//

Marksistler Tarihi Anlayışımızı Değiştirdi – Alfie Steer

Harvey J. Kaye’in İngiliz Marksist Tarihçiler adlı kitabı üzerine bir değerlendirme.

Popülist sağın kültür savaşçıları Marksizmin üniversitelerimize ve kültürel kurumlarımıza hakim olduğuna inanmak isteseler de, gerçekte Marksizmin günümüzdeki varlığı oldukça marjinaldir. Bugün çok az akademisyen kendisini eleştirmeksizin “Marksist” olarak tanımlayacaktır. Daha da azı kendini herhangi bir parti çizgisine bağlı hisseder. Özellikle tarih disiplininde Marksist yaklaşım, artık sıklıkla ekonomik olarak determinist olmakla, insan eylemliliğini hesaba katmamakla ve karmaşık tarihsel gelişmeleri ekonomik sistemlerin değişmez süreçlerine indirgemekle eleştirilir. Marx’ın yazılarının en kaba yorumlarında, tüm ideoloji, hukuk, siyaset, kültür ve sivil toplum ekonomik temelin yapısına indirgenebilir; tarihsel gelişimin incelenmesi, yalnızca Marksist bir ekonomik sömürü anlayışıyla erişilebilen değişmez bir bilim haline gelir.

Bu yaklaşım Marksist teorisyenlerin en dogmatik ve en az anlayışlı olanları tarafından benimsenmiş olsa da yirminci yüzyılın en etkili tarihçilerinden bazıları tarafından tutkuyla sorgulanmıştır. İlk olarak Komünist Parti Tarihçileri Grubu etrafında kümelenen İngiliz Marksist tarihçiler (önde gelen isimleri Maurice Dobb, Rodney Hilton, Christopher Hill, Eric Hobsbawm ve E. P. Thompson) hem tarih bilimi hem de siyasi aktivizm dünyasında büyük hedeflere sahipti. Marksist teoriyi geride bırakan kaba altyapı-üstyapı modelini aşmayı, geçmişi anlamamızda sınıf kavramını genişletmeyi ve emekçi sınıfların unutulmuş mücadelelerini ve fikirlerini geri kazanmayı hedeflediler. Harvey Kaye’in 1984 tarihli klasik çalışmasının yeni baskısının da gösterdiği gibi, İngiliz Marksist tarihçiler, karşıtlarının kabul ettiğinden çok daha incelikli, bize hem tarih çalışması hem de bugün radikal siyaset için değeri hakkında çok şey öğretebilecek önemli bir teorik geleneğin yazarlarıydı.

Kaye’in de gösterdiği gibi İngiliz Marksist tarihçiler hem akademik hem de siyasi katkılarda bulundular. En temel düzeyde, tarihsel araştırma, yazma ve anlamanın ufkunu genişlettiler. Tarih çok uzun bir süre boyunca yönetici siyasi elitlerin, askeri seferlerin ya da diplomatik entrikaların incelenmesiyle sınırlı kalmıştı. Sıradan insanların yaşamları nadiren kayıtlara geçiyordu. İngiliz Marksist tarihçiler, tarihsel araştırmanın geleneksel kapsamını genişleterek, geçmişin daha karmaşık ve temsili “toplumsal bütünlüğünü” ortaya çıkarmaya çalıştılar. Örneğin Maurice Dobb, ekonomi tarihi çalışmalarını, tarihsel olarak özgül bir toplumsal ilişki olarak kapitalizmin daha kapsayıcı bir tanımına doğru iterek, bugün akademiye hakim olan disiplinler arası yaklaşımın başlangıcını ortaya koydu. Tarihin kapsamını genişletmeye yönelik bu baskı, geleneğin siyasi açıdan en güçlü kavramını ortaya çıkardı: aşağıdan tarih.

İngiliz Marksist tarihçiler, sıradan insanların çalışmalarına, yaşamlarına ve fikirlerine odaklanarak, geçmişin işçi ve köylü sınıflarının siyasi eylemliliğini ve entelektüel yaratıcılığını yeniden keşfettiler. Ortaçağdan sanayi çağına kadar işçi sınıfları, dönemsel değişimlerin (feodalizmin çöküşü, kapitalizmin ve emperyalizmin yükselişi gibi) pasif kurbanları olmaktan çok uzakta, sınıf ilişkilerinin sömürüsü ve devlet iktidarının tahakkümü tarafından sınırlandırılmış olsalar da, etkili tarihsel aktörler olarak yeniden tanımlandılar.

Rodney Hilton, “feodalizm” tanımlarını, sadece yönetici sınıfın bir avuç seçkin üyesinin deneyimlediği bir sistem olmaktan çıkarıp, sıradan köylülerin hayatlarını etkileyen ve kendi lanetli, ancak daha az etkili olmayan isyanlarını motive eden bir şeye dönüştürdü. Christopher Hill’e göre İngiliz İç Savaşı, bir yandan kapitalizmin gelecekteki gelişiminin temellerini atarken, diğer yandan da önde gelen aktörleri (Levellers, Diggers ve Ranters) kitle demokrasisinden erken dönem komünizme ve hatta özgür aşka kadar uzanan devrimci fikirler üreten başarısız bir demokratik devrimi harekete geçiren bir İngiliz devrimiydi. Eric Hobsbawm, prekapitalist Güney Avrupa üzerine yaptığı çalışmalarda Robin Hood tarzı haydutluğun “ilkel isyancılarını” yeniden keşfederken, aynı zamanda endüstriyel Britanya’daki Luddite makine kırıcılarının ardındaki rasyonaliteyi de iddia etti. Son olarak, E. P. Thompson, İngiliz işçi sınıfının “oluşumu” üzerine yaptığı görkemli çalışmasında, hem Jakoben kulüplerin ve dini muhaliflerin radikal fikirlerini hem de Londra sokaklarında isyancı çeteler tarafından dayatılan “ahlaki ekonomiyi” yeniden keşfetmiştir.

Tarihin kapsamını genişletme ve unutulmuş bir işçi sınıfı eylemliliği ve radikalizmi dünyasını geri kazanma yönündeki bu çaba, klasik Marksizmi tanımlayan yetersiz temel-üstyapı modelini aşma arzusuyla eşleşti. Ekonomik determinist olmaktan çok uzak olan İngiliz Marksist tarihçiler, sınıfsal tabakalaşmanın statik, tarih dışı bir analizini reddetti, bunun yerine “sınıfı” insanlar arasında zaman içinde gelişen, sıklıkla sert mücadelelerle karşı karşıya kalınan bir toplumsal ilişki biçimi olarak gördü. Sınıf yalnızca ekonomik bir kategori değil, toplumsal yaşamlarımızda ve kültürel oluşumlarımızda, pratiklerde, ritüellerde, fikirlerde ve değerlerde ortaya çıkan tarihsel bir olguydu. İngiliz Marksist tarihçiler, sınıf “deneyimi” kavramı aracılığıyla, sınıf mücadelesi ve sömürünün toplumsal bilinci nasıl şekillendirdiğine açıklık getirerek, insan failliğini bir kenara bırakmadan maddi olanın temel önemini kabul ettiler.

Bu yeniden kavramsallaştırma, Kaye’in Marksist tarihçilerin “Sınıf Belirlenimi Teorisi” olarak tanımladığı ve tarihin motoru olarak tanımlanan toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel alanlarda eşzamanlı olarak yürütülen sınıf mücadelesinin bir parçasını oluşturmaktadır.

İngiliz Marksist tarihçilerin “sınıf belirleyiciliği” diğer baskı biçimlerini dışlama riskini beraberinde getirmiş olsa da daha sonra gelişen diğer “aşağıdan tarihler” bu özgün geleneğin doğrudan etkisini taşımıştır. Sheila Rowbotham ve Sally Alexander gibi sosyalist-feminist tarihçilerin çalışmalarıyla gelişen kadın tarihinden, siyah Britanya tarihi üzerine artan çalışmalara, mikrotarih veya sözlü tarihe kadar, disiplinin odağı kralların, şövalyelerin ve din adamlarının elinden alındı. Her zaman Marksist yaratıcılarla aynı açık ideolojik bağlılığa sahip olmasa da seçkinlerden sıradan insanlara, onların gündelik yaşamlarına, işlerine, hatta duygularına doğru kayış, silinmez ve potansiyel olarak geri döndürülemez bir odak değişimidir.

Kaye’in baştan sona vurguladığı gibi, İngiliz Marksist tarihçiler sadece koltuk entelektüelleri değil, aynı zamanda, bazı durumlarda akademik çıktılarına zarar verecek şekilde, siyasi olarak aktif kişilerdi. Hepsi Büyük Britanya Komünist Partisi (CPGB) içindeki demokratik muhalefette bir şekilde rol oynadılar ve birçoğu 1956’dan sonra İngiliz Yeni Solu’nun kuruluşuna öncülük edecekti. E. P. Thompson, Soğuk Savaş sırasında nükleer silahlara ve eski sivil özgürlüklerin ihlaline karşı tutkulu bir şekilde yazdı ve kampanya yürüttü. Christopher Hill seksenli yaşlarına kadar çok sayıda sol davanın ve yayının destekçisi olmaya devam etti. İronik bir şekilde, İngiliz Marksist tarihçilerin en popüleri ve hatta tüm zamanların en çok satan tarihçilerinden biri olan Eric Hobsbawm, geleneğin hem ekonomik olarak en determinist hem de ideolojik olarak en ılımlı ismiydi (Komünist Partiye ömür boyu üye olmasına rağmen). 1980’lere gelindiğinde, İngiltere’nin sınıfsal yapısındaki büyük değişimler nedeniyle “emeğin ileriye doğru yürüyüşünün” durduğu yönündeki uyarıları, İşçi Partisi’nin Yeni İşçi Partisi ile sonuçlanan sancılı ideolojik ılımlılaşma süreci üzerinde büyük bir etki yarattı.

On yıllar geçtikçe doğal olarak siyasi farklılıklar ortaya çıksa da Kaye’in profilini çıkardığı tüm tarihçiler, kökleri Marx ve Engels’in yazıları kadar Wat Tyler’dan William Morris’e kadar İngiltere’nin radikal geçmişinin halk kahramanlarına dayanan bir tür özgürlükçü sosyalizmi dile getirdiler. Bu nedenle, eski mücadelelerin ve radikal fikirlerin yeniden keşfi, İngiliz solu için yeni ideolojik ilham kaynakları ve hatta yeni bir radikal ulusal kimlik sağladı.

Akademi kültür savaşlarının parlama noktalarından biri olmaya devam ederken, “akademisyen-aktivist” rolünün yeniden değerlendirilmesinin tam zamanıdır ve Kaye’in bu kitapta ana hatlarını çizdiği tarihçiler (özellikle Thompson) arketipik örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, bir dereceye kadar, daha yardımsever bir çağın mirasçılarıydılar. Üniversitelerin genişlediği ve öğrenci sayılarının arttığı savaş sonrası dönemde akademik işler iyi ücretli ve boldu. Canlı bir olgun ve işçi eğitimi hareketi, geleneksel “elit” üniversitelerin dışında daha fazla fırsat sağladı. Şimdi ise akademik emeğin kronik bir şekilde gündelikleştirilmesi, tarihçileri o kadar fazla çalışır ve zaman sıkıntısı çeker hale getirdi ki, bırakın siyasi olarak örgütlenmeyi, yazmaya ya da araştırmaya zaman bulmak bile neredeyse imkânsız bir iş gibi görünüyor. Böylesine ümitsiz zamanlarda, daha önce gelip sömürüye karşı ve kadim özgürlüklerini savunmak için savaşan kalabalıkların yeniden keşfi, Marksist tarihçilerin bile başlangıçta hayal edebileceğinden çok daha doğrudan bir ilham kaynağı sağlayabilir.


Alfie Steer“Marxists Changed How We Understand History”

Çeviri: Yener Çıracı


Bu içerik birdunyaceviriblog ile işbirliğimizin bir parçasıdır. Sitelerini ziyaret etmek için tıklayınız.

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Niçin Din Bir Yere Gitmiyor ve Bilim Onu Yok Edemeyecek? – Peter Harrison

Sonraki Gönderi

Kamu Güvenliği Bir Medeni Haktır – The Graham Factor

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü