Felsefe Röportajları #1 Tufan Kıymaz

/
2936 Okunma
Okunma süresi: 12 Dakika

Taner Beyter: Hocam öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler, kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Tufan Kıymaz: Ben teşekkür ederim. Lisansımı Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yapmıştım. Daha sonra Indiana Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde, Bilim Felsefesi ve Tarihi yan dalı ile doktoramı tamamladım. Şu anda da Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim. Esas olarak zihin felsefesi ve din felsefesi alanlarında çalışıyorum. Zihin felsefesinde, özellikle öznel deneyimlerimizin ve bu öznel deneyimlerin farkında olma şeklimizin bilim tarafından açıklanmaya müsait olup olmadığı ve eğer bilim tarafından açıklanamayacaklarsa, bu açıklanamazlığın zihnimizin doğasına dair bize ne göstereceği sorularına odaklanıyorum. Din felsefesinde ise tanrının varlığına ve yokluğuna dair olasılıksal argümanlar üzerinde çalışıyorum. Bunlar haricinde hayatın anlamı ve değeri, iyi yaşamın nesnel koşulları gibi değer felsefesine dair konulara da ilgi duyuyorum.


TB: Ülkemizde felsefe bölümlerinde genelde kıta felsefesi geleneği hakim, fakat Bilkent ağırlıklı olarak analitik geleneği takip eden bir bölüm. Bu açıdan, sizin felsefeye yaklaşımız nedir?

TK: Evet, ben de analitik felsefe yapıyorum. Harvard, Stanford, Princeton, Oxford gibi dünyanın en saygın üniversitelerinde de ağırlıklı olarak tercih edilen bir felsefe ekolü bu. Ne yazık ki bizim lise ders kitaplarımızda analitik felsefe 20. yüzyılın ilk yarısındaki dil analizine dayalı olan felsefi yaklaşıma indirgenerek yanlış tanıtılıyor. O yaklaşım tarihsel olarak analitik felsefenin bir parçasıydı, fakat analitik felsefe artık bundan çok daha öte bir felsefe yapma tarzı. Analitik felsefede en önemli şey ifadede ve akıl yürütmede açıklıktır diyebiliriz. “Analitik,” çözümleyici demektir. Analitik felsefede, genel yaklaşım olarak, büyük sorular daha küçük parçalarına ayrılarak, yani analiz edilerek, çözümlenerek, ve her parça apaçık bir akıl yürütme ile irdelenerek cevaplara ulaşılmaya çalışılır. Fakat bu, büyük resmi göz ardı etmek anlamına da gelmiyor. İnsanın varoluşuna ve içinde yaşadığımız gerçekliğin doğasına dair bazı sorular o kadar derin ve kaçınılmaz olarak muğlaktır ki, bu soruları insanın zihninin beyine indirgenip indirgenemeyeceğine, insanın özgür iradesi olup olmadığına, bir insanı yıllar içerisinde hep aynı kişi yapan şeyin ne olduğuna dair daha dar sorulara bölerek bu sorulara ve onların alt problemlerine odaklanmak, ilerleme kaydetmek açısından daha makul bir yoldur. Umulur ki, bu sorularda ilerleme kaydettikçe daha derin ve kapsayıcı sorulara, yani “büyük resme” dair de gelişme kaydedebilelim.

Bu açıdan, anlatımda ve akıl yürütmede açıklık çok önemli. Nasıl ki bilim insanları bir deney yaptıklarında deney koşulları ve parametreleri çok kesin ve açık bir şekilde kaydediliyor ve deney sonuçları bunlardan bağımsız olarak yayınlanmıyorsa, ki diğer bilim insanları da o deneyi tekrarlayabilsin, felsefeci de kendi vardığı sonuçları o sonuçlara varma yolunu apaçık bir şekilde ifade etmeden sunmamalıdır, yoksa ortaya koyduğu şey felsefeden ziyade spekülasyon olur. Bir analitik felsefeci asla Heidegger’in “Kendini anlaşılır kılmak felsefe için intihardır” sözünü desteklemez. Felsefe, anlamak için yapılır. Anlaşıldığında ölecek olan felsefe, yaşasa ne olur yaşamasa ne olur?

Ben en doğru felsefe üretme tarzının analitik felsefe olduğunu düşünüyorum. Fakat, tabii ki, felsefe yalnızca üretilen bir şey değildir; Sokrates’ten günümüze kadar gelen, batı dışı birçok felsefe okulunda da benimsenen bir geleneğe göre, felsefe aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzı, elbette, doğru düşünmeyi merkezine koyar, fakat düşünmek hayatın geri kalanından soyutlanmış bir etkinlik değil, sorgulayıcı ve erdemli bir yaşam tarzının merkezi bir parçası olarak görülür. Ben şahsen felsefenin bu yönünün de ihmal edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.


TB: Halihazırda üniversite tercihleri yaklaşıyor, sizce felsefe bölümü seçmek isteyen öğrenciler nelere dikkat etmelidir?

TK: Şu soru çok önemli: Ben bu bölümde orijinal ve etkili bir felsefeci haline gelmek için çıkacağım yolda ihtiyaç duyacağım entelektüel becerileri kazanacak mıyım, yoksa sadece “büyük filozoflar”ın fikirlerini mi öğreneceğim? Benden kendi fikirlerimi oluşturmam ve aklen savunmam beklenecek mi, yoksa sadece felsefe tarihinde öne çıkan bazı felsefi metinleri yorumlamam yetecek mi? Güncel felsefi tartışmaları da öğrenecek miyim, yoksa sadece felsefe tarihi odaklı bir eğitim mi alacağım? Felsefe tarihine ve dünya felsefesine yön vermiş felsefecilerin metinlerine hakim olmak tabii ki çok önemli, fakat felsefe eğitiminde en az bunlar kadar önemli olan başka bir unsur da felsefe yapma, orijinal ve yaratıcı düşünme ve düşüncelerini açıkça ifade ederek mantığa dayalı, sistematik bir şekilde savunabilme yeteneğini geliştirmek. Malum ki “felsefe” kelimesinin Antik Yunanca karşılığı “philosophia,” yani bilgelik sevgisidir. Fakat felsefe başkasının bilgeliğini sevmek değildir, kendisi için edinmeye çalıştığı, eksikliğini hissettiği, peşinde koştuğu bilgeliği sevmektir.

Felsefe bölümünün, sadece bilgi vermeyi değil, akademik ve entelektüel yetenekler kazandırmayı da amaçlaması çok önemli. Fakat dersler dışında, bölümdeki genel entelektüel ortam da önemli. Bölümde ne kadar canlı bir tartışma ortamı var? Öğrencilerin de katılabileceği seminerler, konferanslar ya da okuma grupları ne sıklıkla düzenleniyor? Felsefeye dair öğrenci kulüpleri var mı ve varsa ne kadar aktifler? Bence bunlar da tercih yaparken dikkat edilmesi gereken noktalar.


TB: Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde görevli olduğunuzu söylemiştiniz. Felsefe bölümünü seçmek isteyen öğrenciler Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü tercih etmeliler mi? Neden?

TK: Bu soruyu kendi deneyimime de dayanarak cevaplandıracağım, çünkü biraz önce de belirttiğim gibi, ben de felsefe lisans eğitimimi Bilkent’te tamamladım. Türkiye’de uluslararası akademik dergilerde en çok makale yayınlayan felsefe bölümü Bilkent Felsefe. Akademik kadrosu, her biri doktorasını yurt dışında, Oxford, Princeton, Stanford gibi okullardan almış öğretim üyelerinden oluşuyor. Yılda -tamamı tam burslu olmak üzere- sadece 15 öğrenci alınan bir bölümde bu hocalarla yakından çalışma imkanı bulmanın yanında, dünyaca bilinen akademik yayınları olan böyle bir akademik kadrodan alınacak referans mektupları da yüksek lisans ve doktora başvurularında büyük etkiye sahip.

Bilkent, analitik ekolü takip ediyor ki bence bu kesinlikle bir artı. Ayrıca, tüm dersler yüzde yüz İngilizce işleniyor ve bu da öğrencilerin İngilizcelerini geliştirmelerine çok yardımcı oluyor. Ben felsefeyi Türkçe yapmanın ve Türkçe’ye orijinal felsefi eser kazandırmanın da çok önemli olduğunu düşünüyorum ve şahsen şu anda Türkçe bir zihin felsefesi kitabı üzerinde çalışıyorum; fakat ne yazık ki İngilizce bilmeden dünya felsefesindeki gelişmeleri takip etmek mümkün değil. İngilizce’yi çok iyi bilmek, yurt dışında yüksek lisans ve doktora kapısını açmanın yanı sıra, ileride felsefeyi Türkçe yapmak isteyenlere de yaptıkları işin dünya standartlarını yakalamasında yardımcı olacaktır.

Bilkent lisans eğitimim sırasında bana çok şey katan bir unsur da müfredattaki çeşitlilikti. Bilkent’te öğrenciler felsefe derslerinin yanında matematik, fizik, istatistik, biyoloji, bilgisayar, tarih gibi dersler de görüyor ki bu altyapı bir felsefeci için çok önemli. Felsefe diğer disiplinlerden bağımsız bir uğraş değil. Çoğu zaman diğer alanların kavramsal problemleri felsefi bir soru olarak önümüze çıkabiliyor ya da diğer alanlardaki bulgular felsefi problemlerin daha iyi anlaşılmasını hatta bazen yeniden formüle edilmesini sağlayabiliyor. Felsefeyi iyi yapabilmek için, felsefe dışındaki disiplinlerle ve onların yöntemleri ve önemli bulgularıyla da bir aşinalık mutlaka gerekiyor. Şu anda birçok araştırma kurumunda disiplinler arası çalışmalar yükselişte ve Bilkent’in öğrencilerini diğer disiplinlerle ortak çalışmalar yapma düşüncesine ısındırması bence öğrencilerin gelecekteki akademik kariyeri için çok önemli.

Bilkent Felsefe’nin en önemli artılarından biri de gayet dinamik bir entelektüel ortama sahip olması. Öğrencilerimiz, bölümümüzce düzenlenen uluslararası konferanslar ve seminerler kapsamında dünyaca ünlü felsefecilerle tanışma ve onların en güncel çalışmalarını dinleme fırsatı buluyor. Tecrübe kazanmak açısından, bu konferansların organizasyonunda gönüllü olarak görev alma imkanları da var. Ayrıca, öğrenciler Felsefe Topluluğu, Bilişsel Bilim Topluluğu, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Kulübü gibi öğrenci kulüplerinde aktif olabilirler. Felsefe bölümünün, öğrenci kulüpleriyle birçok ortak çalışması da var. Bunların başında her yıl düzenlenen Bilkent Uluslararası Lisans Felsefe Kongresi geliyor. Bilkent Felsefe Topluluğu ve felsefe bölümünün başka bir ortak projesi de Aralık 2019’da ilk sayısı yayınlanacak olan Bilkent Lisans Felsefe Dergisi. Bu, Türkiye’de lisans düzeyindeki ilk akademik felsefe dergisi olacak. Derginin yönetiminde gönüllü öğrenciler yer alacak. Bunlara ek olarak, lisans öğrencilerine yönelik olarak düzenlenen okuma grupları ve film gösterimlerinin yanı sıra, düzenleyicilerin ve konuşmacıların lisans öğrencilerinden oluştuğu felsefe atölye çalışmaları da oldukça ilgi çeken ve farklı birçok bölümden öğrencilerin katıldığı etkinlikler.


TB: Ülkemizde felsefe anlayışı özlü sözlere ya da ‘sorgulama, arayış içinde’ olma gibi kavramlara indirgenmiş durumda. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

TK: Evet, “Felsefede önemli olan cevaplar değil, sorulardır.” diyenler var mesela. İyi de, cevap aramıyorsam niye soru sorayım? Ben, “Tanrı var mı?” “Ruh var mı?” “Bilgisayarlar düşünebilir mi?” “Nesnel ahlaki sorumluluklarımız var mı?” gibi sorular sorduğumda, biri bana “cevabı biliyorum, sana kanıt sunabilirim” dese ona “teşekkür ederim, önemli olan soruydu, cevap umurumda değil” mi diyeceğim? Karl Jaspers “Felsefe yolda olmaktır” demiş, sıkça alıntılanır bu söz. Ama yolda olmak, hedefsiz olmak demek değildir. Hedef, doğruluktur, bilgeliktir. Bütün doğruları bilmek, mükemmel bilgeliğe ulaşmak mümkün değildir bence de, fakat yine de, yanlış inançlardan gitgide uzaklaşmak ve gitgide daha fazla bilgeliğe sahip olmak mümkündür, bu da doğru soruları sormak ve sormakla kalmayıp, onları cevaplamaya çalışmak, ve gerçekten de cevaplamakla olur. İşte bu yüzden analitik felsefenin büyük soruları cevaplanabilecek daha küçük sorulara bölme yöntemini yararlı buluyorum. Felsefe yolda olmaktır, yolda kalmak değil.

Felsefe’de cevaplardan çok sorular önemlidir iddiası kesinlikle yanlış, fakat bu tabii ki soruların önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Bir felsefeciye bir soru sorduğunuzda, genelde cevap yerine yeni bir soru koyar karşınıza. Mesela “Hayatın anlamı nedir?” deseniz, alacağınız karşılık muhtemelen “Hayatın anlamı derken neyi kastediyorsun?” olur. Hayatın anlamı, hayatın varlığının bir açıklaması mıdır? Hayatın anlamını sorarken neden varız sorusunu mu soruyoruz? Yoksa bu hayatın değerine dair bir soru mu? Hayatı yaşamaya değer kılanın ne olduğunu mu soruyoruz? Peki, hayat derken ne kastediyoruz? Bu soruları sormaktaki amacım, “Hayatın anlamı nedir?” sorusunu anlamak; soruyu anlayalım ki cevap verebilelim.

Bu da bizi felsefenin özlü sözlere indirgenmesinin tehlikesine getiriyor. Felsefe sadece soru sormak olmadığı gibi, sadece derin duran sözler sarf etmek de değildir. Analitik felsefe, edebiyattan çok bilime yakındır. Felsefe, sistematik düşünce ve analiz gerektirir, verilen cevapların aklen desteklenmesini gerektirir. Mesela, biraz önce değindiğim hayatın anlamı sorusuna cevap olarak “hayatın amacı, hayatın amacını aramaktır” desem birçok kişi bunu derin bir tespit olarak görebilir, fakat amacımız derin duran, retweet potansiyeli yüksek özlü sözler üretmekten ziyade, sorduğumuz sorunun doğru cevabını bulmaksa eğer ki felsefecinin amacı budur, oturup o sorunun hak ettiği zamanı ve eforu harcamamız gerekir. Nietzsche’nin de dediği gibi, sığ düşünceler, dipleri görünmesin de derin görünsünler diye bulanıklaştırılıyor bazen. Bulanıklığı gidermeliyiz ki derini sığdan, önemliyi önemsizden ayırabilelim.

Bunlar haricinde, bazen de insanlar felsefeyi retorik gibi bir ikna etme sanatı olarak sunuyor. Felsefe yapmak, insanları ikna edecek argümanlar üretebilmek demekmiş gibi. İyi argümanlar elbette ki ikna edici argümanlardır, fakat yalnızca aklını kullanan ve mantık hatası yapmadan düşünebilen insanlar için. Felsefenin ana amacı herkesi ikna edebilmek değildir. Felsefeye illa bir sanat diyeceksek, bence felsefe ikna etme sanatı değil, ikna olma sanatıdır. Belli bir argümanın, savunduğu iddianın doğruluğuna inanmak için ne kadar iyi bir sebep teşkil ettiğini anlayabilmek, ve gerekirse, yeni deliller ışığında fikirlerini değiştirebilmek, yani hangi argüman tarafından ne ölçüde ikna edilmesi gerektiğini belirleyebilmek ve bir iddianın doğruysa doğruluğuna yanlışsa yanlışlığına ikna olabilmek için akılcı argümanlar geliştirebilmek felsefenin temelidir bence. İkna etme ve derin görünen bulanık sözler söyleme sanatı yerine, ikna olma sanatında ustalaşmak, tabii ki, yalnızca amacı bilgelik ve hakikat olanlara çekici gelecektir.


TB: Dergi olarak çalışmalarınızı uzun zamandır yakından takip ediyoruz ve dergimiz hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyoruz açıkçası.

TK: Ofisimde her iki sayınızın da üçer kopyası var, sırf öğrencilerime ödünç verebilmek için. Yani, derginiz için olumlu şeyler düşünüyorum.

Analitik felsefe geleneği akademide zaten az temsil ediliyor ülkemizde, ama akademi dışında çok daha az. Öncül Analitik Felsefe Dergisi, hem çevirilerle ve incelemelerle tanıtarak hem de bu gelenekte felsefe üreterek, dünyada genel kabul gören bu felsefi geleneğin Türkiye’de de tanınmasına ve güçlenmesine önemli katkıda bulunuyor.

Felsefe, ikna olma sanatıdır demiştim. Ülkemizde en çok eksikliğini çektiğimiz sanat değil mi bu? Ve bence, bu sanatı en etkili şekilde icra eden felsefe ekolü analitik felsefedir. Analitik felsefe yapma yeteneğini, eleştirel ve sistematik düşünme, sorunlara yaratıcı ve yenilikçi bir şekilde yaklaşabilme, bilişsel tarafsızlık, mantık hatalarını tespit edebilme ve onlardan kaçınabilme, kendini açıkça ifade edebilme yeteneklerinin toplamı olarak anlayabiliriz. Öncül dergisini toplumumuzda bu yeteneklerin yaygınlaşmasına katkı olarak görüyorum ve bu yüzden de yaptığınız işi çok değerli buluyorum.

Tufan Kıymaz’ın yayınlanmış çalışmaları şunlardır:

Kıymaz, T. (forthcoming) A Priori Physicalism and the Knowledge Argument. Teorema.

Kıymaz, T. (2019) Phenomenal Concepts and Physical Facts: A Dialogue with Mary. Filozofia: Journal for Philosophy. 74/10: 797-807

Kıymaz, T. (2019) Kant and the Impossibility of Non-Euclidean Space. Philosophical Forum. 50/4: 485-491.

Kıymaz, T. (2019) What Gary Couldn’t Imagine. Journal of Philosophical Research. 44: 293-311 

Kıymaz, T. (2019) On The Meaning of “The Meaning of Life” Filosofia Unisinos: Unisinos Journal of Philosophy 20/2: 146-154

Kıymaz, T. (2018) Baker’s Theory of Material Constitution and Thinking Things into Existence. Filozofia Nauki: The Philosophy of Science. 26/4: 49-56.

Kıymaz, T. (2018) Aristotle on the Naturalness of Death from Old Age. Mediterranean Journal of Humanities. VIII/2: 427-436. 

1 Yorum

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Aydınlanma Felsefesi’ne Giriş – Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Şekillerle Felsefe-1: İndirgemecilik – Alican Başdemir

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü