Bilimsel Okuryazarlık Ahlaki Bir Sorumluluktur – Mehmet Mirioğlu

//
821 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Felsefe ve bilim okur-yazarlarının birçoğu bunun insanlara neden faydalı olduğunu ve onlara ne katacağı üzerinden onları motive etmeye çalışırlar. Fakat ben biraz daha marjinal bir fikri savunacağım: Bilim ve felsefeyle ilgilenmek ahlaki bir sorumluluktur.

Öncelikle bu yazıda nelerden bahsetmeyeceğimden söz edeyim. Burada, tamamen pratik etikle ilgili bir konu tartışacağız. Yani ahlaki önermelerin doğruluk değeri alıp alamayacağına dair meta-etik tartışmaları ve ahlakın kişiden kişiye veya toplumdan topluma göre değişip değişmeyeceğini temel alan normatif etik tartışmaları göz ardı edeceğiz. Zira eğer her pratik etik tartışmada “Ama ahlak derken kime göre ahlak, neye göre ahlak?” diye tartışırsak felsefede ilerlememiz olanaksız gözüküyor. Kabulümüze göre en az bir ahlaki ifadenin doğru olduğunu varsayacağız. Yazının ilerleyen kısımlarında göreceksiniz ki bilimsel okuryazarlığın ahlaki sorumluluk olduğunu iddia etmek için doğru olan o ahlaki ifadenin ne olduğu bilmemize gerek bile yok. Hatta bilmiyor oluşumuz bu iddiamızı güçlendirecek bile.

Yazıda iyilik kavramından bahsederken iyinin ne olduğuna dair temel ahlaki sezgimizden yola çıkacağız. Tüm insanların ve kültürlerin genel olarak paylaştığı iyilik sezgisi bizim için yeterli olacak. Daha adil, insanların daha az acı çektiği, daha refah, insanların birbirine saygı duyduğu ve huzurlu olduğu bir dünya bizim için “iyi” derken kastettiğimiz şeyin başlangıç noktası olacak. Hatta bu “iyi” dünyanın genel anlamıyla ayrıntılarını bilmiyor oluşumuz, tıpkı hangi ahlaki ifadenin doğru olduğunu bilmeyişimiz gibi iddiamızı güçlendirecek. O halde yavaşça bilimsel ve felsefi araştırma yapmanın neden aklı başında her insan için sorumluluk olarak görülmesi gerektiğini biraz daha net ifade etmeye çalışayım.

Öncelikle tüm insanların, ideolojilerin ve ahlak kuramlarının birbirlerinden ne kadar farklı iddiaları olursa olsun nihayetinde aynı amaca sahip olduğu kanaatindeyim: dünyayı ve kendini daha iyi hale getirmeye çalışmak. Her biri daha yaşanabilir bir hayat deneyimini vaat ediyor ve bu arayışın çabalarını söylemle eylemlerinde göstermeye çalışıyorlar. İlk etapta her birinin bunu iddia ettiğini kabul etmek size zor gelebilir zira siz de bağlı olduğunuz ideoloji, din veya ahlak kuramının bunu yapabileceğine inanıyorken diğerlerinin başarısızlık abidesi olduğunu kabul ediyor olabilirsiniz. Lakin es geçilmemesi gereken sizin tam zıttınızdaki kişinin veya ideolojinin de aynısını sizin için iddia ediyor oluşudur. Bir sosyalist için daha iyi bir dünyaya ulaşmak ekonomik eşitsizlikleri devlet eliyle kaldırmaktan geçiyorken bir liberal için rekabet, daha iyi bir dünyaya ulaşmanın kaçınılmaz yoludur. Bir egoist (kendini beğenmiş anlamında değil, bir ahlak kuramı olarak egoizmi savunan kişi) için herkes kendi faydasını arttırmaya çalışırsa mutluluk ve refah da artacaktır; fakat toplumsal faydacılığı savunan kişi için bireysel fayda değil toplumsal fayda iyiye ulaşmanın yoludur. Bir sonuççu için eylemlerin veya durumların sonuçlarını analiz ederek davranışlarımızı yönlendirmeliyiz ki daha iyi bir dünyaya ulaşabilelim, bir deontoloji savunucusu için önemli olan olayların sonuçları değil kişilerin ödev ve görevlerini yerine getirip getirmemesidir. Lakin nihayetinde daha iyi dünyaya ulaşmak hepsinin iddiası ve vaat ettiği şeydir. 

Aslında ahlakın göreli olduğunu savunan kişilerin sıklıkla atıf yaptıkları ahlaki çatışmalar tam da burada kendini gösterir. Elbette bazı kişilerin veya ideolojilerin gerçekten iyi bir dünya hayal ettikleri konusunda şüpheniz olabilir. Bir ateist, kolayca, dinlerin aslında bu dünyayı umursamadığını ve iyi bir dünya inşa etmenin amaç olmadığını iddia edebilir. Yahut klasik teizme mensup herhangi biri bir zen budistinin saatlerce zihnini boşaltmaya çalışma çabasının hiç de bu dünyayı iyi bir hale getirme çabasıyla bağlantılı olmadığını, aksine oldukça pasifist bir yaklaşım olduğunu savunabilir. Lakin burada dikkat edilmesi gereken ilk nokta “dünyayı iyi hale getirmek” deyimindeki dünyanın spesifik bir gezegen olan Dünya değil bir bütün olarak hakikati kastettiğidir. Bu sebeple ateist, kendi iddiasında şunu gözden kaçırır: aslında bir inançlının dünyası bu gezegenden ibaret değildir ve hakikati en iyi kılmanın yolu cennet idealine ulaşmaktır. Kısacası o da dünyayı iyi hale getirmenin, yani cennete gitmenin ve bunu tüm insanlar için mümkün kılmanın yolunun kendi yaptığı eylemler olduğuna inanmaktadır. Bir zen budisti kolayca, zihnini eğitmeyen her insanın aslında dünyaya fayda değil zarar getireceğini, bu sebeple eyleme girmeden önce zihnini terbiye etmenin dünyaya kötülük vermekten sakınmanın bir yolu olarak dünyayı iyi hale getirme çabası olduğunu savunacaktır. Hatta bir Nazi bile aslında iyi bir dünyaya ulaşmak için bazı kayıpların verilmesinin doğru olduğunu, gelecek nesiller için aslında faydalı bir iş yaptığına inanmaktadır. Elbette bunu irrasyonel dürtülerle yapmaktadır, fakat nihayetinde onun da amacı “çoğunluğun faydası için belli kayıplar vermek” gibi hepimizin kimi zaman düştüğü bir yanılgıyla dünyayı iyi hale getirmeye çalışmaktır.

Her ideoloji, din, yaşam felsefesi ve hatta kişinin amacı özünde dünyayı ve kendini daha iyi hale getirmekken bu kadar çatışıyor olmamızın sebebi de burada yatmaktadır. Herkesin “dünya” derken anladığı “daha iyi” olanı yorumlama biçimi ve bunları analiz edecek akıl yürütme sistemlerine dair bilgisi birbirinden farklıdır. Sokrates’in herkesin kendisine doğru gelen şeyi yaptığına ve aslında insanların kötü değil cahil olduğuna dair söyleminin arkasında yatan düşünce de muhtemelen budur. Eğer insanların dünyası kendi iç dünyalarından ibaretse; daha iyi tanımları daha fazla para, makam, mülk, itibar ve şehvetse; bunlara dair yaklaşımları hatalı akıl yürütme olan safsatalarsa ideal bir gözlemci o insanın kötü davranış alışkanlıkları geliştireceğini söyleyebilir. Bu yazının ana fikri temel sorumluluğumuzun dünya anlayışımızı hakikatle uyumlu hale getirmenin (bilim/fizik), “iyi” kavrayışımıza dair sezgimizi geliştirmenin (ahlak) ve bu ikisi için temel akıl yürütme becerilerimizi anlamanın (mantık) zaruri olduğudur. O halde ahlaka dair temel sorumluluk bu üç yapıtaşı detaylı bir şekilde analiz etmekten ve düşünme sistemimizdeki hataları ayıklamaktan geçecektir. İzninizle neyi kastettiğimi biraz daha açayım.

Eğer dünyayı daha iyi hale getirmeye çalışırken hatalı bir “dünya” algısına sahip olursanız çevreniz için daha fazla acı üretirsiniz. Dünya derken bir bütün olarak hakikati, insanların doğasını ve eğilimlerini, insanlar arası ilişkilerin yapısını kastediyorum. Eğer hakikat anlayışınız ölümden sonra hurilerin, şaraptan ırmakların ve sonsuz zevklerin varlığını ve buraya ulaşmak için gezegende her şeyi yapmanın mübah olduğunu içerirse kolayca bir intihar bombacısına dönüştürülebilirsiniz. Bu sebeple bir felsefe dalı olan metafizik, din felsefesi ve hakikatin yapısını araştıran fizik, bilim felsefesi, bilgi felsefesi gibi alanları incelemeniz gerekir. Eğer insana dair hakikat algınız hatalı ise aslında iyi bir şey yapmaya çalışırken çevrenizin daha çok zarar görmesine yol açabilirsiniz. Örneğin bir arkadaşınızın sigara içmemesini istiyorsanız ve bunun için ona sigaranın ciğerleri nasıl kötü etkilediğine dair görseller gösterip sağlığına ne kadar zararlı olduğuna dair açıklamalar yaparsanız stres seviyesinin artmasına ve dolayısıyla bir sigara daha yakmasına sebep olursunuz. Aslında iyilik yapmaya çalışırken insanın yapısı ve doğasını bilmediğiniz için zarara yol açarsınız. Bunun için insana dair hakikat algınızı daha iyi geliştirmeli ve insanın doğasını daha iyi kavramalısınız. Yani psikoloji, biyoloji, fizyoloji ve bunları temel alan insani bilimler felsefesi, biyoloji felsefesi, zihin felsefesini incelemelisiniz. Eğer bir toplumun ancak baskı ile hizaya geleceğine inanıyor ve güçlü/karizmatik liderlerin bir toplumu ileriye götüreceğine inanıyorsanız diktatörlerin çıkmasına vesile oluyor ve bu yolla toplum için acı üretiyor olabilirsiniz. Bu ve buna benzer hatalara düşmemek için siyaset bilimi ve felsefesi, tarih, sosyoloji ve sosyal bilimler felsefesi üzerine okuryazar olmanız gerekir. Yani dünyayı daha iyi bir hale getirmek için doğru bir dünya algısına sahip olmalısınız ki bunun yolu bilim ve felsefe okuryazarlığından geçmektedir.

Diğer nokta ise “daha iyi” kavrayışına dair sezgimizi geliştirme sorumluluğudur. Aslında herkes iyi olanı yapmak isterken neyin iyi ve değerli olduğu konusunda genelde yetiştirme tarzına dayanan bir sezgiye sahiptir. Tesadüflerle oluşan bu sezgiye sıkı sıkıya bağlanan kişiler çevresi ve kendisine mutsuzluk ve huzursuzluk yaratmaktadır. Örneğin daha fazla paranın, daha yüksek statüye sahip olmanın, şehvetin peşinden gitmenin, bedensel haz kaynaklarını takip etmenin bir insanın yaşamını iyi yapacağına dair inanç, tarih boyunca insanların birbirlerine zulmetmesiyle ve birbirilerine rahatsızlık vermesiyle sonuçlanmıştır. Yahut bir çocuğun eğitilmesi için dayağın zaruri olduğuna dair yaklaşım zorbaları ortaya çıkarmış ve şiddet bir nesilden diğerine aktarılmıştır. Olaylara sadece kendi bakışıyla yaklaşıp empatiyi reddeden görüşler sebebiyle öfke tohumları insanların zihinlerinde diri kalmış, öfkeli bir toplumu eğitimli bir topluma tercih eden fikirlerin sonucunda iç çatışma ve savaşlar kaçınılmaz olmuştur. Nihayetinde neyin iyi ve değerli olduğuna dair bilgece bir yaklaşım sergilemek dünyayı daha iyi hale getirmenin yoludur ve bu; iyi yaşam felsefesi, ahlak felsefesi, değerler bilimi ve meta-etik gibi alanları incelemeksizin gerçekleştirilemez. Elbette burada karakter gelişimine odaklanan kişiler bir Roma imparatoru olan Marcus Aurelius’un “İyi bir insan olmak hakkında tartışmakla daha fazla zaman kaybetme. İyi bir insan ol.” sözüne atıf yaparak bu fikri eleştirmeye çalışabilir. Lakin bu eleştiri, Marcus Aurelius’un bu sözü kendisine yazdığını göz ardı ederek sunulmuş olacaktır. Aurelius, yıllarca Stoacılık eğitimi almış, iyi yaşam felsefesi hakkında kitaplar okumuş, çok sayıda ahlak filozofundan ders görmüş ve bunu yıllarca pratik ettikten sonra bu sözü kendisine söylemiştir. Felsefeye yeni başlayan insanlara değil. Tufan Kıymaz bu sözü “İyi bir insan olmanın nasıl bir şey olduğu hakkında tartışmak iyi bir insan olmanı engellemesin” şeklinde anlamanın daha makul olduğunu iddia etmektedir ki ben de bu konuda Kıymaz ile aynı fikirdeyim. Nihayetinde ahlak felsefesi üzerine yıllarca çalışıp bilgece nasıl yaşanacağı üzerine düşündükten sonra öyle bir zaman gelir ki düşünceleriniz eylemlerinizi engellememelidir. Fakat o zamana kadar sorumluluğunuz bu alanlar üzerine kendinizi geliştirmektir.

Son konu ise dünyaya ve ahlaka dair anlayışımızla birlikte bu ikisini yorumlama biçimimizi geçerli ve sağlam kılmaktır. Her ne kadar makul bir hakikat algısına ve ahlak sezgisine sahip olsak da eğer safsatalar yapıyorsak hatalı yöne çekilmemiz yine de mümkündür. Sadece öncüllerimizin doğru olması yetmez, öncüllerden sonuca gidecek yolları da doğru bilmemiz gerekir. Aksi takdirde rasyonel olduğumuzu sanırken irrasyonel davranıyor olabiliriz. Sadece çoğunluk bir fikri savunuyor diye bir fikri savunabilir, tatsızlık çıkmasın diye “hayır” demeniz gereken şeye “evet“ deme eğilimine girebilir, övmemeniz gereken birini yanlış akıl yürüttüğünüz için övebilir, bir insanın davranışından yola çıkıp argümanlarına saldırabilirsiniz. Tüm bunlar ise neyin rasyonel neyin irrasyonel olduğunu bilmekle, beynin bilişsel eğilimlerine hakim olmakla, argüman incelemenin yol ve yöntemlerini anlamakla, safsataların yapısı ve işleyişini öğrenmekle giderilebilir. Kısacası mantık, bilişsel bilimler, nöroloji, sosyal psikoloji ve analitik felsefe bilmeniz gerekir.

Yani eğer en az bir ahlaken doğru önerme mevcutsa, insanların ahlak hakkında düşüncelerinin çatışması aslında iyi bir şeydir çünkü o konu hakkında düşünmeniz gerektiğini size hatırlatır. İki taraftan en az biri ya hakikate dair anlayışında ya neyin değerli olduğuna dair yaklaşımında ya da akıl yürütme biçimlerinde hata yapmaktadır. Nihayetinde tüm bu çatışmalar, bizim temel ahlaki sorumluluğumuzu bize yeniden gösterir: bilimsel ve felsefi okuryazarlık. Hatta biraz daha ileri giderek ilk ahlaki sorumluluğun bu olduğu bile iddia edilebilir. Dünyayı daha iyi hale getirmek istiyorsanız; dünyayı inceleyen bilimlerle o bilimlerin felsefesini, iyiyi inceleyen değerler bilimiyle o bilimlerin felsefesini ve nihayetinde doğru akıl yürütmek için mantığı ve rasyonaliteyi bilme sorumluluğunuz vardır. Yani bilimsel ve felsefi okuryazarlık ahlaki bir sorumluluktur.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Peter Singer Niye Veganlığı Savunmuyor? – Gary L. Francione

Sonraki Gönderi

Kapitalizm Öldü! Çok Yaşa Ekspertokrasi: Burnham’ın Menajeryel Devrimi 80’inde Horladı – William M. Briggs

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü