Hayatın Anlamı ve Ahlakileştirmenin Sınırları – Galen Watts

//
800 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Hayatınıza anlam katan şey nedir? Ortadan kaldırılırsa, kendinizi boş, kaybolmuş veya artık olduğunuzu düşündüğünüz kişi olarak hissetmemenize neden olacak şey nedir? Bunlar, varoluşsal krizler geçirip cevaplarına ihtiyaç duyduğumuzda, terapistlerin ve din insanlarının bize yönelttiği türden sorulardır ve ilahiyatçılar ya da analitik felsefeye pek yakın olmayan felsefeciler, kafamızın bu tür sorularla meşgul olması gerektiğini sıklıkla vurgularlar. Ama çoğumuz onlara hak ettiği önemi nadiren veriyoruz. Günlerimizi düşünmeden bir yerden bir yere, etkinlikten etkinliğe giderek, bizi temelde harekete geçiren şeyin ne olduğunun pek farkında olmadan yaşıyor gidiyoruz. Modern liberal demokrasilerin bireylerin dikkatini dağıtan ve eğlence odaklı kültürlerinden dolayı, gerçekten önemli olanın yerine yüzeysel olanı düşünmekle çok meşgul olduğumuz söylenebilir. Ancak bu acele yanıt, çok önemli bir şeyi gözden kaçırıyor: Yaşamlarımızın anlamlı olması için onlara neyin anlam verdiğine derinlemesine düşünmemize gerek yok. Anlam hava gibidir – ortadan kaybolana kadar, varlığının pek de farkında değilizdir.

Ama anlam tam olarak nedir? Bu gerçekten de hilekâr bir soru. Bazıları için Tanrı sorusunu, bazıları için ise nihilizm kuruntusunu akla getirir. Anlamdan bahsetmek, çoğu zaman entelektüel çıkmazlara (karmaşık ve kıvrımlı olan ve genellikle çıkışı veya çözümü olmayan kördüğümlere), insanlık durumu hakkında hiç bitmeyen tartışmalara yol açar. Ancak anlamı tartışmanın daha az kafa karıştırıcı olan bir yolu daha var. Meaning in Life and Why It Matters’de, filozof Susan Wolf, anlamın, egoizme veya ahlaka indirgenemeyen belirli bir insan motivasyonu alanına atıfta bulunduğunu savunuyor. Wolf, bazen kişisel çıkar (egoizm) veya doğru ya da adil (ahlak) olarak kabul ettiğimiz şeylerle ilgili nedenlerle hareket edebilsek de, bu kategorilerin dışında kalan başka nedenler olduğunu düşünüyor: sevgi –  sanatı için yoksulluğu göze alan bir ressam muhtemelen bunu kendi çıkarına olduğu için değil (ya da en azından sadece bu yüzden değil) sanatı sevdiği için yapar. Noel sabahını ailesiyle geçirmek için gece boyunca yüz mil araba kullanan bir baba, bunun ahlaki bir şey olduğunu düşündüğü için değil de büyük olasılıkla, onları sevdiği için yapar. Peki ya Olimpiyatlar için antrenman yapmak için vücudunu acı verici bir fiziksel rejime sokan sporcuya ne demeli? Kişisel çıkar veya ahlakın bunu nasıl tam olarak açıklayabileceğini görmek zor. Büyük olasılıkla, sadece yaptığı şeyi seviyor.

Duyduğumuz sevgiye sebep olan şeyler de, bizi biz yapan şeylerdir. Gerçekten de, sevdiğimiz şeylerden mahrum kaldığımızda kim olduğumuzu düşünmek zordur çünkü hayatımızı renklendiren şey bunlardır. Sabah yataktan kalkmamıza sebep olan şeyler bunlardır. Bir anlam krizi, sevdiğimizi düşündüğümüz şeylerin değerini sorgulamayı içerir. Bu, kişinin gerçekte kim olduğunu sorgulamaya başladığı bir kimlik krizine çarpıcı bir benzerlik taşır.

Anlam ve Kültür

Wolf, makalesinde bunu derinlemesine ele almasa da, anlam, kültürle yakından ilişkilidir. İnsanlar, sevebilecekleri faaliyetleri ve projeleri sınırlayan belirli sosyal koşullar içinde büyürler. Kültürler elbette homojen değildir: tek bir kültür sevgi besleyebileceğimiz sayısız nesneye yol açabilir. Ancak hayatımıza anlam veren şeyin belirli bir kültürle bir bağlantısı olmalıdır.

Sevdiğimiz şeyler, önemli ölçüde, miras aldığımız ve özdeşleştiğimiz kültür tarafından şekillendirilecektir. Ve belirli nesneleri, etkinlikleri ve kişileri sevdiğimiz sürece, bunların ait olduğu kültürü veya yaşam biçimini de (en azından kısmen) severiz.

Sevginin Nedenleri ve Politik Kutuplaşma

Bireylerin sosyal ve politik konularda tuttukları pozisyonlar genellikle sevdikleri şeylerden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bu şeylerin kökleri genellikle ait oldukları kültür(ler)dedir. Bunun ahlaki yönden değerlendirmeler ve sınırlamalar için önemli sonuçları vardır.

Kutuplaşmış zamanlarımızda, siyasi görüşleri bizden farklı olan insanları bencil, aptal veya kötü olarak görmek daha kolay oluyor. İklim değişikliğini hafifletmek için gerekli olan eylemi desteklemeye isteksiz kalanların aptal olduğunu, fabrikada yetiştirilen etleri yemeye devam edenlerin ahlaksız olduğunu ve silah kontrolüne karşı çıkanların başkalarının refahını çok az önemsediğini düşündüğüm zamanlar olmuştu. Karşıt taraflardan gelen siyasi söylemlerin çoğu ahlaki değerlendirmelerdeki bu tür farklılıklardan oluşur.

Ancak bu tür hükümler, atıfta bulundukları kimselerin niyetlerini kanıt olmadan, kötü veya şeytanca varsaydıkları için adil değildir. Siyasi muhaliflerinin, cahil veya ahlaksız oldukları için değil, yaşamlarına anlam veren ve onları oldukları kişi yapan şeylerin (bir diğer deyişle, sevdikleri şeylerin) onları doğrudan veya dolaylı olarak teşvik ettiği için bu görüşlere kapıldıkları olasılığını gözden kaçırır.

Bu olasılık rahatsız edicidir çünkü bu, siyasi muhaliflerin artık ahlak ve ahlaksızlık arasında değil, ahlak ve anlam arasında bir seçimle karşı karşıya olarak nitelendirilebileceği anlamına gelir. Bir yabancının, sabahları kalkmanız için size bir neden veren şeyden vazgeçmenizi talep ettiğini hayal edin. Talep, ahlaki veya adil olan uğruna yapılsa bile, hiç kimse böyle bir isteği kolay bir şekilde kabul edemezdi.

Hayatın Anlamı ve Ahlakileştirmenin Sınırları

Bir eylemin bir insanın hayatına anlam katması o eylemi ahlaki yapmaz. Cinayette tatmin bulan seri katilin bu tutkusuna kapılması ve Amerika’yı beyazlar için geri alma projesinin kozmik bir anlam duygusu sağladığı beyaz bir ırkçının hayalini gerçekleştirmesi engellenmelidir. Anlam bize yaşamak için neden verebilir, fakat başkalarının hayatlarını daha da kötüleştirmeyi haklı çıkarmaz. Ancak şunu da kabul etmeliyiz ki, yaşamlarımıza neyin anlam kattığı ile neyin doğru olduğu arasında karar vermek zorunda kaldığımızda, insanların ikincisini seçeceğini varsaymamalıyız. Bir şeyi seviyorsanız, benlik duygunuz o şeyi sevmeye bağlıysa, acımasız ahlaki protestolar karşısında bile ondan vazgeçmeye isteksiz olacaksınız.

Sırf onlara sevdikleri şeyin bir şekilde ahlaki açıdan yozlaşmış olduğunu gösterdiğimiz için, bireylerin hayatlarını büyük ölçüde değiştirmelerini makul bir şekilde bekleyemeyiz. Bu yüzden ahlak dersi vermek çoğu zaman başarısız olur. Bireyler yaşamlarına neyin anlam kattığı ile neyin doğru ya da adil olduğu arasında karar vermek zorunda kaldıklarında, birincisini seçerlerse şaşırmamalıyız. Ancak, doğru şekilde yapılırsa, ahlak dersi vermek değişimi tetikleyebilir. Gerçeklerle yüzleşmeye zorlandıklarında veya uygun bir şekilde meydan okunduğunda, insanlardaki dönüşüm kabiliyetini uyandırmak mümkündür.

Daha Saygılı (ve Anlamlı) Bağlılığa Doğru

Bu ilkeler, siyasi muhaliflerimizi daha verimli, medeni ve cömert yollarla meşgul etmemize yardımcı olabilir. Başkalarını ikna etmek istiyorsak, inançlarının bencillikten kaynaklanmayabileceğini, ancak sevdikleri şeylerden kaynaklanabileceğini düşünmeliyiz. Ve bu aktivitenin, kişinin veya şeyin sevgiye layık olduğu konusunda hemfikir olmasak da, sevgiden kaynaklanan bir görüşe sahip olmak, bencillikten veya kinden beslenen bir görüşe sahip olmaktan çok farklıdır.

Ayrıca, yurttaşlarımızı kamusal tartışmalara dâhil etmek her zaman makul olan (belki de gerekli olan) bir eylem olsa da, bunu yaparken her zaman, kişinin hayatına anlam katan bir şeyden vazgeçmenin acı ve en yüksek düzeyde fedakârlık gerektirdiğinin bilincinde olmalıyız. Bunu kabul etmek, aynı fikirde olmadığımız kişilere bir dereceye kadar saygı duyduğumuzu gösterir.

Son olarak, siyasi muhaliflerimizin yaşamlarına anlam katan kültürü suçlamaktan kaçınmalıyız çünkü bir kişi bir kez sevdiği şeyin kapsamlı bir şekilde kınandığını düşündüğünde, dışarıdan gelen düşüncelere karşı açık ve alıcı kalması pek olası değildir. Doğru türden bir ahlakileştirme dersi, insanları inançlarını doğrudan değiştirmeye ikna etmeye çalışmaktan ziya, değişimi başlatmak için cesaretlendirmeyi hedeflemelidir. Kimse hayatına anlam veren şeyin temelde sığ, aptalca veya hasta olduğunun söylenmesinden hoşlanmaz. Bunun yerine, eğer onlara ulaşmak istiyorsak, rakiplerimizin sevdiği başka şeylere (ait oldukları kültürün diğer boyutlarına) başvurmalıyız. Belirli konularda fikirlerini değiştirmek için kendileri için önemli olan her şeyden vazgeçmeleri gerekmediğini görmelerine yardım etmeliyiz.

O halde, sadece teologların ve terapistlerin öne sürdüğü nedenlerle değil, aynı zamanda aynı fikirde olmadığımız kişilerle ilgili genellikle sahip olduğumuz basit tabloyu karmaşık hale getirmek için kendi yaşamlarımıza neyin anlam kattığını düşünmemiz gerekir. Anlam elbette ahlaka baskın gelmemelidir, ancak ikisi çarpıştığında ikinciyi birinciye tercih etmek her zaman kolay değildir. Bunu her zaman hatırlamalıyız.


Galen Watts – “The Meanings of Life and the Limits of Moralizing“, (Erişim Tarihi: 11.01.2022)

Çevirmen: Ömer Erce Beyaz

Çeviri Editörü: Alparslan Bayrak

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kitap Analizi: “Araştırmanın Alfabesi” – Melinda Gülsüm Esen

Sonraki Gönderi

Kürtaj Hakkındaki Görüşünüz Yanlış mı? Eleştirel Düşünce ve Kürtaj – Nathan Jobes & Kristina Grob

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü