Ateizm ile felsefe arasında yıllar içinde niteliği değişen bir ilişki mevcut. Uzun zaman öncesi için düşünecek olursak ateizmle ilgili yazıp çizmiş kişilerin neredeyse tamamının bir şekilde felsefeyle ilgilendiklerini ya da bizzat felsefeci olduklarını söyleyebilirdik. Eskiden ateizm hakkında yazılan kitapların hemen hemen tamamı ateizmi savunmak amacıyla felsefi argümanlar öne süren felsefi/akademik eserlerdi. Ancak günümüzde felsefeye ağırlık veren ateizm türünün ateistler arasında geçmişe kıyasla düşüşte olduğunu görüyoruz. Bunun bir nedeni ateizmin dar bir entelektüeller grubunun tekelinden çıkıp bir anlamda halka inmiş olması olsa gerek. Ancak bunun nedeni ne olursa olsun ateizm konusundaki tartışmalarda ağırlığın son yıllarda, öne sürülen felsefi argümanlardan, pratik/ahlaki argümanlara ve bilim-din çelişkisi iddialarına kaydığını görüyoruz. Artık ateizmle ilgili popüler kitapların ana temalarını ateizmin felsefi savunusundan ziyade iki şeyin teşkil ettiğini görüyoruz: Dinin insanlık için ne kadar zararlı olduğu ve bu yüzden dinle mücadele edilmesi gerektiği şeklindeki ahlaki/pratik eleştiriler; bilimin dini inancı gereksiz kılması ve bunun da ötesinde dinle bilim arasında ciddi bir çelişkinin olduğu yönündeki eleştiriler. Özellikle bilimin son yüzyıllarda kazandığı saygınlığın ateizm-teizm tartışmalarının ‘ruhunu’ etkilediği aşikar. Artık tartışmanın her iki tarafı da kendi pozisyonlarını bilimsel veriler ışığında gerekçelendirmek yönünde eskiye kıyasla daha güçlü bir ihtiyaç hissediyor.
Bu yazı kapsamında ateizmi savunmak için kullanılabilecek iki argüman biçiminden, yani pratik/ahlaki argümanlardan ve bilim-din çelişkisi argümanlarından, bahsetmeyeceğim. Bu konularda öne sürülen argümanların en azından bir bölümü pekala makul olabilir. Bu iddiaların değerlendirilmesi ayrı bir yazıyı gerektireceği için şimdilik bunları bir kenara bırakacağım. Bu yazıdaki amacım daha çok ateizmin eski, felsefi biçimini savunmak olacak. Günümüzde ateistler arasında kötü şöhret sahibi olan iki alanla, felsefe ve teolojiyle ilgilenmenin ateistler için neden gerekli olduğunu ya da hiç değilse bu alanlarla ilgilenmek için ateistlerin ciddi nedenlere sahip olduklarını göstermeye çalışacağım. Yazıda bu alanlarla ilgilenmenin ateistlere kazandıracağı şeyleri anlatarak arkasını felsefeye yaslamış ‘eski moda’ bir ateizmin neden bunu yapmayan, pratik argümanlara ve ‘bilime’ yaslanmaya çalışan, ‘yeni moda’ ateizmden daha tercih edilesi olduğunu göstermeyi umuyorum.
Felsefe Nedir? Teoloji Nedir?
Ateistler için felsefeyle ve teolojiyle uğraşmanın avantajlarını anlatmadan önce bu alanları kısaca tanımlamam gerekiyor. Felsefenin ne olduğundan daha önce Evrim Ağacı için yazdığım bir yazıda detaylı bir şekilde bahsettim. Ancak bu soruyu kısaca burada da yanıtlayacağım.
Felsefenin ne olduğu sorusuna felsefeciler tarafından verilmiş çok sayıda cevap vardır. Ancak bu yazı kapsamında kısa bir cevap yeterli olur sanıyorum. Felsefeyi belli türden sorular hakkında belli bir şekilde düşünme faaliyeti olarak tanımlayacağım. Peki nasıl sorulardan ve nasıl bir düşünmeden bahsediyorum? Felsefe, önemli olduğunu düşündüğümüz, gerçekliğin doğası hakkında temel denebilecek türden sorular hakkında düşünür. Felsefenin ilgilendiği sorular en azından belli bir açıdan günlük hayatta karşılaştığımız soruların çoğundan farklıdır. Günlük hayatta ‘Bugün ne giyeyim?’, ‘Hangi diş macununu almalıyım?’, ‘Hangi işe gireyim?’, ‘Ders mi çalışayım yoksa arkadaşlarımla dışarı mı çıkayım?’ gibi sorulara cevap ararız. Bu sorular felsefi sorular değillerdir. Bu sorulara cevap vermek için felsefe yapmamıza da gerek yoktur. Felsefi sorularsa günlük hayatta kolay kolay sormadığımız türden sorulardırlar. İyi nedir? Nasıl yaşamalıyım? Bilgi nedir? Bir rüyada olmadığımı nasıl bilebilirim? Zaman nedir ve akar mı? Bir şeyin diğerine neden olması ne demektir? Bu tarz sorular, en azından çoğumuzun, günlük hayatlarında sordukları sorulardan daha ‘derin’ ve ‘önemli’ olduklarını hissettirirler. Dolayısıyla felsefe her soruyla, mesela alınacak diş macununun markasının seçilmesiyle, uğraşmaz. Felsefi soruları felsefi olmayanlardan ayırt etmek bazen zor olabilse de, bu soruların genelde görülmeleri durumunda tanınabildiklerini söyleyebiliriz.
Felsefenin ne tür sorularla ilgilendiğini gördük. Peki felsefe ne tür bir düşünme faaliyetidir? Felsefi sorularla ilgilenmenin her türü felsefe adını almayı hak eder mi? İlk olarak felsefenin ‘rasyonel’ yani akla dayalı, akla uygunluk amacı taşıyan bir düşünme faaliyeti olduğunu söyleyebiliriz. Felsefe büyük oranda gerekçelendirme ve temellendirmeyle ilgili bir disiplindir. Felsefeciler belli görüşleri savunmak için argümanlar öne sürerler. Elbette hikaye burada bitmiyor. Çünkü bu noktada felsefeyi bilim ve sanattan nasıl ayırmamız gerektiği problemi ortaya çıkıyor. Buna çok kısa bir cevap verecek olursam felsefenin bilimden, kullandığı yöntemin bilimdeki şekilde direkt deneye ve gözleme dayanmaması nedeniyle ayrıldığını; sanattansa doğruya ulaşmayı ve bu yolda argümanlar öne sürmeyi amaçlaması nedeniyle ayrıldığını söyleyebilirim. Ayrım bu şekliyle muğlak olsa da benim yazıdaki amaçlarım için daha net bir ayrım yapmam gerekmiyor.
Peki ya teoloji? Teolojinin ateistler arasındaki şöhreti felsefeninkinden bile daha kötü. Teoloji, felsefenin aksine, bir dinin ‘içinden’ yapılan bir etkinliktir. En azından genelde, teoloji yapılırken belli bir dinin perspektifi kabul edilir ve bu dinin perspektifi içinden çeşitli soruların yanıtlanmasına çalışılır. Şu şu ayetin nasıl anlaşılması gerekiyor? Kutsal kitap nasıl yorumlanmalı? Dini gelenekle kurduğumuz ilişki nasıl olmalı? Bunlar gibi sorular yanıtlanırken en azından tamamen ‘seküler akıl’ değil, dini kaynaklara ve geleneğe de başvuran, dini bir düşünüş tarzı kullanılır teolojide. Bu yönüyle teologların felsefecilerden daha ‘aşağıda olduğu’ zaman zaman düşünülür. Neden? Çünkü, teolojiyi olumsuz bir şey olarak görenlere göre, felsefeci dindar da olsa kendi kabullerine eleştirel yaklaşırken, teolog kendi kabullerine eleştirel yaklaşmaz. Denir ki kabullerini bir şekilde ‘akla uydurmaya’ ya da ‘rasyonalize etmeye’ çalışır. Teologun amacı doğruya ulaşmak değildir çünkü hali hazırda doğruya sahip olduğunu düşünür. Hatta bu nedenle apolojetik tarafı ağır basan felsefecilere, felsefeci/filozof payesini vermek istemeyen, onlara ‘teolog’ diyen kişiler vardır.
Ben teoloji ve teolog kelimelerinin pejoratif bir biçimde kullanılmasına sıcak bakmıyorum. Dinin içinden akıl yürütmenin belli bir ideolojinin içinden ya da belli bir felsefi paradigmanın içinden, o paradigmanın kendisini tartışmaya açmadan, akıl yürütmekten çok da farklı olmadığını düşünüyorum. Teologlar ‘teoloji yaparken’ dinlerini tartışmaya açmasalar da farklı bağlamlarda dinlerine eleştirel yaklaşabilirler. Dolayısıyla teolojinin meşruiyetinin belli bir paradigmanın ‘içinden’ bakması nedeniyle tartışmaya açmak bence pek makul değil. Zira pek çok felsefi çalışma, belli felsefi paradigmalar ‘verili’ kabul edilerek de yapılabilir ve yapılmaktadır. Bu çalışmalar, natüralizmin şu ya da bu türünün makuliyeti hakkında ‘iç tartışmalar’ içerebilirler mesela. Bu tür tartışmalar, teolojik tartışmalar kadar, ‘iç tartışma’dırlar. Bazı tartışmaların bu tür bir ‘dışarıya kapalılık’ sahibi olması, belli görüşleri verili kabul etmesi o tartışmaların meşruiyetine gölge düşürmeye yetmez.
Ancak yukarıda sunulan gerekçelerden dolayı felsefeyle teoloji arasında keskin bir sınır çekilebileceği sık sık iddia edilir. Özellikle felsefeciler kendilerini teologlardan ayırmak yönünde ciddi bir çaba sergilerler. Yine de teolojinin bazı alt dalları felsefeden görece keskin bir biçimde ayırt edilebilse de felsefeyle teoloji arasındaki ayrım her zaman keskin değildir. Mesela ‘felsefi teoloji’, bir dine has kavramların felsefi açıdan savunulmasını içerir. Felsefi teologlar, belli bir dini kavramın nasıl anlaşılması gerektiğine dair felsefi teoriler öne sürer, kendi teorilerini savunan felsefi argümanlar öne sürdükleri gibi diğer felsefi teologların teorilerini de felsefenin araçlarını kullanarak eleştirirler. Mesela Hristiyan felsefi teologlar arasında asli günahın, üçlübirliğin ve enkarnasyonun nasıl anlaşılacağıyla ilgili ciddi felsefi tartışmalar olmaktadır. Bu tarz doktrinlere içkin olduğu düşünülen kimi problemlere karşı söz konusu doktrinler savunulmaya çalışılmaktadır. Felsefi teoloji yaparken teologlar felsefenin bütün araçlarını kullanırlar. Dolayısıyla yaptıkları şeyin felsefe olmadığını da teoloji olmadığını da söylememiz doğru olmayacağı için felsefi teologların bu iki alanın ‘arasında’ bulunduklarını söylememiz daha uygun olur.
Pek çok ateist, teologları dinlerdeki problemleri törpülemeye çalışan, bariz bir şekilde yanlış/akla uygun olmayan ayetleri/doktrinleri savunmak için ‘bahaneler uyduran’ kişiler olarak görür. Ben teolojinin bu kadar olumsuz bir şekilde görülmesi gerektiğini başta da belirttiğim üzere düşünmüyorum. Bu yazıda ateistlerin sadece felsefeyle değil, teolojiyle de uğraşmak için iyi nedenlere sahip olduklarını göstermeye çalışacağım.
Ateistler Felsefeyle Neden Uğraşmalı?
Önce herhangi bir kişinin felsefeyle uğraşması için ne gibi gerekçeleri olduğundan bahsetmek gerekiyor. Felsefenin ateist olsun olmasın; herkes için önem taşımasını sağlayan bazı özellikleri var. İlk olarak felsefeyle uğraşmanın bazı faydalarından bahsedilebilir. Felsefe öğrenmenin iyi düşünmeyi öğretmesi nedeniyle genel olarak kompleks meseleler hakkında düşünme yeteneğini artırdığı, zihinlerimizi ‘zinde’ tuttuğu iddia edilebilir. Felsefe aynı zamanda kendimizi ifade etme ve tartışma yeteneğimizi de artırabilir. Dahası, felsefenin insanların ahlaki açıdan gelişip daha iyi insanlar olmasını sağladığı ve felsefe eğitiminin ‘Dünya vatandaşları’ yetiştirmek için gerekli olduğu da sık sık iddia edilir. Felsefenin bu tarz, diğer alanlara transfer edilebilecek bir takım yetenekleri ve erdemleri edindirdiği iddiası oldukça yaygındır. Ben bu argümanların başarılarıyla ilgili olarak çoğu felsefe severden daha kötümserim. Bu argümanların iddialarının ampirik oldukları, yani oturduğumuz yerden ve elimizde veri olmadan doğruluklarını savunamayacağımız türden iddialar oldukları, görülmelidir. Özellikle Çocuklar İçin Felsefe (P4C) yaklaşımının tartışılmakta olduğu bir zamanda olduğumuz için felsefenin faydaları hakkında ciddi ampirik çalışmalar yapılmaktadır. Trickey ve Topping, P4C’nin faydalarıyla ilgili bu ampirik çalışmaları değerlendirdikleri makalelerinde bütün çalışmaların bazı pozitif sonuçlar tespit ettiğini belirtmektedir. Dolayısıyla felsefeyle ilgilenmek için bahsedilen türden pratik nedenlerin savunulması, en azından çocuklar söz konusu olduğu zaman, ampirik veriler ışığında hala bir nebze savunulabilirdir. Ancak felsefenin genel olarak diğer alanlara transfer edilebilecek yetenekler verip vermediği sorusu hakkında koca bir literatür olan ve benim yanıtını bilmediğim bir sorudur. Bence felsefe eğitiminin toplumun düzelmesi için mucizevi bir etki yaratacağı ve akıl yürütme konusunda çok ciddi olumlu etkilerinin olacağı gibi büyük iddialarda bulunmadan önce dikkatli olmak gerekiyor. Ancak yine de felsefeyle ilgilenmek için hala bazı pratik nedenler var gibi görünüyor.
Pratik faydalarının yanısıra, felsefi sorularla ilgilenmek bir anlamda her insanın sahip olduğu bir entelektüel sorumluluk gibi de görülebilir. Neden? Çünkü felsefenin ilgilendiği sorulardan en azından bir kaçını kendisine sormamış bir bireyin, eleştirel düşünme yeteneğini hayatı boyunca neredeyse hiç kullanmadığı; çevresindeki şeyleri anlamlandırmak konusunda zihinsel bir çaba harcamadığı söylenebilir. Böyle bir hayat -denebilir ki- son derece düz, Sokrates’in meşhur deyişiyle ‘sorgulanmamış’ bir hayattır. Bu şekilde mutlu olan insanlar karşımıza çıkabilir elbette. Ama bu insanların yaşadığı hayatın entelektüel açıdan ‘arzulanılası’ bir hayat olmadığı, hatta böyle bir hayatın ‘gerçek anlamda’ mutlu olmamızı sağlayamayacağı da söylenebilir. Dolayısıyla entelektüel açıdan iyi ve gerçekten arzulanmaya değer türden mutluluğa ulaşmamızı sağlayacak bir hayatın kişinin felsefeyle az da olsa ilgilenmesini gerektirdiği söylenebilir. Tıpkı ideal bir entelektüel hayatın bir miktar bilim ve sanat genel kültürüne sahip olmayı gerektirmesi gibi, felsefe de entelektüel okuryazarlığa sahip olmak isteyenler için ilgilenilmesi olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir alandır. Felsefeyle ilgilenmeyen bir ateistin entelektüel yaşamın çok önemli bir unsurunu hayatından çıkardığı söylenebilir. Ancak bu argüman sadece ateistlerin felsefeyle az da olsa ilgilenmelerinin iyi bir şey olduğunu değil, ateist olsun olmasın herkesin felsefeyle bir miktar ilgilenmelerinin iyi olacağını ima eden oldukça genel bir argümandır.
Peki özellikle ateistlerin felsefeyle ilgilenmeleri için ne gibi nedenler sunulabilir? Felsefenin ateistler için ilk iyi tarafı, ateistlerin entelektüel açıdan sorumlu ateistler olmalarını sağlamasıdır. Entelektüel açıdan sorumlu olmak, savunulan iddiaları destekleyebilmeyi, karşı tarafın iddialarını doğru bir şekilde bilmeyi, bu iddiaların da nasıl eleştirilebileceğini bilmeyi gerektirir. Dahası entelektüel sorumluluk karşı tarafın iddialarının sadece en yaygın olan biçimlerini değil, aynı zamanda en güçlü biçimlerini de kısmen bilmeyi gerektirir. Şununla karşılaştırın: Eğer bir teistin ateizm hakkında düşündüğü tek şey ateistlerin her şeyin tesadüf olduğuna inandıkları ise o teistin entelektüel açıdan sorumsuz olduğunu, yaptığı eleştirilerinse ateistlere karşı hakkaniyetsiz olduğunu söylememiz gerekir. Ancak bunun benzeri ateistler için de söz konusudur. Eğer dinler hakkında ve Tanrı inancıyla ilgili olarak bir ateistin bildiği şeyler sokaktan geçen ortalama birinin bildikleriyle sınırlıysa veya ortalama bir cami hocasının din/Tanrı hakkında düşündüklerinden ibaretse, dinler ve Tanrı hakkında herhangi bir pozitif iddiada bulunan bir ateistin de entelektüel açıdan sorumsuz olduğunu söylememiz gerekir. Felsefeyle ilgilenmek Tanrı’nın varlığı lehindeki ve aleyhindeki temel argümanları öğrenmeyi ve bu argümanların klasik eleştirilerini öğrenmenizi sağlar. Bu nedenle felsefe Tanrı inancının daha güçlü savunularını ve bu savunuların eleştirilerini öğrenmeye yaramanın yanı sıra ateistlerin dindarlara karşı yaygın hatalı eleştirileri yapmalarını da engeller.
Felsefeyle ilgilenmek, özetle, üç nedenden dolayı ateistlerin entelektüel açıdan daha sorumlu olmalarını sağlar:
1. Ateistlerin kendi görüşleri dışındaki görüşlerin iddialarını iyi bir şekilde öğrenmeleri için felsefeyle ilgilenmeleri gerekir. Teizm, deizm, panteizm, panenteizm gibi görüşlerin tanımlarını, avantajlarını ve dezavantajlarını öğrenmeden entelektüel açıdan sorumlu bir ateist olmak mümkün değildir.
2. Entelektüel açıdan sorumlu olmak, eleştirilen görüşleri ve o görüşlerin en güçlü versiyonlarını bilmeyi gerektirir. Eğer bir görüşün sadece zayıf versiyonlarını ve o görüş lehindeki argümanlardan sadece en zayıf olanlarını biliyorsanız o görüşe karşı öne sürdüğünüz iddiaların entelektüel açıdan sorumsuz olduğunu söyleyebiliriz. Tanrı’nın varlığına dair her iddia, doğası gereği felsefidir. Bu iddiaları anlamanın yanı sıra eleştirel bir şekilde değerlendirebilmenin de kısmen felsefe bilgisi gerektirdiği aşikardır. Dolayısıyla karşıt görüşlerin en güçlü versiyonlarını bilip eleştirebilmek için ateistlerin felsefeyle ilgilenmeleri gerekmektedir.
3. Entelektüel sorumluluk, bir kişinin kendi görüşüne yapılan en güçlü meydan okumaların hiç değilse bir kısmından haberdar olmasını ve bunlara kısmen de olsa cevap verebilmesini gerektirir. Özellikle Tanrı’nın varlığı ve ateizm söz konusu olduğunda bunun yapılması felsefeyle ilgilenmeyi zorunlu kılar. Çünkü Tanrı’nın varlığı lehinde ve dolayısıyla ateizm aleyhinde öne sürülmüş argümanların hemen hemen tamamı felsefi argümanlardır. Felsefe bilmeyen, felsefeyle ilgilenmeyen bir ateistin, bu argümanlara cevap vermesi oldukça zordur. Felsefeyle ilgilenmek, ateistlerin görüşlerini onlara yapılan en güçlü meydan okumalara karşı savunabilmelerini sağlar.
Bu noktada talep ettiğim şeyin gereğinden fazla olduğu söylenebilir. Bu argümanlar hakkındaki tartışmalar yüzyıllardır sürüyor. Bir ateistten yıllarını teizm-ateizm tartışmasını anlamaya vakfetmesini beklemem akla mantığa sığıyor mu? Üstelik dindarların neredeyse tamamının, pek çok ateistin iddia ettiği üzere, ateistlerin çoğuna kıyasla entelektüel açıdan daha sorumsuz oldukları doğruysa? Neden bunları ateistler yerine teistlere söylemiyorum ki?
Bu eleştiri büyük oranda iddiamın yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor. Elbette diğer ateistlerden, bu konuya hayatlarını adamayacaklarsa, yıllarca felsefe çalışmalarını talep etme hakkına sahip değilim. Talep ettiğim şey çok daha alçakgönüllü: Eğer entelektüel açıdan sorumlu bir ateist olma iddiasındaysanız en azından ateizm ve teizm konusunda temel seviyede bir ‘okuryazarlığa’ sahip olmalısınız. Elbette bir ateist, karşıt iddiaları görmezden gelerek yaşamına devam etmeyi seçebilir. Ancak bu durumda bunu yapmayı seçen ateistin entelektüel açıdan sorumlu bir ateist olduğunu iddia etmemesi gerekir. Bunun yanı sıra bu ateistin din ve Tanrı karşıtı büyük iddialarda bulunmaktan imtina etmesi, yani bu konuda alçakgönüllü olması gerekmektedir. Ciddi bir felsefi/teolojik iddiada bulunmadan önce, söz konusu iddia hakkında asgari seviyede bir araştırma yapmanın ve bu iddiaya yapılan eleştirilerden haberdar olmanın gerektiğini söylemekle bütün ateistlerin Tanrı konusuna yıllarını harcaması gerektiğini söylemek aynı şey olmasa gerek! Kaldı ki sadece ateistlerden değil, teistlerden de entelektüel açıdan sorumlu olmak istiyorlarsa burada sunduğum nedenlerle benzer nedenlerden dolayı felsefeyle ilgilenmelerini talep ediyorum. Teistlere de eğer bu konudaki asgari standartları karşılamıyorlarsa entelektüel açıdan alçakgönüllü olmaları gerektiğini ve çok büyük iddialarda bulunmamaları gerektiğini söylüyorum.
Yine de bazen asgari düzeyde araştırma yapmak bile pratik nedenlerden dolayı mümkün olmayabilir. Çalışan, geçim mücadelesi veren birinin veya yoğun bir öğrencinin asgari düzeyde bir araştırma yapmasını beklemek bile gerçekdışı olabilir. Ancak belli nedenlerden dolayı asgari seviyede araştırma yapamayan bir ateistin günlük hayatta ya da sosyal medya üzerinden dinler hakkında büyük iddialarda bulunmaması, ‘atıp tutmaması’ gerektiğini söylememin bununla bir alakası var mı? Dediğim şey özünde evrim teorisi hakkında asgari araştırma yapmamış birinin evrim hakkında büyük iddialarda bulunmaması gerektiği iddiasıyla oldukça paralel. Ateistlerin çoğu bu iddiayı muhtemelen evrim konusunda doğru kabul edeceklerdir. Neden din ve Tanrı söz konusu olunca pek çok ateist bu ilkeyi ihlal ediyor? Dediğim şey gayet basit, hatta iç bayıltacak derecede bariz bir şekilde doğru: Ciddi bir felsefi ya da bilimsel konuda asgari seviyede araştırma yapmamış birinin sahip olması gereken tutum entelektüel alçakgönüllülüktür. Bir ateistin büyük iddialarda bulunmaktansa araştırmadığı yerde araştırmadığını kabul etmesi, entelektüel ahlak açısından doğru olandır. Yani dediğim şey hala makul: Entelektüel açıdan sorumlu bir ateist olabilmek için asgari bir seviyede de olsa felsefeyle ilgilenmek, ateizm lehindeki ve aleyhindeki argümanlarla ilgili temel düzeyde okuryazarlık edinmek gerekmektedir.
Bazı ateistler ateizmin ‘kanıtlanan’ bir şey olmaktan ziyade belli epistemik prensibe uygun hareket edilerek ulaşılan bir görüş ya da tutum olduğunu düşünürler. Epistemik prensiplerle uygulanmaları durumunda, bizlerin doğru şeyleri kabul etmesini ve yanlış şeyleri kabul etmektense kaçınmasını sağlayan kurallardan bahsediyorum. Mesela ‘Bir şeyin doğruluğuna kanıt olmaması durumunda inanmak yanlıştır’ şeklindeki prensibi ele alalım. Bu prensip, çok sayıda ateist tarafından kabul edilmektedir. Ancak söz konusu prensibin kendisinin de gerekçelendirilmesi gerektiği iddia edilebilir. Bir şeyi, kanıtsız kabul etmememiz gerektiği iddiasının kanıtı nedir mesela? Bu iddianın bir kanıta ihtiyacı var mıdır? Bu iddia mantıksal olarak doğruluğu ispatlanabilen bir iddia mıdır? Yoksa temellendirilmesi için tecrübeye mi başvurulur? Söz konusu prensip her konuda eşit derecede uygulanabilir midir? İstisnaları var mıdır? Peki bu prensibin Tanrı konusunda da kabul edilmesi gerektiğini söyleyebilir miyiz? Yoksa Tanrı, bazı dindarların iddia ettiği üzere, meşru bir istisna olabilir mi? Bütün bu sorular felsefi sorulardır. Ateistlerin ateizmi haklılandırmak (gerekçelendirmek) için kullanmak isteyebilecekleri bütün epistemolojik prensipler hakkında bu tür sorular sorulabilir. Eğer bir ateist, herhangi bir epistemolojik prensibi kullanarak ateizmini savunacaksa söz konusu prensiplerin de temellendirilmesi ya da en azından makuliyetlerinin gösterilmesi gerekir ve bunu yapmak için felsefeyle -ve özellikle bilgiyle ilgili problemlerle haşır neşir olan epistemolojiyle- uğraşmak gerekir. Ateizmi savunmanın, felsefeyle diğerlerine kıyasla daha ilgisiz görünen bu yöntemi bile, aslında felsefi nitelik taşır. Ateizm ve felsefe arasındaki ilişki çok sıkıdır. Bir ateistin, hele ki ateizmini bilinçli bir şekilde savunmak isteyen bir ateistin, yolu bir şekilde felsefeyle kesişecektir. Felsefeyle ilgilenmeyen bir ateistin, ateizmi ne şekilde savunduğu fark etmeksizin, entelektüel açıdan sorumlu bir ateist olması mümkün görünmemektedir.
Bütün bu nedenlerden dolayı ateistlerin felsefeyle ilgilenmelerinin daha iyi olacağı söylenebilir.
Ateistler Teoloji ile Neden Uğraşmalı?
Ateistlerin felsefeyle uğraşmalarının gerekliliği teolojiyle uğraşmalarının gerekliliğine kıyasla daha bariz görünebilir. Ama teoloji diye bir araştırma alanının varlığının meşruiyeti bile pek çok ateistin gözünde şüphelidir. Daha önce bahsettiğim gibi, ateistlerin ciddi bir bölümünün gözünde teolojiyle uğraşan dindarların yaptıkları, yanlış oldukları bariz bir takım doktrinlerin rasyonalize edilmesi yönündeki samimiyetsiz çabalardan ibarettir. Bu durumda belki entelektüel açıdan sorumlu bir ateistin felsefeyle ilgilenmesi gerektiği doğru olsa da teolojiyle ilgilenmesinin gerekmediği iddia edilebilir.
Ancak ateistlerin teolojiyle ilgilenmelerinin iyi ya da gerekli olduğu yönündeki gerekçeler de en az felsefeyle ilgilenmelerinin iyi olduğunu gösterenler kadar güçlüdür. Bu gerekçeler de büyük oranda felsefeyle ilgilenmek için sahip olunanlara benzerler. İlk olarak ateistlerin çoğu kutsal kitapları ve dini doktrinleri eleştirmeye çalışır. Örneğin belli bir ayetin ya da belli bir dini doktrinin problemli olduğu yönünde iddialar sıklıkla savunulur. Peki entelektüel açıdan sorumlu bir ateistin en azından bu işe yıllarını veren en bilgili dindarların nasıl bir dini yorumu savunduklarını ve dinlere karşı savundukları argümanların teologlarca nasıl eleştirildiklerini bilmesi gerektiği bariz değil midir? Bazı ayetlerin ve dini iddiaların ‘saçmalığı’ ateistlerin gözünde bariz olsa bile bu durum ateistlerin teolojiyle ilgilenmemesini meşru kılar mı? Örnek olarak ateizmin uç seviyede saçma olduğunu ve ciddiye alınmaması gerektiğini düşünen bir dindarı düşünün. Bu dindarın, kendi savunduğu iddialara ateistlerin nasıl cevap verdiğini hiç değilse asgari bir seviyede öğrenmemesi ateistlerin fikirlerini hakkaniyetsiz bir şekilde yok sayması anlamına gelmez miydi? Benzer bir şekilde, sırf ilk bakışta bazı ateistlere aşırı saçma görünmeleri nedeniyle dindarların belli ayetleri ve doktrinleri savunmak yönündeki girişimlerinin de görmezden gelinmesi, ‘bahane uydurmak’ olarak görülmesi ve samimiyetsiz bulunması doğru değildir. Karşı çıktığınız görüş size ne kadar saçma gelirse gelsin onun nasıl savunulduğunu anlamak yönünde asgari seviyede bir çaba harcamanız entelektüel ahlaka daha uygun değil mi?
Bu noktaya kadar söylediklerime şöyle bir itirazın geleceğini düşünüyorum:
“Tamam dediklerin iyi hoş. Ama bazı görüşlerin yok sayılmaları ve hiçbir şekilde ciddiye alınmamaları gerekmiyor mu? Entelektüel açıdan sorumlu olabilmek için en saçma görüşleri bile ciddiye alıp lehteki ve aleyhteki argümanları öğrenmek yönünde bir sorumluluğumuz olduğunu söylememiz saçma değil mi? Mesela benim Dünya’nın düz olmadığına, aşıların yararlı olduğuna, küresel ısınmanın gerçek olduğuna, evrimin gerçek olduğuna inanmak için ya da komplo teorilerinin yanlış olduğunu düşünmem için bu konularda araştırma yapmam gerektiğini mi düşünmeliyiz? Bu, fazla vakit alması bir yana, saçma bir talep değil mi? Bu görüşlerin yanlışlıklarının bariz olmasına benzer bir şekilde dinlerin de saçmalıkları/yanlışlıkları bariz. Bu nedenle komplo teorilerini öğrenmeye vakit ayırmamın gerekmemesine benzer bir şekilde teoloji öğrenmeye vakit ayırmama da gerek yok. Dinler, yanlışlıkları bariz olan Bronz Çağı hikayeleri sonuçta.”
Bu tür argümanlar öne sürerken dikkatli olmakta yarar var. Çünkü ciddiye almama şeklindeki tavrın bazı durumlarda bizim önyargılarımızın sonucu olması son derece muhtemel. Savunduğum şeyin yanlış anlaşılmaması için belirteyim: Elbette kafa kesmeyi, inançsızlara zulmetmeyi, ve Dünya’nın 6000 yıl önce yaratıldığını savunan dini görüşleri/tarikatları eleştirmek için teolojiyle uğraşmak gerektiğini iddia etmiyorum. Tıpkı yukarıda sayılan görüşleri eleştirmek için bu görüşler hakkında derinlemesine araştırma yapmadan meşru bilimsel otoriteye başvurmanın sorunlu olduğunu düşünmüyor olmam gibi. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, felsefi ve teolojik konularda, yukarıda bahsedilen konularda olanlara benzer ‘meşru’ akademik otoritelerin olmaması. Dahası, kastettiğim şey yanlışlığı bariz olan kimi ahlaki iddiaların/ontolojik iddiaların nasıl savunulduğunun öğrenilmesi gerektiği değil. Kastettiğim şey dinlerin bu problematik iddiaları savunmaları gerekmediğini iddia eden girişimler incelenmeden dinlerin yok sayılmaması gerektiği. Mesela bir savaş ayetinden dolayı inançsızlara karşı topyekün bir savaş durumunda olunması gerektiğine ulaşan bir ateistin inançsızlara karşı topyekün savaşı gerçekten savunan birine teoloji öğrenerek cevap vermesi gerektiğini düşünmüyorum. Ya da belli bir dinin kutsal kitabının gerçekten Dünya’nın düz olduğunu iddia etmesi durumunda Dünya’nın düz olduğu iddiasına şans verilmesi gerektiğini söylemiyorum. Söylediğim şey, dinleri yok saymadan önce dinlerin bunları gerçekten salık verdiklerini ya da iddia ettiklerini göstermenin gerekli olduğu. Yani dinlerin gerçekten eleştirdiğiniz iddialara sahip olduklarını, ya da bazı durumlarda eleştirdiğiniz iddiaların gerçekten eleştirilmeye değer olduğunu göstermenizin gerekli olduğunu söylüyorum. Bu da ancak dindarların söz konusu iddialara nasıl cevap verdiklerini asgari bir seviyede de olsa öğrenmekle, dolayısıyla teolojiyle uğraşmakla, yapılabilecek bir şey. Beğenelim ya da beğenmeyelim her teolog din hakkında aynı düşünmüyor. O nedenle dinleri yok saymadan önce iddialarını ve çeşitli dini yorumları öğrenmenin ateistler açısından önemli olduğunu, komplo teorileriyle ve bariz bir şekilde bilim karşıtı olan çeşitli görüşlerle dinleri karşılaştırmanın mümkün olmadığını düşünüyorum.
Bu noktada örtülü bir varsayımım var: Dinlerin evrim karşıtlığına, komplo teorilerine ve düz dünyacılığa kıyasla entelektüel açıdan saygıyı daha fazla hak eden iddialarda bulunduklarını kabul ediyorum. Bu varsayımı paylaşmayan çok sayıda ateist tanıyorum. Bu varsayımı kabul etmeyen bir ateist ya da nonteistseniz burada sizi buna ikna etmem de pek mümkün değil. Ancak dinlerin iddialarını yok saymak için kullanılabilecek meşru otoritelerin olmaması ve dindarların sahip oldukları görüşlerin çeşitliliği göz önünde bulundurulursa dinlerin bahsettiğim diğer görüşler kadar kolay bir biçimde yok sayılmasının mümkün olmadığı söylenebilir. Hele ki diğerlerinin aksine teolojinin binlerce yıldır çalışılmakta olan, hakkında her yıl milyonlarca sayfa kaleme alınan köklü bir akademik disiplin olduğu düşünülürse, teolojiyi yok saymanın bahsedilen diğer şeyleri yok saymakla aynı kefeye koyulmaması gerektiği, en azından bana, bariz görünüyor.
Son argüman sizi teolojinin vakit ayırmaya değer bir alan olduğuna ikna etmemiş olabilir. Ayrıca felsefeyle ilgilenmeniz gerektiğine de ikna olmamış olabilirsiniz. Bu nedenle felsefe ve teolojinin bir ateiste sağladığı taktiksel bir avantajdan bahsetmek istiyorum.
Din ve Tanrı konusundaki tartışmalar bin yıllardır sürüyor. Ateistlerin bu tartışmalardan haberdar olmalarının önemli bir avantajı, bir dine ya da felsefi pozisyona karşı savunulabilecek en güçlü itirazların çoğunun yine teistler arasındaki tartışmalarda sunulmuş olmalarından kaynaklanır. Bu itirazları öğrenmek daha güçlü bir ateizm savunusuna sahip olmayı sağlar. Diyelim ki bir ayetin şu şu şekildeki yorumuna itirazda bulunmak istiyorsunuz. Bu durumda gidebileceğiniz en iyi yer o yoruma itiraz eden başka bir teologun yazdıklarıdır. Ya da diyelim ki Tanrı’nın zamansızlığının bazı güçlüklere yol açtığını göstermek istiyorsunuz. Bu durumda da gidebileceğiniz en iyi yer teistler arasındaki felsefi tartışmalardır. Dindarlara gelen en iyi felsefi, teolojik, ve tarihsel eleştiriler yine büyük oranda o dine inanan ancak farklı din yorumlarını benimseyen dindarlardan veya diğer dinlere inananlardan gelmektedir. Bu nedenle felsefeyle ve teolojiyle ilgilenmek ateistlerin sahip oldukları argüman cephanesini güçlendirmek açısından faydalıdır.
Bu son argümanın yanlış anlaşılmamasını istiyorum. Ateistlerin felsefe ve teolojiyle ilgilenmelerinin ana motivasyonunun samimi bir şekilde bu konudaki gerçeği aramak yerine tamamen pragmatik bir şekilde karşı tarafa cevap yetiştirmek olmasını kesinlikle istemiyorum. Bu argümanı ateistlere felsefeyle ve teolojiyle ilgilenmeleri yönündeki ilk teşviği sağlaması nedeniyle savunuyorum. Dinlerin ciddiye alınmaları gerekmeyen derecede saçma olduklarını düşünen bir ateist bile belirttiğim nedenden dolayı felsefe ve teolojiyle ilgilenmeyi faydalı bulabilir. Bir kez felsefe ve teolojiyle ilgilenmeye başlayan ateistlerin dinler ve Tanrı inancı hakkında sahip oldukları aşırı görüşlerin törpülenip daha nüanslı bir hale geleceğine, ve bu konuları önceden ciddiye aldıklarına kıyasla daha ciddiye alacaklarına inanıyorum. Bu nedenle bu pragmatik argümanı, ateistlerin felsefe ve teolojiye ilk adımı atıp önceden öne sürdüğüm pragmatik olmayan argümanları benimsemelerini sağlayacak olduğunu düşünmem nedeniyle savunuyorum.
Sonuç Yerine
Pek çok ateist bilimin verilerine kayıtsız kalmayıp önem verirken, felsefeyi -özellikle de ateizmle ilişkili olan din felsefesini- ve teolojiyi ihmal etmekte. Ana akım ateist ve teistlerin felsefe konusundaki eksiklikleriyle ilgili olarak özellikle din felsefesiyle ilgilenen teist ve ateistlerin harcayacağı çabaların, Türkiye’de bu konuda yapılmakta olan tartışmaların seviyesini artırmak açısından hayati bir önemi var. Bu çabaların potansiyel sonuçları konusunda çok da iyimser değilim. Sonuçta yurtdışındaki ateizm-teizm tartışmaları da entelektüel açıdan en az Türkiye’deki tartışmalar kadar entelektüel açıdan kısır. Ancak ateistlerin en azından küçük bir bölümünün entelektüel açıdan bir seviyenin üstünde olmalarına katkıda bulunmayı da istiyorum.
Eğer felsefe ve teolojiyle belli bir seviyede uğraşan küçük ancak önemli bir ateist kitle oluşmazsa; görüşlerini hakkıyla savunmayı bilmeyen, entelektüel açıdan sorumsuz, sadece evrim videolarından, yüzeysel kutsal kitap eleştirilerinden ve dini inancı karikatürize etmekten medet uman ‘kötü şöhretli’ internet topluluklarından biri olarak anılmaya devam edeceğiz. Gerçek bir entelektüel mirasımız olmayacak. Türkiye’de ateizm konusunda umut vaat eden gelişmelerin olduğu her şeye rağmen söylenebilir. Ancak bu gelişmelerin yıllar sonra Türkiye’de ateizmin çehresini, bir azınlık için dahi olsa, değiştirip değiştirmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.
Bir ateistseniz ve bu yazı felsefe ve teolojiyle ilgilenmenin sizin için vakit kaybı olmayacağını düşünmenize ufak da olsa katkıda bulunduysa benim açımdan amacına ulaşmıştır. Ancak bu yazının çok sayıda insanı ikna edeceği umudunu da taşımıyorum. Din ve Tanrı konularında kendince bir sonuca ulaşıp bu konuları tartışmanın saçma olduğuna kanaat getirmiş bir ateistin felsefe ve teolojiye ilgi duymasını sağlamak çok zor. Tıpkı ateizmin olabilecek en saçma görüş olduğunu düşünen, evrimin bir saçmalık olduğunu dogmatik bir şekilde kabul eden bir dindarın bu görüşleri ciddiye almasını sağlamamın oldukça zor olması gibi. Umuyorum ki Türkiye’deki ateizm-teizm tartışmaları, her iki taraftan da felsefe ve teolojiyle ilgilenen mevcut entelektüel kısırlıktan ve ahlaki yozluktan kısmen de olsa kurtulur.
bu yazını çok beğendim berat hocam
Fakülte mezunları WhatsApp grubumdaki Turan Dursun – İlhan Arsel – Celal Şengör düzeyinde, gayet zayıf argümanlarla bezeli, mantık hatalarıyla dolu ve mangalda kül bırakmayan söylemlere iyi bir yanıt oldu. Okuyana, tabii…
Yazınızı yeni gördüm. İlgiyle okudum.Sizi kutluyorum.Başarılı çalışmalarınızın devamı dileğiyle sevgiler. Prof.Dr.Yücel Aşkın,VanYYÜ eski rektörü.