- ISBN: 9786257307383
- Yazar: Erhan Demircioğlu
- Boyut: 13,5 x 21
- Sayfa Sayısı: 160
- Baskı: 1
- Basım Tarihi: 2021
- Kapak Türü: Karton Kapak
- Kağıt Türü: Enso Creamy 60 Gram
- Dili: Türkçe
İncelemeye Başlamadan Önce
Çağdaş felsefede en çok tartışılan konu başlıkları nelerdir? Daha doğrusu günümüz filozofları hangi konular üzerinde durmaktadır? Tanrı, bilgi, ahlak, bilim, bilinç ve benzeri birçok konunun filozofların gündemini meşgul ettiğini söylemek mümkündür. Bu konu başlıkları içerisinde özellikle bilinç üzerine muazzam bir literatür patlaması olduğunu söylemek mümkün. Bilincin ne anlama geldiği ve bilimsel olarak açıklanabilir olup olmadığı günümüz felsefesindeki birçok hararetli tartışmaya kaynaklık etmektedir.
Zihin felsefesi, çağdaş felsefenin en dikkat çekici alanlarından biridir. Bunun başlıca sebeplerinin şunlar olduğu söylenebilir:
- Bilinç problemi, felsefe ile bilimin ortak bir ilgi alanı olması itibariyle, bilim felsefesi açısından önemlidir. Bilinç bilim tarafından açıklanabilir mi yoksa tümüyle felsefi bir problem midir? Veya çözüm; bilim ile felsefenin işbirliğinden mi geçmektedir? (Bilim felsefesine yakınsayan bir konu)
- Bilincin neliği, cevaplanmamış birçok soru içerdiği için yepyeni düşünce biçimleri ve yaklaşımların geliştirilmesini mümkün kılar: Epifenomenalizm, panpsişizm, eleyici materyalizm vb. Felsefenin hala canlı kanlı olduğunu, birçok farklı disiplinle beraber; özellikle zihin felsefesi sayesinde söylemek mümkündür.
- Zihin felsefesi, yani bilinç üzerine dönen tartışmalar felsefenin en temel problemleri arasında olması itibariyle göz ardı edilemeyecek önemdedir. “Kendilik bilinci”nin ne olduğunu bilmeden bu dünyaya yönelik sorduğumuz sorular bir yanıyla eksik kalır. Bir özne olarak dünyaya ve olgulara yönelik tüm sorularımız temel bir varsayıma sahiptir: Ben, düşünebilen ve bilinçli bir varlığım! Bu temel bir varsayımdır fakat yeterinde açıklığa kavuşturulmamış bir manzaraya bakıyoruz. Bilinçli olduğunuzu nereden biliyorsunuz veya bilinç nedir? Bilinçli olduğumuzu söylemeden bilinçli sorular sorduğumuzu iddia edebilir miyiz?
- İnsan nedir? Daha doğrusu “insan olmak” ne demektir? “İnsanlık” diyince aklımıza neler gelir? Çoğu kişi ahlaki değerlerden söze girerek bir tanımlama yapacaktır; fakat insan olmak aynı zaman bilinçli ve farkındalık sahibi olmak demektir. Yani “insan” terimi kendi içinde, tanımı gereği “bilinçliliğe” de atıf yapar. Bu yüzden bilinç ve zihin felsefesiyle ilgilenmek, insan olmanın ne anlama geldiğini kavramakla yakından ilişkilidir. Felsefeciler olarak bu bakışı Kant’ın “kendisi için varlık” veya Descartes’ın “ruh-beden” düalizmiyle uzun zamandır yakaladık gibi görünüyor.
- Zihin felsefesi; bilim felsefesi, epistemoloji ve metafizik disiplinleriyle çok yakından ilişkili olması itibariyle bize geniş kapsamlı bir çerçeve imkanı sunabilir. Olguları daha geniş çerçeveden görme isteği, epistemik bir titizlik örneğidir: Bu inceleme yazısında parantez içinde diğer disiplinlere yakınsama durumunu da belirteceğiz.
Bu Kitabı Niçin Okumalıyız?
Bu kitabı okumanız için birkaç neden sıralamak mümkündür:
- Zihin felsefesine ilginiz varsa ama nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, bu kitapla başlayabilirsiniz.
- Apaçık ve akıcı bir dile sahiptir.
- Ne çok yüzeysel ne de çok derin bir içeriğe sahiptir. Okuyucu felsefe tarihinde boğulmadan, temel problemlerle meşgul edilmektedir.
- Her yaklaşım veya problemin, okuyucu tarafından daha iyi anlaşılır olması için bölüm sonlarında düşünce deneyleri yer almaktadır. Bu okuyucunun konuyu kavraması ve zihin egzersizi yapmak için oldukça yerinde bir format. Aynı zamanda yine her bölüm sonunda temel metinlere, (makale ve kitaplara) yönelik bir okuma önerisi yer almaktadır.
- Günümüz filozofları ne gibi tartışmalarla meşgul olmaktadır? Çağdaş felsefenin manzarasını kavramak adına zihin felsefesini bilmek için oldukça iyi bir kitaptır.
- “Analitik felsefe nedir ve nasıl yapılır?” sorusuna cevap olabilecek örnek bir yapıya sahiptir.
- Bir fikir nasıl geliştirilir? Bir argüman nasıl inşa edilir? Felsefi eleştiri ne demektir? Bu sorulara yönelik örnek bir izlek olması itibariyle yalnızca “Analitik felsefe nedir?” değil, “Felsefe nedir?” sorusu için de örnek bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.
Kısacası Makinedeki Hayalet, bir Türk felsefeci tarafından kaleme alınmış olan, son yıllarda okuduğumuz en nitelikli kitaplardan biridir.
Kitap Analizi
İnceleyeceğimiz kitap, şu bölümlerden oluşuyor:
- I. Zihnin Gizemi
- II. Ya Zihnimiz Yoksa?
- III. Zihnimizi Ne Taşır?
- IV. Temelde Ne Var?
- V. Her Düzey Fiziksel mi?
- VI. Varlık İle Açıklama Arasındaki Bağ Nedir?
- VII. Zihni Açıklamak Mümkün mü?
Her bölüm zihin nedir sorusundan başlayarak temel bir düzeyden ileri problemlere doğru gitmektedir. O halde ilk bölümle başlayalım!
I. Zihnin Gizemi
Herkes bir şekilde bilinçli olduğunu kabul eder. “Bilincin var mı?” diye sorduğumuz herhangi birinin “Hayır, şu an bilinçli değilim.” demesini pek beklemeyiz. Bilinçli olduğumuz temel varsayımı ile eyler ve dünyaya yöneliriz. Kitap okur, kahve içer, koşar, duş alır veya yemek yeriz. Tüm bu eylemler belirli türden zihin durumları temsil edilir. Kahve içtiğimizde, duyumsadığımız tat, bir zihin durumudur örneğin. Herkes bilinçli olmanın ne demek olduğunu biliyor fakat, bizzat bilincin ne olduğuna yönelik kesin bir cevap verme noktasında hala çok fazla eksiğimiz var gibi görünüyor.
Çoğu zihnimiz nerededir sorusunu sorusuna beynimize işaret ederek cevap verecektir. Bu bir anlamda oldukça sezgiseldir, ölen birinin zihni olmadığı için beyninin artık ölü olduğunu söylediğimizde beyne atıf yaparız. Veya bir masasının zihni var mı sorusu, beyni var mı soruna bir anlamda benzerlik gösterir. O halde şu soruları sormak mantıklıdır: Beyin, zihin için zorunlu mudur? Yani beyin olmadan zihin olmaz mı? Yoksa tam tersi mümkün mü? (Panpsişizm’de bu soruya döneceğiz.)
Sorduğumuz bu sorular aslında şu soruya denk düşmektedir: Bilinçsiz atomlar bir araya gelip nasıl olurda bilinçli bir yapıyı var etmektedir? Şayet beynin bilinç için temel ve zorunlu olduğunu düşünüyorsanız niçin böbrek değil de beyne atıf yaptığımızı da cevaplamamız gerekir gibi görünüyor. Öyle görülüyor ki atomların bilinçli olduğunu (eğer bir panpsişist değilsek) varsaymak zorunda değiliz; fakat fiziksel olduklarını varsaymak zorundayız.
Bu bizi, bir anlamda natüralizm/fizikalizm çerçevesindeki metafiziksel tartışmalara da götürüyor. Bu anlamda “Bilinç problemi hem metafizik hem de zihin felsefesinin temel sorularından biridir.” denebilir. Kitabı okurken fizikalizm temelindeki metafizik tartışmalara da yer verilmek ve okuyucuya, her şeyin fiziksel olup olmadığı sorusu yöneltilmektedir (Metafizik disiplinine yakınsayan bir konu.)
Demircioğlu, bu noktadan başlayarak “Zihinsel Gerçekçilik”, “Fiziksel Taşıyıcılık”, “Fiziksel Temel”, “Koşullu Fiziksel Bütünlük”, “Koşullu Açıklama” ve “Açıklanamazlık” alt başlıklarını açmaktadır. O halde kitaba niçin bu isim (Makinedeki Hayalet) verildiğini anlamış bulunuyoruz: Henüz tam anlamıyla açıklanamamış olan bilinç, zihnin içinde mi? Yani gizemli olması itibariyle bilinç, makinenin içinde midir?
II. Ya Zihnimiz Yoksa?
Bu başlık altında Churcland’lerin çok ses getiren Eleyici Materyalizm görüşü ve Frankish’in Yanılsamacılık’ı ele alınmaktadır.
Eleyicilik Materyalizm Nedir?
Eleyici materyalizm, psikolojik öğelere yönelik genel-geçer tutum veya kavrayışımızın tümüyle yanlış bir teori oluşturduğuna dair tezdir. Bu yaklaşımın temel tezi şöyle: Bir kişi su içmeye kalkarsa, su içme davranışına girişecektir; yani bir niyet ile bir eylem sergileyecektir. Bu durumda biz, kişinin niyeti (veya arzusundan) hareket ederek davranışını açıklamış oluruz. “Ahmet niye su içmiştir?” “Çünkü su içmeyi arzulamış veya susadığı için su içmeye niyetlenmiştir.” deriz.
Bu çerçevede halk psikolojisi, amacı davranışı açıklamak/öngörmek olan bir düşünsel yapıdır. Halk psikolojisini açıklama/öngörmek amacını, düşünce, inanç, arzu gibi zihinsel faaliyet ifade eden kavramlar ve bu kavramların içerildiği genellemeler vasıtasıyla sağlayan bir teori olarak düşünebiliriz (s. 36). Şayet halk psikoloji bir teori ise, tüm diğer teoriler gibi yanlışlanabilir olmalıdır. Kaldı ki geçmişe şöyle bir baktığımızda pek çok teorinin yanlışlandığını görmemiz mümkün. Halk psikolojisi niçin yanlışlanmasın? Eğer yanlışlanırlarsa inanç, arzu, niyet gibi kategorilerin hiçbir anlam ifade etmediğini söylemiş olacağız.
Bu, epey radikal bir pozisyon gibi duruyor. Demircioğlu bu noktadan hareketle eleyici materyalizme yönelik üç eleştiri getirerek, Quine’ın geliştirdiği doğallaştırılmış epistemolojiye yöneltilen “Normatiflik nereye gitti?” sorusunun eleyici materyalizme de yöneltilebileceğini söylemektedir. Bu, bizce epey yerine bir eleştiridir.
Yanılsamacılık Nedir?
Yanılsamacılık da, eleyici materyalizm gibi radikal denilebilecek bir yaklaşımdır. Sıcak bir kahveyi burnumuza yaklaştırdığımızda, koku duyumuz vasıtasıyla kahve kokusu diyebileceğimiz bir bilinç deneyim yaşarız. Bu türden deneyimlere zihin felsefesinde, fenomenal bilinç denir. Fenomenal bilinçleri birbirinden ayırt etmemizi sağlayan şeye ise, fenomenal nitelik adı verilir.
Şimdi, yanılsamacılığın temel iddiasına geçebiliriz: Bu yaklaşıma göre fenomenal bilinç ve fenomenal nitelik, bize varmış gibi görünen (yanılsama) ama aslında var olmayan şeylerdir. Böylesi bir görüş, iç-gözlem yetimizin sebep olduğu bir tür yanılsamalar yumağında olduğumuz anlamına gelir. Biz, bir kahvenin niteliklerini değil, bana özel duyumsal durumlar ile yüz yüze olduğumuz şeklinde bir manzaraya kapı aralar. Yani yanılsamacılığa göre, iç-gözlemin duyumsal durumlarımızı bize yanlış göstermektedir (s.42).
Fakat Demircioğlu’nun ifade ettiği gibi, yanılsamacılık bir problemi (zor problem; zihnin ne olduğu sorusu) başka bir problemle yer değiştiriyor gibi görünüyor: Bu, tanımı gereği, yanılsamacılığın bize bir cevap sunmadığı anlamına gelir. Yanılsamacılık; bilinç var ise bilincin nasıl var olduğunu açıklayamama durumumuzu, fenomenal bilinç bir yanılsama ise bu yanılsama nasıl ortaya çıkmaktadır ile değiştirmektedir gibi görünüyor. Eğer fenomenal bilinç ve nitelikler bir yanılsama ürünüyse, problem hala ortada öyle duruyordur gibi görünüyor.
Belki de şu soruyu sormak gerek: Kaç kişi acının aslında bir zihinsel deneyim değil de yanılsama olduğunu iddia edebilir? Fakat bu soruyu daha ileriye götürmek mümkün: Geçmişe dair tüm anılarımız; doğum günümde yediğim pasta, doğan çocuğumu görünce duyduğum mutluluk, geçen sene ayağıma batan çivi sonucunda çektiğim acı; tüm bunlar bir yanılsama mı? Bu epey ürkütücü bir soru!
Kişisel Özdeşlik problemi çerçevesinde metafizik disiplininde tartışılan şeylerden biri; “ben”in kim olduğu yani kendimizi nasıl tanımladığımızla ilişkilidir. Tüm anıları bir yanılsama olan biri, kendisini tanımlarken başvurduğu tüm anılarının yanılsama olması durumunda, kendisini nasıl tanımlayabilir ki artık?
III. Zihnimizi Ne Taşır?
Demircioğlu bu bölümde diğer zihin felsefesi kuramları olan Descartes’in Töz Düalizmi (diğer adıyla Kartezyen Düalizm) ile Berkeley, Mill ve Ayer’in Fenomenalizm’ini inceliyor.
Öncelik töz ile başlayalım: Töz, kendi başına var olabilen, belirli uzamsallığa, renge vb.’ye sahip olan şey demektir. Kalem, silgi, laptop, vb. Bu anlamda bir nitelik töz, bir töz ise nitelik değildir. Tözün niteliğe sahip olduğunu söyleriz: Örneğin elma bir töz olarak, kırmızı olma niteliğine sahiptir gibi.
Descartes’in geliştirdiği kurama, töz düalizmi (ikiciliği) denmektedir. Bu anlayışa göre zihin de bir tözdür; yani evrende iki temel sınıfa ayrılabilir töz vardır: madde tözü (veya maddi tözler) ile zihinsel tözü. Bu noktada töz düazliminn, nitelik düalizmi ile karıştırmamak önemlidir. Nitelik düalizmine göre, nitelikler biri fiziksel, diğeri zihinsel olmak üzere iki temel sınıfa ayrılabilir (s.50).
Töz düalizmine göre zihinsel niteliklere ek olarak maddi-olmayan zihinsel tözler de mevcuttur. Bu anlamda töz düalizmine göre, zihinsel faaliyetlerimiz maddi olan beynimiz değil; bir zihin tözün faaliyetidir. O halde soru şu: Niçin böyle düşünelim ki? Zihinsel tözler nerede? Mekan/uzamda yer kaplarlar mı? Veya zihinsel tözleri birbirinden ayıran şey nedir? Şayet tüm gerçeklik fiziksel ise ve gerçekleşen her fiziksel olayın bir nedeni varsa; o nedenin kendisi de fiziksel olmalıdır (fiziksel dünyanın nedensel kapalılığı ilkesi). Bu ilke doğruysa; kartezyen düalizmin doğruluk değeri zedelenir mi? Yani zihinsel nitelikler, dünyadaki fiziksel olayların gerçekleşmesine neden olarak katkı sunar mı?
Diğer bir eleştiri olaraksa, töz düalizmi Ockham’ın Ustrası İlkesi’ni çiğniyor gibi görünüyor. Bir olayı açıklarken şeyleri gereksiz yere çoğaltmayıp, olabilen en sade açıklamayı tercih etmeli ve bir açıklama durumunda olabildiğince az şeyi varsaymalıyız. Fakat töz düalizmi böyle yapmıyor gibi görünüyor.
Fenomenalizm, epistemoloji ile zihin felsefesi kesişiminde yer alan bir yaklaşımdır. Bu görüşe göre, fiziksel tözler aslında zihinsel faaliyetlerimiz tarafından inşa edilen, bir zihinsel faaliyet kümesidir. Hume ve fenomenalistler, zihinsel faaliyetlerimizin taşıyıcılığını yapan “ben” fikrini reddederler; çünkü “ben” töz değil; zihinsel faaliyetlerin toplamıdır. Bu yaklaşıma göre, zihinsel faaliyetlerimizin bir taşıyıcısı olduğu fikri ve zihinsel faaliyetlerimizin ötesinde fiziksel taşıyalar olduğu varsayımı yanlıştır.
Fakat bir adım geriye gidelim: Şu anda sahip olduğum algısal duyumun dış dünyayı doğru temsil ettiğini nasıl emin olabilirim? (Epistemoloji’ye yakınsayan bir durum.) Dış dünya, bizim deneyim ve algılarımızdan bağımsız mıdır? Fenomalistlere göre, dış dünya bizim deneyim ve duyumsayışımızdan bağımsız değildir. Yani dış dünya, bizim algı demetimizden ibarettir. Algılarımız bağımsız bir dış dünyaya deneyimliyor değil, algısal duyumlarımız dış dünyanın yapıtaşlarıdır. O halde soru şu; bu yaklaşımı niçin benimseyelim? Peki, algısal duyumlarımız dış dünyayı doğru temsil eder mi? Gerçeklik tam olarak nedir?
IV. Temelde Ne Var?
Bu bölümde; Mach, James ve Russell’ın Nötr Tekçilik (nötr monizm) yaklaşımı ile Srawson’ın Panpişizm yaklaşımı ele alınmaktadır.
Nötr tekçiliğe göre, tek bir tür töz vardır (tekçi) ve bu töz ne zihinsel ne de fizikseldir (nötr). Zihinsel faaliyetlerin taşıyıcısı fiziksel veya zihinsel olmayan nötr bir temel tözdür. Bu yaklaşım, töz olarak zihin ve maddenin varlığını reddetmek zorunda değildir; önemli olan zihinselin maddeye, maddinin zihinsele göre daha temel olmamasıdır. Bu anlamda hem zihinsel hem maddi olan nihai gerçeklik, nötr bir temel tözden türetilen şeylerdir.
Nötr tekçilik lehine olan ilk argüman, Ockham’ın Ustrası İlkesi’ne uyumlu olması ve bir açıklama olarak nedenleri veya şeyleri gereksiz yere çoğaltmayıp gayet sade olmasıdır. Peki ama nötr töz tam olarak nedir? Rengi örnek alalım. Renk, nötr bir töz müdür? Fiziksel bir nitelik mi yoksa zihinsel bir nitelik midir? Kimi filozoflar renklerin yalnızca nötr değil aynı zamanda temel nitelik olduğunu iddia etmişlerdir; bu bir adım ileriye giderek pan-nitelikçilik denen yaklaşıma da kapı aralamaktadır. Veya kimileri, temel nesnelerin içsel niteliklerinin nötr olduğunu iddia eden nötr tekçiler de vardır. Tüm bu yaklaşımlar arasında hangisi daha makuldür?
Nötr tekçilik, iki temel eleştire maruz kalır: Bunlardan ilki; nötr niteliklere neler örnek verilebilir sorusudur. Bu epey zor bir sorudur ve cevap verilmesi güçtür. Bu açıdan açıklanması zor olan bu niteliklere, “gizemli nitelikler” diyelim. İkinci eleştiri ise bu niteliklere nelerin örnek verileceğinden ziyade; bu niteliklerin varlığını kabul etmenin, teorinin açıklama gücüne ne kadar katkı sunduğu şeklindedir. Öyle görülüyor ki nötr tekçilik, zihin-beden problemi yerine nötr-zihin ve nötr-madde problemini ikame ediyor. Yansımacılık da olduğu gibi bu tezin yaptığı şey, problemi açıklamak değil; problemleri değiş tokuş etmektir.
Panpsişizm ise, Philip Goff gibi çağdaş zihin felsefecileri tarafından savunulan ve ilk bakışta biraz uç gibi görünen bir yaklaşımdır. Zihnin ne olduğu, maddi olana bağımlı olup olmadığı ve bilinçsiz atomların nasıl bir bilinçli yapı oluşturduğu gibi soruların çeperini daha genişletir ve evrenin temel düzeyde sadece fiziksel değil aynı zamanda zihinsel olduğunu savunur. Yani bizimkine göre farklı bir düzeyde olsa atomların da bilinci olmalıdır. Atomlar da bilinç sahibi olduğu için, biz de zihin sahibiyizdir demek mümkün.
Bu yaklaşım, dikey yönde bir düzey farklılığı sergileyen bilinçlilik haline işaret etmektedir. Balıklardan başlayarak insana kadar uzanan düzeyde giderek daha karmaşık hale gelen bir bilinçlilik halini düşünün. Mikro-şeyler ile makro-şeyler arasında zihinselliğin aynı düzeyde olması gerekmediği ilk açığa çıkan durumdur. Atomların algı ye da hisleri, bizlerin algı ve hisleri gibi olmak zorunda değildir. Bu yaklaşım, her şey fizikseldir ölçütünü aynı zaman da her şey zihinseldir olarak kavrayabileceğimizi ima eder. Panpsişizm’e yönelik ilk eleştiri “Niçin moleküller bir araya geldiğinde zihinsellik açığa çıksın ki?” sorusudur. Yine bununla beraber bu “bir araya gelme” tam olarak ne anlama gelir ve nasıl bir şeydir?
V. Her Düzey Fiziksel mi?
Kitabın 5. bölümünde, Jackson ile Chalmers’ın Nitelik İkiciliği (düalizmi) ve Mill ile Broad’ın Belirimcilik’i ele alınmaktadır. Zihin felsefesiyle şöyle bir uzaktan ilgilenen herkes Jackson’ın Mary’nin Odası düşünce deneyi ile Chalmers’ın bilincin zor problemi vurgusuna aşinadır.
Nitelik ikiciliğine göre dünyadaki zihinsel nitelikler, fiziksel niteliklere ek olarak bulunur. Bu söz konusu zihinsel nitelikler (acı hissi veya kırmızı algısı vb.) fiziksel niteliklere indirgenemezler, yani onları fiziksel nitelikler cinsinden anlayamayız (s.85). Fakat bu bizi “fiziksel dünyanın nedensel kapalılığı” ilkesine götürmektedir tekrar; yani zihinsel ve fiziksel nitelikler arasındaki nasıl bir ilişki vardır? Nasıl olurdu fiziksel bir etki (elime iğne batması) zihinsel bir niteliğe (acı hissi) sebep olmaktadır diye sorabiliriz. Demircioğlu bu soru ele alırken ünlü zombi argümanı ve kavramsal çelişki konusu açmaktadır. Daha sonra ise nedensel-çoklu belirlenmişlik (İng: “overdeterminism”), epifenomenalizm, aranedencilik (İng: “occasionalism”), koşutçuluk (İng: “paralellism”) gibi, nedenselliğe farklı açılardan ele alarak nedensel etkileşim konusuna dair farklı perspektifleri tanıtmaktadır.
Belirimciliğe göre ise mikro-fiziksel nesne ve niteliklerin bir araya gelmesiyle daha komplike düzeyi belirleyen bir seviyede yeni tür nitelikler meydana gelmekte/belirmektedir. Niçin bazı fiziksel nesnelerin zihinsel nitelik sahibi olup bazılarının olmadığı konusunda, belirimciliğin takındığı tutum bellidir: zihinsel niteliklerden yoksun nesneleri yeterli mikro-fiziksel karmaşıklık seviyesinden yoksundur. Bu belirimcilik ile nitelik düalizmi arasındaki farklardan biridir.
Mikro-fiziksel nesneler ve bunların bir araya gelip bir nitelik oluşturması türünden bir tartışma, ister istemez bilim felsefesindeki evrenin temel yasası ve doğa kanunları gibi konu başlıklarıyla ilişkilidir. Çünkü bu yaklaşım doğru ise, onun bir doğa yasası gibi olduğunu düşünebiliriz. Demircioğlu bu noktadan itibaren dönemin filozoflarının kimyasal bağlanma ve kuantum mekaniği konusunda bilimsel gelişmelerden nasıl etkilendiği ve bununla ilişkili veya bunun etkisiyle açıklama gücünü yitiren görüşler ileri sürdüğünü incelemektedir.
VI. Varlık İle Açıklama Arasındaki Bağ Nedir?
Bu bölüm, koşullu açıklama tezi ve gizemcilik konularını ele almakta olup zihin felsefesine bir dönem damga vurmuş olan fenomenal konsept stratejisi ele alınmaktadır.
Zihin-beden problemini; yani fiziksel olan ile zihinsel olanın etkileşimini nasıl açıklayacağız? Bu bir tür gizem gibi görünmektedir. Bu nedenle alt başlıklardan ilki, tartışmayı bu açıdan isimlendiren McGinn’in Gizemcilik’i ile başlıyor. Belki de zihin-beden problemini hiçbir zaman çözemeyeceğiz ve bunu açık yüreklilikle kabul etmemiz, entelektüel bir tevazu örneğidir. Asıl odaklanmamız gereken, zihin-beden problemini çözümsüz kılan nedeni kavramaktır. Asıl problemin bu olduğunu kavramak bir miktar yol almamızı sağlayabilir (Felsefi bir problem gerçek anlamıyla tıkanmışsa filozoflar ne yapar? Elbette dümeni gerekçelendirilmiş argümanlarla ilgili farklı bir yöne kırar ve soruyu değiştirir! Değil mi?).
Demircioğlu, gizemciliğin bu yaklaşımını, bilişsel kapalılık kavramı üzerinden ele alarak daha da yakından incelemektedir. Belki de zihinsel temsil yeteneği veya kavram oluşturma yeteneğimiz, bu problemi kavramaya elverişli değildir! Şimdi zihin felsefesinden kadim epistemik soruya sıçrayalım; insan tüm gerçekliği bilebilir mi? Veya neleri bilebilir, neleri bilemeyiz? Demircioğlu bu soruyu epistemolojiye yakınsayarak ama bir zihin felsefecisi olarak ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır.
Fenomenal kavram stratejisi; zihin niteliklerin, maddi/bedensel niteliklerle özdeş olduğunun savunan felsefeciler, özellikle Frank Jackson Bilgi Argümanı’na karşı ileri sürülen bir görüştür (Şu ünlü Mary’nin Odası’na geldik nihayet!). Çok çok çok kısaca söylemek gerekirse; hayatı boyunca kırmızı renk görmemiş olan ama kırmızı rengin ne olduğuna dair fiziksel, biyolojik veya bilimsel tüm açıklamaları bilen ve açıklamalardan çıkarım yapma yetisine sahip olan bir deha olan Mary; bir gün siyah-beyaz odasından çıkıp kırmızı rengi ilk kez gördüğünde olur? Daha önce kırmızı rengin ne olduğuna dair bilinebilecek tüm bilimsel açıklamaları biliyor ama kırmızı rengin ne olduğunu hiç deneyimlemiyordu; şimdi ise kırmızı renk tam karşısında öyle duruyor! Apaçık bir zihinsel deneyim yaşıyor; Mary’nin şaşırıp “Hımmm demek kırmızı renk böyle bir şeymiş!” demesini bekleriz değil mi? Yani Mary, kırmızı renge dair bilinebilecek tüm bilimsel açıklamaları bilmesine rağmen eşsiz bir deneyim yaşamış ve ilk kez kırmızı renk görüp kırmızı deneyimine dair yeni bir bilgi edinmiştir gibi görünüyor! Mary artık yeni bir şey bilmektedir: Kırmızı rengi deneyimlemenin tam olarak nasıl bir şey olduğuna dair eşsiz bir deneyim!
(35 yaşına kadar renk körü olan ve yaşamı siyah-beyaz tonlarında gören Amerikalı bir siyahinin, doğum gününde arkadaşı tarafından ona hediye edilen taktığında dünyayı renkli görmesini sağlayan gözlüğü hatırlıyorum. Gözlüğü takar ve bağırır: Siz çıldırmış olmalısınız dünya böyle bir yer mi? Bu kişi renkleri sürekli duyuyordu, Mary gibi olmasa da renklerin fiziksel nesnelerin bir niteliği olduğunu düşünüyordu; mesela arabasının kırmızı renkli olması gibi. Ama o gözlüğü taktığında yepyeni bir deneyim yaşadığı tepkilerden çok açıktı.)
Eğer Mary yeni bir şey öğrendiyse, daha önceki tam/eksiksiz bilgisi olduğunu yani kırmızılığa dair bilimsel olarak bilebileceği her şeyi (tüm fiziksel açıklamaları) bilmiyor olduğunu mu söylememiz gerekirdi! Yoksa fiziksel bilgimiz aracılığıyla edinemediğimiz zihinsel niteliklerin var olduğunu mu kabul etmemiz gerekir? Bu argüman doğru ise, fiziksel bilgi, deneyimlerimizin kimi niteliklerini dışarıda bırakıyor olmalıdır (s. 112). Bu durumda zihinsel niteliklerin bedensel/fiziksel niteliklerle özdeş olduğunu savunan materyalist görüş yanlış olmalıdır; çünkü fiziksel bilgi hiçbir zihinsel niteliği dışarı da bırakmamalıdır. İşte bu ünlü argümana Bilgi Argümanı denmektedir. Bu arügmana yönelik bir yanıt olan fenomenal kavram stratejisi, nitelik ile kavram arasında ayrım yaparak yola koyulur. Su ile H2o farklı kavramlardır fakat aynı niteliğe atıf yaparlar; bu durumda, elimizde iki farklı kavram olması aynı niteliğe atıf yapıldığı gerçeğini değiştirmez! Kavramlar farklı olabilir ama nitelik aynı şeydir: Yani su.
Bu yanıta göre Mary, kırmızı rengi gördüğünde yeni bir bilgi edinir çünkü yeni bir kavram edinmiştir. Fakat buradan yola çıkıp Mary’nin yeni bir nitelikle tanıştığını/öğrendiğini söyleyemeyiz (s.113). Mary, yeni bir fenomenal kavram öğrenmiştir; nitelik değil. Buradan hareketle yapmamız gereken şey fenomenal kavram derken neyi kast ettiğimizi daha da açmaktır; Demircioğlu’nun yaptığı şey de tam olarak budur. Daha sonra ise bu stratejiye yönelik iki temel eleştiri (ikinci eleştiri ünlü dil ve mantık felsefecisi Kripke’nin kuramına dayanması itibariyle ilginçtir) ele alınmaktadır.
VII. Zihni Açıklamak Mümkün mü?
Son bölüm, zihinsel faaliyetlerin fiziksel nesne ve niteliklerden hareketle açıklanamayacağı görüşü üzerine kurulu olan davranışçılık (Skinner, Ryle ve Wittgenstein), özdeşlik teorisi (Place, Smart ve Feigl) ve işlevselcilik (Putnam, Lewis ve Armstrong) incelenmektedir.
Davranışçılık Nedir?
Davranışçılık, zihinsel faaliyetleri ifade eden terimler ile davranışlarda açığa çıkan terimler arasındaki tanımsal yakınlığa vurgu yapar. Bir insanın acı çektiğinden bahsetmek (zihinsel faaliyet); kişinin bağırması, yüzünü ekşitmesi, acıyan yerini çekmesi vb davranışlarda bulunmasının temsilidir gibi görünüyor. Fakat kişi acı çektiğini belli etmemesi gerektiğine inansa bile; acı çektiğini davranışsal olarak gösterme eğiliminde olacaktır; yani illa ki acı davranışının sergilenmesi şart değildir. Belki de zihinsel terimlerin doğasını yanlış anlıyoruzdur ve kullandığımız dilin doğasına yönelmemiz gerekir (Dikkat edileceği üzere metafizik, epistemoloji, bilim felsefesinden sonra dil felsefesine yakınsıyoruz!). Temel iddia odur ki; zihinsel terimlerin anlamları, dışsal ve gözlemlenebilir davranışlar tarafından anlamlandırılabilir.
Burada söz konusu olan ilk eleştiri her zihinsel terimin, davranışlar cinsinden tanımlanabilir olup olmadığı şeklindedir. İkinci olarak; bir inancı davranış cinsinden tanımlamak için öncelikle isteği davranış cinsinden tanımlamak ve bir isteği davranış cinsinden tanımlamak için öncelikle inancı davranış cinsinden tanımlamamız gerekir gibi duruyor. son olarak ise bu yaklaşım kişiye özel, içsel dünyamıza ilişkin algı, his ve düşüncelerimizi dışarıda bırakma tehlikesini taşımaktadır.
Özdeşlik Teorisi Nedir?
Özdeşlik teorisi, zihinsel faaliyetlerimizin kimi bedensel faaliyetlerimiz ile özdeş olduklarını iddia eder. Bu yaklaşıma göre, her zihinsel faaliyetimiz için o zihinsel faaliyetimizin özdeş olduğu bir bedensel faaliyetimiz vardır ve bu deneysel olarak doğrulanması gereken bilimsel bir iddiadır (s.128). Bu iddia, zihin ve bedensel faaliyetlerimizin tanımsal özdeşlik değil (su=H2O) teorik/bilimsel bir özdeşliktir (ısının, ortalama kinetik enerji olması gibi). Peki zihinsel faaliyetlerimiz hangi bedensel faaliyetlerimize özdeştir? Cevap belki de beyinsel faaliyetlerimizdir! İkinci olarak, zihinsel faaliyetlerimiz kimi bedensel faaliyetlerimize gerçekten de özdeş midir? Bu soruyu yanıtlamak daha zor ve dolambaçlıdır. Fakat en temelde bu yaklaşım; zihinsel faaliyetlerimizin fiziksel/bedensel olduğunu iddia etmektedir.
Bu görüşe yönelik ilk eleştiri, iddia edilen tezin aslında bir kategori hatası içerdiğidir. “Kıskanmak mavi renklidir.” dersek bu, bir kategori hatası olur. Çünkü “kıskanmak” ve “mavi” aynı kategoride değildir. Bu anlamda farklı kategorileri birbirine ait nitelikmiş gibi ifade etmemeliyiz. O halde; zihinsel faaliyetlerimizin fiziksel faaliyetler olduğu da bir kategori hatası mıdır? Düşüncelerimizin doğruluğu veya yanlışlığından söz ederken (zihinsel olan), beyinsel faaliyetlerin veya nöronların doğruluğu ve yanlışlığından (bedensel olan) söz edebilir miyiz? Birine atfettiğimiz şeyi diğerine de atfetmemiz mümkün mü (Bunun tersi de sorulabilir)?
İkinci eleştiri olarak zihinsel ve bedensel kavramları tanımlarken başvurduğumuz nitelikler birbirinden farklı gibi görünmektedir. Bu durum ise bizi bir tür nitelik düalisti yapabilir ve başlangıç pozisyonumuzdan epey savrulmuş oluruz.
Son eleştiriye göre ise; çoklu gerçekleştirilebilir olmalarıyla ilişkilidir. Dünya dışı canlıların olduğu ve onların da zihinsel faaliyetlerinin var olduğunu düşünelim: insanlardan farklı bedensel faaliyetlere sahip canlıların insanlarla aynı zihinsel faaliyetlere (acı, ağrı vb.) sahip olması mümkünse (çokluluk) bu özdeşlik teorisi ile çelişiyor gibi görünüyor.
İşlevselcilik Nedir?
İşlevselcilik; şeyleri işlevleri üzerinden tanımlama yetimize dayanmaktadır. Kalem; kağıda yazı yazma işlevini, şemsiye yağmurdan koruma işlevine sahiptir gibi. Farklı türden içsel yapısı olan şeyler (bir çakmak ile kibrit farklı içsel yapıya sahip olup yakma/ateş çıkarma işlevini yerine getirme bakımından yani işlevsel olarak özdeştir) aynı işlevi yerine getirebilir. İşlevselcilik, zihinsel faaliyetlerin işlevsel türler olduğunu savunmaktadır (s.135). Bir zihinsel faaliyeti tanımlayan işlev ise tamamen fiziksel töz veya nitelik olabilir; veyahut fiziksel olmayan töz veya nitelik de olabilir: Bu işlevselciliğin hem fizikalizm hem de düalizm ile tutarlı olabileceğini gösterir (Demircioğlu’nun da söylediği üzere bu yaklaşımın yükselişi bilgisayar bilimlerinde ilerleme sayesinde mümkün olmuştur.) Çok kabaca ifade edersek; donanımı yani bilgisayarı bir beyin, yazılımı ise zihinsel faaliyetler olarak düşünebiliriz.
İşlevselciliğe yönelik ilk itiraz ünlü Çin Ulusu düşünce deneyidir. İnsan beynindeki her nöron (bir Çinli) bir araya gelip (Çin ulusu olup) bir işlevi yani zihinsel faaliyeti yerine getiriyor diyelim. Şimdi bu Çin ulusunun bir zihinsel faaliyet anlamına geldiğini söylemek mümkün müdür? İkinci itiraz ise bu görüşün öznesi tarafından spesifik bir biçimde deneyimlenen zihinsel faaliyetleri dışarıda bıraktığı şeklindedir; işlevselcilik fenomenal nitelikleri açıklamıyor gibi görünüyor. Peki ya işlevsel niteliklerden bağımsız fenomenal nitelikler hakkında bu görüş bize ne söyleyebilir?
Sonuç
Gördüğünüz üzere Türkçe felsefenin böyle bir kitaba ihtiyacı vardı; çağdaş analitik zihin felsefesine dair Türkçe kitapların sayısı bir elin parmağını geçmiyorken özellikle de. Elinizde tutacağınız bu kitap sözü gereksiz yere uzatmayan, bilime gözlerini kapamayan, tarihsel kronolojiye odaklanıp çağdaş felsefeyi unutmayan “pür” bir felsefe kitabıdır. Şimdiden keyifli okumalar!