Bilinç: ‘Makinedeki Hayalet’ mi Yoksa O Kadar Özel Bir Şey Değil mi? – Peter Halligan & David A. Oakley

//
1553 Okunma
Okunma süresi: 5 Dakika

Bireyler olarak, bilincin ne olduğunu bildiğimizi hissederiz; çünkü her gün onunlayızdır ve onu deneyimleriz.

Bu, beraberimizde taşıdığımız o eşsiz kişisel farkındalık hissi ile ona eşlik eden düşüncelerimiz, duygularımız ve hatıralarımız üzerindeki sahiplik ve kontrol duygusudur. Fakat bilim, özgür iradeye dair en temel inanç ve kabullerimiz ile insan zihnini ele alma biçimimiz için oldukça önemli sonuçları olan bilincin doğasının ne olduğuna yönelik henüz bir fikir birliğine varmış değil.

Bilince yönelik inançlar kabaca iki kampa ayrılır. İlk cephede, bilincin beynimizin mekanizmasında (makinasında) bulunan bir hayalet gibi olup başlı başına özel bir ilgi ve incelemeyi hak ettiğine inananlar yer alır. Diğer cephede ise, bizim gibi buna karşı çıkanlar yer alıyor: Yani bilinç dediğimiz şeyin, sahne arkasında etkili sinirsel mekanizmalar tarafından üretilen bir “çıktı” olduğuna işaret edenler.

Son 30 yıla bakarsak sinirbilimsel çalışmalar ilk kampın varsayımlarından yavaş yavaş uzaklaşmaktadır.

Bilişsel nöropsikoloji ve hipnoz araştırmalarını kullanan son makalemiz ikinci pozisyonun lehinde bir durumu savunmaktadır; Her ne kadar bu, bilincimiz üzerinde sahip olduğumuz güçlü sahiplik duygusunu sarsıyor gibi görünse de.

Ayrıca bunun yalnızca pür bir akademik araştırma konusuyla ilgili olmadığını ileri sürüyoruz. Beynimizin mekanizmalarına (makinalarına) yönelik bilimsel çabalara daha çok odaklamak için bilinç hayaletinden vazgeçmek, insan zihnini daha iyi anlamak adına atmamız gereken önemli bir adım olabilir.

Bilinç Özel midir?

Bilinç deneyimimiz, psikolojik dünyamızın kontrolünün bizde olduğu hissi sayesinde bizi sürücü koltuğuna sımsıkı oturtur. Fakat objektif bir perspektiften bakıldığı zaman bilincin bu şekilde çalıştığı o kadar da açık değil; ayrıca bizatihi bilincin kendisinin temel doğasına dair hala çok fazla tartışma mevcut.

Bunun sebeplerinden biri, bilim insanları da dahil olmak üzere çoğumuzun, bilincin doğasına dair düalist bir pozisyonu benimsemiş olmasıdır. Düalizm, zihin ile beden arasında bir ayrım yapan felsefi bir yaklaşımdır. Düalizm, bilinç bedenin bir parçası olan beyin tarafından oluşturulsa dahi, onun fiziksel özelliklerimizden farklı olduğunu ve yalnızca fiziksel beynin incelenmesi aracılığıyla anlaşılamayacağını iddia eder.

MIT’den Alex Byrne, düalist pozisyonun felsefi temellerini ele alıyor. Çoğumuzun niçin düalist pozisyona inandığını anlamak zor değil.

İnsan vücudundaki diğer tüm süreçler bizim kontrolümüz olmadan tıkır tıkır işlerken, bilinç deneyimimizde aşkın olan eşsiz bir şey bulunur. Bilinci, nefes almamızı ve sindirmemizi sağlayan otomatik sistemlerden farklı olan, özel bir şey olarak düşünmemiz sürpriz olmasa gerek.

Fakat; bilişselliği destekleyen biyolojik süreçleri ele alan bilişsel sinirbilim alanındaki giderek artan sayıda bulgu, bu yaklaşıma meydan okumaktadır. Bu tür çalışmalar, birçok psikolojik işlevin tamamen subjektif farkındalığımızın dışında olan bir dizi sabit ve etkili bilinçsiz beyin sistemi tarafından üretildiği ve gerçekleştirildiği (işler hale getirildiği) gerçeğine dikkat çekmektedir.

Mesela; bir gece önce bilincimizi kaybettikten sonra her sabah bilincimizi nasıl zahmetsizce yeniden kazandığımızı veya kasıtlı bir çaba göstermeden karşılaştığımız şekilleri, renkleri, desenleri ve yüzleri nasıl olup da anında tanıyıp anladığımızı düşünün.

Algılarımızın nasıl oluştuğunu, düşüncelerimizin ve cümlelerimizin nasıl oluşturulduğunu, anılarımızı nasıl hatırladığımızı veya yürümek için kaslarımızı ve konuşmak için dilimizi nasıl kontrol ettiğimizi aslında deneyimlemediğimizi düşünün. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, düşüncelerimizi, duygularımızı veya eylemlerimizi biz oluşturmuyoruz veya kontrol etmiyoruz; biz yalnızca onların farkında gibi görünüyoruz.

Farkında Olmak

Düşüncelerin, duyguların ve bizi çevreleyen dünyanın farkında olmak şeklimiz; bilincimizin, farkında olmadığımız beyin sistemleri tarafından sahne arkasında üretildiğini/oluşturulduğunu ve kontrol edildiğini göstermektedir.

Son makalemiz, tıpkı sindirimin bağırsakların fiziksel işleyişinden ayrı olarak var olan ek bir işlevi olmaması gibi, bilincin de beynin kendisinden ayrı, başlı başına bağımsız bir psikolojik süreç içermediğini iddia ediyor.

Hem bilinç deneyiminin hem de bilinç içeriğinin gerçek olduğu aşikar olsa da, bilimsel bir açıklamaya dayanarak bunların epifenomenal olduğunu savunuyoruz: Yani onlar, fiziksel beynin işleyişinden kaynaklanan veya ona dayanan ikincil fenomenlerdir. Başka bir deyişle; öznel bilinç deneyimimiz gerçektir, fakat bu deneyime atfettiğimiz kontrol ve sahiplik işlevleri gerçek değildir.

Beyin Çalışmalarının Geleceği

Demin söz ettiğimiz bizim yaklaşımımız, ne sezgilerimizle uyumlu ne de aşikardır. Fakat yine de biz, bilinci, beynin fiziksel işleyişinin üstünde ve ötesinde sürücü koltuğuna yerleştirmeye devam etmenin ve ona bilişsel işlevler atfetmenin; kafa karışıklığı ve insan psikolojisi ile davranışının daha iyi anlaşılmasını geciktirme riskini taşıdığını ileri sürüyoruz.

Psikolojiyi diğer doğa bilimleriyle daha iyi hizalamak ve uyumlu hale getirmek; sindirim ve solunum sistemi gibi süreçleri nasıl anladığımız ve çalıştığımızla da tutarlı olmak için bir bakış açısı değişikliği yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bize göre çabalarımızı bilinçsiz beyni (the non-conscious brain) incelemeye yönlendirmeliyiz, daha önceki gibi bilince atfedilen işlevlere değil,

Bu önerimiz elbette, bilinçle ilgili inanç ve kabullerin doğası, kökenleri ve dağılımına dair psikolojik araştırmaları bir kenara bırakmayı gerektirmez. Fakat diğer yandan bu önerimiz, akademik çabaları, asıl/esas nöro-psikolojik süreçlerin gerçekleştiğini iddia ettiğimiz yer olan farkındalığımızın altında neler olduğuna yeniden odaklamak anlamına gelir.

Bizim önerimiz kişisel ve duygusal olarak pek tatmin edici değil; ama bu önerinin, insan zihninin araştırılması adına gelecekte oluşturulabilecek bir çerçeveye katkı sağladığına inanıyoruz: Yani geleneksel olarak bilinç dediğimiz hayaletten ziyade beynin fiziksel makinesine odaklanan bir çerçeve.


Peter Halligan & David A. Oakley– “Consciousness: The ‘ghost in the machine’, or nothing special?“, (Erişim Tarihi: 12.06.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

1 Yorum

  1. Biz dediğimiz sey beyinse nereye nakledersek nakledlim bizde oraya transfer oluruz değilse biz dediğimiz sey beyin değil o zMan ne bilmiyoruz ama beyin de arayüz formu gibi olmadan olmuyor sonuç için daha çok bilgi lazım ve bakış açısı

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kinizm (Felsefe Sözlüğü)

Sonraki Gönderi

Ahmet Özkaya’ya Konuk Olduk: Liberteryenizm Üzerine Söyleşi- Berat Mutluhan Seferoğlu

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü