“Allahsız Ahlak Olabilir mi?” Kitabının Eleştirisi – Talha Gülmez

///
5807 Okunma
Okunma süresi: 23 Dakika

Türkçe felsefe yazınında analitik felsefeye dair kitapların ve özellikle bir görüşü analitik metodolojiyle savunan yapıtların eksikliği bu konularla ilgilenenler için bir sıkıntı kaynağıdır. Bu nedenle böyle zamanlarda ortaya çıkan her işi sevinçle karşılama eğiliminde oluyoruz. Enis Doko’nun Allah’sız Ahlak Mümkün mü?: Çağdaş Bir Ahlak Argümanı Savunusu kitabını ilk gördüğümüzde de bu türden bir sevinç duyduğumuz söylenebilir; fakat kitabı okudukça bu sevincimiz yavaş yavaş söndü ve yerini bir hayalkırıklığına bıraktı. Doko’nun kitabı, maalesef, entelektüel beklentileri karşılamaktan çok uzak. Doko eleştirdiği görüşlere hakkını teslim etmiyor, kendi pozisyonuna gelen eleştirilerden bahsetmiyor ve genel olarak epistemik yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Bunlardan değerlendirmemiz boyunca uzun uzadıya bahsedeceğiz.

Doko’nun savunduğu tezlerden birinde Doko’yla hemfikiriz: İnsanların zihninden bağımsız ahlaki gerçekler vardır. Örneğin “Eğlence için bebeklere işkence etmek yanlıştır.” Önermesinin bunu dünyadaki herkes inkar etse, insanoğlunun pratikleri bunun tersine olsa bile doğru olduğunu kabul ediyoruz. Nesnel ahlaki gerçeklerin varlığını kabul ettiğimiz için kitabın ahlakin gerçekliğine dair kısmını incelemekten ziyade bunu doğru kabul edeceğiz ve kitabın asıl tezlerine yöneleceğiz: a) “Seküler” metaetik teoriler, ve b) Doko’nun Düzeltilmiş İlahi Buyrukçu metaetik teorisi.

Nesnel Ahlak: Doğalcı, Platonik, Teistik

Enis Doko, ahlakın nesnelliğine yönelik argümanları sunduktan sonra ahlakın temelinin ne olduğuna dair bir araştırmaya koyuluyor. Doko’nun öne sürdüğü ilk formülasyon şöyle:

  • 1. Nesnel aksiyolojik önermeler varsa bu önermeler ya temel yasalardır ya da temel yasalardan çıkarsanabilirler. (Öncül: Üçüncü halin imkânsızlığı mantık yasası)
  • 2. Eğer Tanrı yoksa temel yasalar doğa yasalarından ibarettir. (Öncül: Doğalcılık tezi)
  • 3. Bütün doğa yasaları olgusaldır. (Öncül)
  • 4. Olgusal önermelerden aksiyolojik önermeler çıkarsanamaz. (Öncül: Hume yasası)
  • Ara Sonuç: Dolayısıyla eğer Tanrı yoksa nesnel aksiyolojik önermeler yoktur. (1, 2, 3, 4’ten çıkan mantıksal sonuç)
  • 5. En az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır. (Öncül: Ahlaki realizm)
  • Sonuç: Tanrı vardır. (Ara sonuç, 5)

Doko, ahlaki gerçekçiliği savunan bir ateistin bu önermelerden en az birini reddetmesi gerektiğini söylüyor ve bunu yapabileceği tek makul yolun ikinci öncülü reddetmek olduğunu söylüyor: Evrende sadece doğal yasalar yoktur, doğal-olmayan yasalar da vardır. Sonradan “ateistik Platonizm” ismini verdiği bu görüşü teistik ahlak teorisine tek rakip gibi sunuyor fakat burada bir sorun var. Son yıllarda metaetik alanında öne çıkan indirgemeci-olmayan doğalcı teoriler de en azından Ahlaki Platonizm ve Teistik Metaetik Kuramları kadar ciddi kuramlar ve özel ilgiyi hak ediyor. Bunları yok saymak, Enis Doko’nun argümanı açısından epistemik ve entelektüel bir kusur. Bu teorilerin yapmaya çalıştıkları şeyi biraz açalım.

İndirgemeci olmayan doğalcı teoriler ilk öncüle nasıl itiraz edebilirler? Öncelikle ilk öncülün genel bir kusurundan bahsedelim. Üçüncü halin imkansızlığı yasası ‘Nesnel ahlaki gerçekler varsalar bunlar ya temel yasalardırlar ya da temel yasalardan çıkarsanabilirler’ öncülünü bize vermemektedir. Bu yasanın bize verdiği öncül ‘Nesnel ahlaki gerçekler varsalar ya bunlar temel yasalardırlar ya da temel yasalar değildirler’ şeklindedir. Bir doğalcı bu öncülü kabul etmekle beraber ahlaki gerçeklerin belirmiş (emergent) gerçekler olup temel doğal yasalara indirgenemeyeceklerini, ancak doğal gerçekler/yasalar tarafından temellendirildiklerini savunabilir. Eğer Doko, doğalcıların bütün yasaların temel yasalardan mantıksal olarak çıkarsanabileceğini kabul etmeleri gerektiğini düşünüyorsa indirgemeci olmayan doğalcılığı savunanlara göre bu hatalıdır. Toplumsal fenomenleri ele alalım. Devletler, devlet kurumları, para ve iktisadi ilişkiler gibi şeyler vardır. Bunları fizik yasalarından çıkarsamamız mümkün görünmemektedir. Hatta kimya ve fizik, biyoloji ve kimya arasında indirgeme yapma girişimlerinde bile pek çok bilim felsefecisine göre problemli noktalar vardır. Bir doğalcı, makul bir şekilde, bu şeylere dair gerçeklerin temel düzeydeki fiziksel gerçekler tarafından temellendirildiklerini kabul edebilir. Temel fiziksel gerçeklerden toplumsal gerçeklerin mantıksal olarak çıkarsanabilmesi ahlaki gerçeklerin temel yasalar olmaları seçeneğine tek alternatif değildir. Dolayısıyla ilk öncül yanlış bir ikilem sunmaktadır. İlk öncülde değerlendirilmemiş üçüncü seçenek, ahlaki gerçeklerin ahlaki olmayan gerçeklere indirgenemeseler de onlar tarafından oluşturuldukları/temellendirildikleri seçeneğidir.

İndirgemeci Olmayan Doğalcı Teoriler gibi İndirgemeci Doğalcı Ahlak Teoriler de Doko’nun kitabında yer bulmamakta. Bu teoriler değerlendirmeci gerçeklerin değerlendirmeci olmayan (ya da ahlaki olmayan) gerçeklere indirgenebileceklerini iddia ederler. Bunu yaparken de Hume yasasına takılacak biçimde değerlendirmeci olmayan önermelerden değerlendirmeci önermelere ulaşabileceğimizi değil, bazı değerlendirmeci gerçeklerin bazı doğal/değerlendirmeci olmayan gerçeklere özdeş ya da onlara indirgenebilir olduklarını söylerler. Bu durumda Hume yasası ihlal edilmez, çünkü bazı değerlendirmeci gerçeklerle doğal gerçekler arasında suyun H2O olmasına benzer türden bir özdeşlik ilişkisi olduğu iddia edilir.

Doko’nun argümanının temelde Hume Yasasına dayanması özellikle ilginçtir. Zira Hume Yasası eğer değerlendirmeci terimler içeren önermelerin değerlendirmeci terimleri içermeyen önermelerden çıkarsanamayacağı şeklinde anlaşılırsa indirgemeci ahlaki doğalcılığı çürütmek için çok zayıftır. Mesela şu argümanı ele alalım:

  • 1. X bir memelidir.
  • 2. X sivri bir burna sahiptir.
  • 3. X dikenlidir.
  • Sonuç: X bir kirpidir.

Bu argümana ne kadar öncül eklersek ekleyelim kirpiliği içeren bir önerme eklemediğimiz sürece X’in bir kirpi olduğunu mantıksal olarak çıkarsayamayız. Bu durumda kirpilikle ilgili gerçeklerin doğal gerçekler olmadıklarını iddia etmeli miyiz? Elbette hayır. Dahası, eğer bunu yapabiliyorsak Tanrı’ya başvuran her ahlaki teorinin de benzer bir problemden muzdarip olacağını söylememiz gerekir. Örneğin ahlakı Tanrı’nın buyrukları/emirleri ile açıklayan İlahi Buyruk Teorisini ele alalım. Tanrı’nın buyruklarıyla ilgili gerçeklerden ahlaki gerçekleri Hume Yasasına takılmayan bir şekilde çıkarsayabilir miyiz? Elbette hayır. ‘Tanrı X’i emreder.’ önermesinden. ‘X iyidir.’ ya da ‘X yapılmalıdır.’ şeklinde değerlendirici önermeler çıkmaz. ‘Tanrı X’i emreder.’ önermesine değerlendirici terimler içeren yeni bir önerme eklemezsek bu önermeden değerlendirici bir önerme çıkaramayız. Bu yeni önerme ne olabilir? ‘İyi olmak Tanrı tarafından emredilmekle aynı şeydir.’ olabilir mesela. Ancak bu stratejiye indirgemeci doğalcı teorileri savunanlar da başvurabilirler. Doko’nun savunduğu ahlak teorisi de en az indirgemeci doğalcı teoriler kadar indirgemecidir. Bu nedenle Hume Yasası indirgemeci doğalcı teoriler açısından sorun teşkil ediyorsa Doko açısından da sorun teşkil etmek durumundadır.

Ayrıca olgu-değer ayrımını kabul etmeyen çok sayıda felsefeci de vardır. Örneğin Neo-Aristocu bir metaetik teorisini savunan Alasdair MacIntyre gibi filozoflar bu ayrımı kabul etmezler. Yine Hilary PutnamCollapse of the Fact-Value Dichotomy’ makalesinde olgu-değer ayrımının yapılamayacağını iddia eden önemli filozoflar arasındadır. Hume yasasının diğer mantık yasalarıyla aynı statüde, tartışmasız bir mantık yasası olarak kabul edilip argümanda kullanılması ve bu yasaya yapılan itirazların değerlendirilmemesi, büyük oranda bu yasaya dayanan bir argümanın savunusu açısından son derece önemli bir kusurdur.

Şimdi doğalcı teorilere tekrar dönelim. Doğalcı teorilerin çeşitliliği nedeniyle bu teorilerin hepsine burada inceleme fırsatımız olmasa da bunların en az bir örneğinden bahsetmemiz gerekmekte. Bu teorilerden birini savunan Michael Smith, The Moral Problem’da şöyle bir normatif iddia ortaya koyar:

Bizim belirli Ş şartları altında Φ yapmak için normatif nedenimiz olması demek, eğer tamamen rasyonel olsaydık Ş şartları altında Φ yapmayı isterdik anlamına gelmektedir. Eğer bir failin belirli Ş şartları altında Φ yapmak için normatif nedeni varsa, kendini Ş şartları altında bulan tüm faillerin Φ yapmak için nedeni vardır.[1]

Michael Smith’in burada önerdiği şey, en kaba haliyle, A eyleminin ahlakiliğini belirleyen şeyin eğer fail tamamen rasyonel olsaydı bu eyleme karşı alacağı tavır ile alakalı olduğudur. Örneğin “Bebeklere eğlence için işkence etmek yanlıştır.” önermesinin doğruluğunu veya yanlışlığını tamamen rasyonel, ilgili tüm gerçeklere sahip bir failin nasıl davranacağı üzerinden bulabileceğimiz söylenmektedir. Bu teori altında nesnel ahlaki gerçekler vardır çünkü;

a) rasyonalite bize belirli bir eyleme karşı tavır almamızı buyurur ve bu tavır olması gereken şeyle ilgili olduğu için normatiftir,

b) bu normatif gerçek nesneldir çünkü bireyin kendi istek ve arzularından yola çıkmaz, bunun yerine daha soyut bir “rasyonel fail” üzerinden ilerler.

Buna benzer bir başka doğalcı ahlak teorisini Michael Martin, Atheism, Meaning and Morality’de öne sürmektedir. Martin’e göre ahlaki doğruluk veya yanlışlığı bir İdeal Gözlemci üzerinden değerlendirebiliriz. İdeal Gözlemci teorisine göre:

İD: X ahlaken yanlıştır = Eğer bir İdeal Gözlemci olsaydı, X’e karşı kınamayla bakardı.

Buradaki İdeal Gözlemci, tıpkı Smith’in tamamen rasyonel bireyi gibi konuyla alakalı tüm gerçeklere sahip, tarafsız, tamamen rasyonel, soyut bir Gözlemcidir ve Smith’in teorisi için söylediklerimiz burada da geçerlidir.

Bu spesifik teorilerin makuliyeti bu incelemenin konusu değil. Teistik Ahlaki kuramın ciddi doğalcı rakipleri olması fakat Doko’nun bunların varlığından bile okuyucusunu haberdar etmemesi ve bu alternatifleri kendi görüşüyle karşılaştırmaması, kanımızca, büyük bir kusurdur. 

Doko, bir ateistin yukarıdaki formülasyonda ikinci ve üçüncü önermelere karşı çıkabileceğini söyler. Ahlak felsefesinde Ahlaki Gayrıdoğalcılık olarak bilinen ve bazen Ahlaki Platonizm olarak da anılan bu görüşe göre, ahlaki nitelikler her şeyden bağımsız olarak, zaman ve mekan üstünde, soyut biçimde vardır. Bu görüş genellikle (hem savunucuları hem de karşıtları tarafından) Matematiksel Platonculuk ile karşılaştırılır. Nasıl ki Matematiksel Platonculuğa göre sayılar, kümeler vb. gerçekten gerçektirler ve soyut biçimde vardırlar, Ahlaki Platonculuğa göre de Ahlaki nitelikler matematiksel varlıklarla aynı ontolojik statüye sahiptirler.

Doko’ya göre Ahlaki Platonculuk bazı çok temel kusurlardan muzdariptir ve bu onun Teistik Metaetik Teorilerine alternatif olmasını engeller. Doko şöyle diyor:

Birincisi, her şeyden önce görüşün kendisi çok gariptir, zamanmekân dışında merhamet, adalet, iyilik gibi normal şartlarda kişilere özgü özelliklerin var olduğu iddiasını anlamak gerçekten güçtür. Normal şartlarda ahlaki önermeler ve özellikler kişilerle alakalıdır, bir cisim ya da fiziksel olgu merhametli olamaz. Merhametlilik, adil olmak, bilinçli varlıkların özelliğidir. Nitekim çoğu felsefeciye göre bu özelliklere sadece özgür iradeye sahip varlıklar sahip olabilir.

Burada Doko’nun ahlaki niteliklere dair karakterizasyonu tuhaftır. Bir ahlaki realist pekala, iyilik ve kötülüğün kişilik özelliği olmadığını iddia edebilir. Örneğin sadece kişilere değil, eylemler, durumlar, olaylar, kurumlar gibi şeylere de ‘iyi’ ve ‘kötü’ gibi değerlendirmeci terimler uygulanabilirmiş gibi görünür. Ahlaki Platonculuğu savunanlar da genellikle ahlaki özelliklerin en azından bazılarının kişilik özelliği olmak zorunda olmadığını verili kabul ederler. İyilik ve kötülük birer niteliktir ve diğer nitelikler gibi metafiziksel ilişkilerle örneklenir (instantiniation). Bir kişi iyidir çünkü iyi-yapan nitelikleri gerçekleştirecek eylemlerde bulunmuştur. Doko’nun bu itirazının tam olarak neyi hedef aldığı belli değildir fakat bunun Ahlaki Platonculuk için herhangi bir sorun teşkil ettiğini söylemek güçtür.

Doko şöyle devam ediyor:

“Ancak eğer Platonist ateizm doğruysa, o zaman bu özellikler ve ahlaki yargılar zaman-mekân dışında oldukları için hiçbir varlık olmasaydı dahi var olmalıydılar. İyi ama bu nasıl olabilir? Merhametlilik özelliğinin hiçbir varlığın var olmadığı bir yerde var olduğu nasıl iddia edilebilir? Bu iddianın anlamı  nedir? Bu sorulara cevap vermek mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla Platonist ateizm ahlaki özellikleri temellendirme noktasında bir açıklama sunamamaktadır.”

Enis Doko metafiziksel ilişkilere dair çok önemli bir gerçeği okuyuculara sunmayıp “Platonizmin ahlaki gerçekleri temellendiremediğini” söylemektedir. Doko’nun bahsetmediği metafiziksel gerçek, felsefecilerle yaygın biçimde kabul gören “kaba gerçek” (brute fact) olgusudur. Kaba gerçekler, kısaca, kendinin ötesinde bir açıklaması, bir temeli olmayan nihai açıklamalardır. Varlıkları kendilerinden başka bir açıklamaya sahip değildir. Biz bu türden açıklamasız gerçeklere ihtiyaç duyarız çünkü bir noktada açıklamaların bitmesi gerekir. Bunu tüm felsefeciler kullanmaktadır ve ileride göreceğimiz üzere Doko bunun bir istisnası değildir. Ahlaki Platonculara göre ahlaki nitelikler bu türden bir kaba gerçektir. Bir karşılaştırma yaparsak, nasıl ki (Matematiksel Platonculuk altında) matematiksel gerçekliğin bir “kaynağı”, kendinden öte bir “temeli” yoksa, aynısı normatif gerçeklik için de geçerlidir. Doko’nun tamamen geçerli olan bu hamleden bahsetmemesi ilginçtir.

Devam edelim:

İkincisi, eğer Platonist ateizmin iddia ettiği gibi bazı ahlaki değerler ve ahlaki yargılar zaman-mekân dışında varlarsa, o zaman nedensel ilişkilere girememelerinden ötürü,* onların varlıklarından haberdar da olmamamız gerekiyordu.

Doko’nun bizim şeylere sadece nedensel ilişkiler aracılığıyla ulaşabileceğimiz iddiasının, en hafif şekilde, tartışmalı olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Eğer bu mantığı devam ettirirsek bunun matematiksel bilgi başta olmak üzere apriori biçimde ulaştığımız tüm bilgileri geçersiz kıldığı sonucuna ulaşmamız gerekir. Sonuçta matematiksel gerçeklere de nedensel ilişkiye girerek değil, apriori akıl yürütme yoluyla ulaşmaktayız. Eğer Doko apriori bilgiyi ya da matematiksel gerçekçiliği inkar etmiyorsa buna ahlaki bilgiyi istisna tutması pek makul bir hamle değil gibi durmakta. Burada Doko’nun iddiasını daha iyi niyetli bir şekilde anlarsak söylediği şey bir doğalcı için bilgi edinebilmenin nedensel ilişkilere girebilmeyi gerektirdiği şeklinde anlaşılabilir. Ancak Doko bir doğalcının bu iddiayı neden kabul etmesi gerektiğini kitabında belirtmemektedir.

Doko’nun bir sonraki iddiası şu şekildedir:

Ayrıca ahlaki önermelerin önemli bir özelliği, yukarda bahsedildiği gibi bize yükümlülükler yüklemeleridir. “Zevk için insan öldürmemeliyiz” önermesi, bir doğruya işaret etmesinin yanında, bize öldürmeme yükümlüğü de yükler. Birincisi, nasıl oluyor da zaman-mekân dışındaki soyut bazı yasa ve özellikler bize yükümlülük yükleyebilir? İkincisi, neden biz bu yükümlülüklere uyalım ki? Diyelim ki “Merhametli olmak iyidir” veya “Bencil olmak kötüdür” önermeleri doğru olsun. Neden birinci özelliğe sahip olmak isterken, ikinci özellikten uzak durmaya çalışmalıyız? Platonist ateizm bu soruları da cevapsız bırakmaktadır.

Platonculuğun bu soruları cevapsız bıraktığını söylemek epey ilginç bir iddiadır zira bu soruların yanıtı neredeyse analitik denebilecek derecede basittir. Normatif gerçekler, adı üstünde, normatiftirler ve doğaları gereği bizi belirli bir konuda tavır almaya iterler. Bir şey iyi ise bu bize o eylemi yapmak için ve kötüyse ondan ondan kaçınmamız için bir gerekçe verirler. Bunu ahlaki dili analiz ederek görmek de mümkündür.

“Bencillik kötüdür ve bencil olmamak için bir neden yoktur.” ifadesini ele alın. Bu ifade bize çok acayip ve anlamsız gelmektedir. Kötü’nün ne olduğunu kavrayabilen biri, neden bencil olmamak gerektiğini eşzamanlı olarak kavrar. Biz motive-edici nedenlerin normatif gerçeklere içkin olduğunu biliriz. Enis Doko’nun bu itirazının bir Ahlaki Platonizm savunucusunu pozisyonunu yeniden değerlendirmeye itmesi epey güçtür. Dahası, bu bir problemse Tanrı’ya başvurmanın bize ne şekilde normatif gerekçeler verebileceğini anlamamız da oldukça zordur. Tanrı’nın var olması durumunda neden biz onun buyruklarını umursayalım ki? Cehennemin ve cezanın olması bize kişisel çıkara dayalı bir emirlere uyma gerekçesi verse bile ahlakın talep ettiği türden ‘normatif’, ‘bağlayıcı’ gerekçeleri ne cezalandırma, ne de Tanrı’nın buyrukları tek başına verebilirmiş gibi görünmemektedir. En azından Doko’nun bu eleştirisi Tanrı’ya başvuran metaetik teorilerine uygulandığı zaman bu sonucu vermekte gibi görünür. Dolayısıyla Doko bu eleştiriyi kullanırsa hedeflediğinden ve istediğinden çok daha fazlasını kanıtlar ve eleştiri ahlakı Tanrı’ya başvurarak temellendirme projesinin altını oyar. Devam edelim.

Doko’ya göre:

Platonist ateizmin diğer bir zayıflığı ise kör-tesadüfî evrimsel süreçlerle ortaya çıkan insanın, bu zaman-mekân dışındaki yasaları kavrayacak şekilde evrimleşmiş olduğunu iddia etmek zorunda kalmasıdır. Ancak bu savunulması çok zor bir iddiadır. Zira ateistin, maddenin kör-tesadüfî bir süreçle, zaman-mekân dışındaki bazı özellikleri kavrayacak bir mekanizma geliştirmiş olduğunu iddia etmesi gerekmektedir. İyi ama zaman-mekân dışından bilgi alabilen bir mekanizma, ateizmin öngördüğü bir evrendeki fiziki yasa ve maddelerden nasıl yapılabilir? Böyle bir mekanizma bilimsel olarak bilinmemektedir; ayrıca böylesi bir  mekanizmanın oluşması hiç de mantıklı gözükmemektedir. Zaman-mekân dışındaki birtakım özelliklerin, bu dünyada hayatta kalmamızla alakası olamayacağı için, doğal seçilimin -böyle bir yapı olmuş olsaydı bile- onu seçmesi de olasılık olarak mümkün gözükmemektedir.

Ahlak felsefesi alanında Epistemik Evrimci Çürütme Argümanı başlığı altında tartışılan bu sorun ahlak felsefesinin son on beş senede üzerine en çok yazılan konulardan biridir ve Ahlaki Platoncular bu sorunu çözmek için birçok öneri sunmuşlardır. Hatta bu konu Öncül Analitik Felsefe Dergisi’nin ikinci sayısında da işlenmiştir.[2] Enis Doko kitabın önceki bölümlerinde David Enoch’un Taking Morality Seriously kitabını kendine argüman kurmak için kullanmış olmasına rağmen Enoch’un aynı kitapta bu soruna getirdiği yanıttan bahsetmemiş olması ilginçtir. Enoch, bu Evrimci Çürütme Sorunu’nu üçüncü-faktör açıklamaları ile çözebileceğimizden bahseder.  Üçüncü faktör yöntemi, A ve B faktörleri arasındaki  korelasyonu hem A hem B olgularından sorumlu üçüncü bir C faktörü ile açıklamaya çalışmaktır. Üçüncü faktör açıklamalarına göre bizim özel olarak ahlaki doğruları takip edecek şekilde evrilmiş olmamız gerekmez, farklı türden doğruları bulurken ahlaki doğruları da bulmamızı sağlayacak bir faktörün varlığı bu problemi çözüyor gibi görünmektedir. Örneğin bizim muhakeme yetimizin bu türden bir üçüncü faktör olduğu söylenebilir. Michael Huemer, Ethical Intuitionism kitabında şu örneği verir buna:

Benzer bir duruma bakalım: Neden yıldızları görme yeteneğine sahibiz? Sonuçta, atalarımız sadece Dünya’daki şeyleri görebilse yeterdi. Tabii ki bu saçma bir soru. Yıldızları görebiliyoruz çünkü görüş yetisine sahibiz, bu yeti Dünya’daki şeyleri görmek için yararlıdır. Bir kez bu yetiye sahip olduğunuzda yararlı olsun ya da olmasın sizin yönünüze ışık gönderen her şeyi görmeye başlarsınız. Benzer şekilde, bir kez zekaya sahip olduğunuz zaman akıl yürütmeyle bilinebilen, yararlı ya da yararsız, şeyleri kavramaya başlarsınız. Bu nedenle Australopithecus’un bulunduğu ortamda satranç tahtası olmamasına rağmen insanlar inanılmaz derecede yüksek seviyede satranç oynamayı öğrenme kapasitesine sahiptir. Eğer bazı değerlendirmeci gerçekler akıl yürütmeyle bilinebiliyorsa, yararlı olsun ya da olmasın onların ne olduğunu bilebiliriz. [3]

Bir Platoncu bu şekilde bizim ahlaki bilgimizi genel akıl yürütme yetimizin bir uzantısı olarak çok zorlanmadan açıklayabilir gibi durmaktadır. Hatta daha da önemli bir nokta ahlaki gelişimin doğrultusuna baktığımız zaman ahlaki gerçekleri tespit etmek için özel olarak evrimleşmiş bir mekanizmaya sahip olmadığımız ve dolaylı olarak ahlaki gerçeklere eriştiğimiz görüşünü desteklemektedir. İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde ırkçı ve cinsiyetçi görüşler yaygın bir şekilde benimsenmiştir. Bu görüşlerin benimsenmelerinin toplumsal olduğu kadar evrimsel nedenlerinin de olduğunu düşünen evrimsel psikologlar vardır. Ancak bu görüşler, haklarında daha sistematik bir şekilde düşündüğümüz zaman gözden düşmüşlerdir. Tüm Dünya’da bu görüşlerin hakimiyetinin yıllardır düşüşte olduğunu biliyoruz. Bu durum, direkt olarak ahlaki gerçeklere erişim sağlayacak özel bir mekanizmaya sahip olmamız halinde mi yoksa ahlaki gerçeklere diğer mekanizmaların dolaylı desteğiyle ulaşmamız durumunda mı daha muhtemeldir? İkinci açıklama bizce daha uygundur. Zira ahlaki gerçeklere erişmek için özel olarak doğal seçilime uğramış olsaydık ya da Tanrı tarafından bize bu konuda özel olarak güvenilir bir sezgi verilmiş olsaydı cinsiyetçi ve ırkçı fikirlerin yanlışlığını anında görebilmeliydik diyebiliriz. Bunun böyle olmaması yukarıda bahsettiğimiz ahlaki bilgi açıklamasına destek verdiği gibi, ahlaki bilgi edinme yeteneğimizin Tanrı tarafından özel olarak tasarlandığı hipotezini de zayıflatmaktadır.

Enis Doko’nun Ahlaki Platonizm eleştirisi burada bitmektedir. Burada meselenin Ahlaki Platonizmin doğruluğu ya da yanlışlığı olmadığını belirtmemiz gerek. Buradaki mesele Enis Doko’nun Ahlaki Platonizm karakterizasyonunun çarpıklığı ve yaptığı itirazlara getirilen yanıtlardan bahsetmemesidir. Ahlaki Platonizmin bugün en yaygın metaetik görüşlerden biri olduğunu ve bu görüşü savunan büyük isimlerin birçoğunun (David Enoch, Michael Huemer, Erik Wielenberg, William FitzPatrick gibi) bu konularda uzun uzadıya yazdığını göz önüne alırsak Enis Doko’nun bu konuyu bu kadar eksik ve hatalı biçimde inceleyerek argümanını desteklemesinin entelektüel olarak sorumsuz bir hareket olduğu söylenebilir. Üstelik ahlaki gayri-doğalcılığın belki de en önde gelen savunucusu olan Russ Shafer-Landau’nun Platonist olmadığı da hatırlatılmalıdır. Ancak Shafer-Landau’ya atıfta bulunan Doko’nun onun indirgemeci olmayan pozisyonunu değerlendirmediğini görüyoruz.

Ayrıca Doko’nun üçüncü öncülü de ciddi bir şekilde eleştiriye açıktır. Bu öncül doğalcıların fizik yasaları dışında metafiziksel yasaları da kabul edebileceklerini göz ardı eder. Mesela modaliteye, nedenselliğe, özellikler ve nesneler arasındaki ilişkiye, kişisel özdeşlik ve nesnelerin varlıklarını sürdürme koşullarına ve daha pek çok metafiziksel meseleye dair metafiziksel olarak zorunlu doğruların olduğunu pek çok doğalcı kabul etmektedir. Ancak bu doğrulara dair yasalar metafiziğin konularıdırlar, fiziğin değil. Bir doğalcının bu tür, fizik yasaları dışındaki, metafiziksel yasaları kabul etmesinin önünde bir engel var mıdır? Bizce hayır. Bazı eylemlerin bize doğaları gereği onları yapmak ya da onlardan kaçınmak için gerekçeler vermeleri de burada bahsettiğimiz türden metafiziksel açıdan zorunlu bir yasanın ya da yasaların sonucu olabilir. Doko’nun sunduğu doğalcılık resmi eğer metafiziksel yasaların doğalcılar tarafından kabul edilememesini gerektiriyorsa makul olmayan bir seviyede indirgemecidir. Hatta belki de bu derecede indirgemeci bir doğalcılığı muhtemelen en indirgemeci doğalcılık savunucuları dahi kabul etmemektedir.

Son olarak Doko’nun kendi savunduğu metaetik teorisine göz atalım. Doko, Euthyphro İkilemi‘nin hakiki bir ikilem olmadığını şöyle savunmakta:

Euthyphro ikilemi gerçek bir ikilem değildir, üçüncü bir seçenek daha vardır ve bence doğru olan seçenek de budur. Bu seçeneğe göre ki Augustine, Anselm, Aquinas gibi teistik felsefecilerin birçoğu bu görüşü savunmuştur; merhamet, adalet gibi temel ahlaki özellikler Tanrı’nın doğasının bir parçasıdır.  Bazı yorumlarda Mutezilenin de bu görüşü benimsediği  söylenebilir. Tanrı ne dışarıdaki bir ahlak standardına uyar ne de böyle bir standardı yokluktan yaratır. Bu ahlaki değerlerin standardı Tanrı’nın doğasının kendisidir.

Doko, Robert Merrihaw Adams’ın Düzeltilmiş İlahi Buyruk Teorisi çerçevesine yakın bir çerçevede çalışıyor gibi görünmektedir. Bu teoriye yazımızın başlarında belirttiğimiz gibi Hume Yasasından yola çıkan itiraz getirilebilmektedir. Eğer Doko teoriyi bu itiraza karşı savunmak amacıyla çeşitli felsefi hamlelere başvurursa, İndirgemeci Ahlaki Doğalcılık savunucularının da Doko’nun başvurduğu ahlaki gerçekleri Tanrı’nın doğasına dair gerçeklere özdeş görme hamlesine benzer bir şekilde bazı doğal gerçeklerin ahlaki gerçeklerle özdeş olduğunu söyleyerek başvurabileceklerini hatırlatmalıyız.

Ancak Doko’nun görüşünün başka bir yönden de kafa karıştırıcı olduğu söylenebilir. Merhamet, adalet gibi temel ahlaki özelliklerin “neden” Tanrı’nın doğasına içkin oldukları sorulabilir gibi durmaktadır gayet. Eğer iyilik ve kötülük Tanrı’nın doğasına denk ise, Tanrı’nın doğası farklı şekilde olsaydı (örneğin, Tanrı’nın doğası zalimlik, nefret ve adaletsizlik olsaydı), bu bize zalimlik yapmanın “iyi” olduğunu mu gösterirdi? Doko burada muhtemelen Tanrı’nın doğasının zorunlu olduğunu söyleyecektir, fakat bu şekilde anlaşıldığında Tanrı’nın doğasının farklı şekilde olması tahayyül edilebilir gibi durmakta. Eğer iyilik ve kötülük Tanrı’ya dışsal değilse Biz Anselmci Tanrı tahayyülünün tüm özelliklere sahip fakat zalim, nefretçil ve adaletsiz bir varlığı hayal edebiliriz pekala. Burada Doko’nun mermi ısırabilir ve “evet, Tanrı’nın doğası farklı olsaydı ahlaki yükümlülüklerimiz farklı olurdu.” diyebilir ki bunun da bir ahlaki görececiliğe yol açıp açmadığı gibi tamamen ayrı bir tartışmaya yol açacağı söylenebilir. Ancak bunu muhtemelen yapmayacağını ve kötü bir Tanrı’nın olamayacağını söyleyeceğini, Tanrı’nın ya tanım gereği ya da doğası gereği iyi ahlaki özelliklere sahip olması gerektiğini savunacağını tahmin ediyoruz. Bu noktada Tanrı kavramının gerçekten sadece ahlaken iyi varlıklara mı uygulanabilir olduğuyla ilgili bir güçlük ortaya çıkmaktadır. Eğer Tanrı kavramı bir unvan gibi işlev göstermekteyse bu ünvana sahip olabilecek ve iyi olmayan varlıklar da tasavvur edilebilirmiş gibi görünmektedir gayet. Mesela evreni ve diğer her şeyi yaratan ancak kötü ya da ahlaken nötr bir varlığın olduğu görüşünü ele alalım. Böyle bir varlık ‘Tanrı’ olur muydu? Olmayacağını söylemek bize makul görünmüyor. Dolayısıyla kötü bir Tanrı kavramsal bir imkansızlıkmış gibi görünmemektedir.

Dahası Doko’nun Ahlaki Platonizmin büyük kusurlarından birinin “temelsizliği” olduğunu söylediğini hatırlayalım. Fakat Doko’nun kendi metaetik kuramı da aynı “temelsizlik”ten muzdariptir. Doko da ahlaki gerçekleri açıklamak için tıpkı Platoncular gibi kaba bir metafiziksel gerçeğe başvuruyor: Tanrı’ya. Tanrı da tıpkı Platoncuların ahlaki ya da matematiksel nesneleri gibi zorunlu ve kendinin dışında başka bir açıklamaya ihtiyaç duymayan bir varlık, fakat Doko’ya göre Platonculuk tam da bu temelsizlik nedeniyle kusurluyken Tanrı’nın zorunlu bir kaba gerçek olmasında bir sorun yok. Tanrı’yı kaba bir gerçek olarak saymak için farklı gerekçeler olabilir (Olumsallık Argümanı gibi), fakat bu Doko’nun da Platoncularla aynı türden metafizik kabullere başvurduğu gerçeğini değiştirmiyor. Eğer durum buysa Doko’nun İlahi Buyrukçuluğunu Ahlaki Platonizm’e tercih etmek için elimizde bir nedenin olduğu açık görünmüyor.

Bize göre Doko’nun kitabının temelindeki motivasyon kaynağı, popüler çevrelerde sık sık gördüğümüz kaba (crude) materyalizmin ahlaki realizmle bağdaşmadığı şeklindeki gözlemdir. Kitaptaki argüman bu tür kaba bir materyalizmi savunan, ancak buna rağmen ahlaki realistmiş gibi görünen, popüler çevrelerdeki ateist ve doğalcılar açısından gerçekten de sıkıntı verici görünmektedir. Ancak bu tür kaba, aşırı indirgemeci bir materyalizm daha sofistike çevreler arasında da akademide de yaygın değildir.

Son tahlilde Enis Doko’nun kitabı gerçekten kaliteli bir kitap olma potansiyeline sahipken yazarın yaptığı tercihlerden ötürü ortalamanın altında bir çalışma olmaktan öteye gidemiyor. Enis Doko’nun rakip teorileri görmezden gelmesi, ele aldığı rakip teorileri cömert olmayan biçimde okuması, yanlış anlaması ya da aktarması, kendi metaetik görüşlerine yapılabilecek eleştirileri ciddi bir şekilde ele almaması gibi birçok faktör kitabın potansiyelinin çok altında bir  iş çıkarmasına neden oluyor.

Editör: Berat Mutluhan Seferoğlu

Kaynakça:

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

2 Yorum

  1. Eutyhpro ikileminde ikileme alternatif getirilen üçüncü pozisyonun, “X iyi olduğundan dolayı Tanrı onu emreder.” pozisyonundan ne gibi bir farkı var? Bir çok teist arkadaşla bunu tartışırken fark olmadığına kanaat getirdim. Yani ilahi buyruk teorisinin temel gayesi zaten “tanrı belirlemeksizin/ tanrı bildirmeksizin” nesnel ahlaki standartlara sahip olamayacağımız yönünde değil mi? Doğasından demek zaten belirlememesi demektir. Bildirmeksizin demekte bir şey ifade etmiyor. Bildirmeksizin dediği de çok muğlak. Yani X iyidir diye bildirildi diyelim X’in değerini bilmeden ben nasıl bu bildiri doğru diyebilirim ki?

  2. Bu yazıyı bir arkadaşim içerdiği atiflarla beraber anlatınca cok heycanlandım, uzun süredir çeviri olmayan özgün bir analitik eser olarak dokusunu ve argüman örgüsünü çok begendigim bir kitaba ciddi eleştiriler sonunda gelmeye başlamış derken yazıyı okudukça hayal kırıklığım artmaya başladı ve eleştirilerin yüzeyselliğini geçtim eleştiri yazarının kitabi avukat gibi okudugunu gördükce şevkimle aynı hızda yazara dair iyi niyetim de un ufak oldu. Sorun sende değil yazına buyuk ihtimal kalbin kirilir diye ciddi eleştiriler sunmayan dostlarinda.

    Enis dokoya sesleniyorum ben bir septik olarak tüm bilgi imkanini inkar eden bizlerin eleştirilerini niye ciddiye almadın. Bir suru septik akademisyem var. Hic yoksa ben varim. Neden bizden ve elestirilerimizden bahsetmedin neden.. kitabiniz sirf bundan dolayi bile çok kusurlu, eksik, yuzeysel. Biz tum öncüllerini inkar ediyoruz ne demek sadece su oncullere itiraz gelebilir.. (!)

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Liberalizm ve Sınıf Kuramları Üzerine – Talha Gülmez

Sonraki Gönderi

Pandemi Sürecinde Stoacılık: Marcus Aurelius Bize Nasıl Yardımcı Olabilir? – Donald Robertson

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü