Hangisi Daha Temeldir: Süreçler Mi Yoksa Şeyler Mi? – Celso Vieira

/
1815 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Metafizik, gerçekliğin yapı taşlarını, zihinsel ve fiziksel varlıklar arasındaki ayrımları, varlık ve gerçeklik hakkındaki temel sorularını inceleme yoluyla varoluşu anlama çabasıdır. Ancak metafizik yalnızca esrarlı bir felsefe branşından ibaret değildir: insanlar dünyayı anlamlandırmak için metafiziksel varsayımları kullanır. Neyin var olduğu ve neyin temel olduğu hakkındaki varsayımlarımız hayatlarımız üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Aslında metafiziksel varsayımlarımızın ne kadar az farkındaysak o kadar fazla etkileri altında kalıyoruz demektir.

Batı metafiziği tözlere dayanan paradigmayı temel alma eğilimindedir. Biz dünyayı çoğunlukla atomik moleküllerden, doğal cinslerden ve galaksilerden oluşan bir ”şeyler” dünyası olarak görürüz. Nesneler varlığın paradigmatik temeli, Evren’in temel yapı taşlarıdır. Var olan her şey bir nesne olarak var olur. Başka bir  deyişle, şeyler belirli bir türdendir; spesifik özellikleri ve iyi tanımlanmış mekansal ve zamansal limitleri vardır. Örneğin: Fido benim köpeğimdir, gridir ve bir yıl önce doğmuştur. (Bunun gibi basit bir önermenin töz metafiziğinde metafiziksel anlaşmazlıklara neden olacağını söylemek kayda değerdir: gerçekçiler ‘köpekler’ gibi doğal türden bir tümelin varlığına inanırken nominalistler bunun yalnızca entelektüel bir soyutlamadan ibaret olduğuna inanır.)

Tözleri kabul eden metafizik Batı ‘anlayışına’ bir temel oluşturuyor gibi gözükse de ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Neden yanlış olduğunu görmek için bir bardak su hakkındaki klişeyi bir düşünün: bardağın yarısı dolu mudur yoksa boş mu? Bu soru şeylerin, optimist ya da pesimist bir yorumlamaya temel oluşturacak, statik bir biçimde bir araya geldiğini varsayar. Doğru fiziksel ortamın ya da psikolojik değerlendirmelerin meşruiyeti hakkında bitmek bilmez tartışmalara girebilir. Peki ya tek başına ‘bir bardak su’ tanımlaması, gerekli bilgiyi sağlamak için yetersizse? Herkes dolmaya başlayan boş bir bardağı boşalmaya başlayan dolu bir bardağa tercih eder. Değişimle ilgili bilgiden yoksun her analiz esas noktayı kaçırıyor ki işte bu tam olarak töz metafiziğinin kaçırdığı nokta. Hal buyken süreç filozofları dünyaya, birbirinden bağımsız sabit bir nesneler bütünü olarak bakmanın ötesine geçmeyi ve bunun yerine dünyayı dünya yapan süreçleri incelemeyi öneriyor; Temel olan nesneler değil, süreçlerdir.

Sokrates öncesi Yunan filozofu Heraklitos, süreç metafiziğinin en ünlü biçimini ifade etmiştir. ‘Aynı nehirde iki kez yıkanmak mümkün değildir’ der – çünkü varoluş değişime bağlıdır; ikinci kez girdiğin nehir başta geçtiğin nehir olmaktan çıkmış ve değişmiştir (ve sen de bu sürede değiştin). Ayrıca tözcü filozoflar gerçekliğin en temel yapı taşlarını tespit etmeye çalışırken en küçük bileşenleri arama eğilimindedirler ancak süreç filozofları bunu yetersiz bulur. Modern fizikçiler de öyle. Elektronlar artık bir alandaki enerji demetleri olarak görülüyor ve kuantum vakum dalgalanmaları, enerji demetleri olmayan alanların olduğunu ancak alansız bir enerji demeti olmadığını kanıtlıyor. Yani şeyler süreçlere indirgenebiliyorken bunun tersi geçerli değil gibi görünüyor. (Filozof Alfred North Whitehead’in de söylediği gibi ‘şeyler’ yerine ‘oluşlar’ üzerine düşünmeliyiz)

Temel olan süreç midir şey mi?

Değişim, töz metafiziği için sürekli olarak tekrar tekrar ortaya çıkan bir problem. Tümeller geleneksel olarak bu problemden kaçınmanın popüler bir yolunu sunmuştur: Bu statik varlıkları kesin olarak tanımlamak zor olsa da birçok farklı tikel şeyde aynı anda örneklebilen ‘hiper-şeyler’ olarak düşünülebilirler. Bir tümel, farklı tikellerin ortak olarak sahip olduğu şeydir: tipler, türler ve bağlantılar gibi. Tümeller temelde tikellerden farklıdır: Örneğin Aristoteles, tikellerin -benim köpeğim Fido gibi- oluşuma ve bozulmalara tabi olduğunu ancak türlerin -tümel- ebedi olduğunu savunmuştur. Bu spesifik argüman, bilimin süreç metafiziğini desteklediği başka bir örnek sunuyor. Evrim Teorisi sayesinde Aristoteles’in değişmez ve ebedi türler görüşünün yanlış olduğunu biliyoruz. Türler evrimleşiyor, değişiyor. Sonuçta köpekler kurtlardan evrimleşerek bambaşka bir cins meydana getirdi. Bir kez daha değişim paradigmasını töz paradigmasına tercih etmek bizim için daha iyi görünüyor.

Süreç metafizikçileri, başka önemli felsefi kavramların da tekrar değerlendirilmesine öncülük etmiştir. Örneğin kimlik kavramı. Şeylerin kimliklerini kaybetmeksizin nasıl değişebildiklerini açıklamak için tözcü filozoflar değişim boyunca sabit kalacak bir çekirdek –öz- olduğunu var sayar. Theseus’un Gemisi paradoksunun da gösterdiği üzere bu özün ne olabileceğini açıklamak kolay değildir. Bir gemi uzun bir yolculuğa çıkar ve çok önemli parçalarının değiştirilmesi gerekir: eskilerinin yerine yeni kalaslar, eskimiş kürekler yerine yeni kürekler derken gemi limana döndüğünde ilk çıktığı zaman sahip olduğu hiçbir parçası kalmamıştır. Bu gemi materyal anlamda tamamen farklı olmasına rağmen aynı gemi midir? Tözcü filozoflar için bu bir çeşit paradokstur; süreç filozofları içinse kimliğin gerekli bir parçası. Elbette ki bu aynı gemidir. Kimlik, bir şeyin statik eşdeğeri olmaktan çıkmıştır. Sonuçta bu tamirler yapılmasa gemi işlevini yitirecekti. Bu anlayış yerine Alman filozof Nicholas Rescher Ideas in Process (2009) kitabında kimliğin yalnızca programatik bir gelişim olduğunu öne sürüyor. Diğer her şey sabit olmak kaydıyla bütün köpek yavruları bir köpeğe dönüşür. (Bu program deterministik bir düşünce olarak düşünülmek zorunda değil. Rescher’a göre bu görüş süreçler arasındaki etkileşimler, varyasyonlar için açık bir kapı bırakıyor.)

Yığın paradoksunun örneklendirdiği üzere süreçler yalnızca iki durum ya da nesne arasında gerçekleşen aralıktan ibaret değildir: bir yığın kum alın ve yığından bir kum tanesini çıkarın. Yığın hala yığındır; bir kum tanesi pek fark yaratmaz. Ancak bu çıkarma işlemini tekrar tekrar yaparsanız sonunda elinizde tek bir kum tanesi kalacaktır. Bunun da bir yığın olmadığı açıktır. Peki, yığınımız ne zaman yığın olmaktan çıktı? Durumun son hali yerine sürece baktığınızda yığın olmakla olmamak arasındaki sınırı belirleyebilmenin imkansızlığını fark edersiniz. (Aynı şekilde kurt olmakla köpek olmak arasında da keskin bir ayrım noktasına denk düşen bir birey yoktu.) Bu durum bizi en azından doğal cinsleri birbirlerinden ayırırken başvurduğumuz soyutlamalar hakkında uyarıyor. Henri Bergson gibi süreç filozofları bu olumsuz sonuca ulaştıktan sonra duruyor ve süreçlerin bilinemeyeceğini, yalnızca deneyimlenebileceğini ifade ediyorlar. Yine de Danimarkalı filozof Johanna Seibt’in de söylediği gibi, süreçlere odaklanmak tamamen farklı bir perspektif gerektiriyor olabilir.

Dünyayı birbiriyle iç içe geçmiş çeşit çeşit süreçlerden oluşan bir bütün olarak görmemizin bilimsel ve felsefi avantajları var ancak bunun yanında daha sıradan faydaları olduğunu da söyleyebiliriz. Süreç felsefesi bizi zaman dilimlerine, bulanık sınırlara ve bağlantılı ilişkilere bakmamız için teşvik ediyor. Programatik -ama deterministik olmayan- bir süreç olarak kimlik kavramı, küçük, yinelenen değişimler yoluyla ortaya çıkan yeniliklere oldukça sıcak bakıyor. Bu metafiziksel varsayımlar doğrultusunda anlamlı bir yaşam, kişinin ‘gerçek’ benliğini bulmasından ziyade benliğinin sınırlarını genişletmesi anlamına geliyor.

Celso Vieira – “ Which is more fundamental: processes or things?”, (Erişim Tarihi: 02.05.2020), Kaynak Linki: https://aeon.co/ideas/which-is-more-fundamental-processes-or-things

Çevirmen: Yiğit Aras Tarım

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Pürüzlü, Yumuşak ya da Derin: Bir Ses Tonunun İşitilmesi Neden Çok Algılıdır? – Pavlo Shopin

Sonraki Gönderi

Türkçede Çağdaş Epistemoloji Kitapları – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü