Spiritüel Bilim: Bilince Yönelik Yeni Bir Yaklaşım Kendimizi Anlamamıza Nasıl Yardımcı Olabilir – Steve Taylor

//
1272 Okunma
Okunma süresi: 5 Dakika

Bilim insanları uzun zamandır insan bilincini, yani zihnimizdeki düşünce ve duyumların öznel “parçalarını” anlamaya çalışıyor. Eskiden bilincin beynimiz tarafından üretildiği ve bilinci anlamak için beynin nasıl çalıştığını anlamamızın zorunlu olduğuna yönelik bir varsayım vardı.

Fakat söz konusu bu varsayım birçok soruyu da beraberinde getirmektedir. Onlarca yıllık araştırma ve öne sürülen teorilerin konuyu önemli ölçüde aydınlatmış olmaması bir yana, bilinç ve beyin aktivitesi arasında bir dizi tuhaf ve bilinmeyen uyumsuzluklar mevcut.

Örneğin, sinirbilimci Giulio Tononi’nin de işaret ettiği gibi, beyin hücreleri, neredeyse uyanık bilinçli durumlarda olduğu kadar bazı bilinçsiz durumlarda da (mesela derin uyku gibi) ateşlenmektedir. Beynin bazı bölümlerindeki bilinçli deneyimle ilişkili nöronları tespit edebilirsiniz, diğer nöronların ise bilinçli deneyim üzerinde herhangi bir etkisi yok gibi görünüyor. Diğer yandan, bilincin yalnızca sürekli olmakla kalmayıp, çok düşük düzeyde beyin aktivitesi olsa da daha yoğun hale geldiği (bazı ölüme yakın deneyimler ve komalarda olduğu gibi) vakalar da vardır.

Eğer Elinize bir insan beyni alırsanız onun macuna benzeyen, yaklaşık 1,3 kg ağırlığında olan, sıvımsı hamur gibi bir gri madde yığını olduğunu görürsünüz. Peki bu gri, sıvımsı maddenin tüm zengin ve derin bilinçli deneyimlerimize sebep olması nasıl mümkün olabilir? İşte bu, bilincin “zor problem”i olarak bilinir.

Nihayetinde, (David Chalmers ve Thomas Nagel gibi) birçok ünlü filozof ile Christof Koch ve Tononi gibi ünlü bilim insanları, bilincin doğrudan doğruya beyin süreçleri tarafından üretildiği fikrini reddetmişlerdir. Bilincin esasında evrenin temel bir niteliği olduğu şeklindeki alternatif görüşe yönelmişlerdir.

Bu fikir kulağa biraz tuhaf gelebilir, fakat yerçekimi ve kütle gibi evrende var olduğunu kabul ettiğimiz diğer “temelleri” düşünün. Bu görüş doğruysa, bilinç de yerçekimi ve kütle ile aynı statüdedir.

Başlıca Açıklamalar

Bu yaklaşımı savunuyor olmamın sebeplerinden biri; temel bir nitelik olarak bilinç fikrinin, standart bilimsel model kullanılarak açıklığa kavuşturulması zor olan birçok probleme muhteşem çözümler sunmasıdır.

Bu yaklaşım ilk olarak; beyin ve bilinç arasındaki ilişkiyi açıklayabilir: Bilinç beyin tarafından üretmez, bizi çevreleyen ana/temel bilinci “alıp” bizim varoluşumuza “ileten” bir tür alıcı gibi davranır.

İnsan beyni oldukça sofistike ve kompleks bir yapı olduğu için; bilinci işlevsel/güçlü ve karmaşık bir şekilde alıp iletebilir, böylece de (muhtemelen) diğer birçok hayvandan daha işlevsel/güçlü ve daha etkili bir şekilde bilinçli oluruz.

Beynin bilinç ürettiğini varsaymak adına başvurulan argümanlardan biri, beyin hasar gördüğünde bilincin de hasar görmesi veya değişmesidir. Fakat bu, beynin bilincin alıcısı ve vericisi olabileceği fikrini yanlışlamamaktadır. Mesela bir radyo; müziği bizzat kendi içinden üretmez, ancak hasar gördüğünde müziği iletme yetisi/işlevi hasar görür.

Benim pozisyonum ile alturizm (özgecilik) bilmecesi de açıklığa kavuşturulabilir. Şayet birçok bilim insanının inandığı gibi insanlar yalnızca genlerinin hayatta kalma ve üreyip yayılmasıyla ilgilenen genetik makineler ise, fedakarlığı açıklamak epey güç bir hale gelir.

Genetik olarak bize yakın ama yabancılara ya da farklı türlerin üyelerine pek de yakın olmayan insanlara fedakar olmak bizim için mantıklıdır. Geleneksel yaklaşımdan bakıldığında, biz farkında olmasak bile bunun bize bir faydası olmalıdır. Belki de yardımsever ve kibar olmak kendimizi iyi hissetmemizi sağlar, diğer insanları da böyle davranmaya teşvik eder veya insanları bize karşı yardımsever olmaya teşvik eder.

Fakat tüm bu açıklamalar, insan özgeciliğinin bütün kapsamını ve derinliğini açıklıyor gibi görünmüyor. Eğer esasen bencil isek, niçin başkalarının iyiliği için kendi hayatlarımızı riske atalım ki? Fedakarlık eylemi, bilhassa kriz anlarında, sanki derinlemesine bir iç güdüymüş gibi genellikle anlık ve kendiliğinden açığa çıkar. Bilinci bir temel/esas olarak gören “Spiritüel” bakış açısından, özgeciliği izah etmek epey kolay: O, empati ile ilişkilidir.

Müşterek olan insan temel bilinci, başkalarının acısını hissetmemizin ve onlara özgecil/yardımsever eylemlerle karşılık vermemizin mümkün olduğu anlamına gelir. Diğer türlerle de bu temel bilinci paylaştığımız için, onlarla da empati kurmamız ve onlara karşı da özgecil eylemlerde bulunmamız mümkündür.

Bir psikolog olarak ana ilgi alanlarımdan biri, insan farkındalığının yoğunlaşıp genişlediği ve diğer insanlarla, doğayla veya bir bütün olarak dünyayla bir(lik) olma duygusu yaşadığımızda var olan “farkındalık deneyimleri” olarak adlandırdığım şeydir.

Farkındalık deneyimlerini, kendimiz de dahil olmak üzere bizi çevreleyen etrafımızdaki her şeyde varlığını hissettiğimiz temel bilinç ile karşılaşma olarak görüyorum: Birlik duygusu yaşıyoruz çünkü birlik, şeylerin temel gerçekliğidir.

Geleneksel bilim, zihinsel yönelim (veya niye)t ile inancın beden üzerindeki (plasebo etkisi ve hipnozun ağrı kesici etkileri gibi) güçlü etkisini de açıklamakta zorlanıyor. Zihin yalnızca maddenin bir yan ürününden ibaret ise, vücudun kendisini ve işleyişini bu kadar derinden etkileyememeliydi. Çünkü bunun olduğunu söylemek; bilgisayar ekranındaki görüntülerin bilgisayarın içindeki yazılımı veya donanımı değiştirebileceğini söylemek gibi olurdu. Fakat zihnin; maddi bedenden daha temel olduğunu, temel bilincin daha ince ve eksiksiz bir ifadesi olduğunu varsayarsak bu etkiler daha açık hale gelir. Nihayetinde bilincin vücudun işleyişini değiştirme kapasitesi vardır.

Evrenin temel bir niteliği olarak bilinç fikrinin epey büyük bir ağırlığı olduğuna inanıyorum. Spiritual Science adlı kitabımda da belirttiğim gibi, dünyayı anlamanın en iyi yolu yalnızca bilim veya spritüalite ile değil, bunların her ikisini de birleştiren bir yaklaşım olabilir.


Steve Taylor– “Spiritual science: how a new perspective on consciousness could help us understand ourselves“, (Erişim Tarihi: 20.06.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bilinçli Olmak Niçin Bilinci Anlamak İçin Engeldir? – Ken A. Paller & Satoru Suzuki

Sonraki Gönderi

“Düşünüyorum Öyleyse Erkeğim”: Felsefenin Kadın Problemi – Helen Beebee

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü