I
İletişim, anlamlılığın deneysel boyutunu ortaya koyduğu tek ortam olmasa da başlıcasıdır. Kendiliklerinde gözlemlenebilir şeyler olmayan anlamlar, gözlemlenebilir olan kimi şeylerle tutarlı bir bağlantı içinde olduklarından içrek koşulları serimlemeye yararlar. Pek çok başka hayvan türü gibi insan da, evreni algılayışına bir tep ki olarak iletişimsel davranış biçimleri sergiler; kendi türündeki başka bireylere istek ve inançlarını iletmek için anlamlar ve gözlemlenebilir şeyler arasındaki bağlantılar dan yararlanır. Bir birey belli bir ortamda fiziksel bir durumu serimleyerek bunun belirli bir anlama gelmesini sağlarken bir başkası da bunu anlar.
Locke, anlamlılığın varlık nedenini ve onun söylenimlerle bağlantısını açıklarken insanlar olarak iletişime duyduğumuz gereği gündeme getiriyor. Ona göre dilin varlık nedeni, durmaksızın karşılaştığımız pratik iletişim gereksinimidir. Böyle bir gereksinimin karşılandığı bağlam içinde söylenimler üretiliyor ve onların anlamları varlık buluyor; içrek düşüncelerimizi başkalarınca bilinir kılma niyetimiz söylenim dediğimiz davranışlarla eyleme dökülüyor. Locke’un anlam kuramının ayrıntılarına girmeden, onun üstünde durduğu bir noktaya değineceğim. Bu filozof dilsel iletişim de kullandığımız söylenimlerin (ve bunların kendi anlamlarıyla olan ilişkilerinin) “doğal” olmadığını belirtiyor[2]. Eğer, diyor, söylenimler doğal olsalardı, birbirinden farklı diller bulunmaz, örneğin aynı nesne türü her insan topluluğunda aynı adla anılırdı. Oysa dilsel söylenimler istenççe gelişigüzel seçilip belli bir anlamla bağdaştırılıyor ve bu amaçla kullanılışları düzenli bir yerleşiklik kazanıyor. Locke burada insan dillerinin yapay niteliğini, ya da daha dar bir anlamda söylenecek olursa, dilin uzlaşımsallığını vurguluyor.
Özellikle insan dillerindeki anlamlılıkla ilgileniyor olsa da Locke, iletişimi in sanlar arasında gözlemlenen biçimiyle sınırlandırmadığı gibi, örneğin hayvanlar arasında iletişim olamayacağı gibi bir şey de öne sürmemiştir. Böyle bir sav açıkça yanlış olurdu. Bununla birlikte, insanlar arasında varolan ve içine dili de alan bir iletişim türünün insanlar dışındaki ortamlarda gerçekleşmediği de doğrudur. Kendine özgü olup öbür türlerden ayırt edilmesi gereken ve yalnızca insanlarca ortaya konan bir iletişim biçimidir bu. Dil felsefesinin ana amacı da, işte bu iletişim bağlamında varolan anlamlılığı açıklamaktır. Ne var ki, insan iletişimini hayvanlarınkinden açık ve seçik ölçütlerle ayırt etmediğimiz sürece, her iki iletişimi tek bir kefeye koyarak betimleyen anlam kuramlarıyla sınırlı kalırız. İnsan iletişimindeki farklılığı saptamayı başaramayan böylesi kaba nedensel açıklama düzenekleri, Locke’un önderliğini yap tığı nedensel-iletişimsel yaklaşım biçimini gereksiz ve haksız yere gözden düşürüyor. Bu yazının amacı “yapay” olarak niteleyebileceğimiz iletişim biçimini “hayvansal” olanından ayırt eden bir ölçütü ele alıp geliştirmek. Önce, ilk olarak akla gelen, ancak onaylanamayacak bir ayrım ilkesini kısaca tartışmak istiyorum.
Dili doğal veri olmayan bir söylenimler dizgesi olarak kavrayabilir ve böyle bir aracı iletişim işlevinde kullanmayı başarabilen, insandan başka bir varlık bulunmadığını öne sürebiliriz. Buna karşılık hayvanların ortaya koydukları iletişim biçiminde söylenim işlevini taşıyan davranış ve serimlemeler birer doğal veri olarak içgüdüseldir. Niteliklerde ilk bakışta gözlemlenen bu farklılık, insan ve hayvanların iletişim biçimlerini ayırt eden şeyin sanki uzlaşımsallık-içgüdüsellik karşıtlığında yattığı izlenimini bırakıyor. Bu bir yanılsama, çünkü söz konusu karşıtlığın çizdiği sınır, aradığımız ayrımın dışına kayıyor.
Gözden kaçırılmaması gereken bir şey, insanlar arasındaki iletişimin büyük bir bölümünün dilin ve uzlaşmaların dışında gerçekleştiğidir. Bunu biraz açımlayalım: İlk önce, insanlar olarak aramızda sürdürdüğümüz bilgi alış-verişinin hiç de küçümsenemeyecek bir bölümünün tıpkı hayvanlardaki gibi içgüdüsel doğal verilere da yandığını belirtebiliriz. Kızdığımızda bağırmamız, utandığımızda yüzümüzün kızarması, sıkıntımızı kaşlarımızı kaldırmakla belli edişimiz, buna örnek olarak sayılabilecek durumlardan yalnızca birkaçı. Tabii böylesi durumlar yapmayı istediğimiz ayrıma karşı-örnek oluşturan şeyler değiller. Çünkü insan ve hayvan iletişimi arasında ki ayrımı uzlaşım ve içgüdü temelinde çizmek, insanların uzlaşıma dayanan ve yük sek bir gelişkinlik kazanmış iletişim biçimi dışındaki bilgi alış-veriş yöntemlerini kullanmayacakları vargısını içermiyor. Yanılsamayı ortaya koyan asıl önemli nokta, insanların içgüdüsel ya da uzlaşımsal olmayan yollarla da iletişim yapıyor oluşları, işte bu sonuncusu, uzlaşım-içgüdü karşıtlığını, istediğimiz ayrımı çizişte geçersiz kılıyor. Dili kuralına göre kullanarak yaptığımız iletişim yanı sıra, bütünüyle dil ve uzlaşım dışı söylenimler kullanabildiğimiz gibi, “meramımızı” zaman zaman dilsel söylenimleri dildeki anlamlan dışında kullanarak da anlatabiliyoruz.
Örneğin, bir haksızlık karşısında duyduğumuz sıkıntıyı duvara elle yaslanıp başı mızı ardı ardına oraya vururmuş gibi yaparak ortaya dökebilir, bununla duygumuzu yanımızda bulunanlara en az dilsel ifade kadar güçlü bir biçimde iletebiliriz. Şimdi, söylenim işlevinde kullanabildiğimiz böyle bir davranış ne yerleşik bir uzlaşımdır ne de kaşların kalkması ya da yüzün kızarması gibi kendiliğinden, içgüdüsel olarak yapılan bir davranıştır. Öte yandan, örneğin, “Bütün gece uyumadım” diyerek yatağın rahatsız olduğu veya otelin çok gürültülü olduğu düşüncelerini iletebilmek gibi bir olanak da söz konusudur. Burada da ne içgüdüler devrededir ne de kullanılan dil sel söylenimler dildeki anlamlarını taşımaktadır. Bununla birlikte, içgüdülerin neden olduğu söylenimlerle yapılan iletişime göre bu her iki örnekte de dilsel iletişime doğaca çok daha yakın bir yapı ve nitelik seziyoruz. Her iki örnek de yalnızca insanların başarabildiği ve “yapay” diye adlandırdığımız türe giriyor. Biri gerçekten ağla yan, öbürüyse ağlama taklidi yapan kişilerin her ikisinin davranışının da onların üzüntü duyduğu anlamına geleceği söylenebilir. Ama bu iki durum arasında önemli bir fark var. Öncekinde ağlayan kişinin üzgün oluşunu, ağlamasının bu üzüntüye kanıt oluşturması dolayısıyla kavrıyoruz. Sonrakindeyse “ağlama” davranışının üzüntü mesajını veriyor olmasına karşın hiç de bir kanıt değeri yok. Tersine, böyle bir öykünme oyun olsun diye, veya birini aldatmak için, ya da yalnızca böyle bir mesaj iletmek için yapılıyor olabilir. Önceki kişinin bir iletişimde bulunduğu halde, bu iletişimi amaçladığı, ya da anlam üretmek gibi bir niyet taşıdığı söylenemeyecekken, sonrakinin bu amaçla davrandığı öne sürülebilir. Şimdi ele aldığımız bu iki durumu “Çok üzülüyorum” tümcesinin kullanıldığı bir üçüncüyle karşılaştırırsak, İkincinin üçüncüye birinciden çok daha yakın olduğunu göreceğiz. Çünkü her ikisinde de mesajı veriş biçimi bir kanıt oluşturmadığı gibi, iletişim kendiliğinden değil amaçlanmış bir eylem yoluyla gerçekleşiyor. Bir başka deyişle, ikinci ve üçüncü durumlar yapay iletişimi örneklendirirken, birincisi de hayvansal iletişime örnek oluşturuyor.
“Yapay” nitelenimiyle yalnız insanların gerçekleştirebildiği[3] dilsel/uzlaşımsal ve uzlaşım dışı iletişimi kapsadık. Bunu, söylenimin bir (amaçlanmamış) kendiliğinden davranış oluğu, ve ilettiği mesaja kanıt oluşturduğu hayvan iletişim biçimleriyle karşıtlık içinde saptadık. Sağduyu çerçevesinde ortaya çıkmış olan bu ölçütlere göre iletişimin dışına yayılan bir başka alanı daha, hayvansal iletişimle aynı ulama sokmak gereğindeyiz. Nasıl bir köpeğin hırlaması onun kızgın olduğu, ya da bir kedinin tüylerinin dikleşmesi onun korktuğu anlamına geliyorsa, bir vahanın varlığı orada su bulunduğu, Robespierre’in kesilmiş başı onun öldüğü, ve bir ağacın gövdesindeki iç içe halkalar da onun belli bir yaşta olduğu anlamındadır. Vaha, kesik baş ve iç içe halkalar birer söylenim değiller; ayrıca onların varlığı bir iletişim de oluşturmuyor. Bunlar doğal belirtiler. Yine de, önemli niteliklerinin ortak oluşu dolayısıyla hayvansal iletişimle doğal belirtileri birlikte düşünmek gereğindeyiz. Onların bütünüyle eş tutulup aynı öbeğin öğeleri olarak görülüp görülemeyecekleri, bu yazının geri kalan bölümlerinin başlıca konusunu oluşturacak. Sezgisel yoldan yaptığımız ayrımları ussal temellere oturtmaya çalışacağız.
II
Yukarıda sağduyu sezgisiyle belirleyip ayırt ettiğimiz şeyler arasındaki ilişkileri kısaca özetleyelim: Anlamı taşıyan gözlemlenebilir şeyin doğasına bağlı olarak, iç içe geçmiş üç öbekten söz edebiliyoruz. Anlamı taşıyan şeyin bir insan söylenimi olduğu durumlardan oluşan öbek bunlardan birincisi ve en dar kapsamlısı. İnsanların ürettikleri her söylenimin bu öbeğe girmediğini gördük; öbeğe giren bir söylenimin özellikle yapay iletişime araç olan bir davranış olması gerekiyor. Daha ayrıntıyla bakıldığında bu öbeğin kendisinin de, iç içe geçen üç alt öbekten oluştuğu anlaşılıyor: Bunlar, en içte yer alan dilsel söylenimler öbeği, sonra onu kapsayan uzlaşımsal söylenimler öbeği, en dışta bulunup İkincisini de içine alan yapay iletişim söylenimleri öbeğinden oluşuyor. Her uzlaşımsal söylenimin dilsel olması gerekmez; selam vermek, trafikte dönüş işareti yapmak, çeşitli hakaret işaretlerinde bulunmak, bunu örneklendiriyor. Daha önce tartıştığımız gibi, her yapay söylenimin uzlaşımsal olmadığını da biliyoruz. Bu yazıda yapay söylenimler öbeği içindeki ayrımlarla ayrıntılı olarak ilgilenmeyeceğim.
Hayvansal iletişime araç olan söylenimler, yapay iletişim söylenimlerini de içine alan, oldukça geniş bir öbek oluşturuyor. Bu öbek içinde, yapay iletişimi çevreleyen iç içe çemberler biçiminde üç ayrı hayvansal iletişim türü düşünebiliyoruz. Bunların en ilkeli, dolayısıyla da en dışta kalanı, hayvanın salt fizyolojik koşullarını serimleyen davranış veya başka belirtileri kapsıyor: Kızamık olmuş bir insanın derisindeki kırmızı lekeler, hayvanlarda da görülen hastalık veya alerji semptomları, çiftleşme mevsiminde bu işe hazır duruma gelmiş hayvanlardaki belirtiler, örneğin kimi balıklarda bu süreci örgütleyen, derideki mavi lekeler, bu dıştaki çember içine giriyor. Bu alt öbeği oluşturan çemberse hayvanların duygusal tepkilerini davranış ve belirtilerle dışa vuran söylenimlere dayanıyor. Korku, öfke, sevecenlik, hoşnutluk, üstünlük iddiası gibi şeyleri serimleyen tüy dikleşmesi, hırlama, yalama, kuyruk sallama, vb. bunlar arasında. Son olarak, yapay iletişimin hemen dışına rastlayan çemberi, yani hayvanın içsel durumlarının değil de dış ortamdaki kimi koşulların bilişisini ileten davranış biçimlerini sayacağız. Bu çok özelleşmiş davranış biçimleri ancak kimi türlerde gözlemlenebiliyor. Anların nektarın yerini ve niceliğini bildiren dansları, kuşları sahiplendikleri bölgeyi ilan eden ötüşleri ve kimi maymunlardaki özelleşmiş tehlike çığlıkları böyle davranışlardan.
Üçüncü, ve anlamlılıkla nitelenebilecek en kapsamlı öbek, hayvan iletişimini içi ne alıp, onun dışında geniş bir alana da yayılan doğal belirtilerden oluşuyor. Doğal belirtiler, canlılar arasındaki iletişimin dışında kalan, dolayısıyla söylenim olmayan anlam taşıyıcılardır. Bunlar daha önce de saydığımız örneklerdeki gibi herhangi bir fiziksel olgu, durum ya da olaydan meydana gelirler. Kuşkusuz hangi iç öbekte olursa olsun, anlamı taşıyan şey her durumda bir fiziksel olgudur: Böylesi olgular işlevlerine göre giderek daha karmaşıklaşan niteliklerle donatılmış olarak, bir anlam-evrimi hiyerarşisi sergiliyorlar.
Sağduyuya dayandırdığımız bu ayrımları artık analitik ölçütlerle pekiştirmenin zamanı geldi. Bu doğrultuda ortaya konmuş olan en önemli —ve değerli— çabayı ele alacak ve bunu bir ölçüde geliştirmeye çalışacağım. Paul Grice, “doğal anlam” ve “yapay anlam” (kendisi bunu doğal-olmayan anlam diye adlandırıyor) kavramları arasındaki ayrımı belirgin ölçütlere dayandırmaya çalışmıştır.[4] Sağduyu planında onun yapay ve doğal anlamlardan kastettiği, bizim yapay iletişim dediğimiz ortamlarda varolan anlamla, onu çevreleyen öbekler kapsamında ortaya çıkan anlamlılık tan başkası değil. Dolayısıyla, Grice’ın ayrımı açısından yapay anlamın iç bölümlenmeleri arasında bir farklılık öngörülmediği gibi, hayvan iletişimi ve doğal belirtiler aynı öbeğin düzeyce eşit öğeleri olarak kavranıyorlar: Ayrımı temellendiren analitik ölçütler hayvan iletişimini doğal belirtilerle aynı türe sokuyor. Böyle oluncaysa az önce değindiğimiz evrimsel hiyerarşiyi net bir biçimde görmek güçleşiyor. Söz konusu alt-ayrımları aynı ölçütler çerçevesinde belirlemeye çalışacağım.
Grice, ayrımına ölçüt olarak ikincil değerdeki başka nitelikleri de kapsayan başlıca iki özellik saptıyor. Bunları “alıntılanabilirlik” ve “oluşturuculuk” sözcükleriyle karşılayacağım. Önceki, aktarılabilir ya da tırnak içinde ifade edilebilir olmak anlamını taşıyor. Oluşturuculuk, İngilizce’de “factivity” ile dile gelen ve teknik içerik taşıyan bir kavram. Grice’a göre, bu özellikleri nasıl taşıdığına bağlı olarak, “X, r anlamındadır” gibi bir önerme ya doğal ya da yapay anlamlılık dile getirir. Şimdi alıntılanabilirlik ve oluşturuculuğu açıklayalım. Alıntılanabilirlik, “X, r anlamındadır” gibi bir önermenin “X ‘r’ anlamını taşıyor” biçiminde ifade edilebilir olması, yani an lam önermesindeki anlamın alıntılanabilir olmasıdır. Bu niteliğin içerdiği şeylerden biri, aynı anlam önermesinin anlamı bir bireye yükleyerek ifade etmeye izin verme si, yani “X, r anlamındadır”ın “X ile anlatılan (kastedilen) şey r idi” önermesiyle dile getirilebilmesi. Yine buna bağlı olarak içerilen bir şey de, söz konusu X ve r’nin niyetli, yani belli bir amaçla üretildiğinin öne sürülebilir oluşu.
Grice’ın oluşturuculuktan kastettiği şudur: “X, r anlamındadır” gibi bir önerme bu özelliğe sahip olduğunda, onun doğru olması r’nin doğruluğunu mantıksal olarak içerecektir. Oluşturuculuğun tanınmasına yarayan ikincil bir nitelik de önermenin “X olgusu r anlamını taşıyor” biçiminde yeniden dile getirilebilir oluşudur. Şimdi Grice’ın ayrımı nasıl oluşturduğuna bakalım: “X, r anlamını taşıyor” gibi, X ve r tikel olguları arasında ilişki saptayan bir önerme oluşturucu oluşuna karşılık dile getirdiği anlam alıntılanabilir değilse, bu bir doğal anlam ifadesidir. Örneğin bir doğal anlam dile getirişi olan “Bu vahanın varlığı burada su bulunduğu anlamına geliyor” önerme si doğruysa burada su bulunduğu da doğrudur. “Bu vaha burada su olduğu anlamına geliyor ama burada su yok” tutarsız bir önermedir ve fiziksel bir olanaksızlık dile getirmektedir. Öte yandan “Bu vahanın varlığı ‘Burada su var’ anlamındadır” gibi bir alıntılama onaylanamaz. Bir doğal olgu olarak vahanın varlığı, örneğin üzerinde böyle bir şey yazan bir tabelanın varlığından çok farklıdır; burada vaha ile bu anlamı kastetmiş olan bir bireyden söz etmek olanaksızdır. “X, r anlamını taşıyor” önermesi oluşturuculuk niteliğini taşımadığı halde onun dile getirdiği anlam alıntılanabiliyorsa, o zaman Grice’a göre bu bir yapay anlam ifadesidir. “Bu davranış, ondan hoşlandığı anlamına geldi” önermesi doğru olsa da, davranışı yapanın o kişiden gerçekten hoşlandığını garanti edemez. Bir menfaat uğruna, ya da belli bir toplumsal baskı nedeniyle, ve gerçekte hiç mi hiç hoşlanmadığı halde böyle davranmış olabilir. Ayrıca önerme “Bu davranış ‘Ondan hoşlanıyorum’ anlamına geldi” biçiminde ifade edilmeye açıktır. Çünkü söz konusu davranış kör bir doğal olgu değil, biri tarafından bir şey anlatmak amacıyla yapılmış bir eylemdir.
Grice’ın ayrımını temellendiren ölçütleri açıklarken bunları belirgin ve bu filozofun beklentilerine uygun bir biçimde serimleyen “ideal” örnekler aracılığıyla verme ye özen gösterdim. Anımsanacağı gibi, Grice’a göre hayvan iletişiminde üretilen anlamlılık bir doğal anlamlılıktır ve bunu dile getiren bir anlam önermesi de aktarılabilir olmadığı halde oluşturucudur. Şimdi bu savın yanılgılı olduğunu göstermeye çalışacağım.
III
Hayvanlardaki iletişimi her bir alt öbek halkası için ayrı bir örnekle değerlendirelim: “Derisindeki bu pembe lekeler onun kızamık olduğu anlamına geliyor”, “Kara burun’un (Bu kedinin) dikleşen tüyleri onun korktuğu anlamına geliyor”, “Şu vervet maymununun haykırışı bir kartalın üzerine gelmekte olduğu anlamındadır”. Daha önce de saptadığımız gibi, ilk anlam önermesi bir iç fizyolojik durumun, İkincisi bir ruhsal durumun, sonuncusu da bir çevre koşulunun iletilmesine araç olan anlamlılığı dile getiriyor. Robespierre’in (ya da herhangi bir canlının) kızamık çıkarmasıyla giyotinden geçmesini karşılaştıralım. Başı gövdesinden ayrılmış bir Robespierre’in durumu kendisinin ölmüş olduğu anlamına geliyor; ancak bu bir iletişim veya söylenim durumu değil, çünkü bu anlama gelen şey artık bir canlı olarak anlam iletmiyor. Tıpkı yaşanan bir kuraklığın kötü hasat anlamına geldiği gibi, kesik kafa da sahibinin ölü olduğu anlamına geliyor. Robespierre kesilmiş kafasıyla halen canlı olmayı sür düremez; bu bir fiziksel olanaksızlık. Oysa Robespierre teni üzerinde kızamığınkinin aynısı lekeler çıkardığı halde gerçekte kızamık olmayabilir. Belli bir iğne yaparak böyle hastalık belirtilerini gerçekte bu hastalığa yakalanmış olmadan elde etmek fiziksel ve teknik açıdan olanaklıdır. Gizlice verilecek böyle bir ilaç doktorlar dahil herkesi aldatabilecektir. Benzer bir biçimde mavi lekeler çıkaran balığın olası eşlerini yanıltacağını da düşünebiliriz. Kendisine bir adrenalin iğnesi yapacak olsa Kara burun da korkutulmadığı halde tüyleri dikilmiş olarak dolaşacak. Durumu gören in sanlar ve başka kediler onun korktuğunu sanıp aldanacaklar. Vervet maymunları da benzer yanılgılara düşebilir. Bu maymun türü guruplar halinde ağaç tepelerinde ya şar. Üzerlerine, örneğin şahin veya kartal gibi, havadan gelen bir düşman gördüklerinde özel bir tehlike çığlığı atarlar. Bu çığlığı duyan tüm vervet maymunları, şahini görmeseler de hızla ağaçtan aşağı kayacaklardır. Bir maymunun böyle bir çığlığı gerçek bir tehlike olmadan atması çok daha kolayca olası: Burada sanrı yapıcı (halüsinatif) ilaçlar yanı sıra maymunun bir algı yanılgısına düşmesi, örneğin uçuşan bir yaprağı şahin sanması da söz konusu olabiliyor.
Bu her üç hayvan iletişimi bağlamında da, anlam önermesinin, dile getirdiği anlamı mantıksal olarak içermediğini öne sürüyorum. Çünkü hayvan iletişimi ortamında, özel koşullar yaratarak, söylenimi onun anlamı olarak düşünülen şeyi var etmeden meydana getirebilme olanağı bulunuyor. Bu böyleyse, hayvansal iletişimde ortaya çıkan anlamlılıkta oluşturuculuk niteliği yoktur ve Grice’ın yargısı bu bağlamda yanlıştır. Bundan dolayı Grice için hayvanların iletişimini “yapay” sınıfına sokmak gibi bir durum doğuyor mu? Böyle bir şey söz konusu değil, çünkü hayvansal iletişim alıntılanabilirlik niteliğini göstermiyor. Karaburun’un dikleşmiş tüylerinin bu kedi tarafından anlatılmaya çalışılan bir şeyi göstermediği, ya da “Ben korktum” yazan bir kağıdınki gibi bir anlam taşımadığı açıktır. Burada saptadıklarımız doğruysa hayvansal iletişim ne yapay ne de doğal anlam taşıyor. Bu ikisi arasında kalan ve onlarla hem ortak hem de farklı yanları bulunan bir üçüncü kesim oluşturuyor. “Oluşturuculuk” dediğimiz niteliğin (belki Grice’ça da benimsenen) belli bir yorumu benim bu yargımı yadsıyarak hayvan iletişimini yine doğal anlamlılık içine alıyor. Bu yorumu tartışıp çürüteceğim.
IV
Bir anlam önermesi iki olgu (ve bunları ifade eden önermeler) arasındaki bir ilişkiyi dile getiriyor. (“Olgu”nun kaplamına olay ve durumları da katıyorum.) Bu bağ lamda önemli bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir: Anlam önermeleri içerikleri kapsamında bulunup anlam olarak sundukları olgunun algısal bir betimlemesini vermezler: “X, r anlamındadır” r olgusunun deneysel bir betimlemesi değildir, çünkü böyle bir önermeyi doğru kılan koşullar içindeki r, betimlemesi yapılabilecek gibi deneysel olan bir veri değildir. Deneysel gözleme açık olan şey X ’dir, ve r X ’den çıkarsanmaktadır. Eğer durum böyle olmasaydı, deneysel gözleme açık olan bir r olgusu, “r” önermesinin doğruluğunu doğrudan gerektirir, oluşturuculuk anlamındaki gerektirme, yani “X, r anlamındadır”ın “r”yi mantıksal olarak içermesi, hiçbir önem taşımazdı. Doğal anlamın bir önem ya da değere sahip olması, dile getirdiği anlamın doğrudan gözlem alanında bulunmamasına bağlıdır. Örneğin suyun varlığını doğru dan görmüyoruz ama vahayı görüyoruz; ateşi görmüyoruz ama dumanı görüyoruz; Robespierre’in idamını, yani öldürülüşünü görmüyoruz ama kesilmiş kafasını görüyoruz. Buralarda r’yi çıkarsıyoruz, çünkü X, r’ye işaret ediyor. Şu aşamada saptanması gereken bir başka önemli nokta da, r’nin doğruluğunun yalnızca X ’ten çıkarsanamayacağı, X doğru olsa bile, r’yi tek başına doğru kılamaz: r’nin doğruluğu X ’in ve “X, r anlamındadır”ın birlikte doğru oluşlarından çıkarsanıyor. Bu bağlamda an lam önermesini doğru kılanın ne olduğu ve bu doğruluğun bir içerme değeri taşıyıp taşımadığı konulan önem kazanıyor. Bu sonuncu noktaya ilişkin olarak ileri süreceğim görüş “tekilci” diye adlandırabileceğimiz bir yaklaşımla taban tabana karşıt düşecek. Önce tekilciliği betimlemek istiyorum.
Tekilciliğe göre “X, r anlamındadır” önermesi, tikel olarak düşüneceğimiz X olgusunun, yine tikel olan r’nin varlığı için bir yeterli koşul oluşturduğunu dile getirmektedir. Bu önermenin doğruluğunu saptayan şey, (tikel) r olgusunun (tikel) X olgusuna neden olmasıdır. “Karaburun’un tüylerinin dikleşmesi onun korktuğu anlamındadır” önermesini doğru kılan şey, biz bunu ister bilelim ister bilmeyelim —zaten konu bilgibilimi ilgilendirmiyor— kedideki ürpermeye gerçekten korkunun neden ol muş olmasıdır. Bu yaklaşıma göre anlam önermesinin kendi anlamı, veri olan tikel koşullarda ürpermenin ortaya çıkışının korkunun varlığını garanti ettiğidir. Böyle tikel durumlardan söz edişte “anlamındadır” dile getirişi, ya “nin nedenidir” ya da “nin etkisidir” içeriğini taşır. Dolayısıyla, eğer X’in r anlamında olduğu doğruysa, X’in r’yi içerdiği de doğrudur.
Tekilcilik açısından hayvan iletişimi oluşturuculuk ölçütü için bir sorun yaratmıyor. Özel olarak hazırlanan ve X’in nedeninin alışılageldiği gibi r olmadığı durumlarda oluşturuculuğun bozulduğunu öne sürmüştüm. Tekilcilik için böyle bir sonuç doğmuyor, çünkü bu bakış açısına göre, özel olarak hazırlanan durumlarda X’in nedeni r olmadığı için anlam önermesi yanlıştır. Bu tikel ürperme olayına neden olan şey eğer korku değil de Karaburun’a yapılan bir adrenalin iğnesi idiyse “Karaburun’un (bu kedinin) ürpermesinin nedeni onun korkmuş olmasıdır” önermesi gibi, onunla eşanlamlı olan “Karaburun’un (bu kedinin) ürpermesi onun korktuğu anlamındadır” önermesi de yanlıştır. Hayvancağızın ürpermesinin buradaki nedeni onun korkmuş olması değildi; dolayısıyla önermenin anlamı da bu değildi. Özel koşullar bağlamında X doğru olduğu halde r yanlışsa, X’in r’yi içerdiği doğru olmayacak, dolayısıyla X’in r anlamına geldiği de yanlış olacaktır. Bu koşullarda oluşturuculuğu dışlayan bir şey yok, çünkü bu durumlarda r’yi içerip içermediği söylenebilecek (“X, r anlamındadır” gibi) doğru bir önerme bulunmuyor.
Tekilci açıklama Grice’ın ayrım ve ölçütlerini yeni düzenlemeler gerektirmeden koruyor. Bu yönüyle özellikle ilk bakışta çekici görünebilir. Oysa yine bu açıklamanın derinlere giden güçlükleri de var. Bunlardan gündeme getireceğim ilk sorun bilgibilimsel. Oluşturuculuk niteliğinin bilgiye ilişkin bir şey olmadığını yadsımayı amaçlamıyorum. Ayrıca tekilciliğin bilgiden bağımsız olarak nesnel olgulara ilişkin bir sav olduğunu da onaylıyorum. Ancak yine de bilgisel yönün bu bağlamda bütünüyle gözardı edilemeyeceğini düşünüyorum. Bilgiye ilişkin içerimleri dolayısıyla iletişimin her zamanki uygulamasına aykırı düşecek vargılar getiren bir yaklaşım oldukça ağır sorunlarla yüzyüzedir. Ortaya konması gereken şey şu: Tekilci açıklama ya inanacak olursak, hiçbir doğal anlam önermesinin doğru olduğunu bilmemize olanak kalmayacak! Bunun gerekçesini vermeye çalışayım. Yukarıda da açıkladığım gibi, bir anlam önermesini doğru kılan koşullar arasında r’yi deneysel gözlem olarak doğrulayan bir şey bulunmaz; eğer böyle bir şey bulunsaydı doğal anlam önermelerinin bir değeri olmazdı. Ayrıca tekilcilik, “X, r anlamındadır” önermesinin “X’in nedeni r’dir” biçiminde çevrilmesi gerektiğini öne sürüyor; X’in nedeni başka bir şey olduğunda önceki önermeyi yanlış kılıyor. Dolayısıyla bu görüş için X yalnızca r’nin varolduğu bir durumda r anlamına gelecek. Ne var ki r deneysel açıdan gizli kaldığı için onun varlığı bilinemeyecek, X’in nedeninin gerçekten r olduğu bilinemeyeceğinden de, anlam önermesinin doğruluğu bilinemez kalacaktır. Bir başka deyişle, X’lerin nedeni her zaman r’ler olmadığına göre, r’lerin algıya veri olmamaları yüzünden hangi X’lerin r’lerden geldiği bilinemeyecek, böylece de hangi doğal anlam önermesinin doğru olduğu anlaşılamayacak. Bu yaklaşıma göre doğal anlam önermeleri epistemik açıdan ya değersiz şeyler, ya da doğrulukları bilinemeyen şeyler.
Bir başka nokta iletişimin uygulamasına ilişkin. Yukarıda özel olarak yaratılan ve oluşturuculuk için güçlük çıkarttığını düşünmüş olduğum durumlarda X’in nedeni konusunda durumu bilmeyen herkesin yanılacağını vurgulamıştım. Karaburun’u adrenalin iğnesiyle ürperttiğimiz bir durumda da, onu bu halde gören başka kedi, köpek, fare ya da insan, her bireyin, onun korktuğunu sanacağını söylemiştim. Bu kediyle hayvansal iletişim ortamında karşılaşanlar ondaki ürpermenin korku anlamına geldiğini düşünecekler. Kuşkusuz, tüm bu bireyler gerçek nedene ilişkin olarak aldanmış olacaklar. Oysa ki tekilciliğe göre bütün bu bireyler anlam hakkında da yanılıyorlar. Demek ki tekilcilik iletişim uygulamasındaki normal bireylerin yargısıyla çelişen bir sonuca ulaşmış oluyor. Herkes X’in her zamanki anlamını (r’yi) taşıdığını düşünürken tekilcilik bu durumlarda bir anlamlılık bulunmadığını öne sürmek gereğinde… Bu nokta üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Normal bireylere gerçek nedenin r olmadığını anlatsak, onlar X’in orada bir anlam taşımamış olduğunu onaylamak yerine, X’in yine de bu anlamı taşıdığını ve onları bundan dolayı aldattığını söyleyecekler. Aldanmalarının nedenini, böylesi koşullarda söylenimin anlam ve ne deni arasındaki farkla açıklayabilecekler. Örneğin doktor başka yollarla gerçekleştirdiğimiz pembe lekelere kızamık tanısını koyduktan sonra gerçeği öğrendiğinde “Hmm, demek ki lekeler burada kızamık anlamına gelmemiş” demek yerine “Bu le kelerin anlamı kızamıktır ve yarattığınız olağan dışı koşullar nedeniyle lekeler beni burada yanılttı; bundan dolayı aldandım” diyecek. Bütün bunları olanaksız kılan tekilcilik burada sağduyu sezgisiyle açıkça çelişiyor. Tekilciliğin yadırganmaya mahkum bir başka mantıksal içerimi daha var: Bu görüş için doğruluk koşullarında r bulunduğunda birbirleriyle tip olarak özdeş X’lerin tümü r anlamına gelecek, doğruluk koşullarında r yokken de aynı X’ler —yanlış anlama gelmek yerine— hiçbir anlama gelmeyecekler. Eğer X doğal olarak r anlamındaysa, bu konumunu tutarlı olarak korumalıdır, diye düşünüyorum. Doğal bir anlamın söylenim koşullarından bağımsız olarak, her zaman için geçerli olması beklenmelidir; böyle olmalıdır ki koşullar onu doğru ya da yanlış kılabilsin.
Sıra, tekilciliğe yönelteceğim en önemli eleştiriye geldi. Bu yaklaşım “X, r anlamındadır” önermelerinin ancak ve ancak belli bir X belli bir r’ye nedensel sonuç olduğunda doğru olacağı varsayımına dayanıyor. Yani, bu sav doğruluğu ayrıca saptanan bir şey değil. Böylesi varsayımlar parçası oldukları kurama açıklayıcı güç kattıkları ve onu döngüselliğe götürmedikleri sürece onaylanabilirler. Tekilciliğin varsayımı bu açıdan nasıl görünüyor? Varsayıma göre “X, r anlamındadır” “X’in nedeni r’dir”, yani “X’in varlığı r’ninki için yeterlidir” demek olduğundan, bu, eğer (o tikel) X meydana gelmişse, (o tikel) r’nin gerçekleşmiş olduğunu garanti ediyor. X varlığa gelmişse onu varlığa getirebilecek olan tek şey, yani onun nedeni olan r de varlığa gelmiş olmalıdır. Bu bir fiziksel zorunluk.
Şimdi tekilci açıklamanın oluşturuculuğu korurken isteyebileceğinden çok fazlasını koruduğunu görelim: Bir kez varsayım yapılıp koşullar böylece saptandığında r’nin doğru olmasının artık bir olgusal önemi kalmıyor, çünkü r’nin yanlış olması olanaksız kılınıyor. Hangi ve nasıl bir X olursa olsun, doğru olarak onun r anlamına geldiği söylendikten sonra, artık r’nin de doğru olmaması bir mantıksal olanaksızlık konumunda. Dolayısıyla tekilci yaklaşım oluşturuculuk özelliğinin yadsınabilirliğini mantıksal olarak olanaksızlaştırmış bulunuyor! Varsayım bir kez yapıldığında akla gelen her anlam önermesi oluşturuculuk ile tutarlı kılınıyor. Ne var ki bu durum ya pay anlam önermelerine de yayıldığı için artık tekilcilik kendi amacına ters düşüyor. Varsayım uygulandığında yapay anlam önermelerinin büyük bir bölümü yanlış kılınıyor; böylece oluşturuculuk hem yapay iletişim diye adlandırdığımız bağlamda korunuyor, hem de hiçbir şeyin yapay anlama gelemeyeceği gibi bir sonuç içeriliyor. Bunca aykırılık bir görüşü çürütmeye yetmez mi?
Tekilciliği, söze konu ettiğimiz varsayımın yalnızca kendiliğinden oluşturucu olan anlamlılık durumlanna uygulanacağı gibi bir kural koyarak kurtarmak mümkün mü? Hayvansal iletişim dışında kalan doğal belirtiler alanında, anlam önermelerinin kendiliklerinden oluşturucu bir özellik taşıdıklarını, bununsa tekilci varsayımdan bağımsız olarak geçerli olduğunu hiç kimse yadırgamayacaktır. Oysa yukarıda gördüğümüz gibi aynı şeyi hayvansal iletişim bağlamları için öne süremiyoruz. Bu bağ lamlardaki anlamlılığın oluşturculuk niteliği en azından tartışmalı bir konu. Tekilciliğin varsayımı bunlar için oluşturuculuğu garanti eden tek şey. Ne var ki, oluşturuculuk bu varsayım desteğiyle sağlanıyor ve varsayımın uygulandığı her anlam önermesi de oluşturuculuğu koruyorsa, geride varsayımı yapay iletişime değil de hayvan sal iletişime uygulamanın bir ilkesel gerekçesi kalmıyor; uygulama döngüsellik içine kayıyor. Evet, tekilcilik çürümeye mahkum bir görüş.
Tekilci varsayım anlam olgusunu ya siyah ya da beyaz olarak gösteriyor: Anlam önermeleri, tikel bir X ile bir r arasında nedensel ilişki bulunup bulunmamasına bağlı olarak, ya doğru ya da yanlış olmak gereğinde. Böyle bir şey, doğru anlam önermelerine değişen ölçülerde destek sağlayacak doğruluk koşullarına izin veremez. Oysa doğadaki ilişki türleri her zaman aynı sağlamlıkla kurulmuyor. Vaha ile su arasındaki ilişki, örneğin ürperme ve korku arasında bulunandan çok daha sıkı… Hayvansal iletişim bağlamında da X ve r’nin arasında olguya ve nesnelliğe dayanan bir ilişki var, fakat bu doğal belirtilerde olduğu ölçüde güçlü değil. Bu bağlamlarda X, r anlamına geliyor ve de X ortaya çıkmış bulunuyorsa, r’nin varlığı yalnızca (ve değişen bir ölçüde) olası oluyor. Olguyu bu yönlere kör kalmadan açıklayacak bir görüş geliştirmeye çalışacağım.
V
Tekilcilik ile şimdi ortaya atacağım görüş arasında ortak olan bir yön var. Her iki yaklaşım da “gerçekçi”; yani her ikisi de “X, r anlamındadır” önermesinin r’yi gerektirişini, bu önermenin dış dünyadaki doğruluk koşullarına dayandırarak açıklıyor.
Doğruluk koşullarını dış dünyada tam olarak neyin oluşturduğunu belirleyişteyse, yollar ayrılıyor. Tekilcinin varsayımını yadsıyorum: Söz konusu doğruluk koşulunun tikel bir nedensel ilişki olmadığını öne sürüyorum. X’in r anlamına gelmesi, yani onu belirtmesinin nesnel temelini X ve r arasında bulunan bir bağlılaşım olarak saptayacağım. Doğal anlam önermelerinin nesnel dayanağının onların örneklerini dile- getirdikleri kimi genellikler olduğunu savunmak istiyorum. Böyle bir “genellikten” ille de “genel varlıklar” anlamak gerekmez; bunu ben tikel bir X ve tikel bir r’nin benzerleriyle birlikte var olmaları biçiminde kavrıyorum.
Genellik, onun gücünden veya zayıflığından söz edebilmek olanağını sağlıyor. X ve r tipleri arasındaki bağlılaşımın farklı tiplere ilişkin anlam önermelerine göre değişiklik gösterdiğini, dolayısıyla da doğal anlam önermelerinin doğruluk koşullarının farklı ifade tiplerindeki X ve r ’yi eşdeğer bir güçle bağlamadığını öne sürüyorum.
Bağlılaşımın X ve r’yi değişmez olarak her zaman birlikte kıldığı durumlardaki doğal anlam ilişkisinin bir içerme değeri taşıdığını öne sürüyorum. “X, r anlamındadır” önermesi ancak bu kadar güçlü bir genelliğin geçerli olduğu durumlarda “X r’yi içeriyor” ile eşdeğerdir. Tabii böylesi sıkı bir genellik (dolayısıyla da önermeler arasın da bir eşdeğerlik) bulunuyorsa, ve X orada ortaya çıkmışsa, “r”nin doğruluğu modus ponens ile gerektirilecektir.
Bir doğal anlam önermesini doğru kılan şeyin, bu önermenin ilişkilerini dile getirdiği X ve r gibi olgular arasındaki bağlılaşım olduğunu, bu bağlılaşımın genellik düzeyinin de, dile getirilen anlamın türünü belirlediğini öne sürdüm. Bu, anlam önermelerinin sıkılık açısından dereceli bir süreklilik oluşturduğuna işaret ediyor. Değindiğim bağlılaşımların her durumda nedensel olmaları gerekmiyor. Nesnel bağlılaşımlar, nedensel ilişkiler yanı sıra özsel birliktelikleri de kapsar. Doğal anlam önermelerine doğruluk koşulu oluşturabilecek bağlılaşımlar, altın olmak ile bu elemanın atomunda 79 proton bulunması ve dolaylı olarak metal olmak, sarı olmak, yumuşaklık ve asitlerden etkilenmemek gibi nitelikleri de kapsıyor. Ayrıca, yalnızca etkilerin nedenlerine belirti olabilecekleri gibi bir kural da söz konusu değil. Bir bağlılaşım varsa, bunun öğeleri birbirlerine karşılıklı olarak belirti olabilirler; bundan dolayı da hangisi olursa olsun biri öbürüne anlam olabilir.
Doğal belirtiler alanına ilişkin anlam önermelerini doğru kılan bağlılaşımlar, belirlenim gücündeki yasalarca değiştirilebilecek ölçüde sıkı ilişkiler kuruyorlar. Bu bağlılaşımlar fiziksel zorunluk dediğimiz »şey i oluşturuyor. Örneğin bir yerde gerçek ten bir vaha varsa orada su bulunmamasına fiziksel anlamda olanak yok, çünkü su olmadan vahayı oluşturan bitkiler yaşayamayacaktır. İşte bu nedenle en dıştaki hal kayı oluşturan öbek, oluşturuculuğu Grice’ın istediği biçimde örneklendirecektir. Orta halkalardaki hayvan iletişimiyse, bu açıdan farklar içeriyor. Burada artık Gri- ce’m istediği gibi bir oluşturuculuk bulamıyoruz. Hayvansal iletişimdeki anlamlılık yine olgusal, ve bu ölçüde de doğal; ancak burada anlam ile söylenim bir belirlenim biçiminde bağlı değiller, iletişim bağlamında, aynı türdeki etkilerin normal olandan farklı nedensel zincirler üzerinden oluşturulabilmesi olanaklı. Çünkü hayvan tepkilerini temellendiren neden ile etkiler daha uzun; dolayısıyla da daha kolayca kesilebilen nedensel süreçlerle bağlanıyorlar. Normal olarak ürpermeye neden olan şey korku olmakla birlikte, bu genellik bir belirlenim gücünü taşımıyor. Aynı etki, nedensel süreç ortadan kesilerek, yani ürperme tepkisi korku nedenine kadar geri gitmeden, bir kimyasal madde aracılığıyla kestirme yoldan da elde edilebiliyor.
Hayvansal iletişimde ortaya çıkan anlamlılık alıntılanabilir olmadığı gibi oluşturucu da değil; bunu dile getiren bir önermenin doğruluğu fiziksel zorunluk gücü taşımayan bir nesnel bağlılaşıma dayanıyor. Dolayısıyla hayvansal iletişim Grice’ın ölçütlerinin ayırt ettiği doğal ve yapay anlamlılık alanlarının her ikisinin de dışında — daha doğrusu, arasında— kalıyor. Bu anlam yapay değil ama tam olarak doğal da değil: Onu “Yarı-doğal anlam” diye adlandırmayı öneriyorum. Yarı-doğal anlamlılık öbeğini oluşturan halkanın kendi içindeki farklılaşımları iç içe halkalar olarak düşünmüştük. Buna şimdi eklemek istediğim şey, yarı-doğal anlamlılık içindeki farklılaşımların da, doğruluk koşulunu oluşturan bağlılaşımın sıkılık derecesinden kaynaklanıyor oluşu, içsel bir biyolojik koşula tepki olarak deri üzerinde kızarıklıklar oluşmasındaki nedensel süreç, bir duygusal durumun dışa vurulduğu tepkilerdekine göre daha kısa ve daha az karmaşık. Önceki sonrakinden daha sıkı bir bağlılaşım oluşturuyor. Öte yandan en uzun ve dolayısıyla da en zayıf nedensel zincir, hayvanların bir dış koşula tepki olarak ortaya koydukları davranışları temellendiren süreçler. Evrimle büyük bir incelik ve özelleşme düzeyi kazanmış olan böylesi tepkiler türler arasında ancak seyreklikle gözlemlenebiliyor. Yine de bu tepkilerle iletilen bilişi değerinin en üst düzeyde yaşamsal olduğu yadsınamaz… Kanımca bu durumlar da hayvanların yapay iletişime en çok yaklaştıkları örnekleri buluyoruz. Yine de böyle örneklerin yapay anlamdan özenle ayırt edilmesi gerekiyor, içgüdüsel, yani kendiliğinden yapılan bu davranışlar hem nesnel bağlılaşımlara dayanıyorlar, hem de alıntılanabilir değiller. Doğallıkları, Locke’un söylemiş olduğu gibi, türe giren tüm değişik hayvan topluluklarında bir örnek oluşlarından da belli. Vervet maymunların da dil farklılığı yok; aynı tehlike karşısında hepsi de aynı haykırışı kullanıyor. Yapay anlam taşıyan söylenimleri davranışa döken bir zorunlu koşul da bunların “niyetli” oluşları. Oysa ne denli özelleşmiş olursa olsunlar, hayvan iletişim davranışlarının da yapay söylenimler gibi niyete dayanabileceği savı, uzlaşmasız bir biçimde tartışmalı kalıyor.
Hayvansal iletişim bizlere hiç de yabancı değil; bunu hem tek başına, hem de dil sel iletişim yanısıra, durmaksızın kullanıyoruz. Belki yapay iletişimi başaran tek tür biziz, ama ürettiğimiz yan-doğal anlamlılık bizim öbür hayvan türleriyle olan evrimsel bağlarımızı ortaya koyuyor. Bu, evrimin bir sürekliliğe yaklaşan adımlarının somut bir belirtisi, insan, hayvansal iletişim becerisine sahip olmadan yapay iletişimi gerçekleştiremezdi. Yazımı insanlar arasındaki farkların, kimi insanlarla hayvanlar arasındakilerden daha büyük olduğunu öne süren LaMettrie’yi anarak bitiriyorum.
Dipnotlar
- [1] Bu yazıda “iletişim” sözcüğünü geniş bir kapsamla kullanıyorum. Bağlamdan da anlaşılacağı gibi, iletişimden canlılar (ya da daha genel olarak bir algı düzeneği olan dizgeler) arasındaki her türlü bilişi değişimini kastediyorum. “Söylenim” bir teknik terim. Bundan iletişime araç olan her türlü davranış, tepki ve serimlemeyi kastediyorum. Dolayısıyla kaplam olarak tümcelerden, deri üzerinde oluşan kızarıklıklara değin geniş bir yelpaze içeriliyor
- [2] Locke, Essay, III, ii, I.
- [3] Bu konu tartışmalıdır. Örneğin Konrad Lorenz King Solomon’s Ring (New York: Corwell, 1952)’de kimi türlere rahatça amaçsallık yüklerken, Donald Davidson gibi filozoflar (Truth and Interpretation, Oxford: Clarendon Press, 1984, s. 155-170) bu konuda derin bir kuşku taşıyorlar. Böylesi kuşkuları kapsamlı olarak ele alan bir tartışma Jonathan Bennett’in “Thoughtful Brutes” (APA Proceedings and Addresses, V62, 1988) başlıklı yazısında bulunabilir.
- [4] Paul Grice, Studies in the Way of Words, Cambridge: Harvard University Press, 1989, s. 213-17, 290-97,349-50.
Not: Bu yazı ilk kez “Felsefe Tartışmaları Dergisi 11, 1992, s.82-94″de yayınlanmış olup gerekli izinlerin alınması doğrultusunda Taha Cem Aydın ve Taner Beyter tarafından sitemize yüklenmiştir.