//

Farkındalık Problemi – Sahanika Ratnayake

Farkındalık her ne kadar kendisini nötr bir değer olarak tanıtsa da benlik ve evren hakkında (sorunlu) varsayımlarla dolu.

Üç yıl önce, ben Cambridge Üniversitesi’nde Felsefe yüksek lisansı yapıyorken farkındalık havada kalmış bir konuydu. Psikiyatri Bölümü, üniversitenin danışmanlık hizmeti ile iş birliği yaparak farkındalığın etkileri üzerine büyük ölçekli bir çalışma başlatmıştı. Tanıdığım herkes bir şekilde bu çalışmada yer alıyordu: ya düzenli olarak farkındalık derslerine katılıyor ve özenle anketleri dolduruyorlardı ya da benim gibi sınıf dışı bir kontrol grubunun parçasıydılar ve yine de kendilerini bu furyanın içinde buluyorlardı.  Yabancıların evlerinde tuhaf saatlerde toplanarak meditasyon yaparken heyecanla meditatif deneyimlerimizi tartışıyorduk. Garip bir dönemdi.

Yeni Zelanda ve Sri Lanka’da Budist olarak yetiştirilen biri olarak meditasyonla uzun bir geçmişim var ancak birçok ‘kültürel Katolik’ gibi, ilişkim büyük oranda yüzeyseldi. Çocukken de ailem beni tapınağa götürdüğünde çok sıkılırdım. Yine de, üniversitede akademik ortamın stresiyle başa çıkmak için psikoterapiye başvurdum. Pek de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Budist felsefe ve meditasyon etkisinde kalmış okullara ve yaklaşımlara ilgi duydum ki bunlardan biri de farkındalıktı. Yıllar boyunca, Cambridge testinden önce ve test sırasında terapistler bana çok sayıda farkındalık tekniği öğrettiler. Bana nefesimi gözlemlememi, bedenimi tarayıp duyumlarımın yelpazesini not etmemi ve zihnimdeki düşünce ve duyguların hareketini gözlemlememi söylediler. Bu son alıştırma genellikle kişiden gökyüzündeki bulutları veya bir nehirde sürüklenen yaprakları temel alarak düşüncelerini ve duygularını düşünmesinin istendiği görsel imgelemeyle yapılıyordu. Hatta yaygın bir aktivite (ben denemesem de), kuru üzümü farkındalıkla yemeyi içeriyordu. Bu aktivitede üzümü yerken dokusundaki değişimi, tadını, kokusunu ve tüm duyusal deneyimi baştan sona dikkatlice gözlemliyordunuz.

Cambridge öğrenimimin sonlarında, kendimi daha sakin, daha rahatlamış ve bunaltıcı hislerden daha uzaklaşmış biri olarak buldum. Deneyimim, meditasyonunun stres seviyelerini azalttığı ve duygusal dayanıklılık oluşturduğu sonucuna varan araştırma bulguları ile örtüşüyordu. Ancak aynı zamanda anlayamadığım bir dizi duygu nedeniyle endişelenmeye başlamıştım. Sanki duygu ve düşüncelerimi artık anlamlandıramıyor gibiydim. Yazdığım makalenin argümanı işlevsiz olduğundan mı kötü olduğunu düşünüyordum, yoksa sadece yaklaşan teslim tarihi nedeniyle mi endişeliydim? Neden bu kadar yetersiz hissediyordum? Bunun nedeni imposter sendromu ya da depresyon muydu yoksa bu tür bir araştırmaya uygun biri değil miydim? Sırf stresli ve melodramatik düşüncelere teslim olmaya meyilli olduğum için mi yoksa bunları düşünmek ve hissetmek için iyi bir nedenim olduğu için mi belirli düşünce ve duygularım olduğunu anlayamıyordum. Kullanmaya başladığım farkındalık pratikleri ve beni duygularımla meşgul olmaya teşvik etme şekli, kendime ve hayatıma giderek yabancılaşmama yol açtı.

Aradan geçen yıllarda, bu deneyim hakkında takıntılı hale geldim. O kadar ki, ne olduğunu anlayabilmek için tamamen farklı bir felsefe alanında doktora yapmayı bırakıp, yüksek lisans programlarına yeniden başvurarak kendimi zorlu bir sürece soktum. Fikirlerin modern farkındalık hareketine nasıl geçtiğini görmek için eski Budist metinlerinden meditasyon üzerine daha yeni kitaplara uzanan bir dizi kaynağı takip etmeye başladım. Keşfettiklerim, farkındalık meditasyonunun bizi düşüncelerimizle, duygularımızla ve hatta varoluşsal benliğimizle nasıl ilişki kurmaya teşvik ettiğine dair endişe verici sonuçlar içeriyor.

Eskiden Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar kendilerini anlamak için din veya felsefeye başvururken giderek psikoterapi ve onun benzerlerine yönelmeye başladılar. Farkındalık hareketi de bu öz değerlendirme ve sorgulamadaki kültürel alışkanlıkların değişimi için önde gelen örneklerinden biri. Farkındalık sanatlarının ortak noktası, kişinin kendisi hakkında kafa yormak yerine genellikle de “anın yargısız farkındalığı” olarak tanımlanan şimdiki ana dikkaet etmektir. Bunu uygulayanların deneyimlerine eleştirel veya değerlendirici bir şekilde yaklaşmaları caydırılır ve kendi düşüncelerinin içeriğini görmezden gelmeleri konusunda ise açıkça talimatlar verilir.

Örneğin, bir kuru üzümü yerken, odak noktanız onu tüketme sürecinde olmalıdır, kuru üzümleri sevip sevmediğinizi hatırlamak veya okul öğle yemeklerinizde kuru üzümleri aldığınız küçük kırmızı kutuları anımsamak değil. Benzer şekilde, nefesinize odaklanırken veya vücudunuzu tararken, can sıkıntısı ve hayal kırıklığı gibi duygulara teslim olmak yerine, aktiviteye konsantre olmalısınız. Hedef, hiçbir şey düşünmemek veya hissetmemek değil, aksine, ortaya çıkan her şeyi fark etmek ve aynı hafiflikle geçmesine izin vermektedir.

Farkındalık akımının bu kadar hevesli bir takipçi kitlesi bulmasının nedenlerinden biri, kendisini tarafsızlık ile süslemesidir. Modern farkındalık hareketinin öncülerinden Jon Kabat-Zinn’in 1994 tarihli “Wherever You Go” adlı kitabında, farkındalık “din veya bilimsel inançlarla çelişmez, size hiçbir şey satmaya da çalışmaz, özellikle de bir inanç sistemi veya ideoloji’’ iddiasında bulunur. Kabat-Zinn ve takipçileri, farkındalığın stresi hafifletmenin yanı sıra fiziksel ağrıyı hafifletmeye, zihinsel rahatsızlıkları tedavi etmeye, üretkenliği ve yaratıcılığı artırmaya ve “gerçek” benliğimizi anlamamıza yardımcı olabileceğini iddia ediyorlar. Farkındalık, çeşitli modern sorunların hepsine uyan bir çözüm olarak arka planı ve inancı ne olursa olsun herkesin yaşamına kolayca uyan, ideolojik olarak masum bir pratik haline geldi.

Farkındalığın metalaşması, uygulamalar aracılığıyla erişilebilenler ya da kurs ve ofislerde öğretilenler gibi sulandırılmış versiyonlarının çıkmasına yol açtı.

Ancak, farkındalığın eleştirileri de yok değil. Özellikle meditasyon uygulamaları açısından, Budizm ile ilişkisi sürekli bir tartışma konusu. Budist akademisyenler, çağdaş farkındalık hareketini, Budizm’i yanlış temsil etmekten kültürel sahiplenme iddialarına kadar her şeyle suçladılar. Kabat-Zinn, farkındalığın önemli Budist öğretilerinin doğruluğunu kanıtladığını iddia ederek suları daha da bulandırdı. Ancak eleştirmenler, farkındalığın yargısız olması yönüyle aslında Budist meditasyonuyla çeliştiğini söylüyor. Budist meditasyonda, farkındalığın aksine bireylere deneyimlerini Budist doktrini ışığında aktif olarak değerlendirmeleri ve bunlarla ilgilenmeleri söyleniyor.

Diğerleri, psikoterapinin ve farkındalığın hedeflerinin temel Budist inançlarla örtüşmediğine dikkat çekiyorlar. Örneğin psikoterapi acıyı azaltmaya çalışırken Budizm acının temellerini öylesine sağlamlaştırıyor ki ‘Yeniden doğuşun sefil döngüsünden tamamen kaçabilmek’ bir hedef haline geliyor. Üçüncü bir eleştiri çizgisi, “McFarkındalık” tabiriyle özetlenebilir. Yazar David Forbes ve yönetim profesörü Ronald Purser gibi eleştirmenler, farkındalığın terapiden ana akıma geçmesiyle beraber metalaştırma ve pazarlamanın Headspace veya Calm benzeri farkındalık uygulamaları, okulda ve kurslarda öğretilen farkındalık dersleri gibi sulandırılmış ve bozulmuş versiyonlar ortaya çıkardığını öne sürüyor.

Benim farkındalık ile olan kişisel şikayetlerim ise farklı bir düzene sahip. Farkındalık, tüm durumlar için çok amaçlı, çok kullanıcılı bir çözüm sunmayı iddia ederken, insanın kendisini anlaması gibi zor bir işi oldukça basitleştiriyor. Bu da teknolojik kolaylıkların, basit cevapların ve ipuçlarının olduğu modern kültüre mükemmel şekilde uyuyor. Ancak içinde yaşadığımız bu kültür en başta neden hayatımızdan bu kadar memnun olmadığımızı araştırmak yerine, sorunları çözmek için zihnimizin içeriğiyle oynamamızı teşvik ediyor.  Kendi deneyimimle de fark ettiğim şu ki, sadece düşüncelerimizi ve duygularımızı izlemek yeterli değil. Farkındalığın benliğimizi anlamamız açısından neden pek de iyi bir yöntem olmadığını anlamak için benliğin temeline gömülmüş olan varsayımları incelememiz gerekiyor.

Kabat-Zinn’in evrenselliğe dair iddialarının aksine, farkındalık aslında ‘metafiziksel varsayımlarla yüklüdür’. Uygulayıcıların aslında kolayca kabul edemeyecekleri fikirlere katılmalarına dayanır. Farkındalık, özellikle Budizm’deki anattā doktrinine veya “benliksizliğe” dayanır. Anattā, ruh veya herhangi bir bireysel temel olmadığı fikrini savunarak benliği metafiziksel olarak reddeder. Bu görüş, her birimizin kendi deneyimimizi temel alan özneler olduğumuzu inkâr eder. Buna karşılık, Batı metafiziği genellikle düşüncelerin, duyguların ve fiziksel duyumların varlığına ek olarak tüm bu deneyimlerin gerçekleştiği bir varlık olduğuna ve bu varlığa “ben” olarak atıfta bulunmanın anlamlı olduğuna inanır. Ancak Budist felsefeye göre bu fenomenin ait olduğu bir ‘kendi’ veya ‘ben’ yoktur.

Budistlerin anattā kavramının gerçekliğini göstermek için kullandığı teknikler ile farkındalık uygulayıcılarının egzersizleri arasında ne kadar çok ortaklık olduğu dikkat çekicidir. Örneğin, Budizm’deki bir teknik, düşünceleri, duyguları ve fiziksel duyumları inceleyip bunların kalıcı olmadığını fark etmek üzerinedir. Düşüncelerimiz ve duygularımız hızla değişirken fiziksel duyumlar da uyarılara yanıt olarak gelip geçerler. Dolayısıyla bunlar ömür boyu devam edecek varlıklar olamazlar. Benlik dediğimiz şey ise ne olursa olsun, geçici ve kısa ömürlü olamaz. Benlik için bu fenomenlerin hepsinin toplamıdır da diyemeyiz, çünkü hepsi eşit derecede geçicidir. Ancak sonra Budistler, bu fenomenlerin dışında öznel bir şey olmadığına işaret ederler. Sonuç olarak, hiçbir benlik yoktur. Duyumların bu geçici yapısını fark ettiğinizde, bu fenomenlerin kişiye benlik kazandırmadığını anlarsınız. Düşüncelerimin ait olabileceği bir ‘ben’ yoksa bu düşüncelerin ‘benim’ olduğu da iddia edilemez.

Günümüzdeki farkındalık uygulayıcıları, öncüleri olan Budistler gibi, bu “geçicilik” ve “bensizlik” konseptlerini vurgularlar. Farkındalık egzersizleri de şimdiki an içinde gözlemlenen şeylerin geçici doğasına tekrar tekrar dikkat çeker. Açık talimatlar (örneğin ‘düşüncelerinizin nasıl gelip geçtiğini görün’) ve görsel imgeler (örneğin ‘düşüncelerinizi gökyüzünde süzülen bulutlar gibi düşünün’) geçicilik fikirlerini güçlendirir ve kendi deneyimimize çok fazla kapılmamamızı teşvik eder (‘Sen düşüncelerin değilsin, sen çektiğin acı değilsin” gibi yaygın mantralar kullanılır).

Farkındalık, belli bir noktadan sonra hisleriniz için sorumluluk almanızı ve onları analiz etmenizi engelliyor.

Farkındalığın anattā ile yakın ilişkisi nedeniyle önceden kendime yabancılaştığımı ve yönelim bozukluğu yaşadığımı düşünüyorum. “Bensizlik” öğretisi ile sadece daha tanıdık olan öz anlayışımızı değil aynı zamanda düşünce ve duyguların da kendimize ait olduğu fikrini de bırakıyoruz. Böyle yaparak neden belirli bir şekilde düşündüğümüzü ve hissettiğimizi anlamak ya da hayatımız hakkında daha geniş bir perspektife sahip olmak daha zor hale geliyor. Kendimizi anlama arzumuz, öncelikle anlaşılması gereken bir şey olduğu inancını gerektirir. Bu inanç metafiziksel bir olguya olmak zorunda olmamakla beraber kişinin karakteri veya kişiliği gibi daha sıradan ve kalıcı bir konsepte de olabiliyor. Düşüncelerin ve duyguların sadece zihnimizde meydana gelen bağlantısız, geçici olaylar olduğunu düşünmeyiz. Aksine, bir şekilde bizi yansıttıkları için onları bize ait olarak görürüz. Örneğin, nevrotik olduklarından endişe eden insanlar, muhtemelen güvensiz ve kaygılı hislerinin tekrarlaması ve saçmalaması eğilimi nedeniyle bu şekilde düşüneceklerdir. Bu hislerin, belirli bir kişilik veya karakter özelliğine sahip olmalarından kaynaklandığını kabul edeceklerdir.

Tabii ki, kendi endişe dolu düşüncelerinizden ve duygularınızdan uzaklaşmak pragmatik açıdan faydalı olabilir. Onları süzülmekte olan yapraklar gibi görerek ve kalbimizdeki duyguların hararetinden biraz uzaklaşarak kalıpları fark edebilir ve tetikleyen unsurları belirleyebiliriz. Ancak farkındalık, belli bir noktadan sonra hisleriniz için sorumluluk almanızı ve onları analiz etmenizi engelliyor. Neden belirli bir şekilde düşünüyor ya da hissediyor olabileceğinize dair farklı açıklamalar arasında bir seçim yapmanıza pek yardımcı olmaz. Bu düşünce ve duyguların karakteriniz hakkında neler ortaya çıkarabileceğini de netleştiremez. Anattā doktrini ile bağlantılı olan farkındalık, sadece “Ben hislerim değilim.” gibi klişeler sunabilir. Sağladığı kavramsal araçlar “Kendimi güvende hissetmiyorum,”, “Endişeliyim” veya hatta “Belki de nevrotik bir insanım,” gibi daha yüzleşme gerektiren ifadelere imkan vermez. Duygu ve düşüncelerin kendine ait olduğunu kabul etmeden, onlardan sorumlu olmak zordur. Bireyler ve zihinsel fenomenleri arasındaki ilişki, kişisel geçmişleri ve sorumlulukları ile ilgili soruları kapsayan, karmaşık bir ilişkidir. Bu konular bu kadar kolay bir şekilde bir kenara bırakılmamalıdır.

Farkındalık, duygu ve düşüncelerinizle aranızdaki ilişkiyi kesmenin yanı sıra kendini anlamayı da başka bir açıdan zorlaştırır. Benliğinizden vazgeçerek, onu çevresinden ve dolayısıyla açıklayıcı bağlamından ayırırız. Bu yazıyı yazarken son bir aydır oldukça mutsuzdum. Farkındalık öğretileri ile hareket etseydim sadece üzüntü, çaresizlik ve kaygı gibi düşüncelere sahip olduğumu belirtebilirdim. Farkındalık dolaylı olarak tekrarlayan düşüncelerimin içeriğini toparlamama yardımcı olabilirdi ancak benlik fikri olmadan daha fazla içgörü kazanamazdım. Duygu ve düşünce kuyrukları, kendi başlarına hayatımızdaki küçük bir olaya orantısız tepki verip vermediğimizi veya benim için son zamanlarda yaşadığım trajik olaylara uygun tepki verip vermediğimi söylemenin bir yolunu sağlamaz.

Neden bir şekilde düşündüğünüze ve hissettiğinize dair daha kapsamlı açıklamalar aramak için kendinizi belirli bir bağlamda faaliyet gösteren ayrı bir birey olarak görmelisiniz. Benliğinize dair bir açıklamaya sahip olmalısınız, çünkü bu hangilerinin sizden akıp giden düşünceler olduğunu ve hangilerinin bu bağlama yanıt olabileceğini ayırır. Kendimden örnek vermem gerekirse, nevrotik bir endişelenmeye ve aşırı düşünmeye eğilimim olduğunu biliyorum. Kendimi belirli bir bağlamda bir birey olarak düşünmek, bu endişelerin kaynağının iç karakter özelliklerimden mi yoksa sadece harici bir duruma mı tepki verdiğimden kaynaklandığını belirlememe izin veriyor. Çoğu zaman cevap ikisinin karışımı olarak çıkıyor ancak bu belirsizlik bile düşünce ve duyguların ve aynı zamanda ortaya çıktıkları özel bağlamın dikkatli bir şekilde incelenmesini gerektiriyor.

Asıl sorun, farkındalığı tüm modern hastalıklar için her derde deva olarak sunma eğilimidir.

Farkındalığın bağlamı göz ardı etme eğilimi sadece öz anlayışımızı daraltmakla kalmaz. Aynı zamanda zihinsel sorunları tehlikeli bir şekilde apolitik hale getirir. Zihinsel sağlık sorunlarının ana nedenlerini araştıran ve gittikçe artan bir literatüre rağmen politikacılar herkesi kapsayan, düşük maliyetli, sözde tüm sorunları dahil eden çözümlere güvenme eğilimindedirler. Odak noktası, bu sorunlara yol açan daha derin sosyoekonomik ve politik koşulları sorgulamak yerine yalnızca bir bireyin zihninin içeriğine ve sıkıntılarının hafifletilmesine yönelik olma eğilimindedir. Örneğin, yaşlı insanlar depresyon yaşamaya daha eğilimlidir ancak bu durum genellikle sosyal izolasyon veya finansal baskıları düşünmek yerine farmasötik ve terapi bazlı çözümlerle ele alınır. Farkındalık, basitlik ve bireyselleştirme trendine uygun bir şekilde hareket eder. Benlik hakkındaki yerleşik varsayımları onu daha geniş değerlendirmeleri ihmal etmeye yatkın hale getirir çünkü farkındalık bireylerin toplum tarafından zora düşürüldüklerine ve toplumdan etkilendiğine dair fikirlere izin vermez.

Farkındalık öğretisini kullanan herkesin benim gibi düşüncelerinden uzaklaşacağını veya bunun kaçınılmaz olarak kendilerini anlama kapasitelerini kısıtlayacağını söylemek istemiyorum. İçsel deneyimlerimizin kargaşasından biraz uzaklaşmamıza yardım etmede yararlı bir araç olabilir. Sorun, farkındalığı toptan bir çare, tüm modern hastalıklar için her derde deva bir ilaç olarak sunma yönündeki mevcut eğilimdir.

Hala zaman zaman farkındalıkla ilgileniyorum ancak bugünlerde bunu daha kısıtlı bir şekilde kullanmaya çalışıyorum. Düzenli bir pratiğe devam etmek yerine zor bir iş günü geçirdiğimde veya uyku sorunu yaşıyorsam farkındalık meditasyonu yapabiliyorum. Herkese her şeyde yardımcı olacağı vaadiyle çıkan farkındalık hareketinin hatası, kişisel olmayan pratiklerini üstün veya evrensel olarak kullanışlı bir şekilde sunmasıdır. Farkındalığın Budist doktrinindeki anattā fikrine dayanan kökleri, düşüncelerimiz ve duygularımızın hangilerinin kendimizi yansıttığını, hangilerinin çevreye yanıt olarak ortaya çıktığını ve belki de en zor soru olan bununla ilgili ne yapmamız gerektiğini açıklamak için gereken derin, düşünceli bir analizi arka plana itiyor.


Sahanika Ratnayake – “The problem of mindfulness“, (Erişim Tarihi: 20.10.2023)

Çeviren: Eren Taha Yalçın

Çeviri Editörü: Yiğit Aras Tarım

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Natüralizme Karşı Epistemolojik Bir Argüman – James N. Anderson

Sonraki Gönderi

Sistemik Irkçılık Argümanı Özgür İradeyi Yok Sayıyor – Anders Koskinen

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü