Felsefe Röportajları #12 Mehtap Doğan

/
46 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Taner Beyter (TB): Hocam öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler; kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Mehtap Doğan (MD): Ben teşekkür ediyorum teklifiniz için. Ben Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Yüksek lisans ve doktora eğitimimi araştırma görevlisi olduğum Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde tamamladım.  Şimdi de aynı üniversitede felsefe bölümü öğretim üyesiyim. Bölümde ders yüküm biraz fazla. Her dönem 5-6 lisans dersi, 2 lisansüstü dersi ve lisansüstü tez danışmanlıklarım var. Bunların üzerine bir de yazılmayı bekleyen makaleler, bildiriler eklenince “serbest zaman” neredeyse hiç kalmıyor. Bu sebeple, eğitim-öğretim dönemlerinde bazen kendimi makine gibi hissettiğim oluyor, algoritmanın dışına çıkamıyorum. Dolayısıyla ilgi alanlarım da felsefenin çeşitli disiplinleri arasında sıkışıp kalıyor. Fakat bireysel araştırma alanım zihin felsefesi ve yapay zekâ felsefesi.

(TB): Bildiğiniz gibi ülkemizde 80 civarında felsefe bölümü mevcut, ortaya konulan işlere baktığımızda akademik anlamda Türkiye’de felsefenin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bizden filozof çıkar mı?

(MD): Türkiye’de felsefenin durumu hakkında kafam gerçekten karışık. Bir yandan felsefe bölümlerindeki bu niceliksel artışın bir noktada niteliksel artışa da yol açması gerektiğini düşünüyorum. Nitekim felsefe alanında çalışan araştırmacı sayısındaki artış, felsefenin yalnızca günlük hayattan kopuk, toplumsal sorunlarla ilgilenmeyen sırça köşklerdeki insanlara ait olduğu algısını büyük ölçüde kırdı. İlgilenilen felsefî meselelerin çeşitliliği her geçen gün artıyor. Güncel tartışmaları sanki artık daha kısa sürede yakalıyoruz. Felsefe tarihi çalışmaları daha fazla derinlik kazanmaya başladı. 10 yıl öncesinde kimsenin üstünde durmadığı felsefî disiplinler şimdi çok sayıda akademisyen tarafından araştırma konusu hâline getiriliyor. Bunlar felsefenin bilinirliğinin artması ve felsefeye olan ilginin artması açısından güzel şeyler.

Ancak diğer yandan felsefe eğitimi açısından baktığımda bu kadar felsefe bölümünün çok fazla olduğunu düşünüyorum. Bu yıl (2021-2022 eğitim yılı) üniversite sınavında baraj kaldırılmasına rağmen birçok felsefe bölümü ya öğrenci bulamadı ya da kontenjanı dolduramadı. Çünkü felsefe bölümleri, mezunlarına bir meslek vadedemiyor. Felsefenin iş hayatında maalesef somut bir karşılığı yok. Dolayısıyla, bu 80 küsür felsefe bölümünün birçoğuna öğrenciler aslında felsefe okumak için gelmiyor, üniversite diplomam olsun da hangi bölümden olursa olsun diye geliyor. Ancak felsefe asla bu motivasyonla okunacak bir bölüm değil. Ki zaten kendi bölümümden örnek verirsem, bölüme yerleşen öğrenci sayısının ancak dörtte biri kadarı mezun oluyor, diğerleri bırakıyor. Felsefeye öncesinde hiç ilgisi olmamış bir öğrenci için, felsefe korkunç bir alan. Çok geniş bir alan, genellikle soyut meseleler konuşuluyor, çok fazla okumanız gerekiyor, iyi bir felsefeci olmak istiyorsanız yabancı dil bilmeniz gerekiyor, mantıkla aranızın iyi olması gerekiyor. Öğrencileri şaşırtan ve zorlayan çok fazla husus var. En önemli sorunlardan birisi de tüm eğitim hayatları boyunca çoktan seçmeli sorularla ilerleyen çocukların, bir anda düşüncelerini yazılı olarak ifade etmeye başlamaları. Bu, onlar için gerçekten bir paradigma değişimi oluyor ve öğrencilerin bir çoğu bu değişime uyum sağlayamıyor. Bu yüzden de felsefe bölümlerinin birçoğu sonrasında akademide başarılı olacak öğrenciler yetiştiremiyor. Tabii bu olumsuzluklara rağmen felsefeye ilgi duyan gençlerin sayısında da görülür bir artış var. Ancak genele baktığımızda lisansta ilgili ve meraklı öğrenci sayısı, diğerlerine oranla çok düşük kalıyor. Felsefeyle ilgilenen gençlerin birçoğu da gelecek kaygısından ötürü başka bölümlerde lisans eğitimi almayı tercih ediyorlar. Sonuç olarak felsefe bölümleri sayıca gerçekten fazla.

Bizden filozof çıkar mı? Filozofu kullandığımız anlamı revize edersek evet ama etmezsek de evet. Neden çıkmasın ki? Filozofluk bir meslekse, bu mesleği layıkıyla yapan çok sayıda hocamız oldu ve hâlen var. Tabii ki bu filozof olmak için akademide olmak gerekir anlamına da gelmiyor. Ama sanıyorum biz filozof kelimesini bu tanımı aşan bir anlamda kullanıyoruz. Ben artık felsefe aktarıcılığını bırakan, çalıştığı meselelere çokça kafa yoran, özgün iddialarının peşinden gitmeye çalışan birçok insan olduğunu görüyorum. Filozofumuz olması için kendi zihinsel sınırlamalarımız dışında bir engel yok.

(TB): En çok ilgilendiğiniz alanlarının zihin felsefesi ve yapay zekâ gibi alanlar olduğunu görüyoruz. Bu alanları sizin için daha çekici kılan şeyler nelerdir? Bu alanla ilgilenmek isteyen genç felsefecilere neler önerirsiniz?

(MD): Lisans yıllarımdan beri, kimi zaman başka alanlara kaymaya çalışsam da ilgimi en çok çeken sorular zihin felsefesinin problemleriyle ilgili oldu. Sebebini çok bilmiyorum. Belki de doğrudan “ben”le ilgili olduğu içindir. Neticede çok iyi ve çok açık bildiğini varsaydığın “zihnin” üzerine düşünüyorsun. Sorular bütün bildiklerinin bir yanılsama olabileceği ihtimali üzerine kurulu ama kendi adıma bu ihtimali aşmaya çalışan argümanlar üzerine kafa yormak heyecan veriyor.

Yapay zekâ zaten sürekli “yapamaz” denilen şeyleri yaparak, üzerine yapılan felsefi sorgulamaları da canlı tutuyor. Hem yapay bilinç üzerine tartışmalar hem de yapay zekânın etik boyutlarıyla ilgili tartışmalar sürekli olarak yeni bir boyut kazanıyor. Bu alanda çalışmak isteyen genç felsefecilere söyleyebileceğim şey “doğru” bir karar verdikleri olacaktır. Önümüzdeki on yıllar dünya gündemini belirleyecek olan bir mesele üzerine çalışmak kesinlikle sıkıcı olmayacaktır. Ancak bu alanın şöyle bir zorluğu var; güncel gelişmeleri takip etmek zorundasınız ve bu bazen yorucu olabiliyor. Hem zihin felsefesi hem de yapay zekâ felsefesi iyi derecede İngilizce bilip, literatürü çok sıkı takip etmeyi gerektiriyor. Ve ikisi de disiplinler arası çalışma yapabilmeyi gerekli kılıyor. En azından bilişsel bilim, nörobilim, yazılım ve robotik alanlarında temel seviye bilgiler olmadan sağlam argümanlar kurmak ve tartışmaları takip edebilmek çok zor.

(TB): Zihin felsefesinin ünlü Qualia Problemi ve Mary’nin Odası Düşünce deneyine dair görüşünüz nedir? Bilim bize bilinci açıklayabilir mi?

(MD): Qualia problemine yönelik hiçbir indirgemeci ve yanılsamacı yaklaşımı kabul edemiyorum. Bazen rasyonel olarak ikna olmaya yaklaşsam dahi sezgisel olarak sanırım hiçbir zaman qualiayı yok sayamayacağım. Bu sebeple de Mary’nin Odası düşünce deneyinin hem epistemolojik hem de ontolojik olarak çok güçlü bir argüman sunduğunu düşünüyorum. Kırmızının deneyiminin bilgisi, kırmızının fiziksel bilgisinden farklıdır. Aslında bu bana apaçık görünen bir iddia ancak son zamanlarda özellikle halüsinatifler ve anesteziklerin deneyime etkileri üzerinden yapılan nörobilimsel çalışmalar öznel deneyimin nöral bağıntılarını açıklama yönünde ikna edici bir güce sahip. Bir deneyimin o deneyim olmasına yol açan nöral bağıntıları açıklayabiliriz. Bilim bize bilinçli durumların nasıl var olduğunu bir aşamada açıklayabilir ancak bilincin neden var olduğunu açıklayamaz bana göre. Hâlâ bilinçli deneyimin bağıntıları ile bilinçli deneyim arasında bir boşluk olduğu konusunda ısrarcıyım; benim kafamın içindeki dünya, dışsal olan hiçbir şeye tercüme edilemez gibi görünüyor.

(TB): Çağdaş felsefenin mevcut durumu ve yönü hakkında ne düşüyorsunuz? Özellikle bilinç ve zihin felsefenin çokça tartışıldığı birçok yeni kuramın geliştirildiği bu dönemde bilim ile felsefe arasında bir rekabet mi yoksa yakınlaşma mı söz konusu size göre?

(MD): Çağdaş felsefede fenomenoloji ve analitik felsefe, iki merkezi bakış açısını oluşturuyor. İkisinin de iyi oldukları konular var. Bence bu ikilik kalmaya devam etmeli çünkü bu iki alan birbirini sürekli olarak besliyorlar bana göre. Bilim ile felsefe arasında da ayrıştırıcı bir rekabet olduğunu düşünmüyorum. Özellikle benim çalıştığım alanda bilimsel verileri yok saymanın bir anlamı yok, aksine eldeki bulgulardan hareketle felsefî düşünüşün bilimsel çalışmalara da yön verdiğini düşünüyorum. Bugün bilinç üzerine çalışan nörobilimcilerin büyük çoğunluğu “zor problemi” kabul ediyor ve bunu çözümlemenin yollarını arıyorlar.

(TB): Öncül Analitik Felsefe Dergisi olarak çalışmalarınızı bir süredir yakından takip ediyoruz ve dergimiz hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyoruz açıkçası. Bize yönelik eleştiri ve tavsiyeleriniz nelerdir?

(MD): Ben de sizin ilk takipçilerinizdenim. Özellikle yaptığınız çeviriler ile Türkçe felsefe literatürüne muazzam katkı sağlıyorsunuz. Analitik felsefenin Türkiye’de bilinir hâle gelmesinde katkınız çok büyük. Özellikle gençlerin sizi severek takip ettiğini görüyorum ve bu çok önemli. Bu arada bir öneri olarak Youtube kanalınızı daha aktif kullanabilirsiniz ve de yüz yüze seminerlerinizin sayısını çoğaltabilirsiniz. Buna dair bir beklenti olduğunu kendi öğrencilerimden biliyorum. Kendi adıma tüm Öncül Analitik Felsefe Dergisi ekibine Türkiye’de analitik felsefeye katkılarından ve emeklerinden dolayı çok teşekkür ediyorum.

 Mehtap Doğan hocamızın çalışmalarına daha yakından bakmak için: https://avesis.aybu.edu.tr/mdogan/yayinlar

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kierkegaard: Genç, Özgür, Kaygılı – Gary Cox