Ekonomik Hesaplama Problemi ve Sosyalizm – Kaan Dişli

//
3882 Okunma
Okunma süresi: 34 Dakika

Son 100 yılda birçok yazar sosyalist sistemleri eleştirdi. Bu eleştiriler daha çok ahlaki veya tarihsel açıdan sosyalist rejimleri ve fikirlerini inceledi[1]. Bu incelemeler ne kadar değerli olsa da, bence Ludwig von Mises’in sosyalist ekonomisinin teorik analizi karşısında zayıf kalıyor. Sosyalizm, 21. yüzyılda hâlâ tartışılan bir konu olduğu için göz ardı edilmiş en büyük kritiğiyle aşina olmamız gerekir.

Avusturya iktisatçıları ve sosyalistler arasında olan tartışma resmi olarak 1920’de, Mises’in “Sosyalist Milletler Topluluğunda Ekonomik Hesaplama” adlı makalesiyle başladı. Bu makalede, sosyalist bir ekonomide kâr-zarar hesaplaması olamayacağından dolayı merkezi planlayıcıların kaynakları etkili olarak kullanamayacağını savundu. Yves Guyot[2] ve Enrico Barone[3] gibi ekonomistler bu konudan daha önce bahsetmiş olsalar da analizleri yeterli derinliğe ulaşmamıştır.

Ludwig von Mises (1881-1973)

Mises’in argümanına geçmeden önce neyi eleştirdiğini netleştirmek önemli. Sosyalist ekonomi olarak kastedilen, tüm üretim araçlarının özel mülkiyet sahiplerinin kontrolünden çıkıp devletin eline geçmesidir. Sosyalist ekonomide tüm üretim devlet tarafından merkezi planlama şeklinde yönlendirilir ve girişimciliğe yer yoktur.

Mises’in Argümanı

Okuyucunun argümanla aşina olabilmesi için önce kısaca Mises’in vurguladığı ana noktaların üzerinden geçeceğiz.

Tartışma uğruna Mises sosyalist ekonomide karşımıza çıkabilecek bazı problemlerin çözüldüğünü varsayar[4]. Merkezi planlayıcının, döneminin tüm teknolojik bilgisine, var olan tüm üretim faktörlerinin tam bir envanterine ve olabilecek en iyi niyete sahip olduğunu farz eder.

Sosyalist ekonomide üretim araçlarını sadece bir kurum, yani devlet, sahiplendiğinden dolayı, serbest piyasada olduğu gibi üretim araçlarının takası gerçekleşmez. Bu araçlar el değiştirmez ve alıcı-satıcı ilişkisi yok olur. Üretim araçlarının el değiştirmemesi bu araçlar için bir piyasa oluşmasını engeller. Eğer üretim araçları için bir piyasa yoksa aynı zamanda bu araçların fiyatları olması da mümkün değildir çünkü fiyatlar piyasadaki alıcıların ve satıcıların birbirine sunduğu ticari tekliflerden ortaya çıkan bir fenomendir. Üretim araçlarının fiyatları yoksa herhangi bir projenin kârlı olup olmadığını bilmek imkansızdır çünkü üretimde kullanılan tüm kaynakları ortak bir birim olmadan toplayamayız.

Başka bir deyişle, kapitalist ekonomide girişimciler heterojen üretim araçlarının değerlerini para fiyatlarını kullanarak toplayabilir ve masrafları hesaplayabilir. Sosyalist bir ekonomide üretim araçlarının fiyatları olmadığı için merkezi planlayıcı masrafları hesaplayamaz.

Mises şöyle yazar:

“Direktör bir ev inşa etmek ister. Şimdi, başvurulabilecek birçok metot vardır. Her biri direktörün perspektifinden binanın kullanımı ve hizmet süresiyle alakalı bazı avantajlar ve dezavantajlar sunar; her biri başka inşaat materyali, emek gücü ve üretim periyodu gerektirir. Direktör hangi metodu seçmelidir; harcanacak çeşitli materyalleri ve emek türlerini ortak bir paydaya indirgeyemez. Bu yüzden onları karşılaştıramaz. Bekleyiş süresine (üretim periyodu) veya servis süresine belli bir sayısal değer veremez. Kısaca, harcanacak masrafları ve edilecek kazancı karşılaştırırken aritmetik bir operasyona başvuramaz. Mimarlarının planlarında birçok farklı türden eşya vardır, bu planlar çeşitli materyalin fiziksel ve kimyasal özelliklerini; makinelerin, araçların ve prosedürlerin fiziksel verimliliğini gösterir. Bütün bu bilgiler birbiriyle bağlantısız kalır. Aralarında bir bağlantı kurmanın yolu yoktur. Direktörün bir projeyle karşılaştığındaki durumunu hayal edin. Bilmesi gereken şey projenin gerçekleştirilmesinin refah arttırıp arttırmayacağıdır, yani daha acil olduğu düşünülen bir isteği engellemeden var olan zenginliği yükseltip yükseltemeyeceği. Aldığı raporların hiçbiri bu problemi çözme imkanı sağlamaz.”[5]

Ekonomik Hesaplamanın Fonksiyonu ve Gerekli Şartları

Masraf hesaplama piyasa ekonomisinde mühim bir rolü vardır, bu rol girişimcilere üretim girdilerinin başka üretim kanallarında daha çok ihtiyaç duyulup duyulmadığını göstermektir.

Tüm üretim araçlarının fiyatları, farklı projelerin gerçekleştirilmesi için rekabet eden girişimciler tarafından sunulan tekliflerle yükselir ve azalır. Mesela çeliği ele alalım. Çeliğin fiyatı köprüler, gökdelenler, arabalar üretmek isteyen girişimciler tarafından yükseltilir. Bunun nedeni girişimcilerin bu projelerin getirisinin üstlenilen masraftan daha yüksek olacağını düşünmeleridir.

Bir projede harcanan her gram çelik başka bir projenin gerçekleştirilmesinde harcanabileceğine göre her birine ne kadar harcanacağına nasıl karar verebiliriz? Eğer girişimci zarar ediyorsa (yani masraflar yatırımın getirisini aşıyorsa) ekonomiden, başka bir yerde daha acil şekilde istenen kaynakları eksiltiyor demektir, bu durumda eksiltilen kaynak çelik.

Bu aynı zamanda “fırsat maliyeti” teriminin orijinidir, yani belli bir eylem seçildiğinde kaybedilen potansiyel planlar ve projelerin değerlendirilmesidir. Maliyetin objektif bir fenomen olmadığını vurgulamak önemlidir. Herhangi bir eylemin fırsat maliyeti eylemcinin tercih skalasına, onun gerçekleştirebileceği ikinci en değerli amacına bağlıdır. Eğer bir çiftçi mısır ekmeye karar verirse, çiftçinin fırsat maliyeti en yüksek değerli alternatifidir, örnek olarak buğday. Bunun nedeni çiftçinin değer skalasında buğday, mısırdan sonra gelir.

Başka bir yandan objektif parasal maliyet vardır, ürünün piyasa fiyatı. Fiyatların objektif olması, size maliyetin objektif olduğunu düşündürmesin. Subjektif değerlendirmeler piyasa vasıtasıyla objektif fiyatları belirgin eder.

Bir fırının içindeki sıcaklığı ölçmek için termometre kullandığımızda, termometre bize objektif fiziksel bir bilgi iletir. Öte yandan fırının maliyetini sorduğumuzda bunu ölçebilecek bir cihaz olmadığını fark ederiz. Fırının yapısının içine işlenmiş bir maliyet yoktur, sadece subjektif değerlendirmeler vardır. Fırın üretimine giden kaynakların alternatif kullanımlarına nümerik bir değer atamanın tek yolu piyasa sürecidir.[6]

Ekonomik hesaplama sadece belirli durumlarda icra edilebilir. Tahmin edebileceğiniz gibi paranın olmadığı bir takas ekonomisinde ekonomik hesaplama uygulanamaz. Ortak bir payda olarak kullanılabilecek, genel olarak kabul edilmiş bir mübadele aracının olması gerekir.

Aynı zamanda, statik koşullarda ekonomik hesaplamaya gerek yoktur. Kâr ve zarar sadece dinamik piyasa koşullarında oluşur. Piyasa verisinde değişim olmayan bir toplumda ekonomik hesaplamaya ihtiyaç kalmaz. Mises der ki:

“Statik durum ekonomik hesaplamadan vazgeçebilir. Burada, hayattaki ekonomik etkinlikler sonsuza dek tekrarlanır. Eğer statik sosyalist ekonominin ilk eğilimi rekabetçi ekonominin final durumuna doğru devam edeceğini varsayarsak, ekonomik açıdan rasyonel olarak kontrol edilen bir sosyalist üretim sistemi hayal edebiliriz ama bu sadece kavramsal olarak mümkündür. Şimdilik, ekonomik verilerin sürekli değiştiğinden dolayı statik durumun gerçek hayatta imkansız olduğunu kenara koyuyoruz. Ekonomik aktivitenin statik doğası, gerçek hayatta hiçbir karşılığı olmayan, ancak düşüncemiz için ve ekonomi bilgimizi mükemmelleştirmek için gerekli, yalnızca teorik bir varsayımdır. “[7]

Genel denge olarak da ifade edilen statik durum ekonomide hiç değişimin olmadığı bir durumu tasvir eder. Bu durumda, tüketim mallarının fiyatları, üretim maliyetine eşitlenmiştir ve arbitraj kazancına yer yoktur. “Her ekonomik tatmin etme aracı totale en fazla fayda sağlayacak şekilde kullanılacaktır.”[8]

Bu zihinsel yapının amacı gerçek ekonomiyi tarif etmek değil, bazı ekonomik konseptleri anlamaya yardımcı olmaktır.

Kâr, üretim araçlarının fiyatlarıyla , üretilen tüketim ürünlerinin arasındaki fiyat farklılığından oluşur, yani ekonomi dengede değilken. Bu daha geniş bir mesele olan, paranın sadece dinamik koşullarda oluşmasının parçasıdır. [9]

Gerçekte dünya sürekli değişim halindedir. Mises, bir ekonomide olan 6 ana değişimi listelemektedir:[10]

  • 1. Doğadaki değişimler. İnsan eylemlerinden bağımsız olan doğa değişimleri, örneğin iklim; ama aynı zamanda insanlara bağlı olarak gerçekleşen,  toprağın verimsizleşmesi veya mineral kaynaklarının tükenmesi gibi operasyonlar.
  • 2.  Nüfusun miktarı ve kalitesindeki değişimler.
  • 3. Üretim araçlarının miktarında ve kalitesindeki değişimler.
  • 4. Üretim tekniğindeki değişimler
  • 5. Emeğin organizasyonundaki değişimler
  • 6. Talepteki değişimler, tüketicilerin istediği ürünlerin kalitesinde ve miktarındaki değişimler.

Bu değişimleri önemsemesek bile sosyalist bir ekonomiye geçişin kendisi toplumdaki zenginlik dağılımını değiştireceğinden dolayı piyasa verisinde değişime sebep olur.

Sosyalist düşünürler tarafından yanlış anlaşılan ve Mises’in meydan okumasına verilen cevapları incelerken karşımıza çokça çıkacak bu noktanın önemini vurgulamamız gerekir. Piyasa verisinde değişim olmayan statik bir ekonomide, ekonomik hesaplama problemi yoktur. Piyasa denge noktasına ulaşır ve her gün bir öncekiyle aynıdır. Böyle bir durumda kâr ortaya çıkamaz çünkü tüm kâr imkanları piyasa dengeye ulaşırken tüketilmiş olur. Tüm üretim araçlarının maliyetleri, üretilen ürünlerin fiyatlarına eşitlenecek seviyeye yükselmiştir. Problem sadece belirsizliğin ve değişimin olduğu bir dünyada, üretilen ürünlerin fiyatlarının, girişimcilerin daha önce keşfedilmemiş üretim kanalları ve yöntemleri bulması sayesinde, üretim maliyetinden yüksek olabildiği zaman ortaya çıkar.

Problemi Çözme Denemeleri

Sosyalist düşünürler tarafından bir tür hesaplama metodu uygulamak, merkezi planlama altında gerçekleşecek olan kaosa bir düzen getirmek için çokça çalışma gerçekleştirilmiştir. “Piyasa sosyalistleri’’ denilen grubunun rasyonel kaynak kullanımı için önerdiği alternatif yolların üzerinden geçeceğiz. Hepsinde olan ortak nokta, tüketim ürünlerinde piyasanın gerekli olduğunu ama üretim araçlarını devletin sahiplenmesi gerektiğini savunmalarıdır.

Emek Saatleriyle Hesaplama

Burada “emek değer teorisi” tartışmasının üzerinden tekrardan geçmemize gerek yoktur. Avusturya ekonomisti Eugen von Böhm-Bawerk bunu kapsamlı bir şekilde yapmıştır.[11] Yine de, malları ortak bir paydaya indirgemenin ve piyasada değişim oranları belirlemenin yollarından biri de budur.

Bu teorinin savunucuları bir metanın değerinin, onu üretmek için gereken, dönemin normal üretim koşulları altında ve ortalama beceriyle sosyal olarak gerekli emek miktarına göre belirlendiğini söylerler[12]. Böyle bir sistemde işçiler çalıştıkları saatlere göre emek kuponları verilir ve bu kuponlar tüketim ürünleriyle takas edilebilir. Bunlar para fiyatları değildir çünkü değişim oranları emek içeriğine göre önceden belirlenmiştir.

Marx şöyle yazar:

“İşçi, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve, bu belge ile, toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.”[13]

Marx’a göre el değmemiş arazi veya doğada yetişen odun gibi doğal kaynaklar ya da tekrardan üretilemeyecek ürünler bünyesinde emek barındırmadığı için meta değildir.[14] Bu büyük bir sorun teşkil eder. Merkezi planlayıcıların bu tekrardan üretilemeyen ürünleri de kullanması ve onların en acil kullanımını bilmesi gerekir. Bu kaynakların çıkartılması ya da elde edilmesi için gereken emeğin, doğal kaynakların değerlerini belirlediğini söylesek bile kaynakların miktarı azalırken, çıkarılması için gereken emek masrafının sabit kaldığı veya azaldığı durumlar olması mümkündür. Bu durumda sınırlı kaynakların değeri küçümsenmiş ve gereğinden fazla kullanılmış olur.[15]

İkinci problem ise emeğin heterojen ve farklı formlarda geliyor olmasıdır. Her emek saati aynı değerde değildir, bu piyasadaki maaşlara baktığımızda bariz olur. Farklı türde emekler kullanıldığında ve toplama-çıkarma işlemi yapmak için ortak bir birim olmadığında emek masraflarını hesaplarken herhangi bir aritmetik operasyon yapmak imkansızdır.

Bu problemin üstesinden gelmek için “Vasıflı emek, yalnızca yoğunlaştırılmış yalın emek, ya da daha doğrusu, çoğaltılmış yalın emek demektir; belli miktarda vasıflı emek, daha çok miktarda yalın emeğe eşit olarak kabul edilir.”[16] denilebilir. Bu ne yazık ki vasıflı emeğin, yalın emeğe indirgenmesinin nasıl ve hangi oranlarda yapılacağını açıklamaz. Bir işçinin bir saatlik emeğinin başka bir işçinin emeğine göre ne kadar değerli olduğunu, piyasa sisteminde gerçek fiyatlarla belirlenen ücret oranlarından soyutlayarak gözlemlemek mümkün değildir. Para fiyatları olmadan, farklı türlerdeki emekleri karşılaştıracak bir ortak payda yoktur.

“Bir elektrik mühendisinin saatlerinin, bir hademeninkinden değerli olup olmadığını, değerliyse ne kadar daha değerli olduğu ve üretilen son üründe, her üretim faktörünün ne kadar katkı sağladığı sorusu sadece tüketici tercihlerinin üretim yapısının etapları boyunca aktarılmasıyla cevaplanabilir.”[17]

Eğer “emek değer teorisi” piyasadaki günlük fiyatların bir açıklamasıysa işe yaramazdır çünkü zaten tanımsal olarak emek saati girdileriyle emek saati çıktıları eşittir, yani üretim faktörlerinin değerleri ve üretilen ürünlerin değerleri arasında bir kıyaslama olamaz. Eğer çoğu Marksist’in iddia ettiği gibi bu teori denge fiyatlarını açıklıyorsa lüzumsuzdur. Ekonomik hesaplama problemi zaten spesifik olarak denge fiyatlarından sapma durumu (marjinal masrafın marjinal gelire eşit olmadığı) ve girişimcilerin,  sadece üretim araçları ve tüketim ürünlerinin fiyatlarının oluşmasına izin verildiği zaman görebileceği günlük koordinasyon bozukluklarını düzeltme fonksiyonuyla alakalıdır.

Matematiksel Çözüm

Friedrich von Wieser gibi çeşitli ekonomistler tarafından, komünist toplumda bile değer ve faiz konseptlerinin sürdürülmesi gerektiğini savunuluyordu.[18]  Kapitalist ve sosyalist ekonomilerde “resmi benzerlik” vardı. Tartışmanın matematiksel denklemler tarafından temsil edilen genel denge teorilerine kaymasının nedenlerinden biri budur.

Ekonomik hesaplama probleminin aslında çözülebilir ama çok sayıda cebirsel denklem sistemlerinin çözülmesiyle alakalı teknik bir problemin olduğu düşüncesi popülerleşmeye başladı. Bu probleme “bilişim problemi” diyebiliriz.

Kanımca bu kafa karışıklığını 2 alıntıya borçluyuz, Hayek der ki:

“Bu gerekli matematiksel operasyonun büyüklüğü, belirlenmesi gereken bilinmeyenlerin sayısına göre belirlenir. Bu bilinmeyenlerin sayısı üretilecek olan ürünlerin sayısına eşittir… Bugün bu sayının ne olduğuna dair bir yorum yapmamız zordur, ama oldukça gelişmiş bir toplumda bu sayının yüzbinlerde olduğunu varsaymak abartı olmaz. Bu demektir ki, her adımda, her verilen karar eşit miktarda eş zamanlı diferansiyel denklemin çözümüne bağlıdır, bu görev günümüzde sahip olduğumuz araçlarla bir ömürde çözülemez.”[19]

Enrico Barone şöyle yazar:

“Kağıt üstünde denge denklemlerini çözmek imkansız değildir. Heybetli ve devasa bir iş olacaktır ama imkansız değildir”[20]

Barone, yalnızca makalesinin sonuna doğru, belli belirsiz bir şekilde denklemlerin oluşturulması için gereken bilginin bilinemeyeceğini ima eder. Problem fakat, denklemleri çözmek değil, (bu yüzden sosyalistler süper bilgisayarların merkezi planlamayı kolaylaştıracağını savunur) bahsedilen denklemleri piyasa operasyonlarından bağımsız olarak oluşturmaktır. Şimdi, Mises’in meydan okumasına cevap vermeye çalışmış, en önemlisi Oskar Lange olan, çeşitli yazarları inceleyeceğiz.

Fred M. Taylor ve H.D. Dickinson – Deneme Yanılma Metodu

Matematiksel bir çözüm öneren ilk kişi Taylor’du. Bu kısa makalede[21], Taylor “birincil faktörlerin” efektif önemini parasal fiyat şeklinde yansıtacak, “faktör değerlendirme tabloları”nın kullanılmasını önerir. Başka bir deyişle, üretim faktörlerinin maliyetini ve alternatif kullanımını, onların fiyatlarının doğal olarak oluşmasıyla belirlemek yerine, merkezi planlayıcılar deneme ve yanılma metoduyla üretim faktörlerine değerini atfedecektir. Bu deneme yanılma metodunun detayları Taylor’ın makalesinde müphem bırakılmıştı ama bu makaledeki 5 farklı adımı şöyle özetleyebiliriz:

  • 1) Merkezi planlayıcılar üretim araçların değerlerini uygun bilgileri özenli bir biçimde inceleyerek yaklaşık olarak belirler ve faktör değerlendirme tabloları oluşturur.
  • 2) Planlayıcılar, yönetici rollerini, değerlendirmeleri doğruymuşçasına devam ettirir.
  • 3) Ekonomi işlerken, planlayıcılar değerlendirme boyunca yapmış olabilecekleri hataları tespit eder.
  • 4) Eğer görünürde hata varsa, planlayıcılar değerlendirmeyi ya azaltır ya da yükseltir.
  • 5) Bu prosedür hata kalmayıncaya kadar devam eder.

Taylor özetler:

“Başka bir deyişle, herhangi bir faktörün çok yüksek değerlendirilmesi üretim sürecinin sonunda o faktörün artanı olmasını sağlar”

Ve son olarak:

“…eğer sosyalist devletin ekonomik otoriteleri bir yandan üretim maliyetinin öbür yandan alıcının talep fiyatının eşitliğinin, konusu geçen ürünün üretilip üretilmemesi gerektiğinin tek yeterli kanıtı olduğunu fark ederse, normal koşullarda görevlerini yerine getirebilirler…”

Bu metoda benzer bir açıklama, çok daha fazla ilgi çeken Dickinson’ın çalışmalarında bulunabilir.[22] Dickinson, eş zamanlı Walrasyan denklem sistemlerinin oluşturulmasının zor olmasına rağmen birbirine benzeyen malları birlikte gruplandırarak bu işlemin basitleştirilebileceğini savunur. Bu ekonomide, satışlar, maliyetler, stoklar gibi bilgilerin tamamı kamuya açık olacaktır ve “tüm şirketler cam duvarlar arkasındaymışçasına çalışacaktır.” Bu Dickinson’a göre tüketim ürünleri için talep eğrilerini çizmeyi kolaylaştıracaktır. Burada sunacağımız tüm eleştiriler Oskar Lange’nin katkılarını incelerken de geçerli olacaktır.

Bu iki “çözüm” de teorisyenlerin tarafından ciddi hatalar içerir. Taylor’ın girişimci anlayışı, amacı elindeki tüketim ürünlerinden kurtulmak olan bir şirket yöneticisine benzer. Böylece merkezi planlayıcı kendi tarafından konulmuş üretim faktörlerinin keyfi fiyatlarını tüketim ürünlerinin fiyatlarıyla eşitlemeye çalışmaya devam eder. Bu eşitlenme sadece imkansız değildir, aynı zamanda planlayıcılar tarafından belirlenen sayısal değerler de işe yaramazdır. Problem aslında sayısal değerlerin varlığı değil ama verinin kendisinin anlamlılığıdır. Üretim faktörlerine paha biçmek hesaplama probleminin özünü oluşturur. Paha biçmek tarafından kastedilen, girişimcilerin yatırımın gelecekteki getirisini öngörmeye çalışıp bu doğrultuda üretim faktörlerine fiyat teklifi sunduğu süreçtir. Girişimcilerin beklentileri sıradan dille aktarılabilecek bir bilgi değildir, bu bilgi sadece ödemeye razı olduğu fiyatlar türünden komplike piyasa sistemleriyle iletilebilir. Bu sadece bireylerin, üretim faktörlerin getirilerinin değerlendirilmesini gerçek piyasa fiyatları olarak yansıtabildiği bir ekonomik sistemde gerçekleşebilir.[23] Merkezi planlayıcının atadığı sayılar kendi inançları ve fikirlerini yansıtır, kaynağın alternatif kullanımlarının değerlendirilmesini değil. Bir entelektüel iş bölümü gereklidir, bu tek bir irade olarak çalışan sosyalist planlayıcısı yerine, birden fazla bilinç veya iradenin piyasada davranış sergilemesini gerektirir.

Mises daha önceden bilinmeyen gerçeklerin keşfedilmesinde deneme yanılma metodunun neden beyhude olduğunu açıklar:

“Deneme yanılma metodu, doğru çözümün deneme yanılma metodunun kendisinden ayrı, yanlış anlaşılamayacak şekilde fark edilebildiği zaman kullanılabilir… doğru çözümün tek göstergesi, problemin çözümü için uygun olan metodu uygulayarak sonuca erişilmesiyse, durumlar pek farklıdır. İki faktörün çarpılmasının sonucu sadece aritmetiksel olarak uygun görülen metodun doğru bir şekilde uygulanmasıyla fark edilebilir. Doğru cevabı deneme yanılma metoduyla tahmin etmeye çalışabiliriz ama burada kullandığımız deneme yanılma metodu aritmetiksel sürecin yerini tutamaz. Eğer aritmetiksel süreç neyin doğru neyin yanlış olduğunun ölçütü olmasaydı ne yaparsak yapalım denemelerimiz nafile… Eğer girişimcinin eylemlerine bir tür deneme yanılma metodu uygulaması demek istiyorsak doğru cevabın kolayca görülebileceğini unutmamalıyız; bu, masraflardan fazla getirinin ortaya çıkmasıdır. Kâr, girişimciye, tüketicilerin girişimini onayladığını söyler, zarar onaylamadığını. Sosyalist ekonomik hesaplama problemi tam olarak da budur: üretim faktörleri için piyasa fiyatlarının yokluğunda kar ve zarar hesabı mümkün değildir”[24]

Dickinson öte yandan benzer bir şekilde, piyasa sürecinin ve zamanına kadar olan iktisadi literatürü anlamamasından dolayı hata yapmıştır. Pareto ve Walras’ın genel denge modelleri, sosyalist ve piyasa ekonomileri arasındaki sadece resmi bir benzerlik olduğunu göstermek için sunulmuştur, bu denklemleri oluşturmak için gereken bilginin piyasa süreci dışında herhangi bir şekilde bilinebileceğini düşünmüyorlardı.

Bu denklemleri oluşturmak için gereken bilgi tiplerinden biri tüketicilerin gelecekteki tercih skalalarıdır. Bunu bilmek imkansızdır, bugünün tercihleri bile sadece bize kendini fiyat sistemiyle gösterir. Herhangi bir mal için farklı bir fiyatta olacak talebi bilemeyiz. Arz-talep eğrilerinin şekillerini bilemeyiz, bu grafik illüstrasyonlar sadece piyasa fenomenini öğretmek için kullandığımız pedagojik araçlardır. Gerçeklikte bir karşılığı yoktur.[25]

Mises’in argümanının orijinal makalede bahsedilmeyen ama 1949’da geliştirilmiş bir katmanı daha vardır. Bu çürütülmemiş argüman tartışmanın iki tarafından da hak ettiği kadar dikkate alınmamıştır.[26]

Tartışma uğruna Mises merkezi planlayıcının mucizevi bir şekilde yapılması imkansız olan denge durumu için gereken denklemleri oluşturmayı başardığını varsayar. Bu denge oluşurken piyasa verilerinin değişmemesinden bahsederken, dengeye doğru olan piyasa düzeltmelerini rahatsız eden değişmelerin yoksunluğundan bahsederiz, dengenin oluşumunda olan değişikliklerden değil.

Bugüne D1 ve dengenin gerçekleştirdiği güne DN diyelim. D1’deki, üretim faktörlerin arzına P1, DN’dekine PN diyelim. P1’ in büyüklüğü zorunlu olarak PN’den farklıdır çünkü bugün dengede değiliz. P1, şu anki durumdan farklı, geçmiş değerlendirmelerin ve bilgilerin sonucudur. Denge anında yok olacak ama şu anda elimizde bulunan fabrikalar, araç gereçler gibi üretim faktörleri vardır. Aynı zamanda dengenin oluşturulması için farklı fabrikalar ve araç gereçler üretilmelidir. Denge, P1’in hatalı ama hala kullanılabilir kısımları, yıprandıktan ve eş zamanlı veriye göre uygun eşyalarla değiştirildikten sonra gerçekleşecektir.

Statik ekonomiyle alakalı bilgi, eylem yapan bir birey için işe yaramazdır. O, uzak bir gelecekteki denge durumuyla ilgilenmez, şu an davranmalıdır. İhtiyacı olan şey ardışık adımlarla P1’i PN’ye dönüştürmek için uygun olan metotla ilgili bilgidir. Elimizde olan denklem bize statik koşullarda “m” birim “n”nin “x” üretiminde kullanıldığını veya “z” birim “b”nin y üretiminde kullanıldığına benzer bir bilgi sunar.

Dengenin erişilmesi için gerekli olan prosedürlerle ilgili herhangi bir bilgi aktarmaz. Bugün karşımızda PN’den farklı olan P1 kaynaklarıyla karşı karşıyayızdır. Harekete geçerken kullanılabilecek mevcut kaynakları ve onların en uygun kullanış biçimini göz önünde bulundurmalıyız, kuramsal PN durumunu değil. Merkezi planlayıcının görevi medeniyetin en başından, el değmemiş kaynaklarla harekete geçmek değil, onun elinde olan önceden üretilmiş üretim faktörlerinin çerçevesinde işlem yapmaktır. 

Dickinson sonradan 1939’da, binlerce eş zamanlı denklemle fiyat belirleme metodunun, piyasa verilerinin sürekli değiştiği bir ekonomide mümkün olmadığını kabullenmiştir.[27] Fark ederseniz bu tam olarak Avusturyalıların her türlü matematiksel çözüme karşı öne sunduğu argümandır.

Yarı Market Çözümü

Yarı market çözümünün savunucuları yapay bir piyasanın oluşturulmasını önerirler. Bir şirketin yöneticisi nasıl hisse sahipleri için kâr üretmeye çalışıyorsa, sosyalist bir sistemde yöneticinin emeğinin ürünleri hisse sahipleri yerine topluma dağıtılacaktır. Merkezi planlayıcının kâr arayışında olan bir girişimci gibi davranmasını isterler.

Bu öneri merkezi planlamanın orijinal savunucuları için küçük düşürücü olmalı, bir bakıma kaynakların rasyonel olarak kullanılmasında kâr sisteminin mecburi olduğunun kabullenilmesidir.

Mises der ki:

“Sosyalizmin entelektüel liderleri artık piyasanın, üretim faktörleri için fiyatların ve katelaktik rekabetin korunduğu planlar tasarlamaya çalışmaları ekonomistlerin analizinin ve sosyalist planların perişan edici kritiğinin, doğruluğunun ve çürütülemezliğinin itirafından başka bir şey değildir.

Sosyalistlerin ezici nihai yenilgilerini kabul etmekten kendilerini alamazlar. Artık, sosyalizmin piyasaları, fiyatları ve rekabeti yok ettiği için kapitalizmden çok üstün olduğunu savunmazlar. Tam tersine, sosyalizmde bile bu kurumların korunmasının mümkün olduğu işaret ederek sosyalizmi savunmaya heveslilerdir.”[28]

Piyasa sisteminin altında yöneticiler hisse sahiplerine bağlıdır, şirkete kapital sağlayanların takdiri doğrultusunda yönetmeye devam ederler. Hisse sahipleri herhangi bir yöneticinin çalışmasına izin verdikleri sürece kendi finansal varlıklarını riske atarlar, kendilerine kâr getirebilirler veya zarar edebilirler. Yine de ekonomik hesaplama gerektiren problemlerin büyük bir kısmının yönetimsel problemler olduğunu varsaymak saçma olurdu.

Piyasa sisteminin kalbinde yönetici değil, girişimci yatar. Sermaye bazı üretim kanallarından çekilip diğerlerine aktarılmalıdır, yeni şirketler oluşturmalı verimsiz olanlar küçültülmelidir. Bu sosyalist ekonomide yok edilecek olan (hiç değilse piyasa sisteminde olduğu hali) borsanın, kredinin ve spekülasyonun varlığını gerektirir.

Bu zorluğun karşısında sosyalistler şöyle bir alternatif önerebilir: Merkezi planlayıcı bir bankaya benzer şekilde elinde bulunan tüm kapitali en fazla getirisi olan projelere aktarmalıdır.

Bunun sonucu kapitalin en riskli projelere aktarılması ve en temkinsiz yöneticilerin eline geçmesi olur. Kapitalizm altında hisse sahiplerinin kendi malvarlığını riske attığını tekrar etmeliyiz, fonlarını sadece en yüksek getirisi olan projelere tahsis etmezler, yatırımın riskleri ve ödüllerini değerlendirip bir denge kurmaya çalışırlar. Sosyalistler, merkezi planlayıcının çocukların evcilik oynadığı gibi piyasa oynamasını isterler.

Bazı sosyalistler doğru bir şekilde ürün ve servisler üreten firmalara teşvik olarak bonusların takdim edilmesini önermiştir.[29] Bu öneri tekrardan, merkezi planlayıcıların önceden hangi üretim sürecinin “doğru” olduğunu bildiğini varsaymasından dolayı hatalıdır.

Sosyalist devlet, sermayenin çekimimin ve farklı endüstrilere tahsisinin bireyler tarafından kontrol edilmesine izin veremez. Bu, ülkeyi hızlıca tiksinen kapitalist sisteme geri döndürür. Yeteri kadar takdir edilmemiş “tek çözüm kapitalizm” adlı bölümde Mises, merkezi planlayıcının kaynakları rasyonel olarak kullanma problemini çözme yolunu anlatır. Bu ihmal edilmiş yazı problemin tam kalbine iner:

İlk adım sosyalist topluluğu farklı bölümlere ayırıp her birine bir yönetici atamak olacaktır. Her yönetici operasyonları için tamamen kendisi sorumlu olmalıdır, eğer kaynakları boşa harcarsa kaybın sorumluluğu ona düşer, yaptığı hatalar toplum tarafından tazmin edilmeyecektir. Eğer kontrolü altındaki tüm üretim araçlarını israf ederse, herkes gibi sıradan bir vatandaş olurlar, eğer başarılıysa kârı ona bırakılır.

Her yöneticinin kişisel sorumluluğu meşru olacaksa, operasyonları diğer yöneticilerin operasyonlarından ayrılmalıdır. Hammadde veya yarı mamul olarak diğer yöneticilerden aldığı her şey onun yükümlülüğündedir ve diğer yöneticilere ya da vatandaşlara yolladığı her şey de onun başarısıdır. Bu şekilde hangi materyalleri alacağı ve ne üreteceği konusunda özgür olmalıdır, durum böyle olmazsa kaynakları israf etmekten kendisi sorumlu tutulamaz.

Öte yandan vatandaşlar yöneticilerden ürün alırken veya emeklerini yöneticilere satarken aynı haklara sahip olmaları lazımdır. Eğer yöneticilerin ürettiği ürünler vatandaşları memnun ederse vatandaşlar onu ödüllendirir ve emeklerini en fazla ücret sunan yöneticiye satarlar, bu da yöneticinin sorumlu olduğu yükün bir parçasıdır. Çok fazla emekçi kullanırsa zarar edecektir.

Böyle bir düzende her yönetici kendi yaptıklarından sorumlu olabilir. Topluma katkı sağladığı alanı keskin bir biçimde diğer yöneticilerin alanından ayırt edilebilir. Aynı zamanda yöneticilerin tüketici tercihlerine göre kendi bölümlerini büyütme ve küçültmeye izin verilmelidir. Ellerindeki üretim araçlarını, daha çok ihtiyacı olan yöneticilerden en fazla para ödemeye razı olana verebilmelidir. Her zamanki gibi yolladıkları yollayanın başarısıdır ve alınanlar, alıcının zimmetine kaydedilir.

“Analizi daha devam etmemize ihtiyaç yoktur. Karşımızda olan toplumun kapitalist düzeninin ta kendisidir.”

Oskar Lange

Oskar Lange, Mises’in meydan okumasına cevap veren “piyasa sosyalistleri”nden en ünlüsüdür. Genelde Lange’nin Mises’i çürüttüğü kabul edilir, bu gerçekte olandan çok uzaktır. Ana argümanları 1937’de yayınlanmış “Sosyalizmin ekonomik teorisi” adlı iki parça makalede bulunabilir. Lange merkezi planlayıcı tarafından belirlenen “parametrik fiyatları” kullanarak, piyasa sürecinin son durumunu, üretim araçlarında özel mülkiyet olmadan taklit edilebileceğini savunur. Lange’ye göre fiyatların iki anlamı vardır:

“Sıradan anlamda fiyat kastedilebilir, yani piyasadaki iki metanın değişim oranı, ya da genelleştirilmiş şekilde ‘alternatiflerin sunulduğu koşullar’ gibi bir anlamı olabilir. Wikcksteed der ki, ‘Fiyat ,o zaman, daha dar anlamıyla “bir materyal şeyin, bir servisin veya bir ayrıcalığın elde edilmesi için gereken para,” fiyatın sadece daha geniş anlamda olan, alternatiflerin bize sunulduğu koşulların özel bir vakasıdır.’ Genelleştirilmiş anlamda olan fiyatlar kaynakların atanması probleminin çözümünde vazgeçilmezdir.”

Fiyatların daha geniş bir anlamda kullanılabilmesi, alternatiflerin sunulduğu koşullar, merkezi planlayıcı tarafından belirlenmiş keyfi parametrik fiyatların gerçek fiyatların yerini alabileceği anlamına gelmez. Daha önce belirttiğimiz gibi, problem merkezi planlayıcının verilmiş sayısal değerlerle birdenbire aritmetik işlemler yapamaz hale gelmesi değil, sayısal değerlerin anlamı ve ortaya çıkışıdır. Fiyatların “parametrik” fonksiyonunu parametrik olmayan fonksiyonlarından ayırt etmek mümkün değildir.

Hayek bu naifliği fark eder:

“ ‘bize sunulan alternatiflerin’ bize yalnızca parasal fiyatlar olarak kendilerini göstermesi Mises’in asıl argümanıdır. Bu noktayı ona geri çevirmek, politik önyargılara sahip olmayan bir düşünürün yapamayacağı, kabul edilemez bir hokkabazlıktır.”

ve

“Mises’in argümanının tamamı şudur, teorisyen herhangi bir ürünün üretiminin artması, genelde sadece başka bir ürünün üretim miktarının azaltılması ‘pahasına’ mümkün olduğunu fark etse bile, piyasa fiyatları olmadan kimse bu ‘paha’ nın ne kadar büyük olduğunu bilemez.”[30]

Lange devam eder:

“Ekonomik problem, alternatifler arasındaki seçimin problemidir. Bu problemi çözmek için üç veri gereklidir: (1) seçim eylemine rehberlik eden tercih skalası; (2) alternatiflerin sunulduğu koşulların bilgisi; ve (3) mevcut olan kaynakların miktarıdır. Bu üç veri verildiğinde, seçim problemi çözülebilir. Sosyalist ekonomide 1. ve 3. verinin mevcut olabileceği apaçıktır, hiç değilse piyasa ekonomisinde mevcut olduğu derece kadar.”

Lange burada kanıtlaması gereken öncülün doğru olduğunu varsayar. Avusturyalıların piyasa sosyalistleriyle olan asıl sıkıntılarından biri gerekli bilginin merkezi planlayıcıda mevcut olmayacağıdır. Sosyalist ekonomide kaçınılmaz bir biçimde karşımıza çıkacak problemlerin çözülmüş olduğunu varsayamayız. Bu bilgiye nasıl erişmeyi planlar? Mantığı şöyle devam eder:

“(1)’in altında olan bilgi, bireylerin talep çizelgesi tarafından verilebilir veya ekonomik sistemi yöneten otoritelerin hükmüne göre saptanabilir. (2)’nin bilgisinin sosyalist ekonominin yöneticilerine erişilebilir olup olmadığı sorusu durmaktadır. Profesör Mises bunu inkar eder. Fiyat teorisini ve üretim teorisini titiz incelersek ancak, bu bize (1)’in datası ve (3)’ün datası verildiği zaman ‘alternatiflerin bize sunulduğu koşullar’ sonuçta bir metanın başka bir metaya dönüştürülebilmesinin teknik imkanlarıyla belirlenir, yani üretim fonksiyonlarıyla.”

İlk göze çarpan şey, bu paragrafta Lange’nin iddialarında Walrasyan neo-klasik fiyat teorisi ve üretim teorisini baz aldığıdır. Walras gerekli bilginin “verilebileceğini” düşünmese de bu, matematiksel denklemleri ve denge teorisini saplantı haline getirmenin tehlikesini gösterir. “Mises’in dediği gibi ‘ekonomik denge teorisi’ yalnızca alakasız entelektüel bir oyun değildir ama aynı zamanda (çok daha ciddi şekilde) en parlak bilimsel zekaları bile gerçek dışı varsayımlardan başlamalarına zorlayıp, kaçınılmaz yanlış sonuçlara yönlendirerek baştan çıkarabilir. Bu en keskin ve en derin teorisyenler dışında fark edilmeyen bir tarzda devam eder.”[31]

Lange hiçbir zaman neden Mises’in sosyalizmin “teorik olarak imkansız” olduğunu düşündüğü anlayamazdı çünkü kendisi teorinin anlamını, ekonomik hesaplamanın her zaman “teorik olarak mümkün” olduğu neo-klasik teoriyi kabul etmiştir.

Üretim fonksiyonlarının teknolojik bilgisi, çeşitli girdilerin fiziksel çıktı imkanlarını temsil eden eğriler merkezi planlayıcıya iletilebilse bile, bu bilgi ona kaynakları “ekonomize etme” hakkında hiçbir bilgi vermez. Planlayıcının, üretim faktörlerinin talebe göre ne kadar kıt olduğunu bilmesi gerekir. Sorun fiziksel çıktıları temsil eden eğrileri değil, bir ürünü üretmek için başvurulabilecek birçok üretim metodundan hangisinin seçilmesi gerektiğidir.

Varsayalım ki 50 dolarlık bir ürün 5 birim A, 6 birim B ve 3 birim C kullanılarak ya da 2 birim A, 8 birim B ve 4 birim C kullanılarak üretilebilir. Piyasa ekonomisinde eğer A’nın fiyatı B ve C’ninkine kıyasla daha fazlaysa ikinci üretim metodunun daha az masraflı olduğunu rahatça görebiliriz. Merkezi planlayıcı bu bilgiye sahip değildir çünkü A. B ve C ürünleri için bir piyasa yoktur. Bu bile yeterli değildir, hangi üretim metodunun daha “ucuz” olduğu anlaşıldığı zaman hâlâ seçilmiş metotla her üründen ne kadar üretilmesi gerektiğini bilemeyiz. Arz arttıkça ürünlerin fiyatlarının azaldığını farz edersek, girişimciler, daha fazla üretim araçlarıyla üretilen ürün miktarını arttırdığında daha fazla kâr elde edip edemeyeceklerini kestirebilirler. Bu tip hesaplamalar ve tahminler sadece gerçek piyasa fiyatlarıyla mümkündür.

Lange’nin “çözümü” ilk olarak Taylor’un ileri sürdüğünden çok da farklı değildir. Bu parametrik fiyatlar deneme yanılma metodunu kullanarak ayarlanacaktır, eğer bir üretim aracı için talep, arzı aşarsa parametrik fiyatlar yükseltilir veya arz, talebi aşarsa piyasayı dengelemek için fiyatlar düşürülür. Daha önce değindiğimiz noktaları tekrarlamamıza gerek yoktur, burada da geçerli olmaya devam ederler. Deneme-yanılma metoduyla ilgili yapabileceğimiz son bir yorum ise noksan ve fazlalık kavramlarının girişimcinin subjektif yargısına bağlı olduğudur. Bir mağazanın raflarında hala tişört olması “tişört fazlalığı” olduğu anlamına gelmez, satıcı eğer var olan fiyatı ödeyecek müşteri bulabileceğine inanıyorsa fiyatı düşürmekten çekinir. Fiyatların arz ve talep eğrilerinin çakışmasından oluştuğunu değil, sürekli gelecek koşulları öngörmeye çalışan kanlı canlı insanların eylemlerinden ortaya çıktığını hatırlatmak önemlidir.

Ününe rağmen Lange’nin tek orijinal katkısı önceden önerilmiş çözümleri daha mantıklı bir biçimde neo-klasik Walrasyan modelle bağdaştırmaktır. Maliyetlerin subjektif bir fenomen olduğu ve bize dışardan verilmediğini, maliyet eğrilerinin var olmadığı, kabul edildiği zaman sosyalistlerin sunduğu her çözüm çöker.

Hayek’in “Sosyalist Hesaplama: Rekabetçi Çözüm” adlı cevabından sonra 1940’ta Oskar Lange Hayek’e bir mektup yollar:

“Şahsım tarafından sunulan saf statik çözümündeki, önemli problemleri ve boşlukları göstermeyi başardığına dair şüphe yoktur. Bu konu üzerinde çalışmayı ve makalene sonbaharda cevap yazmayı planlıyorum.”

Aynı mektupta,

“Pratik olarak tabii ki eğer mümkünse, yani satılan ve alınan birimnin boyutu yeteri kadar büyük olduğunda fiyatların piyasa süreci tarafından belirlenmesini öneririm. Sadece birimlerin sayısı oligopoli, oligopsoni veya iki yanlı tekel durumu oluşturabilecek kadar küçük olduğunda kamu idaresinin fiyatları sabitlemesini müdafaa ederim.”[32]

Ve 1944’te:

“Bu yazı,  bu konu üzerine bugün yazmam gerekenden o kadar uzak ki korkarım herhangi bir düzenleme, kalitesiz bir uzlaşma sağlayacaktır, fikirlerimi temsil etmeyecektir. Bu yüzden makalenin basımını durdurmaya ve fikirlerimi tamamıyla farklı bir formda ifade etmeye meyilliyim. Bir bölümün bu konuya adanacağı, ekonomik teori üzerine bir kitap yazıyorum. Bu, eski şeyleri tekrardan ele almaktan daha iyi olabilir.”[33]

Lange sonunda ekonomik hesaplama probleminin sadece dinamik koşullarda var olduğunu ve piyasa sürecine ne kadar ihtiyaç olduğunun farkına varmış gibiydi ama beklenen cevap hiçbir zaman gelmedi. Ölümüne kadar Lange Avusturyalıların eleştirilerine cevap veremedi. Acaba Lange bütün sosyalist modelleri terk mi etmişti?

Tam olarak değil, Hayek’in etkisi uzun sürmedi. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı ve Lange’nin Polonya Komünist Partisine katılmasıyla, Lange piyasa sosyalisti modellerini yavaşça terk ediyor, hatta alternatifini sunduğu, Stalin’in ekonomik sistemini artık övüyordu. Stalin’in çalışmasını “bilim tarihindeki mühim ve geniş kapsamlı pratik sonuçları olan bir olay” neticesinde yüceltti[34] 1956’da Lange, klasik 1936 da çıkan makalesinin tercümelerinin basılmasına izin vermedi çünkü “sosyalist serbest piyasacılarına desteğini sunmak istemiyordu.”[35]

Lange’nin ekonomik hesaplama problemiyle ilgilenen son yazısı ölümünden sonra çıkan (1967) “Bilgisayar ve Piyasa”dır. Bu yazıda Lange, orijinal makalesi “Sosyalizmin Ekonomik Teorisi Üzerine”ye referans yapar ve deneme-yanılma metodunun kullanılmasını önererek tüm argümanları çürütmüş olduğunu iddia eder. Sıradaki alıntı tümüyle trajiktir:

“Bugün Hayek ve Robbins’e cevabım şu olurdu: problem nedir? Eş zamanlı denklemleri bir elektronik bilgisayara koyalım ve çözümü bir saniyenin altında elde ederiz. Piyasa sürecini elektronik öncesi dönemin hesaplama aracı olarak düşünebiliriz”

Bunca yıldan sonra Lange, Hayekle özel mektuplarında hatalı olduğunu kabullendiği statik denge modeline geri döner ve bilgisayarların gelişmesiyle piyasaya olan ihtiyacı reddeder. Lange’nin önerilenin nihai mağlubiyeti bir zamanlar piyasa sosyalizmi tarafında olan öğrencilerinin itiraflarında barizdir:

“…ölümünden kısa bir süre önce yazılan ‘Bilgisayar ve Piyasa’ makalesi şahit olduğu gibi, o [Oskar Lange] hiçbir zaman Avusturyalı meydan okumasıyla yüzleşmeyi başaramadı… Polonyalı ekonomistler tarafından piyasa sosyalizmi teorisine yapılan katkılar da  – diğer sosyalist ülkelerin ekonomistleri de dahil – bunu yapmayı başaramadı: kökenleri Marksist olmayanlar genelde Walrasyan yaklaşımı izledi, bu sırada Marksist piyasa savunucuları – biz de dahil – Kornai’nin ‘naif reformucuları” na katıldık, piyasa-plan kombinasyonuna aşırı bir optimizmle baktı.”[36]

İlginç Bir Maurica Dobb Vakası

Bazı sosyalistler ekonomik hesaplama problemini çözmeye tenezzül bile etmedi, onlara göre sosyalist ekonominin verimsizliği önemsizdir. Sosyalizm politik ve etik nedenlerden dolayı izlenilmelidir. Sosyalizmin ne kadar müsrif ve verimsiz olduğu veya nüfusun yaşam standartlarının ne kadar azaldığının bir önemi yoktur. Bu fikrin savunucularından biri Maurice Dobb’dur. Dobb sosyalizmin totaliter doğasını kabullenir, bireysel özgürlüklerin bastırılmasının gerektiğini belirtir ve piyasa sosyalistlerinin bu sisteme piyasayı entegre etmeye çalışmalarıyla dalga geçer.

“Rekabet, kararların sadece difüze edilmesinin değil, farklı kararların otonomluğunu ima eder; ve bireylerin kararlarının ayrı otonomisi bu sonuçları üretir… Ya planlama ayrı otonom kararların çiğnenmesidir ya da hiçbir şeydir. Kolektivizmi ekonomik anarşiyle evlendirmeyi hayal edenler, bu garip eşleşmenin yavrusunun, yanlış çiftleştirilmiş ebeveynlerinin sadece erdemlerini miras alacakmış gibi davranmamalıdır”[37]

Bu makalede Dobb, Lange’nin ortak yazarı olan Abbe Lerner’i, piyasa sosyalizmi modellerinin ana savunucularından biri olduğu  için “görünmez bir rakip” şeklinde tanımlamıştır.[38] Dobb işçilerin zorla atanmasını ve her türlü tüketici bağımsızlığının ortadan kaldırılmasını destekler, bu planlayıcıya kral demek planlayıcının gücünü küçümsemek olur.

Ekonomik hesaplama problemini görmezden gelmek ne yazık ki onu yok etmez. Kendi iradesini topluma empoze eden bu kadir-i mutlak diktatör bile, üretim araçlarıyla bazı amaçlarına ulaşırken, sahip olduğu kaynaklarla ulaşabileceği daha çok arzuladığı amaçları ihmal edip etmediğini bilemez. Dobb’ın önerisinin hiç değilse dürüst ve sosyalist sistemlerin gaddar yok ediciliğini saklamaya çalışmadığını itiraf edebiliriz.

Sonuç

Burada sosyalist iktisadın hem teorik hem de pratik olarak kaçınılmaz sonuna işaret eden yazımızı tamamlıyoruz. Ludwig von Mises tarafından öne koyulan meydan okuma sadece cevaplanmamış değil, her türlü sosyalizm, girişimcilerin kendi menfaatlerini takip ederken verdiği özgür kararları kısıtladığından dolayı zaten cevaplanamazdır. Mises sosyalist bir ekonomiye imkansız demekle haklıydı, merkezi planlayıcılar fiziksel olarak ürün üretebilmelerine rağmen ürünlerin neyin pahasına ürettiklerini bilmeleri mümkün olmayacaktır ve her türlü rasyonel ekonomik aktivite engellenecektir.

Nesiller boyu mal varlığa el koymakla ilgili etik problemleri veya bu sistemin uygulamaya konulmasında bürokratizasyon, yozlaşma, toplu propaganda, muhaliflerin susturulması, sivil özgürlüklerin kısıtlanması, kara borsanın oluşması, çevre kirliliği gibi ortaya çıkacak sayısız teknik probleme değinmemize gerek bile yoktur. Aynı zamanda sosyalizmin Kamboçya, Çin, Vietnam, Etiyopya, SSCB, Venezuela ve Küba’daki tarihsel geçmişini incelemedik bile. Sosyalizmin bazı savunucuları bu ülkeleri gerçek sosyalizm olarak görmese de sosyalizmin tarihsel kaydını ve bu rejimlerdeki hayatı gözlemlemeyi okuyucuya bırakıyoruz.


Kaynakça

  • [1]  Hans Hermann Hoppe,  “A Theory of Socialism and Capitalism”
  • [2]   Yves Guyot, “Socialistic Fallacies”
  • [3] E. Barone,  “The Ministry of Production In The Collectivist State”  in Collectivist Economic  Planning
  • [4]  Ludwig von Mises “Human Action”   p.  692
  • [5] Ludwig von  Mises , “Human Action” p.694
  • [6] Robert Murphy, “Socialism: The Calculation Problem Is Not the Knowledge Problem
  • [7] Ludwig von Mises, “ Economic  Calculation in Socialist Commonwealth”  p. 22-23
  • [8] Friedrich von Weiser, “Social Economics”  p.53
  • [9] Ludwig von Mises, “Human Action” p. 250
  • [10] Ludwig von Mises , “Socialism: An Economic and Sociological Analysis” p. 196-202
  • [11] Eugen von Böhm Bawerk, “Karl Marx and the Close of his System”
  • [12] Karl Marx, “Capital Volume  1” p. 29
  • [13] Karl Marx, “Critique of the Gotha programme” Part 1
  • [14] Karl Marx, “Capital Volume  1” p. 30
  • [15] Don Lavoie , “Rivalry and central planning” p. 70
  • [16] Karl Marx, “Capital Volume  1” p. 32
  • [17] Don Lavoie , “Rivalry and central planning” p. 72
  • [18] Friedrich von Wieser ,  “Natural Value”
  • [19] F.A  Hayek,  “The present state of the debate” in Collectivist Economic Planning  p.212
  • [20] E. Barone,  “The Ministry of Production In The Collectivist State”  in Collectivist Economic  Planning  p. 287
  • [21] Fred M. Taylor, “The Guidance of Production in a Socialist State”
  • [22] H. D. Dickinson, “Price Formation in a Socialist Community”
  • [23] J. Salerno, “Reply to Leland B. Yeager on ‘Mises and Hayek on Calculation and Knowledge’”
  • [24] Ludwig von Mises , “Human Action” p.700
  • [25] Ludwig von Mises, “The equations of mathematical economics and the problem of economic calculation in a socialist state”
  • [26] Ludwig von Mises , “Human Action” p.706-711
  • [27] H. D. Dickinson, “Economics of Socialism”  p. 104
  • [28] Ludwig von Mises, “Human Action” p. 702
  • [29] Martin L. Weitzman, “The New Soviet Incentive Model”
  • [30] F. A. Hayek, “ Two pages of fiction:  The Impossibility of Socialist Calculation”
  • [31] Jesús Huerta de Soto, “Socialism, economic calculation and entrepreneurship” p. 192
  • [32] Tadeusz Kowalik, “Lange, Oskar Ryzard (1904-1965)”
  • [33] Tadeusz Kowalik, “Lange, Oskar Ryzard (1904-1965)”
  • [34] Oskar Lange, “ Economic Policy Problems in Light of J. Stalin’s Work “
  • [35] Tadeusz Kowalik, “Lange, Oskar Ryzard (1904-1965)”
  • [36] Wlodzimierz Brus and Kazimierz Laski, “From Marx to the Market: Socialism in Search of an Economic System” p. 60
  • [37] Maurice H. Dobb, “Political Economy and Capitalism: Some Essays in Economic Tradition” p. 276
  • [38] Maurice H. Dobb, “Economic Theory and Socialist Economy: A Reply”

4 Yorum

  1. Bu problemin(!) gösterdiği tek şey kapitalizmin “karlılık” konusunda en verimli sistem olduğudur. Evet, bunu inkar eden tek bir Marksist yoktur.(bknz:P – M – P’)

  2. Konuyu basitleştirmek adına, İlginçtir tabii reel sosyalizmin yaşandığı ve karşı-devrimle sonu getirilen SSCB’nin ABD’den önce uzaya gitmesinden tutun sanat ve sporda Sovyetlerin başarılarına kadar farklı alanda üstünlüğü vardı.
    Kemal Okuyan’dan alıntıyla “Tabii ki birtakım espriler de vardı: Lada’nın plastik aksamındaki kalitesizlik, TV aparatı olan uzaktan kumandaların kablolu olması vs gibi.
    mesele sosyalizmin kendine ait bir yaşam tarzında inat etmeli, bilim ve teknolojiyi toplumsal yaşama aktarmanın yollarını aramalıydı. Bütün bunlar olduğunca açık ve devrimci ideolojik/siyasal hedeflerle yapılmalıydı. Sosyalizm, kapitalizm karşısına “o kadar tüketmeme”nin ezikliğiyle değil, kapitalizmin insanlıktan çıkmış toplumlarına meydan okuyarak, tüketim insanı üzerinde ideolojik ve etik bir baskı kurarak çıkabilir”

  3. sosyalist ekonomiler merkezi planlamacı olmak zorunda değil mesela katılımcı ekonomi mesela kitlelerce aşağıdan yukarıya olur. ayrıca bunu kapitalizmde çözmüş değildir mesela sınıf mücadelerinin ücrret belirleme konusundaki etkisinin öngürüleyen etkileri kredi imkanların ve maliyetindeki değişimler

  4. Ülkelerdeki kaynaklar sınırlıdır mises’in argümanı gelişen sektörler en iyi bir şekilde piyasa mekanizması ile tüketici tercihlerinin etkisiyle gelişirler. Her bir alternatif maliyete karşı diğer istenen alanda bir ilerleme gerçekleşir. Ülkeler kaynaklarını tek bir alana yönlendirerek zamanın belirli bir periyodunda gelişme gösterebilir ancak bunun alternatif maliyeti vardır ve piyasanın fiyatlandırmanın olmadığı durumlarda yapılan projelerin ne pahasına yapıldığı gözlemlenemez ve sürdürülemez hale getirir. Tabiki bir ülke bütün kaynaklarını silah sanayisine yatırarak savunma sanayisinde atılım yapabilir füzeler uçaklar tanklar üretebilir Ortadoğu coğrafyasındayız bunun binlerce örneği ile karşı karşıyayız. Toplumun piyasa mekanizması içinde isteği yerine yöneticinin istediği alana finansman yatırması yolu ile tarihsel süreçte ilerlemeler kat edilebilir sınırlı alanlarda. Ancak bu asla sürdürülebilir olmamıştır. Nereye kadar yatırım yapılacağı ne kadar kaynak aktarılacağı ve ne zaman azaltılması gerektiği piyasa sistemi yerine iki dudak arasına bırakılması sürekli olarak ülkeleri yıkımla yüzleştirmiştir.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Cömertliğin İstismarı – Talha Gülmez

Sonraki Gönderi

Kozmolojik Kanıt ve İki İtiraz – Zikri Yavuz

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü