Kitap Analizi: Madde ve Bilinç (Zihin Felsefesine Güncel Bir Bakış) – Taner Beyter

//
1231 Okunma
Okunma süresi: 21 Dakika

Künye

  • Yazar: Paul M. Churchland
  • Çevirmen: Berkay Ersöz
  • Editör: Kerem Cankoçak
  • Yayınevi: Alfa Yayınları
  • Barkod: 9786051064321
  • Sayfa Sayısı: 280
  • Son Basım Tarihi: Temmuz 2018
  • Ebat: 13,5 X 21
  • Satın Alma Bağlantısı: Amazon

İncelemeye Başlamadan Önce…

Felsefe veya bilim tarihine aşina olanlar geçmiş dönemlerdeki bilim insanı-filozof konseptini bilirler. Bu dönemlerde bilim insanları filozof, filozoflar ise bilim insanlarıydı. Özellikle Antik Yunan döneminden Newton’a değin uzanan bu dönemde popüler isimlendirme “doğa felsefecisi” idi. Bilindiği üzere, kimileri için 17-18. yüzyıl, kimileri için ise 18-19. yüzyılda, bilimler felsefeden bağımsızlaştı. Bugün felsefe ile bilim arasındaki ilişkinin yönü hakkında birçok farklı tartışma ve yaklaşım mevcut. Bu yaklaşımlardan biri geçmiş dönemlerdeki bilim insanı-filozof konseptine geri döndüğümüzü ileri sürüyor. İnceleyeceğimiz bu kitap da tam olarak bu yöndeki bir görüşü destekliyor. Yazar hem filozof hem nörolog hem de bilişsel bilimler ile ilgilenen bir araştırmacı!

Kitabı okumaya başlamadan önce bu çerçeveyi, yani bilim insanı-filozof konseptini göz önüne alarak sayfaları karıştırmak anlamlı olacaktır. Bununla birlikte yazar, eşi ile birlikte (Patricia Churchland) Nörofelsefenin kurucularından kabul edilmektedir. Fakat asıl göz önüne almamız gereken şey Churchland’lerin geliştirdiği Eleyici (Eliminatif) Materyalizm yaklaşımıdır. “Madde ve Bilinç” kitabı materyalist bir çizgiden, özellikle de Eleyici Materyalizm çerçevesinden kaleme alınmıştır, bu nedenle öncelikle bu yaklaşımı tanımamız kitabı anlamamıza yardımcı olacaktır.

Eleyici Materyalizm Nedir?

Çağdaş zihin felsefesinde iki ana materyalist yaklaşım vardır: İndirgemeci Materyalizm ve Eleyici Materyalizm. İndirgemeci materyalizm (İng: “reductionist materialism” veya “reductionism”), “özdeşlik teorisi” olarak bilinmekte ve bilinç ile beynin özdeş olduğunu savunmaktadır. İndirgemeci materyalistlere göre her zihin durumu aynı zamanda bir fiziksel durum ile özdeştir. Zihin durumlarının özdeş oldukları fiziksel durumlar ise beyin olmalıdır.

Eleyici materyalizm ise psikolojik öğelere yönelik genel-geçer tutum veya kavrayışımızın (halk psikolojisi) tümüyle yanlış bir teori oluşturduğuna dair tezdir. Peki halk psikolojisi nedir? Çünkü Eleyici Materyalizm’in eleyiciliği tam olarak bu halk psikolojisinin eleneceğini iddia etmektedir, o halde neyin eleneceğini konuşmalıyız.

Bu yaklaşımın temel tezi şöyle: Bir kişi su içmeye kalkarsa, su içme davranışına girişecektir; yani bir niyet ile bir eylem sergileyecektir. Bu durumda biz, kişinin niyeti (veya arzusundan) hareket ederek davranışını açıklamış oluruz. “Ahmet niye su içmiştir? Çünkü su içmeyi arzulamış veya susadığı için su içmeye niyetlenmiştir.” deriz. Gündelik hayatta hem kendi davranışlarımızı ve hem de başkalarının davranışlarını açıklamak ve tahmin etmek için başvurduğumuz bir çerçeve vardır. Bu çerçeve bir teori işlevi görür. Şayet Musa, İbrahim’e iyi davranıyorsa, onu sevdiğini söyleriz. Bu ifademiz, bir önermesel tutumdur. Halk psikolojisi bir anlamda önermesel tutumlar toplamıdır. Bu, belirli bir teorik çerçeveden insanların zihinsel durumları ve davranışlarını yorumladığımız anlamına gelir. İşte eleyici materyalizmin iddiası da tam budur; nörobilim geliştikçe, gelecekte, bu halk psikolojisi açıklama tarzı elenecektir.

O halde söyleyebiliriz ki, halk psikolojisi, amacı davranışı açıklamak/öngörmek olan bir düşünsel yapıdır. Halk psikolojisini düşünce, inanç, arzu gibi zihinsel faaliyet ifade eden kavramlar ve bu kavramların içerildiği genellemeler vasıtasıyla sağlayan bir teori olarak düşünebiliriz. Şayet halk psikolojisi bir teori ise, tüm diğer teoriler gibi yanlışlanabilir olmalıdır. Kaldı ki geçmişe şöyle bir baktığımızda pek çok teorinin yanlışlandığını görmemiz mümkün. Halk psikolojisi niçin yanlışlanmasın? Eğer yanlışlanırlarsa inanç, arzu, niyet gibi kategorilerin hiçbir anlam ifade etmediğini söylemiş olacağız gibi duruyor. Bu epey radikal bir yaklaşım.

Asıl Problemin Doğduğu Yer: Qualia

Önce elma yediğinizi, sonra ise kahve içtiğinizi düşünelim. Elma tadı ile kahve tadı farklıdır ve birbirine indirgenemezler. Elma yediğinizdeki tat tecrübesi ile kahve içtiğinizdeki tat tecrübesi başka bir tecrübe ile karşılaştırılamaz olan ve “öznel”dir. Tecrübelerin, yalnızca kişinin kendisine açık olan bu fenomenal yönlerinin tümüne qualia veya kualia denmektedir. Zihin felsefesindeki birçok yaklaşım qualia’nın ne olduğu ve fiziksel olarak yani bilim aracılığıyla veya üçüncü kişinin bakış açısıyla (nöroloji vb ile) açıklanıp açıklanamayacağı üzerine odaklanmaktadır. Bu tartışmalar günümüzde “Fenomenal Bilinç” başlığı etrafında kümelenir.

Eleyici materyalizm (İng: “eliminative materialism” veya “eliminativism”) bilinci ve dolayısıyla fenomenal bilinci “halk psikolojisi” olarak adlandırılan bir kümeye sokmaktadır. Bu küme ise bilimsel terimlerle açıklanamayacak, tanımı ve kapsamı belirsiz olan kavramları kapsamaktadır. Bu bakış açısı ile fenomenal bilincin varlığı tartışılmaya açılmakta ve kimilerine göre ise fenomenal bilincin varlığı kökten reddedilmekte, dolayısıyla fenomenal bilinç sorununun varlığı da temelden yadsınarak çözüm tartışmalarına girilmemektedir.[1]

Rakip Teoriler

Bu yazdıklarımız çerçevesinde okuyucunun göz önüne alması gereken şey şudur: Zihnin doğası ve qualia problemi üzerine birçok farklı yaklaşım mevcuttur ve bu kitap da belirli bir materyalist yaklaşımı yansıtmaktadır.

Öyle görülüyor ki çağdaş zihin felsefesi bugünlerde altın çağını yaşamaktadır. Bilişsel bilimler ve deneysel psikoloji ile birlikte Nörofelsefe alanındaki gelişmeler (interdisipliner olmanın sınırları bulanıklaşmaktadır ve kimse bundan pek şikayetçi değil gibi duruyor) bir anlamda felsefenin geçmişteki temel tartışmalarından olan Descartes’in zihin-beden düalizmine bir yandan ise gelecekteki temel tartışmalarından olacak olan yapay zeka tartışmalarına dek uzanmaktadır. Bu bilim-felsefe ilişkinin güncelliğine yön vermekle birlikte, bilim felsefesi ve psikoloji felsefesinde de yeni tartışmalara kapı açmaktadır. Görüldüğü üzere felsefe hala kanlı canlıdır.

Epifenomenalizm, Panpsişizm, Eleyici materyalizm, İndirgemeci materyalizm, Gizemcilik İşlevselcilik, Yanılsamacılık, Nitelik Düalizmi, Töz Düalizmi, İdealizm gibi birçok farklı teori bilincin doğasını anlamak ve açıklamak için hararetli tartışmalara girişmektedir. Bu nedenle Madde ve Bilinç kitabında birçok başka teorinin lehinde ve aleyhinde argümanlar sıralanırken Eleyici Materyalist çerçevesinden yaklaşılmaktadır.

“Madde ve Bilinç?” Kitabını Neden Okumalısınız?

  • Zihin felsefesi, Nörofelsefe ve Bilim felsefesi ilginiz varsa ama nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, bu kitapla başlayabilirsiniz.
  • Churchland’ın bakış açısıyla, yaşamın nasıl evrimleştiği, evrende yaşamın olup olmadığı, yapay zeka çalışmalarının temel mantığının ne olduğu veya bir problemin nasıl ele alınması gerektiği gibi konu başlıklarını ele almak, yalnızca felsefi değil entelektüel ve bilimsel birikiminize de katkı sağlayacaktır.
  • Apaçık ve akıcı bir dile sahiptir.
  • Her bölüm sonunda ele alınan konuyla ilgili temel okuma önerileri yer almaktadır. Bu elde edilmesi epey zor olan bir literatüre kolayca girmenizi sağlamaktadır.
  • Felsefe tarihindeki köklü sorular hatırlatılmakta ve geleceğin dünyasının problemlerine değinilmektedir. Bakış açınızı genişletmek için ilginç sorular ele alınmaktadır.
  • Günümüz filozofları ne gibi tartışmalarla meşgul olmaktadır? Çağdaş felsefenin manzarasını kavramak adına zihin felsefesini bilmek için oldukça iyi bir kitaptır.
  • “Analitik felsefe nedir ve nasıl yapılır?” sorusuna cevap olabilecek örnek bir yapıya sahiptir.
  • Çeviri açısından epey nitelikli ve neredeyse eksiksizdir.

Kitap Analizi

İnceleyeceğimiz kitap, şu bölümlerden oluşuyor:

  • Bölüm 1: Bu Kitap Ne Hakkında?
  • Bölüm 2: Ontolojik Sorun (Zihin-Beden Sorunu)
  • Bölüm 3: Semantik Sorun
  • Bölüm 4: Epistemolojik Sorun
  • Bölüm 5: Yöntembilimsel Sorun
  • Bölüm 6: Yapay Zeka
  • Bölüm 7: Nörobilim
  • Bölüm 8: Bakış Açımızı Genişletmek

Her bölüm, materyalist ve bilimsel bir perspektiften başlayarak temel bir düzeyden ileri problemlere doğru gitmektedir. O halde ilk bölümle başlayalım!

Bölüm 1: Bu Kitap Ne Hakkında?

Madde ve Bilinç kitabı Chalmers’tan Dennett’e kadar birçok çağdaş filozof tarafından sık sık alıntılanmıştır. Churchland bu kitabı yazma amacını şöyle açıklıyor:

Dönemin bitmesinin ardından fosilleşmiş sorunlardan arındırılmış, tarihsel özeti kısa tutan ve yeni gelişmelerden bolca bahseden daha uygun ve daha kolay anlaşılır bir metin yazmaya karar verdim. Ortaya bu kitap çıktı.

Kitabın yazıldığı günden bu yana yarattığı etki göz önüne alınırsa bu başarılmış gibi görünüyor. Hala birçok zihin felsefesi makalesi veya kitabında “Madde ve Bilinç”e atıf yapılmaktadır.

Bu bölüm, kitabın ana çerçevesini çizmektedir. Öncelikle zihin felsefesinin ana problemlerine dair materyalist, düalist ve idealist yaklaşımlar tanıtılmakta daha sonra ise acı, haz, mutluluk gibi temel zihinsel durumların doğası üzerinde durulmaktadır. Bir zihinsel durumun doğası için belirleyici olan şey davranış mı yoksa içgözlem mi olduğu sorusunun ağırlığı tanıtılmaktadır. İlerleyen paragraflarda ise diğer alt bölümlerin odaklandığı konular sıralanmaktadır.

Bölüm 2: Ontolojik Sorun (Zihin-Beden Sorunu)

Bu bölümde temel olarak zihinsel durum ve süreçlerin gerçek doğası üzerinde, daha doğrusu zihnin ontolojik statüsü üzerinde durulmaktadır. Wittgenstein’ın söylediği gibi, eğer “Bacağım ağrıyor” dersem, ağrı bacağımda mıdır yoksa zihnimde mi? Veyahut zihin ile beden birbirinden bağımsız ve birbirine indirgenemez tözler midir? Bu son soruya yönelik yanıtınız “evet” şeklinde ise, Descartes’ın felsefi tutumu ile hemfikir olabilirsiniz. Bu nedenle Churchland öncelikle Düalizm’i tanıtmaktadır.

Tahmin edileceği üzere Düalizm, yaygın kitleler arasında özellikle de inançlı bireyler arasında kabul gören bir görüştür. Çoğu kişi ruh-beden birlikteliğine ve ikircilikliğine hala inanmaktadır. Peki ama “ruh” nedir? Kimileri artık ruh derken zihni kastediyor gibi görünüyor. Descartes’in düalizmi bu türden bir düalizme kısmen benziyor. Ona göre maddi töz uzayda yer kaplar; buna res extensa denir. Uzaysal-maddi bir konumu olmayıp temel özelliği düşünme etkinliği olan bir töz daha vardır buna ise res cogitans denir. Bu yaklaşıma Kartezyen Düalizm de denmiştir.

Günümüzde filozoflar arasında bu türden bir töz düalizmini savunanların sayısı görece azdır. Tabii ki bu yaklaşıma yönelik asıl eleştiri hala güncelliğini korumaktadır: Maddi olan ve maddi-olmayan iki töz nasıl etkileşime girmektedir? Bu ve benzeri düalizmlere yöneltilebilecek başka sorular da mevcuttur: Temel olan maddi olan mı yoksa maddi-olmayan mı sorusunun yanıtı belki de beyin öldükten sonra bilinç/zihin süreçlerinin de durmasıdır. Bu beyin-öncelikli yani maddi temelli bir zihin kuramını destekleyen materyalist bir açıklamadır ve sağduyumuz bize sanki durum böyleymiş gibi görünmektedir.

Renk deneyimi, tümüyle fiziksel bir süreç midir yoksa fiziksel olana indirgenemez bazı zihinsel fenomenler mi içermektedir?
Mathilde Langevin

Düalizmin diğer türü ise Nitelik Düalizmi olarak bilinir. Bu görüşe göre beynin başka hiçbir fiziksel nesnede bulunmayan bir dizi özel niteliği vardır ve bu nitelikler fiziksel değildir. Bu görüş en temelde fiziksel olana indirgenemeyen bazı zihinsel nitelikler olduğunu bir tür tözcülüğe savrulmadan savunabileceğimizi iddia etmektedir.

Churchland, Nitelik Düalizm’inin bilinen en eski versiyonu olarak Epifenomenalizm’i tanıtarak devam ediyor. Epifenomenalistler zihinsel fenomenlerin beynin çeşitli etkinlikleri yüzünden gerçekleştiklerini ama beyni etkilemediklerini iddia ederler. Yani etkileşim beyinden zihne doğru tek yönlüdür. Epifenomenalizm, bilinçli zihinlerimizin fiziksel dünyayı hiçbir şekilde etkilemediğine yönelik bir yaklaşımdır: Tam aksine, sahip olduğumuz düşüncelerimiz, beynimizin içinde meydana gelen fiziksel süreçlerin nedensel olarak alakasız bir yan ürünüdür. Epifenomenalizme göre, hepimiz araba kullanıyormuş gibi yapan çocuklar gibiyiz; araba kullanmak çok eğlenceli olabilir, fakat kontrol gerçekte bizde değildir. Evet, bir miktar rahatsız edici bir fikir. Ve bu yaklaşımın bir yorumu, eğer durum gerçekten böyleyse özgür irade ve bilinçli eylemlerin statüsünün yerle bir olacağı şeklindedir.

Churchland’ın bir nörofelsefeci olduğunu hatırlayalım. Bu çerçevede soru şudur: Şayet töz veya nitelik düalizmi doğru ise bir nörolog bunu doğrulayabilir veya yanlışlayabilir mi? Veya en azından nörologların elinde bu yaklaşımlar kapı aralayan bir ipucu var mıdır?

Zihinsel olanın (fenomenal bilinç veya zihin durumları) fiziksel olana (nöronlar, beyin vb) indirgenip indirgenemeyeceği asıl tartışma başlığı gibi duruyor. Eğer bu türden bir indirgemenin yapılamayacağını iddia ediyorsanız bir tür düalizmi savunuyorsunuzdur. Fakat Churchland’ın yaklaşımına göre elimizdeki en güçlü yaklaşım materyalizm lehinedir. Örneğin beynin yani fiziksel olanın zarar görmesi sonucu zihinsel olan açığa çıkmıyor yani belirli zihinsel durumlar belirmiyor gibi duruyor. Öyle görülüyor ki evrim kuramının bize sunduğu çerçevede bu türden materyalist bir görüşü desteklemektedir. İlerleyen sayfalarda düalizm lehine ve aleyhine argümanlar bu materyalist çerçevede incelenmekte ve ardından ise Felsefi Davranışçılık, İndirgemeci Materyalizm ve İşlevselcilik ele alınmakta, nihayetinde ise Eleyici Materyalizm tanıtılmaktadır.

Bölüm 3: Semantik Sorun

Bu bölüm bir önceki ontolojik tartışmalardan farklı bir şekilde “anlam”a odaklanmıştır. Zihinsel-psikolojik (acı duymak, koklamak, kızmak vb.) terimler anlamını nereden alır? Bu konuda Churchland üç olası açıklamadan söz eder:

  • içsel gösterimden edindiği görüşü,
  • işlemsel tanımından edindiği görüşü,
  • halk psikoloji çerçevesinde edindiği görüşü.

Churchland bu yaklaşımları ele alırken Wittgenstein’ın Özel Dil Argümanı’ndan söz ederek Felsefi Davranışçılık’a başvurmaktadır. Anlam ve kural, yalnızca bir kişinin konuşup anlayacağı ve kural koyacağı özel bir dilin var olmasının imkansız oluşundan hareketle; sanki bir topluluk içerisindeki ortak kullanım-kuralları sayesinde inşa ediliyormuş gibi görünüyor. Bu doğruysa bir terimin anlamı, diğer terimlerle girdiği ilişki ve bulunduğu bağlama göre şekillenir. Bu varsayımdan hareketle tümdengelimsel-nomolojik açıklama modeli ile halk psikoloji terimlerini inceleyebiliriz, Churchland’ın yaptığı da tam olarak budur.

Sahip olduğumuz zihinsel durumlardan bazılarının yani düşünceler, inançlar ve korkuların birer önermesel içeriği varmış gibi duruyor. Yani “bebeklerin tatlı olduğu” düşüncesi, “genç nesillerin büyük potansiyelleri olduğu” inancı veya “dinci fanatiklerin kültürleri yok edebileceği” korkusuna sahip olabilirsiniz. Ve bu zihinsel durumlarınız doğru veya yanlış olabilmeleri açısından birer önermesellik içerirler! Halk psikolojisinin çoğunluğu da bu türden önermesel tutumlardan ibarettir. Bu anlamda bir teori gibi doğrulanıp yanlışlanmaya açıktırlar ve var-olana dair bir açıklama iddiası niteliğine sahiptirler. Yani “yönelimsellik” sergilerler. P\text{P}P’ye inanmak, P\text{P}P’yi arzulamak, P\text{P}P\text{}’den korkmak gibi önermesel tutumlar ile N\text{N}N uzunluğunda, N\text{N}N hızında, N\text{N}N sıcaklığında olmak gibi sayısal tutumlar, kendilerine özgü soyut nesne türlerinin sahip olduğu nitelikleri devralırlar. O halde halk psikolojinin de sayısal tutumlar gibi ifade edilebileceği, yönelimsel olduğu ve doğrulanıp yanlışlanabileceğini görmeliyiz. Öyle görülüyor ki bilim ve insanlık tarihi yanlışlanan teoriler çöplüğüdür ve belki bir gün halk psikoloji teorisi de bu çöplükteki yerini alacaktır.

Bölüm 4: Epistemolojik Sorun

Bu bölüm özünde ontoloji ve semantik ile ilişki olan başka bir alana yani zihinsel nitelik ve etkinlikler ile süreçlerin bilgisine dairdir. Bu çerçevede iki farklı tema ele alınmaktadır: Bunlardan ilki Diğer Zihinler Problemi, ikincisi ise Özbilinç Problemi‘dir.

Diğer Zihinler Problemi

Mill şöyle yazmıştı: Bildiğim hangi delil veya hangi düşünce… gördüğüm ve duyduğum figürlerin, duyuları ve düşünceleri olduğuna, bir başka deyişle, zihin sahibi olduklarına inanmama yol açıyor?

Diğer insanların da bizim gibi zihinsel süreçlere sahip olduğunu nereden biliyoruz? Ya yeryüzünde düşünebilen veya zihinsel süreçlere sahip olan tek kişi siz iseniz? Durumun böyle olduğu veya olmadığını göstermek mümkün mü? Bu türden sorular kökeni 18. ve 19. yüzyıl Deneyci filozofların metinlerin de erken dönem Analitik filozof arasında sık sık yükselmişti. Diğer zihinler probleminin kökenleri epistemik şüpheciliğe kadar uzanır; bu, onun, filozofların epey sevdiği “Nereden/Nasıl biliyoruz?” sorularından biri olduğu anlamına gelir. Öyle görülüyor ki spesifik bir zihinsel durumun nasıl bir şey olduğunu bilmemizin tek yolu, ona sahip olmamızdır. Ve bir zihinsel duruma sahip olduğumu bir diğerine kanıtlamanın veya onunda zihinsel durumlara sahip olduğunu düşünmenin en makul sebebi Bir başkasının zihninin var olduğunu bildiğimizi iddia etmemizin bir yolu benzetme yapmaktır. Bu, “Eğer X, bu açıdan Y’ye benziyorsa, muhtemelen diğer açılardan da Y’ye benzerdir” diyen bir yöntemdir.Bu yola İngiliz filozof John Stuart Mill’in diğer zihinleri açıklamak için başvurmuştu. Yani benim gibi insana benziyorsanız, benim gibi davranışlar sergiliyorsanız, benim gibi konuşuyorsanız, benimki gibi bir beyniniz varsa vb, o halde benim gibi düşüncelerinizin de/zihninizin de olması kuvvetle muhtemeldir. Bundan ötürü Churchland, Felsefi Davranışçılık’a geri dönmekte ve Benzerlik Argümanı’nı incelemektedir.

Özbilinç Problemi

Özbilinç, özbilgi gerektirir. Yani kişinin kendi bilincinin farkında olması öncelikle epistemik bir durumdur. Kendi bilincinde olmak, ilk başta kendin hakkında bir bilgi sahibi olmak anlamına gelir. Bilinçli bir varlık kendi düşünce, inanç, duygu ve arzularının dolaysız bilgisini nasıl edinebilir? Bu bilgiye sahip olsanız dahi gerçekten bu ne kadar güvenilir bir bilgidir?

Churchland bir nörofelsefeci olmanın marifetlerini bu bölümde sergiliyor ilk kez; özbilinç ile öğrenme arasındaki ilişkiye değiniyor ve özbilinci algının bir türü olarak gören yaklaşımı inceliyor. Bu algının dışa dönük (nesneler ve şeylere dönük) değil de içe dönük (kendimize) bir algı olduğu görüşü güçsüz bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşımı evrimsel perspektiften inceleyen Churchland lehte ve aleyhte argümanları titiz bir şekilde incelemekte ve rüyadaki acının gerçek bir acı olup olmadığı sorusunu sormaktadır. Bu soru üzerine uzunca düşünmeye değer. Filozoflar bize doğru soru sormayı öğretirler, bunu unutmamak gerek.

Bölüm 5: Yöntembilimsel Sorun

Bundan önceki alt bölümlerde zihnin ontolojik, semantik ve epistemolojik boyutları ele alınmıştı, şimdi ise yöntembilimsel boyuta geldi. Zihinsel süreçleri ve zihnin doğasını bize doğru bir çerçevede sunabilecek en güçlü yöntem öyle görünüyor ki bilimden; yani evrimsel perspektif, nöroloji, matematiksel modellemeler ve bilişsel bilimlerin kesişimden gelecektir. Bu bölüm ve ardından gelen diğer bölümler Nörofelsefe disiplininin ne olduğu hakkında da okuyucuya fikir verecektir. Quine gibi bilime yakın analitik filozoflardan bugüne değin uzanan bir bilim-dostu felsefenin geldiği doruk noktasını bu pasajlarda görmek mümkün. Fakat bu gerçeğe/hakikate yalnızca bilim aracılığıyla ulaşacağımız iddiasındaki Bilimcilik görüşünü benimsemeye itmek zorunda değildir. Felsefe ile başkaca entelektüel uğraşlardan da payımızı almamız gerekir. Bu bölümün en güzel yanı da tam olarak bunu yapmasıdır!

  • İlk alt bölümde İdealizm ve Fenomenoloji gibi felsefe teorilerinin yöntemi incelenmekte ve eleştirilmektedir. Yazara göre gelişen yapay zeka çalışmaları, evrimsel perspektif ve nörobilim idealizm cephesini değil materyalizm cephesini desteklemektedir. Çağdaş analitik zihin filozofları arasında görece natüralizm/materyalizm yaklaşımının benimseniyor oluşu bir tesadüf olmasa gerek.
  • İkinci alt bölümde Yöntembilimsel Davranışçılık incelenmektedir. Bu çerçevede İngilizce konuşan dünyadaki en baskın psikoloji ekolünün Davranışçılık olmasının, düalizm ve içgözlemsel psikolojiye bir tepki niteliği taşıdığı iddia edilmektedir. Öyle görülüyor ki Davranışçılık ile Mantıksal Pozitivistler arasındaki gözlemlenebilir davranışları inceleme benzerliği üzerinde durulmaktadır.
  • Üçüncü alt bölümde Bilişsel/Sayısal Yaklaşım açısından öncelikle bilişsel psikolojinin sayısal yöntemleri sistemine başvurarak insan sinir sisteminin fiili işlevsel örgütlenmesini incelediği hatırlatılmaktadır. Varsayılan sayısal sistemin, ölçülen bilişsel yeti girdi-çıktı ilişkisini açıklamaktaki başarılı olmasının önemi vurgulanmakta ve akabinde Yapay Zeka çalışmalarının nasıl doğduğunda değinilmektedir.
  • Son alt bölüm Yöntembilimsel Materyalizm adını taşımaktadır. Churchland’a göre mevcut nörobilimde hakim olan görüş budur. Nasıl ki hareket eden bir saatin iç mekanizmasını anlamak için arka kapağını açıp bakmak istersek; benzer bir hevesi de kendilerinin taşıdığını söylemektedir yazar. Bu kimileri için biraz garip gelebilir fakat Hippokrates’in beyin üzerine yaptığı ilk tıbbi çalışmalardan Galen’in sinir sistemi üzerine yaptığı araştırmalara ve Descartes’in hayvanların fizyolojisi üzerine yaptığı çalışmalara dek bilimdeki mevcut yöntem zaten bu türden bir materyalizmdi!

Bölüm 6: Yapay Zeka

Yapay Zeka çalışmaları bir anlamda tamamen fiziksel öğelerden oluşan bir aygıt veya zeka yapmak iddiasındadır. Fiziksel maddelerin örgütleniş biçiminin zekayı veya bilinci var ettiği varsayımı doğru ise, ki bu varsayımın kökenleri kitapta da belirtildiği gibi de la Mettrie’ye dek uzanır, o halde aynı program Yapay Zeka için de kullanılabilir görünüyor. Öncelikle bir bilgisayarın hangi parçalardan oluştuğuna bakarak Yapay Zeka çalışmalarını daha iyi anlayacağımızı düşünen Churchland önce 01 veya 10 sisteminin mantığını anlatarak donanım ve yazılımın ne anlama geldiğini bellek ve işlemci hacmi konularına da girişerek açıklamaktadır.

Konu ister istemez Turing Testi’ne gelmektedir. Bir makinenin, makine olup olmadığını kestiremeyeceğimiz bir an gelirse işte o zaman gerçekten Yapay Zeka’nın bizi şaşırtacak bir güce eriştiğini söyleyebiliriz gibi duruyor. Peki ama zeka nasıl programlanır?

Bir bilgisayar sizi satranç oyununda birden çok kez yeniyorsa, Yapay Zeka programının önemli aşamalarından biri olan “öğrenme” adımı gerçekleşmiş olmalıdır.
George Becker

Elbette bu konuda bize en geniş çerçeveyi evrimsel bakış sunabilir. Amaçlı davranışlar ve sorun çözmenin evrimsel yönünü izlersek bir zekayı nasıl programlayacağımızı da öğrenebiliriz. Burada en önemli kavramlar hız ve bellek yeterliliği gibi görünüyor. Çünkü doğadaki milyonlarca yıllık ölümcül deneme yanılma yöntemini biz, programlar üzerinden deneyerek satranç oyunlarındaki gibi kazanmayı hedefleyen bir zeka programlamayı öğrendik. Bu anlamda “öğrenme” terimi Yapay Zeka için belleye kaydetme anlamına gelecektir. Bilgisayarınızda her yeni satranç oyunu açtığınızda sizin hamlenize göre olası en kazançlı tüm karşı hamleleri zaten denemiş olan Yapay Zeka, bunu belleğinde tuttuğu oranda başarmış ve sizi yenmiş olacaktır.

Bölüm 7: Nörobilim

Bu bölüm “evrimsel arka plan” alt başlığı ile başlamaktadır. Nörofelsefeyi anlamak için Nöroloji bilimini anlamak gerek, Nöroloji bilimini anlamak için ise Evrimsel perspektife sahip olmak gerekir.

Churchland öncelikle yaşamın evriminden söz açarak “nöron” derken neyi kast ettiğimizi incelemekte ve sinir sisteminin evriminden bahsetmektedir. Seçtiği örnek ise gözün evrimidir. Sinir sisteminin evrimi konusunda elimizde fosil kayıtları, günümüzde ilkel yapıdaki canlılar ve embriyolardaki sinir gelişimi olmak üzere üç çeşit araştırma olduğunu hatırlatıyor. Daha sonra ise beynin evrimini art beyin, orta beyin ve ön beyin üzerinden ele alıyor. Beyin sapı ve beyincik’in ne kadar önemli olduğu üzerinde duruluyor.

Akabinde ise nöronların yapı ve işlevi, nöron tipleri, beyin içindeki duyusal bağlantılar, dışa dönük motor bağlantılar, içsel bağlantılar görseller ile ele alınmakta ve Nöropsikoloji alanındaki anormallik psikolojisinin sinirsel temeli üzerine yapılan çalışmalardan söz edilmektedir. Yazma yitimi olmadan okuma yitimi olması, kör olmamasına rağmen kişinin kör olmasını ileri sürmesi veya kör olmamasına rağmen kişinin kör olması gibi vakaların lezyonlar ile ilişkisinden bahsedilmektedir. Gerçekten de bu türden vakalar bir tür beyin-öncelikli bir çerçeveyi yani fiziksel olanın zihinsel olanı etkilediği şeklindeki bir yaklaşımı destekliyor gibi duruyor. Yani eğer beyninizde fiziksel veya kimyasal bir problem olursa, zihinsel durumlar ve psikolojik süreçlerinizde de problem çıkar gibi duruyor.

Son alt bölüm, beynin dünyayı nasıl tasarımladığı ve tat, renk, koku, yüz tanıma, motor sistemi gibi duyusal kodlamalar çizimler ile gösterilmektedir.

Bölüm 8: Bakış Açımızı Genişletmek

Bazı sorulara yönelik elde ettiğimiz ikna edici makul yanıtlar başka soruları daha doğru sormamızı sağlayabilir. Şayet kitabında daha önceki bölümlerinde bahsi açılan yaşam ve bilincin ne olduğu ile bilimin ve felsefenin bu konuları nasıl ele aldığı hususunda bir rasyonel bir bakış geliştirdiysek şimdi şu soruları sorabiliriz:

  • Zekanın evrendeki dağımı nasıldır?
  • Enerji akışı ve düzenin evrimi konusunda termodinamik bize ne söyler?
  • Evrense dünya gibi evrime elverişli alanlar var mı?
  • Dünya dışı akıllı yaşamın var olma olasılığı matematiksel olarak ifade edilebilir mi?

Kısaca toparlarsak; çağdaş felsefe, Nörofelsefe, zihin felsefesi, bilim felsefesi, yapay zeka ve analitik felsefe ilginizi çekiyorsa, çağımız en büyük filozoflarından biri olan Churchland’ın bu kitabını okumanızı tavsiye ederiz. Eğer felsefeye ilginiz varsa, doğru kitapları seçmek konusunda daha titiz olmanız gerekir. Keyifli okumalar!


Zihin Felsefesi’ne dair diğer içeriklerimizi okumak için tıklayınız.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Materyalizm Bilinç Problemini Tek Başına Açıklayamaz – Adam Frank

Sonraki Gönderi

Kipli (Modal) Mantık: Kipli Mantığa Dair Aksiyomlar ve Sistemler – Thomas Metcalf

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü