya çalışır (bkz. Sosa 2007: 31-32).

11. Önce Bilgi

Her kavram daha temel terimlerle analiz edilemez. Bu husus, hem örnekler üzerinde düşünüldüğünde (hidrojen, hayvan ya da John F. Kennedy hakkında nasıl bir analiz önerilebilir?) hem de sonsuz gerileme temelinde açıkça görülmektedir. Neden bilginin bir analizi olduğunu düşünmeliyiz? Son çalışmalarında, özellikle de 2000 yılında çıkan Bilgi ve Sınırları adlı kitabında Timothy Williamson, bilgiyi analiz etme projesinin bir hata olduğunu savunmuştur. Onun nedeni, bilginin ilgi çekici olmayan bir durum olduğunu düşünmesi ya da bilgi kavramının bir şekilde temelden karışık olması değildir.[36] Aksine Williamson, bilginin var olan en temel psikolojik ve epistemolojik durumlardan biri olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle bilgiyi, diğer daha temel epistemik kavramlar açısından analiz etmek bir hatadır. Zira bilginin kendisi, en azından birçok durumda, daha temeldir. Williamson’ın da belirttiği gibi “bilgiyi ilk sıraya” koymamız gerekir. Bilgi, bazı analizlerde yer alabilir, ancak analiz etmek için değil, analiz edilmesi için yapılmalıdır.

Bu sonuca varmak için çok açık bir argüman yoktur; bu argüman büyük ölçüde önce bilgi duruşunun teorik başarısını gösterme girişiminden ibarettir. Bu faydaları, bilgiye yönelik daha geleneksel yaklaşımların faydalarına karşı tartmak bu makalenin kapsamı dışındadır.

Williamson, bilginin bu makalede söz konusu olan anlamda analize açık olduğunu reddetse de, bilgiyi karakterize etmenin ilginç ve bilgilendirici yolları olduğunu düşünmektedir. Örneğin, Williamson şu iddiaları kabul eder:

  • Bilgi en genel olgusal zihinsel durumdur.
  • S, ancak ve ancak S’nin toplam kanıtı p önermesini içeriyorsa p’yi bilir.

Williamson, ayrıca, bilgiyi analiz etme projesinin reddedilmesinin hiçbir şekilde bilgi üzerinde ilginç ve bilgilendirici, zorunlu ya da yeterli koşullar olmadığı anlamına gelmediğini vurgulamaya dikkat eder. Bilginin doğruluk, inanç ve gerekçelendirmeyi gerektirdiğine dair geleneksel fikirlerin hepsi önce bilgi projesiyle tutarlıdır. Ve Williamson (2000: 126) bilgi üzerinde bir güvenlik şartını desteklediğini açıkça belirtmiştir; sadece bir analizin parçası olarak hizmet eden bir şartı değil.

O halde kabul edilmesi gereken bir nokta, bir öznenin bilgiye sahip olup olmadığıyla ilgili hangi faktörlerin ilgili olup olmadığına dair bir dizi ilginç soruyla temas kurmak için bilgiyi analiz etmeye çalışmak gibi iddialı bir projeye girişmeye gerek olmadığıdır. Bir sonraki bölümde, pragmatik faktörlerin bilgi ile ilgili olup olmadığına dair önemli bir çağdaş tartışmayı ele alacağız.

12. Pragmatik Saldırı

Bilgiye yönelik geleneksel yaklaşımlar, bilginin doğruluk ve gerekçelendirme gibi faktörlerle ilgili olduğu yönündedir. Bilginin güvenlik, duyarlılık, güvenilirlik ya da belirli türden şanssızlıklardan bağımsızlık gerektirip gerektirmediği tartışmalıdır. Ancak bilgiye ilişkin tüm bu potansiyel koşulların ortak noktası, ilgili inancın doğruluğu ile bir tür yakın bağlantıya sahip olmalarıdır. İlgili bağlantıyı kesinleştirmek kuşkusuz zor olsa da, bilgi ile ilgili olmaya aday olarak incelediğimiz her faktörün, bilgi sahibi olunabilecek inançların doğruluğu ile bir ilgisi olduğu sezgisel bir anlam vardır.

Son yıllarda, bazı epistemologlar bu tür doğrulukla ilgili faktörlere odaklanmanın bilgi resmimizde önemli bir şeyi dışarıda bıraktığını savunmuşlardır. Özellikle, bir öznenin bilgiye sahip olup olmadığıyla ilgili olarak belirgin pragmatik faktörlerin söz konusu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu tezi, “pragmatik saldırı” olarak adlandırmaktadırlar:

Pragmatik Saldırı:

Pragmatik koşullardaki bir farklılık, bilgide bir farklılık oluşturabilir.

Buradaki yasallık iddiası önemlidir; pragmatik koşullardaki farklılıkların bilgi farklılıklarına neden olabileceği önemsizdir. Örneğin, Connecticut’ta marihuana kullanımının yasal olup olmadığı sorusu Ayşe için Ali’de olduğundan daha önemliyse, Ayşe’nin kanıt araması ve bilgiye ulaşması Ali’ye göre daha olasıdır. Söz konusu olan şey, bu ilginç olmayan iddia değildir. Pragmatik saldırı teorisyenleri, pratik önemin kendisinin, kanıt toplama faaliyetindeki farklılık gibi yan etkilere dayanmaksızın, bilgide bir değişiklik yaratabileceğini düşünmektedir. Ayşe ve Ali bir anlamda aynı epistemik pozisyonda olabilirler; aralarındaki tek fark sorunun Ayşe için daha önemli olmasıdır. Bu fark, pragmatik saldırıya göre, Ali’nin bildiği ama Ayşe’nin bilmediği bir durum yaratabilir.

Pragmatik saldırı, durumlar hakkındaki sezgiler tarafından motive edilebilir. Jason Stanley’nin 2005 tarihli Knowledge and Practical Interests (Bilgi ve Pratik Çıkarlar) adlı kitabı, aşağıdaki gibi zıt vakaların kanıt olarak birbirine benzediği, ancak pragmatik olarak farklılık gösterdiği durum çiftleri için en iyi açıklamanın bu olduğunu savunmaktadır:

Düşük Çıkarlar. Ahmet ve eşi Merve bir Cuma günü öğleden sonra eve dönmektedir. Eve dönerken maaş çeklerini yatırmak için bankada durmayı planlıyorlardır. Yaklaşan bir faturaları olmadığı için bunu yapmaları önemli değildir. Ancak bankanın önünden geçerken, Cuma öğleden sonraları sık sık olduğu gibi, içerideki kuyrukların çok uzun olduğunu fark ederler. Maaş çeklerinin hemen yatırılmasının çok önemli olmadığını fark eden Ahmer, “Bankanın yarın açık olacağını biliyorum, çünkü daha iki hafta önce Cumartesi sabahı oradaydım. Böylece maaş çeklerimizi yarın sabah yatırabiliriz.”

Yüksek Çıkarlar. Ahmet ve eşi Merve bir Cuma öğleden sonra eve dönmektedir. Maaş çeklerini yatırmak için eve dönerken bankada durmayı planlıyorlardır. Vadesi yaklaşan bir faturaları olduğundan ve hesaplarında çok az para bulunduğundan, maaş çeklerini Cumartesi gününe kadar yatırmaları çok önemlidir. Ayşe iki hafta önce bir Cumartesi sabahı bankaya gittiğini ve bankanın açık olduğunu belirtiyor. Ancak Merve’nin de belirttiği gibi bankalar çalışma saatlerini değiştirebiliyor. Ahmet, “Sanırım haklısın. Bankanın yarın açık olup olmayacağını bilmiyorum.” (Stanley 2005: 3-4)

Stanley, bu gibi durumlardan çıkarılacak dersin, genel olarak, p’nin olup olmadığı sorusu ne kadar önemliyse, p’yi bilmenin o kadar zor olduğu olduğunu savunur. Pragmatik saldırı için daha geniş teorik argümanlar da sunulmuştur.[37] Fantl & McGrath (2009) saldırının yanlışlanabilirlikten ve bilgi ile eylemi birbirine bağlayan makul ilkelerden kaynaklandığını savunurken, Weatherson 2012 karar teorisinin en iyi yorumunun saldırı gerektirdiğini savunmaktadır.

Pragmatik saldırı bir bilgi analizi değildir; sadece pragmatik faktörlerin bir öznenin inancının bilgi teşkil edip etmediğini belirlemekle ilgili olduğu iddiasıdır. Pragmatik saldırı teorisyenlerinin hepsi olmasa da bazıları, bilginin analizi olarak yorumlanabilecek gerekli bir iki koşulu onaylayacaktır. Örneğin, bir pragmatik saldırı teorisyeni şunu iddia edebilir:

S, p’yi ancak ve ancak p karşısındaki hiçbir epistemik zayıflık S’nin p’yi bir eylem nedeni olarak uygun şekilde kullanmasını engellemiyorsa bilir.

Bilgi ve eylem arasındaki bu bağlantı Fantl & McGrath’ın (2009) savunduğu bağlantıya benzer, ancak onların savunduğundan daha güçlüdür.

Bilgi üzerindeki pragmatik saldırı son derece tartışmalıdır. Patrick Rysiew (2001), Jessica Brown (2006) ve Mikkel Gerken (yakında çıkacak) bilginin doğasına ilişkin geleneksel görüşlerin yukarıda bahsedilen verileri açıklamak için yeterli olduğunu savunmuştur. Michael Blome-Tillmann (2009a), S’nin p’yi bildiği, ancak daha önemli olsaydı bilmeyeceği ya da soru önemli hale gelene kadar S’nin p’yi bildiği gibi iddiaların doğruluğu gibi kabul edilemez derecede mantıksız sonuçlara sahip olduğunu savunmaktadır. Stanley (2005) bu tür sonuçları kabul etmek için stratejiler sunmaktadır. Saldırıya karşı daha teorik argümanlar da ileri sürülmüştür; örneğin pragmatik saldırının inanç-arzu psikolojisinin önemli ilkeleriyle çeliştiğini savunan Ichikawa, Jarvis ve Rubin’e (2012) bk.

13. Bağlamsalcılık

Ele alınması gereken son bir konu da bilgi atıflarına ilişkin bağlamsalcılıktır; buna göre “bilir” kelimesi ve benzerleri bağlama duyarlıdır. Bağlamsalcılık ile bilgi analizi arasındaki ilişki hiç de açık değildir. Muhtemelen farklı konulara sahiptirler (birincisi bir kelime, ikincisi ise zihinsel bir durum). Bununla birlikte, bilgi hakkında kuramsallaştırma metodolojisi, bu tür bir kuramsallaştırmanın gerçekleştiği dil hakkındaki semantik düşünceler tarafından yararlı bir şekilde bilgilendirilebilir. Ve eğer bağlamsalcılık doğruysa, o zaman bir bilgi kuramcısı belirsizlik potansiyeline dikkatle eğilmelidir.

Birçok İngilizce kelimenin bağlama duyarlı olduğu tartışmasızdır. En bariz örnekler “ben”, “sen”, “burada” ve “şimdi” gibi dizinlerdir (David Kaplan 1977 dizinler hakkındaki standart görüşü vermektedir).

“Sen” kelimesi, söylendiği konuşma bağlamına bağlı olarak farklı bir kişiye atıfta bulunur; özellikle de kişinin hitap ettiği kişiye bağlıdır. Bağlama duyarlı diğer terimler “uzun boylu” gibi derecelendirilebilir sıfatlardır (bir şeyin “uzun boylu” sayılması için ne kadar uzun olması gerektiği konuşma bağlamına bağlıdır) ve “herkes” gibi niceleyicilerdir; hangi insanların “herkes”in bir parçası olarak sayılacağı konuşma bağlamına bağlıdır. “Bilir” konusunda bağlamsalcılar, bu fiilin bağlama duyarlı terimler listesine ait olduğunu düşünürler. Bağlamsalcılığın bir sonucu, “bilir” içeren cümlelerin, söylendikleri konuşma bağlamlarına bağlı olarak farklı önermeler ifade edebilmesidir. Bu özellik, bağlamsalcıların şüpheciliğe karşı tartışmasız olmasa da etkili bir yanıt vermelerini sağlar. Bağlamsalcılığın daha kapsamlı bir özeti ve şüphecilikle ilişkisi için Rysiew 2011 veya Ichikawa’nın yakında yayınlanacak -b eserine bk.

Bağlamsalcılar bu bağlam duyarlılığını çeşitli şekillerde modellemişlerdir.[38] Keith DeRose 2009, bağlamla değişmeyen bir “epistemik konumun gücü” kavramı olduğunu ve “bilir” ifadesini karşılamak için kişinin ne kadar güçlü bir konumda olması gerektiğinin bağlamdan bağlama değiştiğini öne sürmüştür; bu, aslında bilgi atıflarının semantiğini, derecelendirilebilir sıfatların semantiğini anladığımız gibi anlamaktır. (“Uzun boylu” ifadesini karşılamak için kişinin ne kadar uzun boylu olması gerektiği de bağlamdan bağlama değişir). Cohen 1988, “ilgili alternatifler” teorisinin bağlamsalcı bir yaklaşımını benimser; buna göre, şüpheci bağlamlarda, ancak sıradan bağlamlarda değil, şüpheci olasılıklar önemlidir. Bu özellik, niceleyiciler ve modallara daha çok benzeyen bağlamsalcı bir yaklaşımı karakterize eden Lewis 1996’nın görüşünde korunmuştur. Blome-Tillmann 2009b ve Ichikawa’nın Lewisçi görüşü farklı şekillerde savunduğu ve geliştirdiği yakında yayınlanacak -a eserine bk.

Bağlamsalcılık ve pragmatik saldırı, sezgisel verilerin aynı “değişken” kalıplarından bazılarını ele almak için farklı stratejileri temsil eder. (Aslında, bağlamsalcılık genellikle ilk olarak geliştirilmiştir; pragmatik saldırı teorisyenleri kısmen bağlamsalcıların ilgilendiği bazı kalıpları bağlamsalcılığın anlamsal taahhütleri olmadan açıklama girişimiyle motive olmuşlardır). Bu durum rakip yaklaşımlar olma eğiliminde olduklarını gösterse de, bağlamsalcılık ve pragmatik saldırı hiçbir şekilde tutarsız değildir. “Bilir”in farklı bağlamlarda farklı standartların karşılanmasını gerektirdiğini düşünebilir ve aynı zamanda öznenin pratik durumunun belirli bir standardın karşılanıp karşılanmadığıyla ilgili olduğunu düşünebiliriz.

Pragmatik saldırı gibi, bağlamsalcılık da son derece tartışmalıdır. Eleştirmenler, sözde bağlam duyarlılığını fark etmeyen sıradan konuşmacılarda mantıksız bir tür anlamsal hata olduğunu ileri sürmüşlerdir (bk. Schiffer 1996 ve Greenough & Kindermann yakında çıkacak) ve bilgi içeren makul teorik ilkelerle çeliştiğini iddia etmişlerdir; bk. Hawthorne 2003, Williamson 2005 ve Worsnip yakında çıkacak. Ayrıca, pragmatik saldırıyı motive eden verilerin altını oymak için kullanılan bazı argümanlar da bağlamsalcılığın altını oymak için kullanılmaktadır; bk. yine Rysiew 2001 ve Brown 2006.


Dipnotlar

  1. M. Kaplan 1985 ve Dutant 2015 buradaki tarihçeyi ortaya koymada yardımcı olmaktadır.
  2. Hazlett bunu, “bilmek” fiiliyle ilgili semantik mülahazaları, geleneksel epistemik ilginin durumu olan bilgiden ayırmayı motive etmek için ele alır. Hazlett’e göre “bilir” fiili olgusal bir fiil olmasa da, Hazlett bile bilginin kendisinin ancak içeriğinin doğru olması halinde elde edilebilecek bir durum olduğunu kabul etmektedir.
  3. Doğruluk koşuluna yönelik olası bir itiraz (Nicholas Maxwell tarafından belirtilmiştir), Newton Fiziği gibi yanlış empirik teoriler hakkında bilgi sahibi olmamızdır. Ancak bu, bilginin doğruluk gerektirmediğini göstermez. Unutmayın, GDİ teorisi bir önermesel bilgi teorisidir, tanışıklığa dayalı bilgi değil. Bir kişi Newton Fiziğini bilebilir (tıpkı Isaac Newton’u bilebileceği gibi) -Newton Fiziğinin doğru olduğunu bilebileceği çok daha şüphelidir.
  4. Gettier 1963, inanç koşulunun nasıl ifade edildiğine göre farklılık gösteren üç farklı üçlü analizi ele almıştır; biri “inanır”, biri “kabul eder” ve biri de “bundan emindir” terimleriyle verilmiştir. Epistemologlar Gettier’i takip ederek bunları etkin bir şekilde eşdeğer olarak ele alma eğiliminde olmuşlardır. Daha fazla tartışma için bk. McGlynn 2014: 25-9 ve Ichikawa yakında yayınlanacak-a: bölüm 7.1
  5. Bu, öznenin bir gerekçelendirme faaliyetinde bulunmuş ya da p’nin doğru olduğunu göstermeye çalışmış olması gerektiği anlamına gelmez. Daha ziyade, gerekçelendirme koşulunun gerektirdiği şey yalnızca bilgi olarak nitelendirilen bir inancın gerekçelendirilmiş olma özelliğine sahip olmasıdır. S, p inancını gerekçelendirme faaliyetinde bulunmamış olsa bile bu özelliğe sahip olabilir. Sıradan bir insanın beş kere beşin on ettiğine dair inancını düşünün. Çoğu insan bu inancı gerekçelendirmeye hiç kalkışmamıştır ve muhtemelen nasıl gerekçelendireceklerini de bilemezler. Ancak çoğu insan için bu inanç bir bilgi örneği olarak nitelendirilebilir. Gerekçelendirme faaliyeti ile bir inancın gerekçelendirilmiş olma özelliği arasındaki ayrımın önemi William Alston tarafından aşağıdaki pasajda vurgulanmaktadır:
    “Gerekçelendirmeye dönecek olursak, ilk nokta, S’nin bir inancı gerekçelendirmesi kavramından ziyade, bir S öznesinin p’ye inanmakta haklı olması kavramıyla çalışacağımızdır. Yani, bir inancı gerekçelendirme faaliyetinden ziyade, gerekçelendirilmiş olma durumu ya da koşuluyla ilgileneceğiz. Bu kavramlar literatürde bazen birbirine karıştırılmaktadır. Aralarındaki en önemli fark, bir inancı gerekçelendirmek, onu destekleyen düşünceleri bir araya getirmek anlamına gelirken, bir kişinin p’ye inanmakta gerekçelendirilmiş olması için, p için ya da p karşısındaki epistemik durumu için bir argüman yoluyla herhangi bir şey yapmış olmasının gerekli olmamasıdır.” (Alston 1991: 71)
    Alternatif bir görüş için bk. Almeder 1999: 90 ve 123. Almeder şu görüşü savunmaktadır,
    “Sıradan bir söylem meselesi olarak, “haklı olmak”, “Nasıl biliyorsun?” sorusu uygun bir şekilde sorulduğunda, gerekçe gösterme veya gösterebilme faaliyetinden her zaman ayırabileceğimiz bir şey değildir.” (a.g.e: 92)
  6. “Kanıtçı” görüşlerin genel bir sunumu için bk.Feldman & Conee 1985 ve Conee & Feldman 2004. İçselcilik için bk. Feldman & Conee 2001. Kanıtçılığa yönelik eleştiriler için bk. DeRose 2000 ve Plantinga 1996a: 358-361 ve Dougherty’nin 2011 tarihli makaleleri; daha genel olarak içselciliğe yönelik eleştiriler için bk. Goldman 1999 ve 2009b.
  7. Bu basitleştirilmiş bir güvenilirlik ifadesidir; daha kesin bir ifade ise koşullu olarak güvenilir mekanizmaları (çıkarım gibi) koşulsuz olarak güvenilir olanlardan (algı gibi) ayırır. Goldman 1979’a bakınız.
  8. Bazen daha ince ayrımlar yapılır; örneğin, ex ante gerekçelendirmeyi (gerekçelendirilmiş bir inanca sahip olma konumunda) hem doksastik (gerekçelendirilmiş bir inanca sahip olma) hem de önermesel (inanmak için nedene sahip olma) gerekçelendirmeden farklı olarak düşünebiliriz. Böyle bir motivasyon için bk. Ichikawa & Jarvis 2013: 162-4. Başka bir örnek için, Lowy 1978, doksastik gerekçelendirmeden önemli ölçüde farklı olan bir kişisel gerekçelendirme kavramını ifade etmektedir.
  9. Bu “yeter sebep” söylemi, bazı durumlarda önermesel gerekçelendirme için yeterli sebeplere ihtiyaç duyulmadığı fikriyle tutarlı olmayı amaçlamaktadır; bazı gerekçelendirmeler “bedavaya” gelir, herhangi bir sebebe sahip olmaya bağlı değildir. Bk. örneğin, Lyons 2009, Wright 2004. Bu gibi durumlarda, boş nedenler kümesi “yeterli” nedeni oluşturur.
  10. Elbette, doksastik gerekçelendirme konusunda dışsalcılar, bir inancın ilgili anlamda “uygun” olup olmadığının kısmen dışsal faktörler tarafından belirlendiğini düşünceklerdir.
  11. Bk. Chisholm 1977, bölüm 6. Chisholm’un gerekçelendirme koşuluna bir de-gettiering maddesi ekleme stratejisini, Chisholm’un içselciliğe olan derin bağlılığı göz önüne alındığında anlamak zordur. De-gettiering harici bir mesele olduğundan, bu strateji gerekçelendirmeyi harici bir özellik haline getirir.
  12. Örneğin bk. Armstrong 1973: 152 ve Clark 1963. Daha fazla referans için bk. Shope 1983: 24. Bu monografi 1980’e kadar olan Gettier literatürünün kapsamlı bir tartışmasını sunmaktadır. Gettier probleminin daha kısa ve faydalı bir tartışması için Pollock 1986’daki Ek’e bakınız.
  13. Bu durum Chisholm’ün (1989) “tepedeki koyun” örneğine benzemektedir.
  14. Bir duyarlılık koşulunun daha sofistike ifadeleri onu temellere veya yöntemlere indirgeyecektir. Bk. Nozick 1981: 179. Ana metinde verilen duyarlılığa karşı argüman, bu daha incelikli formülasyonlar için de aynı derecede geçerli olmalıdır.
  15. “Abominable conjunction” terimi DeRose 1995: 27-28’den alınmıştır.
  16. Bilgi üzerinde yalnızca gerekli bir koşul olan bir duyarlılık koşulunun kendisinin şüpheci olmayan iddiayı ima etmediğine dikkat edin. Bir şüpheci, kötü bağlaçları kabul etmeksizin bir duyarlılık koşuluna bağlı kalabilir.
  17. Daha ayrıntılı bir tartışma için Williamson 2000: bölüm 7’ye bakınız.
  18. Bu, Sosa’nın sunduğu çeşitli güvenlik formülasyonlarından biridir.
  19. Ichikawa 2011, Sosa’ya göre duyarlılık ve güvenliğin eşdeğer olduğu karşıt-olgular için bir semantik sunmaktadır.
  20. S’nin p’ye gerçekten inandığını varsayalım. O zaman S’nin p’ye inandığı tek ve en yakın mümkün dünya gerçek dünyadır; şarta göre, p bu dünyada doğrudur. Dolayısıyla, eğer S p’ye inanıyor olsaydı, p yanlış olmazdı.
  21. Lewis 1996, Schaffer 2004, Blome-Tillmann 2009b ve Ichikawa yakında çıkacak-a dahil olmak üzere bazı çağdaş bağlamsalcıların doğal olarak ilgili alternatifler teorisinin versiyonlarını onayladıkları düşünülmektedir (“bilir” ifadesinin belirli bir kullanımı için hangi alternatiflerin “ilgili” olduğu ifadenin bağlamına bağlıdır). Bk. Bölüm 13.
  22. Örneğin, Goldman 1967, 1976; Armstrong 1973; Dretske 1981. Ayrıca bk. Sturgeon 1993. Kornblith (2008, 7) bu tür görüşlere olan ilginin azalmasının Goldman’ın 1979’da önceki konumundan bilginin gerekçelendirmeyi gerektirdiği ve gerekçelendirmenin güvenilirlik olarak anlaşıldığı bir konuma geçmesine atfedilebileceğini öne sürmekte, ancak Goldman’ın bu hamlesinin motivasyonunu sorgulamaktadır.
  23. Bilgiye güvenilirlikçi yaklaşım örnekleri için bk. Armstrong 1973, Dretske 1981 ve Nozick 1981.
  24. Süreç güvenilirciliğinin daha zayıf bir anlamda “nedensel koşul” gerektiren bir görüş örneği olduğuna dikkat ediniz: zira inanca neden olan sürecin özellikleri gerekçelendirme için önemlidir. Terimin burada kullanıldığı şekliyle, “nedensel teoriler” inanç ile inanılan önermenin doğruluğu arasında nedensel bir bağlantı gerektirir.
  25. Gaṅgeśa Upādhyāya, MS 14. yüzyılda nedensel teorinin erken bir versiyonunu dile getirmiştir. Phillips & Ramanuja Tatacharya 2004.
  26. Dretske’nin 1981 tarihli kitabının 4. bölümünde yer alan kendi bilgi kuramsal açıklaması Basit K-Güvenilirciliğinden daha karmaşıktır. Dretske (1981: 97) kendi görüşünün Gettier sorunlarını önlediğini iddia etmektedir, ancak bu tartışmalıdır. Dretske’nin ahır cepheleri durumları hakkında ne söyleyeceğine dair bazı tartışmalar için bk. Dretske 2005: 24, not 4.
  27. Gettier sorununa yönelik olarak değiştirilen bir güvenilirlik koşulu örneği için bk. Goldman 1976 ve Goldman 1986: 46-7.
  28. Scott Sturgeon 1993 benzer bir gözlemde bulunarak, kesin olmayan her gerekçelendirmenin Gettier durumlarına izin vereceğine işaret etmiştir. Daha basit bir “Gİ” bilgi teorisini savunarak, doğruluğu gerektiren dışsalcı bir gerekçelendirme anlayışını desteklemiştir.
  29. Bunun üçüncüyü de gerektirip gerektirmediği, kişinin özel gerekçelendirme teorisine bağlı olacaktır. Alternatif olarak, bölüm 6’da tartışılan görüşlerin öncülüğünü takip eden bu ruha sahip başka bir analiz, gerekçelendirme koşulunu basitçe ihmal edebilir.
  30. Bu örnek ilk olarak yazarlardan birinin (Jonathan Ichikawa) dikkatine Joshua Schechter tarafından sunulmuş ve Gilbert Harman’a ait olabileceği öne sürülmüştür.
  31. Farklı epistemik şans kavramları hakkında daha fazla bilgi için bk. Pritchard 2005, Steglich-Petersen 2010 ve McKinnon 2013.
  32. Sosa, ilgili beceriyi güvenilirlik terimleriyle karakterize eder; bir inanç ancak ve ancak yanlış inançlardan ziyade doğru inançlar üretme eğiliminde olan bir mekanizma tarafından üretiliyorsa beceriklidir. Ancak AAA modeli ve buna karşılık gelen bilgi açıklaması, açıkça bu güvenilirliğe bağlı değildir. Biri beceriyi farklı bir şekilde karakterize edebilir ve yine de bilgiyi Sosa’nın yaptığı gibi beceri açısından tanımlayabilir.
  33. Sosa, “hayvani bilgi” olarak adlandırdığı belirli bir bilgi türünü bu şekilde karakterize etmekte ve daha iddialı bir başka “yansıtıcı bilgi” durumunu ayırt etmektedir. Bk. Sosa 2007: 24.
  34. Alan Millar Pritchard, Millar ve Haddock 2010’da bu stratejilerden birini ya da her ikisini savunuyor gibi görünmektedir: 129-30. Greco (2009) ilkini savunuyor gibi görünmektedir.
  35. Sutton 2007 ve Bird 2007’nin her biri bilgi açısından verilen gerekçelendirmeye bir yaklaşım sunmaktadır.
  36. Bilgi öncelikli duruşun lehinde Williamson 2000, Nagel 2013, Miracchi 2015 veya Ichikawa yakında yayınlanacak-a; aleyhinde McGlynn 2014 ve Greenough & Pritchard 2009’daki makalelerin çoğuna bakınız.
  37. “Pragmatik saldırı” terimi ilk kez Jon Kvanvig tarafından Certain Doubts web günlüğünde kullanılmıştır: http://certaindoubts.com/?p=13 (“Pragmatic aspects of knowledge?” 12 Haziran 2004)
  38. Owens (2000) pragmatik saldırının erken bir savunmasını yapar; bkz. 2000: 29 ve devamı. “Epistemik konumun aynılığı” ifadesinin dikkatle anlaşılması gerektiğini unutmayın. Elbette p’yi bilmenin kişinin epistemik konumunun bir parçası olduğu bir anlam vardır; Merve ve Ahmet’in aynı epistemik konumda olduğunu söylediğimizde, kastettiğimiz anlam bu olamaz. Merve ve Ahmet’in aynı (ya da eşdeğer) kanıta sahip oldukları söylenebilir (ve bazı epistemologlar bunu yapmaktadır.) Bu sadece pragmatik saldırı kanıtı da kapsamaması durumunda yeterli olacaktır; örneğin Williamson (2000) bir öznenin kanıtının kişinin bilgisinden ibaret olduğu konusunda haklıysa ya da Stanley (2005: 124) saldırının tüm ilginç epistemik kavramları kapsadığı konusunda haklıysa yeterli olmayacaktır.

Kaynakça

  • Almeder, Robert, 1999, Harmless Naturalism. The Limits of Science and the Nature of Philosophy, Chicago and La Salle: Open Court.
  • Alston, William P., 1991, Perceiving God. The Epistemology of Religious Experience, Ithaca: Cornell University Press.
  • Armstrong, D.M., 1973, Belief, Truth, and Knowledge, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Bird, Alexander, 2007, “Justified Judging”, Philosophy and Phenomenological Research, 74(1): 81–110. doi:10.1111/j.1933-1592.2007.00004.x
  • Blome-Tillmann, Michael, 2009a, “Contextualism, Subject-Sensitive Invariantism, and the Interaction of ‘Knowledge’-Ascriptions with Modal and Temporal Operators”, Philosophy and Phenomenological Research, 79(2): 315–331. doi:10.1111/j.1933-1592.2009.00280.x
  • –––, 2009b, “Knowledge and Presuppositions”, Mind, 118(470): 241–294. doi:10.1093/mind/fzp032
  • Boh, Ivan, 1985, “Belief, Justification and Knowledge: Some Late Medieval Epistemic Concerns”, Journal of the Rocky Mountain Medieval and Renaissance Association, 6: 87–103.
  • Bogardus, Tomas, 2014, “Knowledge Under Threat”, Philosophy and Phenomenological Research, 88(2): 289–313. doi:10.1111/j.1933-1592.2011.00564.x
  • Brown, J., 2006, “Contextualism and Warranted Assertability Manoeuvres”, Philosophical Studies, 130(3): 407–435. doi:10.1007/s11098-004-5747-3
  • Chisholm, Roderick, 1977, Theory of Knowledge, 2nd edition, Englewood Cliffs: Prentice Hall.
  • –––, 1989, Theory of Knowledge, 3rd edition, Englewood Cliffs: Prentice Hall.
  • Clark, Michael, 1963, “Knowledge and Grounds. A Comment on Mr. Gettier’s Paper”, Analysis, 24(2): 46–48. doi:10.2307/3327068
  • Cohen, Stewart, 1988 “How to be a Fallibilist”, Philosophical Perspectives, Epistemology, 2: 91–123. doi:10.2307/2214070
  • Comesaña, Juan, 2005, “Unsafe Knowledge”, Synthese, 146(3): 395–404. doi:10.1007/s11229-004-6213-7
  • Conee, Earl and Richard Feldman, 2004, Evidentialism: Essays in Epistemology, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/0199253722.001.0001
  • Craig, Edward, 1990, Knowledge and the State of Nature: An Essay in Conceptual Synthesis, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/0198238797.001.0001
  • DeRose, Keith, 1995, “Solving the Skeptical Problem”, The Philosophical Review, 104(1): 1–52. doi:10.2307/2186011
  • –––, 2000, “Ought We to Follow Our Evidence?” Philosophy and Phenomenological Research, 60(3): 697–706. doi:10.2307/2653824
  • –––, 2009, The Case for Contextualism, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199564460.001.0001
  • Dougherty, Trent, 2011, Evidentialism and its Discontents, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199563500.001.0001
  • Dretske, Fred, 1981, Knowledge and the Flow of Information, Cambridge, MA: MIT Press.
  • –––, 1985, “Precis of Knowledge and the Flow of Information”, in Hilary Kornblith (ed.), Naturalizing Epistemology, Cambridge, MA: MIT Press: 169–187.
  • –––, 1989, “The Need to Know”, in Marjorie Clay and Keith Lehrer (eds.), Knowledge and Skepticism, Boulder: Westview Press: 89–100.
  • –––, 2005, “The Case Against Closure”, in Matthias Steup and Ernest Sosa (eds), Contemporary Debates in Epistemology, Malden, MA: Blackwell: 13–25.
  • Dreyfus, George B.J., 1997, Recognizing Reality: Dharmakirti’s Philosophy and its Tibetan Interpretations, Albany, NY: SUNY Press.
  • Dutant, Julien, 2015, “The Legend of the Justified True Belief Analysis”, Philosophical Perspectives, 29(1): 95–145. doi:10.1111/phpe.12061
  • Fantl, Jeremy & Matthew McGrath, 2009, Knowledge in an Uncertain World, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199550623.001.0001
  • Feldman, Richard and Earl Conee, 1985, “Evidentialism”, Philosophical Studies, 48(1): 15–34. doi:10.1007/BF00372404
  • –––, 2001, “Internalism Defended”, American Philosophical Quarterly, 38(1): 1–18. Reprinted in Conee and Feldman 2004: 53–82. doi:10.1093/0199253722.003.0004
  • Fodor, Jerry, 1998, Concepts: Where Cognitive Science Went Wrong, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/0198236360.001.0001
  • Gerken, Mikkel, forthcoming, On Folk Epistemology, Oxford: Oxford University Press.
  • Gettier, Edmund L., 1963, “Is Justified True Belief Knowledge?”, Analysis, 23(6): 121–123. doi:10.2307/3326922
  • Gibbons, John, 2013, The Norm of Belief, Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199673391.001.0001
  • Goldman, Alvin I., 1967, “A Causal Theory of Knowing”, The Journal of Philosophy, 64(12): 357–372. doi:10.2307/2024268
  • –––, 1976, “Discrimination and Perceptual Knowledge”, The Journal of Philosophy, 73(20): 771–791. doi:10.2307/2025679
  • –––, 1979, “What is Justified Belief?” in Justification and Knowledge, George S. Pappas (ed.), Dordrecht: D. Reidel: 1–25.
  • –––, 1986, Epistemology and Cognition, Cambridge: Harvard University Press.
  • –––, 1999, “Internalism Exposed”, The Journal of Philosophy, 96(6): 271–93. doi:10.2307/2564679
  • –––, 2009a, “Replies to Discussants”, in G. Schurz & M. Werning (eds.), Reliable Knowledge and Social Epistemology: Essays on the Philosophy of Alvin Goldman and Replies by Goldman, Amsterdam: Rodopi: 245–288.
  • –––, 2009b, “Internalism, Externalism, and the Architecture of Justification”, The Journal of Philosophy, 106(6): 309–338. doi:10.5840/jphil2009106611
  • –––, 2011, “Reliabilism”,The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Spring 2011 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/spr2011/entries/reliabilism/>.
  • Goldman, Alvin I. and Erik J. Olsson, 2009, “Reliabilism and the Value of Knowledge”, in Adrian Haddock, Alan Millar, and Duncan Pritchard (eds.), Epistemic Value, New York: Oxford University Press, pp. 19–41. doi:10.1093/acprof:oso/9780199231188.001.0001
  • Greco, John, 2009, “Knowledge and Success from Ability”, Philosophical Studies, 142(1): 17–26. doi:10.1007/s11098-008-9307-0
  • Greenough, Patrick & Dirk Kindermann forthcoming, “The Semantic Error Problem for Epistemic Contextualism”, in Ichikawa forthcoming-b: 305–320.
  • Greenough, Patrick & Duncan Pritchard, 2009, Williamson on Knowledge, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199287512.001.0001
  • Hazlett, Allan, 2010, “The Myth of Factive Verbs”, Philosophy and Phenomenological Research, 80(3): 497–522. doi:10.1111/j.1933-1592.2010.00338.x
  • Hawthorne, John, 2002, “Deeply Contingent A Priori Knowledge”, Philosophy and Phenomenological Research, 65(2): 247–69. doi:10.1111/j.1933-1592.2002.tb00201.x
  • –––, 2003, Knowledge and Lotteries, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/0199269556.001.0001
  • Ichikawa, Jonathan J., 2011, “Quantifiers, Knowledge, and Counterfactuals”, Philosophy and Phenomenological Research, 82(2): 287–313. doi:10.1111/j.1933-1592.2010.00427.x
  • –––, forthcoming-a, Contextualising Knowledge: Epistemology and Semantics, Oxford: Oxford University Press.
  • ––– (ed.), forthcoming-b, Routledge Handbook of Epistemic Contextualism, New York: Taylor & Francis.
  • Ichikawa, Jonathan J., Benjamin Jarvis, & Katherine Rubin, 2012, “Pragmatic Encroachment and Belief-Desire Psychology”, Analytic Philosophy, 53(4): 327–42. doi:10.1111/j.2153-960X.2012.00564.x
  • Kaplan, David, 1977, “Demonstratives”, paper presented at a symposium on Demonstratives at the March 1977 meetings of the Pacific Division of the American Philosophical Association. Printed in Joseph Almog, John Perry & Howard Wettstein (eds.), 1989, Themes From Kaplan, Oxford: Oxford University Press.
  • Kaplan, Mark, 1985, “It’s Not What You Know that Counts”, The Journal of Philosophy, 82(7): 350–63. doi:10.2307/2026524
  • Kornblith, Hilary, 2002, Knowledge and its Place in Nature, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/0199246319.001.0001
  • –––, 2008, “Knowledge Needs No Justification”, in Quentin Smith (ed.), Epistemology: New Essays, Oxford: Oxford University Press: 5–23. doi:10.1093/acprof:oso/9780199264933.003.0002
  • Kripke, Saul A., 2011, “Nozick on Knowledge”, in Philosophical Troubles: Collected Papers, Volume 1, Oxford: Oxford University Press, pp. 162–224. doi:10.1093/acprof:oso/9780199730155.003.0007
  • Lewis, David K., 1973, Counterfactuals, Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • –––, 1996, “Elusive Knowledge”, Australasian Journal of Philosophy, 74(4): 549–567. doi:10.1080/00048409612347521
  • Littlejohn, Clayton, 2012, Justification and the Truth-Connection, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Lowy, Catherine, 1978, “Gettier’s Notion of Justification”, Mind, 87(345): 105–108. doi:10.1093/mind/LXXXVII.1.105
  • Lyons, Jack C., 2009, Perception and Basic Beliefs: Zombies, Modules and the Problem of the External World, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780195373578.001.0001
  • McGlynn, Aidan, 2014, Knowledge First?, Basingstoke: Palgrave. doi:10.1057/9781137026460
  • McKinnon, Rachel, 2013, “Getting Luck Properly Under Control”, Metaphilosophy, 44(4):496–511. doi:10.1111/meta.12044
  • Merricks, Trenton, 1995, “Warrant Entails Truth”, Philosophy and Phenomenological Research, 55(4): 841–855. doi:10.2307/2108335
  • Miracchi, Lisa, 2015, “Competence to Know”, Philosophical Studies, 172(1): 29–56. doi:10.1007/s11098-014-0325-9
  • Myers-Schulz, Blake & Eric Schwitzgebel, 2013, “Knowing that P without Believing that P”, Noûs, 47(2): 371–384. doi:10.1111/nous.12022
  • Nagel, Jennifer, 2010, “Epistemic Anxiety and Adaptive Invariantism”, Philosophical Perspectives, 24(1): 407–35. doi:10.1111/j.1520-8583.2010.00198.x
  • –––, 2013, “Knowledge as a Mental State”, Oxford Studies in Epistemology, 4: 275–310. doi:10.1093/acprof:oso/9780199672707.003.0010
  • –––, 2014, Knowledge: A Very Short Introduction, Oxford: Oxford University Press.
  • Nozick, Robert, 1981, Philosophical Explanations, Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Owens, David, 2000, Reason Without Freedom: Problem of Epistemic Normativity, London: Routledge.
  • Phillips, Stephen H. and N.S. Ramanuja Tatacharya (trans.), 2004, Epistemology of Perception: Gaṅgeśa’s “Tattvacintāmaṇi”, New York: American Institute of Buddhist Studies.
  • Plantinga, Alvin, 1993, Warrant and Proper Function, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/0195078640.001.0001
  • –––, 1996, “Respondeo”, in Jonathan L. Kvanvig. Warrant in Contemporary Epistemology. Essays in Honor of Plantinga’s Theory of Knowledge, Lanham, MD: Rowman and Littlefield.
  • Pollock, John J., 1986, Contemporary Theories of Knowledge, Totowa, NJ: Rowman and Littlefield.
  • Pritchard, Duncan, 2005, Epistemic Luck, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/019928038X.001.0001
  • Pritchard, Duncan, Alan Millar, & Adrian Haddock, 2010, The Nature and Value of Knowledge: Three Investigations, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199586264.001.0001
  • Radford, Colin, 1966, “Knowledge—By Examples”, Analysis, 27(1): 1–11. doi:10.2307/3326979
  • Rose, David & Jonathan Schaffer, 2013, “Knowledge Entails Dispositional Belief”, Philosophical Studies, 166(supplement 1): 19–50. doi:10.1007/s11098-012-0052-z
  • Rysiew, Patrick, 2001, “The Context-Sensitivity of Knowledge Attributions”, Noûs, 35(4): 477–514. doi:10.1111/0029-4624.00349
  • –––, 2011, “Epistemic Contextualism”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Winter 2011 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/win2011/entries/contextualism-epistemology/>
  • Schaffer, Jonathan, 2004, “From Contextualism to Contrastivism”, Philosophical Studies, 119(1–2): 73–104. doi:10.1023/B:PHIL.0000029351.56460.8c
  • Schiffer, Stephen, 1996, “Contextualist Solutions to Scepticism”, Proceedings of the Aristotelian Society, 96(1): 317–333. doi:10.1093/aristotelian/96.1.317
  • Shope, Robert K., 1983, The Analysis of Knowing. A Decade of Research, Princeton: Princeton University Press.
  • Sosa, Ernest, 1999, “How to Defeat Opposition to Moore”, Noûs, (Supplement: Philosophical Perspectives, Epistemology), 33(s13): 141–153. doi:10.1111/0029-4624.33.s13.7
  • –––, 2007, A Virtue Epistemology: Apt Belief and Reflective Knowledge (Volume I), New York: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199297023.001.0001
  • Stanley, Jason, 2005, Knowledge and Practical Interests, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/0199288038.001.0001
  • –––, 2011, Know How, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199695362.001.0001
  • Steglich-Petersen, Asbjørn, 2010, “Luck as an Epistemic Notion”, Synthese, 176 (3): 361–377. doi:10.1007/s11229-009-9569-x
  • Stine, G.C., 1976, “Skepticism, Relevant Alternatives, and Deductive Closure”, Philosophical Studies, 29(4): 249–261. doi:10.1007/BF00411885
  • Sturgeon, Scott, 1993, “The Gettier Problem”, Analysis, 53(3): 156–164. doi:10.2307/3328464
  • Sutton, Jonathan, 2007, Without Justification, Cambridge, MA: The MIT Press.
  • Unger, Peter, 1968, “An Analysis of Factual Knowledge”, The Journal of Philosophy, 65(6): 157–70. doi:10.2307/2024203
  • Weatherson, Brian, 2012, “Knowledge, Bets, and Interests”, in Knowledge Ascriptions, Jessica Brown & Mikkel Gerken (eds), New York: Oxford University Press, pp. 75–103. doi:10.1093/acprof:oso/9780199693702.003.0004
  • Williamson, Timothy, 2000, Knowledge and its Limits, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/019925656X.001.0001
  • –––, 2005, “Knowledge, Context, and the Agent’s Point of View”, in Gerhard Preyer & Georg Peter (eds.), Contextualism in Philosophy: Knowledge, Meaning, and Truth, Oxford: Oxford University Press: 91–114.
  • –––, 2009, “Reply to Alvin Goldman”, in Williamson on Knowledge, Greenough & Pritchard 2009: 305–312. doi:10.1093/acprof:oso/9780199287512.003.0017
  • Worsnip, Alex, forthcoming, “Contextualism and Knowledge Norms”, in Ichikawa forthcoming-b: chapter 14.
  • Wright, Crispin, 2004, “Warrant for Nothing (And Foundations for Free)?” Aristotelian Society Supplementary Volume, 78(1): 167–212. doi:10.1111/j.0309-7013.2004.00121.x
  • Zagzebski, Linda, 1994, “The Inescapability of Gettier Problems”, The Philosophical Quarterly, 44(174): 65–73. doi:10.2307/2220147

Jonathan Jenkins Ichikawa & Matthias Steup – “The Analysis of Knowledge”, (Erişim: 28. 12. 2023)

Çevirmen: Musa Yanık

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Williamson, Karşıolgusal Epistemoloji ve Düşünce Deneyleri – Fatih S. M. Öztürk

Sonraki Gönderi

Erkler (Kuvvetler) Ayrılığı Kuramının Tarihsel Gelişimi – Kerem Ali Vahap

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü