Belki sadece iyimserim ama artık insanların İslam felsefesinin öneminden ve özgünlüğünden haberleri var. Bugün herhangi bir akademisyen Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi’nde yazdığı “Arap felsefesi özgün düşünce açısından önemli değildir. İbn Sina, ibn Haldun gibi adamlar aslında yorumcudur.” gibi bir cümle kurar mı? Umuyorum ki hayır. Her ne kadar daha net bir görüşe sahip olsak da halâ kör noktalar var. Ciddi “felsefeci” olarak görülen yazarlar genellikle Russell’ın yorumcu diyerek görmezden geldiği İbn Sina, İbn Haldun, Farabi, Kindi gibi düşünürler. Taklitçilikten uzak olsalar da Aristoteles ve diğer Yunan filozoflara karşı bir hayranlıkları vardı. Hala inanıldığı gibi ne felsefi yaklaşım on ikinci yüzyılda sona erdi ne de bu isimler dönemlerinin endemik rasyonalistleriydi. İslam tarihi boyunca felsefe tarihçilerinin ilgisini çeken birçok insan Aristotelesçi değildi, genelde “thelogy” olarak çevrilen kelam ile ilgilenen kişilerdi.
Kelam, sözlükte “kelime” anlamına gelir ve Arapça’da ilm al-kalam, “kelime bilimi” demektir. Tahmin edeceğiniz üzere genellikle Yunanca philosophia kelimesinden gelen falsafa sözcüğüyle karşılaştırılır. Günümüz akademisyenleri kelamın felsefi olmayan hatta felsefe karşıtı bir alan olduğunu söylerken Orta Çağ geleneğine dayanırlar. Özellikle de nevi şahsına münhasır iki felsefeci; Farabi ve ibn Rüşd’den söz ederken. Onların nazarında felsefe kanıtlayıcı argümanlar sunarken ilahiyatçılar (mütekellimun) sadece diyalektik argümanlarla ilgilenirler. İlk etapta ilahiyatçıların niyeti argüman kurmak değildi, sadece rakiplerine karşı metnin doğru yorumunu savundular. İbn Rüşd bu durumun yol açabileceği ayrılıkçı sonuçlardan rahatsızdı. Ona göre bağımsız bir zemine (Aristotelesçi bilimin zemini) sahip oldukları için sadece felsefeciler Kuran’ı gerçekten anlayabilirlerdi.
Peki ama böylesine keskin bir ayrımı kabul etmeli miyiz? Söz konusu Aristotelesçiler kelamın aklın yeterli kullanımı engellediğini söylerler fakat birçok çağdaşları da bu meselenin tartışmalı olduğunu iddia etmektedir çünkü kelam aslında oldukça rasyoneldir. İlahiyatçılar Kuran’ın yüzeysel anlamını rasyonel bir zemine taşıdılar. Bunu da vahyi, bir babanın küçük oğluyla olan konuşmasına benzeterek yaptılar. Fakat bu benzetmeyi tanrının bedensel olmayışını öne sürerek bertaraf edebiliriz. Ek olarak bahsi geçen mütekellimun; özgür irade, atomizm, ahlaki sorumluluğun kaynağı gibi felsefenin merkezinde yer alan konularla ve tözlerin mahiyeti, var olmayan nesnelerin statüleri gibi teknik tartışmalarla da oldukça detaylı olarak ilgilendiler. Tarihin seyri farklı olsaydı, Aristotelesçilerin Arapça yazımıyla alakalı şanssızlıkları olmasaydı hiç şüphem yok ki felsefe tarihçileri, mütekellimunu İslam dünyasının felsefi geleneği içerisinde sayarlardı.
Böyle bir yaklaşımla İslam düşünce tarihine karşı olan tutumumuz Orta Çağ Hristiyan düşüncesine olan tutumumuz gibi olabilir. En nihayetinde Orta Çağ felsefesi Anselm, Aquinas, Duns Scotus ve Ockham gibi kendini ilahiyatçı olarak tanımlayan kişilere atfedilir. Elbette birçok kişi Orta Çağ felsefesinden dini kimliği yüzünden hoşlanmaz. Yine de benim görüşüm, bu mesele felsefeyi nerede bulduğunla alakalıdır ve sırf dini bir gündemi var diye felsefi tartışmaları görmezden gelmek dar görüşlülüktür. Bu gündem ister Aquinas ile Hristiyanlık’ta olsun ister Mamimonides ile Yahudilik’te, Hinduizm’de ya da İslam’da olsun fark etmez.
Kelamın felsefeye olan ilgisini reddetme meselesi özellikle İslam dünyasındaki felsefenin göbek oyuncusu ibn Sina[1]’dan sonraki döneme gelindiğinde tehlikeli bir hal alır. Onun etkisi muazzam ve yaygındır. Gazali[2] ve Fahreddin Razi[3] gibi ibn Sina’ın argümanlarının analizini yapan, bazı noktaları haklı bulup diğerlerinde hata bulan ilahiyatçılar görebiliriz. Gazali, her ne kadar ibn Sina’nın metafiziğini eleştirdiği “Filozofların Tutarsızlığı” adlı eseriyle adı çıkmış olsa da filozofların mantığının faydasını reddeden kişilere de ağzının payını vermiştir. Razi’ye gelince, onun muhteşem teolojik değerlendirmeleri Latin Hristiyan dünyasından skolastik argümanlarla hatta Aristoteles’in kategorileriyle yapılandırılmış Aquinas, Scotus gibi isimlerin çalışmalarıyla karşılaştırılabilir. İslam dünyasındaki felsefenin ibn Rüşd zamanında öldüğü efsanesi o dönemdeki metinlerin felsefenin dışında kalmasına dayandırılsa da aslında birçok kompleks felsefi argüman bulunabilir.
Bu söylediklerim diğer kelam metinlerinin felsefi zihinler için sınırlı gelebileceğini ya da mütekellimunun saf akıl yerine metin yorumlamasına dayandığını reddettiğim anlamına gelmiyor. Nitekim kelam metinlerinin felsefecilere sinir bozucu gelmesinin tek sebebi de bu değildir. Farabi ve ibn Rüşd, çağdaşları olan ilahiyatçıların diyalektik bir eğilime sahip oldukları konusunda haklıydılar. Öncüller nasıl olsa zihinlerindeki muhalifler kabul etmek zorundalar diye iyice sorgulanmadan öne sürülmüş olabilir. Ayrıca özellikle kelamın ilk dönemlerinde gerçekten tatmin edici derinlemesine bir cevap aramaktansa tüm tarafların kabul edebileceği formatta cevaplar verme gibi bir eğilim de vardır; fakat bu eğilim sonraki dönemlerde azalmıştır. Açıkçası benim gördüğüm, geleneğin gelişmesiyle birlikte bilhassa sonraki dönemde Kelam daha felsefi bir hale gelmiştir. İbn Sina’dan sonraki dönemde on üçüncü yüzyıldaki Fransa örneğine benzer bir durumla karşılaşılır, en çok ilgi çeken ve sofistike filozoflar ilahiyatçılardan çıkmıştır.
Kendini felsefeci olarak tanımlayan bu kişiler İslam dünyasında henüz konunun uzmanı olmayanlar tarafından incelenmişken benim kelamın takdir edilmesini istemem tez canlılık olarak görülse de rutin olarak lisans öğrencilerinden ibn Sina ve ibn Rüşd okumalarını isteyip de onların ilahiyatçı çağdaşlarını ve varislerinin önemsenmemesini söylemek de doğru değildir. Henüz çevrelerindeki metinler çalışılmamış olsa da İslam dünyasında rasyonalizmin ibn Rüşd ile beraber sona ermediği söylenmeye değerdir. Son olarak, Farabi, ibn Rüşd, ibn Sina gibi isimler İslam dünyasında felsefi düşüncenin tekelcileri değillerdir.
Peter Adamson- “If Aquinas is a philosopher then so are the Islamic theologians”, (Erişim Tarihi: 07.06.2020), Erişim Kaynağı: https://aeon.co/ideas/if-aquinas-is-a-philosopher-then-so-are-the-islamic-theologians
Çevirmen: Anonim
Çeviri Editörü: Talha Gülmez