Pürüzlü, Yumuşak ya da Derin: Bir Ses Tonunun İşitilmesi Neden Çok Algılıdır? – Pavlo Shopin

/
1242 Okunma
Okunma süresi: 4 Dakika

İnsan seslerini anlamak için, işitmenin ötesinde duyulara güveniriz. Taylor Swift’in şarkıları tatlı ve yumuşak olabilir. Lady Gaga’nın şarkı söyleme tarzı kasvetli hissettirir. Johnny Cash’in sesi kalın ve pürüzlüdür. Çünkü ses yalnızca işitilen değildir: bir ses görülebilir ve duyulabilirdir ve hatta tadılabilir ve dokunulabilirdir de. Seste duyduğumuz tını ‘çoklu algısal görüntüler’ yaratır. Bu görüntü sadece bir duyudan değil, birçok duyudan gelen algılarla oluşur .

Çoklu algılama olgusu, sese neden yumuşaklık, pürüzlülük veya derinliğin metaforik özelliklerini yüklediğimizi anlamamıza yardımcı olabilir. Sesi düz olan bir politikacı düşünün. Düzlük hem dokunsal hem de görsel olduğu için çok boyutlu bir kavramdır. Düz yüzeyleri dokunarak veya görerek tanıyabiliriz. Bu duyusal izlenimler tonda değişiklik olmadığını ima ederek bizi sesin akustik nitelikleri hakkında bilgilendirir. Özellikle, düzlük, konuşmacının sempati ve duygu eksikliğini de ifade edebilir.

Yumuşaklık, işitsel ses algısını sunmanın bir başka yaygın yoludur. Düzlük gibi, yalnızca konuşan kişinin ses kalitesini değil, aynı zamanda duygusal durumunu da tanımlayabilir. Peki, sesi tanımlamakta kullandığımız, hem görsel hem dokunsal tecrübeyle ilgili olan keskinlik hakkında ne düşünürsünüz? Sesin keskin olarak adlandırılması, agresif, kötü bir konuşmacı için bir metafor olabilir- veya akustik, vokal sesleri tanımlamanın bir yolu olabilir.

Çok boyutlu görüntüler, bize zarar verebilecek veya fayda sağlayabilecek şeyleri tanımlamamıza ve bunlarla başa çıkmamıza olanak tanır. Düşen bir havan mermisi, fırlayan bir kaplan veya patinaj yapan araba sadece işitsel veya görsel görüntüler değildir: Bu görüntüler, çok boyutlu görüntüler olarak algılanır ve potansiyel yaşam tehditleri olarak düşünülebilir. Bilişsel psikolojide, Oxford Üniversitesi’nden Vanessa Harrar’ın ifade ettiği gibi, “Birbirinden ayrı duyulardan gelen bilgileri entegre etmek, gelen sinyallerdeki değişkenliği azaltarak hayatta kalma şansını arttırır, böylece daha hızlı tepki vermemizi sağlar”. Aslında, Harrar, çok algılı sinyallerin bileşenleri eşzamanlı olduğunda, reaksiyon süremizin en hızlı olduğuna dikkat çeker.

Oxford Üniversitesi’nden psikolog Charles Spence, insanların duyusal bilgilerini mutfak deneyimine nasıl entegre ettikleri konusunda yaptığı kapsamlı araştırmada, görüntü ve işitmenin gıdaların tadını değiştirebileceğini sonucuna vardı. Örneğin; bir çalışmada, beyaz  tabakta sunulan tatlıların siyah tabakta sunulanlardan daha tatlı geldiği bulundu. Bir diğer çalışmada ise, ağır çatal bıçak takımlarının yemeklerin tadını daha iyi hale getirdiği sonucuna ulaşıldı.

Metaforlarla sonuçlanan çok boyutlu algılamalar, nispeten soyut şeyleri daha tanıdık fikirlerle düşünmemize yardımcı olur. “Kavramsal metafor teorisi”ni tasarlayan dilbilimci George Lakoff ve filozof Mark Johnson, Metaphors We Live By (2003) kitabında insanların soyut fenomenleri anlamak için somut fikirler kullandıklarını söylüyor. Dilbilimsel ve psikolojik araştırmalar, metaforların zaman, para, ahlak, ölüm ve hatta orgazm hakkındaki soyut düşüncemizi güçlendirdiği fikrini destekliyor. Örneğin, zaman soyut bir fikirdir ve onu daha somut görünen mekân deneyimi ile anlama eğilimindeyiz: zaman akabilir ya da hareketsiz  kalabilir. Geçmişimiz arkamızda kalsa iyi olur, çünkü geleceğimiz ileridedir.

Kayıtsızlık veya düşmanlık, soğuk hissetme deneyimiyle aktarılabilen karmaşık sosyal kavramlardır. Soğukluk somuttur ve mesajı canlı bir şekilde iletir. Birinin sesi soğuk olarak tanımlanırsa, insanlar bu duyusal görüntüyü konuşmacının duygusal durumu ile ilişkilendirir. Benzer bir şekilde, sesin akustik özellikleri diğer duyusal deneyimlerle ilişkilendirilebilir. Keskin bir ses hem görüşe hem de dokunma duygusuna işaret edebilir.

Bir şeyin nasıl “hissettirdiğini” tasvir etmek, özellikle sesleri açıklarken metaforları kullanmanın en yaygın yollarından biridir. Bu çok mantıklıdır çünkü dokunma konuşmadan çok daha erken gerçekleşmiş bir evrimsel gelişmedir ve günlük yaşamda hayati önem taşır. Consciousness and the World (2000) kitabında, Avustralyalı filozof Brian O’Shaughnessy dokunmayı ilkel duyu olarak ele almıştır çünkü dokunmayı “Fiziksel alanda hareket edebilecek bir bedene sahip olmadan ayırt etmek neredeyse imkânsızdır.” Oxford Üniversitesi’nden evrimci psikolog Robin Dunbar, dokunmanın primatlarda (insanlar dahil) sosyal bağlarda önemli bir rol oynadığını savunuyor. Aeon’da yazan, Texas Üniversitesi’ndeki bütünleştirici biyolog Steven Phelps, primatlar arasındaki sosyal ilişkileri güçlendirmek amacıyla dokunma kullanımının otuz milyon yaşında olduğunu iddiasında Dunbar’ın araştırmasından yararlanıyor.

Dil için bir araç olarak ses, evrimsel açıdan yeni bir gelişmedir, ancak sosyal etkileşimlerimizin önemli bir parçası haline gelmiştir ve tek başına değildir. Bir sesi anlamlandırırken için duyusal deneyimlerimizin tüm teçhizatına güveniriz. Bu çok algılı birlik, bir konuşmacının duygularını ve hislerini ses aracılığıyla ele almamıza, metaforla içsel anlam yaratmamıza yardım eder. Dokunma ve diğer algıların tanımlanması, hem sesin derin anlamına hem de akustik özelliklerine ışık tutabilir. Bir dahaki sefere yumuşak bir ses duyduğunuzda, deneyiminizi çok daha anlamlı kılan o çekici yumuşaklık hissini bir düşünün.

Pavlo Shopin- “Rough, smooth or deep: why the sound of a voice is multisensory” (Erişim: 02.05.2020), Kaynak Linki: https://aeon.co/ideas/rough-smooth-or-deep-why-the-sound-of-a-voice-is-multisensory

Çevirmen: Gülsüm Esen

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Hayal Gücü Güçlü Bir Araçtır: Peki Felsefe Ondan Neden Korkar? – Amy Kind

Sonraki Gönderi

Hangisi Daha Temeldir: Süreçler Mi Yoksa Şeyler Mi? – Celso Vieira

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü