Üniversitede münazara ve tartışma üzerine bir ders almıştım. Daha doğrusu dersi aldığımı söylemek biraz abartılı olabilir zira sınıf arkadaşlarımın siyasi görüşlerine karşı çıktıktan ve hocamdan şu iddiayı duyduktan birkaç gün sonra dersi bıraktım:
Kanıtlayabilsem de kanıtlayamasam da kurumsal ırkçılık bir gerçektir.
Eğer sınıftaki tartışma standardı buysa o dönem pek bir şey öğrenemeyeceğimi ve zamanımı ve paramı Minnesota Üniversitesi’ndeki başka herhangi bir derse harcamamın daha iyi olacağını düşündüm.
Ne yazık ki şu anda Amerika’nın siyasi söyleminin tamamı olmasa da çoğunun standardı bu gibi görünüyor. Politikadan anlamayacak kadar küçük çocuklar aşırı hevesli ebeveynler tarafından protestolara götürülüyor; üniversite mezunları Black Lives Matter’ın neyi savunduğunu anlamadan bu gruba bağlılık yemini ediyor ve politikacılar, COVID-19 toplum mühendisliğinin her türlü yönünün, bu politikaların kendi başlarına yarattığı etkiden bağımsız olarak “sadece bir hayat kurtaracaksa” dahi buna değeceğini savunuyor.
Kurumsal ırkçılıktan hükümetin pandemide sokağa çıkma yasakları getirmesi gerektiğine kadar tüm bu tartışmalarda, gazetecilerin, politikacıların ve yayıncıların ve yurttaşlarına nasıl davranmaları gerektiğini dikte eden sözde uzmanların felsefelerinde kilit bir unsur tamamen ve şeffaf bir şekilde eksik.
Amerika, kişisel eylemlilik kavramını kavrama yetisini kaybetti.
Politikacılar ve aktivistler için insanlar artık rasyonel aktörler -hatta irrasyonel aktörler- değil. Onlar sadece birer istatistikten ibaret. 1962 yılında yazılmış olmasına rağmen Frank Meyer’in In Defense of Freedom‘daki sözleri 2020 yılında bir kez daha gündeme geldi:
Hâkim entelektüel atmosferde, ahlaki veya felsefi bir değer sistemine dayanan ve insanın doğası açısından geliştirilen siyasi ve sosyal meselelere ilişkin teorik bir araştırma kavramı küçümsenmektedir. Fizik bilimiyle yapılan (inceleme nesnelerinin öznellik, irade, bilinçli öz-yönelim olmaksızın yalnızca nesnelerden ibaret olduğu) yanıltıcı bir benzetmeyle sosyal teori ‘sosyal bilimler’ ve siyaset teorisi de ‘siyaset bilimi’ haline gelir; disiplinler doğa bilimlerinin birebir taklidiyle tasarlanır.
İşte “beyaz ayrıcalığı” ve “sistemik ırkçılık” da bu şekilde ortaya çıkıyor.
Birey yoktur, sadece gruplar ve bir grubu yükseltirken diğerini ezdiği varsayılan belirsiz bir “sistem” vardır.
Irkçı insan diye bir şey yoktur, sadece ırkçı halk vardır.
Salgının ortasında bireylerin kişisel sorumlulukla hareket edeceğini, kendileri ve sevdikleri için güvenli kararlar vereceğini varsaymak düşünülemez. Hayır, hükümet en iyisini bilir. Sonuçta veriler ve uzmanlar federal düzeyde bulunuyor. Bireyin “ahlaki ya da felsefi değer sisteminin” karar verme sürecine ne yönde etki edeceğinin ne önemi var?
Meyer, siyasetin yüksek otoritelerinin “siyaset biliminin var olanın analiziyle sınırlı olduğu, ahlaki ya da felsefi sorgulamayla hiçbir ilişkisi olmadığı konusunda hemfikir olduklarını” savunmaya devam ediyor. Ayrıca bu tutumun gazetecileri, yayıncıları ve politikacıları da derinden etkilediğini belirtiyor. O halde söylemimizin bu kadar mutlakçı ve toksik olması şaşırtıcı mı?
Bu durum, bireylere bilinçli ve makul seçimler yapabilecekleri çok az özgür irade bırakıyor. Yine de Katolik Kilisesi İlmihalinde belirtildiği gibi:
Özgürlük, kökleri akıl ve iradeye dayanan, eyleme geçme ya da geçmeme, şunu ya da bunu yapma ve böylece kişinin kendi sorumluluğunda bilinçli eylemlerde bulunma gücüdür. Kişi özgür iradesiyle kendi hayatını şekillendirir. İnsan özgürlüğü, hakikat ve iyilikte büyüme ve olgunlaşma için bir güçtür; en yüce varlığımız olan Tanrı’ya yöneldiğinde mükemmelliğine ulaşır.
İnsanlara bir politika yerine başka bir politika izlemekten başka seçenekleri olmadığını söylediğimizde, içinde bulundukları durumun baskıcı bir sınıfın (milyarderler, beyazlar ya da başka bir grup) suçu olduğunu söylediğimizde, onların elinden eylemliliklerini almış oluruz. Her zaman yapılabilecek başka seçimler vardır. Aksini iddia etmek sahtekârlık ve entelektüel tembelliktir.
Meyer, insanın “iyi ve kötü arasında yaşadığını” ve “yaptığı seçimlerle kaderini gerçekleştirdiğini” yazmıştır. “Seçim yapma gücü, bu doğuştan gelen özgürlük, insan varoluşunun dramının merkezinde yer alır.”
İnsan eylemliliğini ve özgür iradesini kamusal yaşamımızdan çıkarma dürtüsüne direnmeliyiz. Zira bu yolun sonunda sadece tiranlık vardır. Tarih, grup savaşına dayalı tanrısız bir toplumun sürdürdüğü vahşeti çok sık görmüştür.
Anders Koskinen – “The Systemic Racism Argument Ignores Free Will“, (Erişim Tarihi: 25.10.2023)
Çevirmen: Yiğit Bozankaya
Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan