İnce Ayar ve Çoklu Evren Üzerine Tartışmalar – Mehmet Mirioğlu

/
705 Okunma
Okunma süresi: 35 Dakika

Antropik ilke temel olarak evrende var olan sabitlerin, karbon bazlı yaşam gelişebilsin diye şu an sahip oldukları sayısal değerleri taşıdıklarını belirtir. Evrenin yapısı ve başlangıcındaki değerler ve doğa yasaları öyle bir işlemektedir ki bu yasalardaki küçük bir değişiklik yaşamın oluşmasını olanaksız kılar. Örneğin, günümüz fiziğine göre, tabiatta dört temel kuvvet bulunmaktadır: yerçekimi kuvveti, zayıf nükleer kuvvet, elektromanyetizma ve bir atomun içerisindeki proton ve nötronları bir arada tutan güçlü nükleer kuvvet. Bu güçlerin her birinin varlığı, karmaşık hayat için zorunludur. Elbette ince ayar sadece kuvvetlerin varlığında değil aynı zamanda belirli fiziksel sabitlerin sahip oldukları değerde de bulunur. Örneğin evrenin başlangıcında kütle çekim sabiti biraz daha büyük olsa evren kendi içinde çökecek ve yaşam oluşamayacaktır biraz daha küçük olsa evren maddeyi oluşturamayacak kadar genişleyecek ve yaşam yine oluşamayacaktır. Evrenin başlangıç koşulları, fiziksel sabitler, doğa yasaları öyle bir ayardadır ki her şey adeta yaşamın oluşmasını isteyen bir varlığa işaret etmektedir.

Sonuç olarak evrendeki hassas ayar, tıpkı yaşamın oluşması için tasarlanmış gibidir, zira Roger Penrose tüm hassas sabitlerin rastlantıyla oluşabilme ihtimalini 10.000.000.000123’de bir olarak bulmuştur. Doğa yasalarında küçücük bir değişim bile evrenin oluşmasını veya yaşamın oluşumunu engeller. Bununla birlikte ince ayar argümanı yalnızca evrendeki doğa yasalarına değil Dünya’nın fiziki koşullarına bağlı olarak da kurulabilmektedir. Örneğin galaksinin tipi eğer daha eliptik olsaydı yaşam kimyası için yeterli ağır elementlerin oluşmasından önce, yıldız oluşumları dururdu. Dünyanın oluşumu sırasında, yörüngede yaptığı açı daha küçük olsaydı, güneş dünyayı yutardı, hayat olmazdı. Bunun gibi daha birçok “ince ayar” sıralanabilir. Teistlerin iddiasına göre bu ince ayarın ateistik perspektiften makul bir açıklaması bulunmazken Tanrı’nın canlı yaşamına uygun bir evren yaratması yeterli bir açıklamadır. Argümanın vardığı sonucun doğru olduğunu hissettirmek adına çok sayıda analoji inşa edildiği ve argümanın ikna edici gücü de genelde bu analojilerden geldiği için hiç değilse birini paylaşmak argümanın ne anlatmak istediğini daha net gösterecektir. Örneğin Swinburne ince ayarların muhakkak bilinçli açıklamayı gerektiğini izah etmek adına “kart karma makinesi analojisi” sunmuştur:

Varsayalım ki bir deli, kurban olarak seçtiği birini kaçırarak onu içinde bir kart karıştırma makinesi bulunan bir odaya kapatır. Odadaki makine, on deste kartı aynı anda karıştırır. Daha sonra her bir desteden bir kart çekerek on kartı aynı anda gösterir. Adam, kurbanına makineyi kısa zamanda çalıştırmak üzere hazırlayacağını ve ilk çekilişini kendisine göstereceğini; ancak her bir desteden bir kupa as çıkmadığı takdirde makinenin eş zamanlı olarak kurbanı öldürecek olan bir patlama mekanizmasını ateşleyeceğini, bunun sonucunda da kurbanın makinenin hangi kartı çektiğini göremeyeceğini söyler. Daha sonra makine çekilişe hazırlanır. Ancak makine kurbanın bir yandan şaşkınlığına diğer yandan da rahatlamasına neden olacak biçimde her bir desteden bir kupa as gösterir. Kurban, bu olağanüstü gerçeğin ancak makinenin bir biçimde hileli düzenlenmiş olmasıyla açıklanabileceğini gerektirdiğini düşünür. Deli ise ona şöyle der: ‘Makinenin sadece kupa as çekmesi hiç de şaşırtıcı bir şey değil. Ayrıca senin bundan başka bir şey görmen de olası değil. Zira başka bir kart çekilmiş olsaydı, senin herhangi bir şey görmek için burada olman mümkün değildi.’ Ancak şüphesiz kurban haklı, onu kaçıran kişi ise haksızdır. Gerçekten de on kupa asın çekilmesinde, açıklama gerektiren olağanüstü bir durum vardır. Bu tuhaf düzenin, algılanan çekilişin zorunlu bir koşulu olduğu gerçeği, algılanan şeyi daha az olağanüstü yapmadığı gibi, onun da daha az açıklamaya gereksinimi olduğu anlamına gelmez. (1)

Bu argümana dair detaylı bir incelemede bu ve buna benzer analojilerin girdiği hatalardan, yapılan olasılık hesaplarının neden hatalı olduğundan, argümanın aslında duygulara başvurma safsatasına giriyor olduğundan veya kanıtlamaya çalıştığı şeyi aslında varsayarak hareket ediyor oluşundan bahsetmek mümkün olsa da bu yazının ana konusu çoklu evren kuramlarının ince ayar argümanını cevaplamak için yeterli olacağıdır.

Çoklu evren üzerine tartışmalara girmeden önce bu tartışmaların temeli üzerine küçük bir not düşmek gerekir. Öncelikle ince ayar argümanının dünya, güneş sistemi ve galaksi üzerindeki hassas dengeler üzerine kurulmasının temel hatasından bahsetmek yararlı olacaktır. Zira Dünya’nın, güneş sisteminin, galaksinin koşullarının şu an olduğundan daha değişik olması durumunda şu an gördüğümüz yaşam formlarının olmayacağını bu sebeple bu dengenin bir bilinçle açıklanabileceğini savunmak zor gözükmektedir. Zira evrenin içindeki her kozmik olay çok sayıda denemenin sonucu olarak açığa çıkar. Dünya’nın konumu ve başlangıç koşullarından yola çıkarak ince ayar ortaya çıkarmak kolay değildir, çünkü zaten evren içerisinde milyarlarca, milyarlarca ve milyarlarca gezegen bulunur ve bu kadar gezegen içerisinde bir tanesinin gerekli koşulların sağlamış olduğunu düşünmek o kadar da ihtimal dışı değildir. Örneğin kart karma makinesi analojisinde, her ne kadar analoji tek seçim olduğunda da işe yaramaz sonuçlar üretiyor olsa da analoji genişletilip “5210 tane insan üzerinde uygulanacak şekilde” genişletilirse içlerinden birinin yaşamış olması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Aynı şekilde çok sayıda evren varsa içlerinden birinin yaşamı destekliyor olması şaşırtıcı olmayacaktır. Çoklu evren modeli çok sayıda deneme ile bahsi geçen olasılıkların şaşırtıcılığını azaltma girişimini tasvir eder. Fakat şu da belirtilmelidir ki ince ayara dayalı teleolojik argümanın tutarlı bir biçimde ateistler tarafından reddedilmesi için çoklu evren modeli zorunlu değildir. Çok sayıda evrene inanmadan da ince ayar argümanını kişi başından def edebilir.

Bu durum şuna benzetilebilir: Bir gün rastgele bir zamanda rastgele seçtiğiniz bir ormana piknik yapmaya gittiğinizde, rastgele seçtiğiniz bir ağacın rastgele bir tarafında eşyalarınızı kurduğunuzda, rastgele bir süreç sonrasında elinizdeki reçel kavanozunu açtığınızda tam o anda yanına oturduğunuz ağacın rastgele bir dalının rastgele bir yaprağı rastgele doğa süreçlerinin etkisiyle tam o anda kavanozun içine düşerse şaşırırsınız, fakat buradan bir tür niyetli varlığın olması gerektiğine çıkmanız için herhangi bir gereklilik yoktur. Tam olarak o anda tam olarak o yaprağın tam olarak sizin reçel kavanozunuza düşme ihtimalini hesapladığınızda astronomik düzeyde bir sayıya ulaşırsınız. Bu sürecin gerçekleşmesi için o ağacın tam o zaman aralığında büyümesi, evrimsel sürecin tam o ağacın oluşması lehine gelişmesi vs. gerekmiştir. Aynı zamanda sizin tam oraya gitmiş olmanız çok sayıda şarta bağlıdır. Tüm bu ayrıntıları hesaplayan cinimiz ortaya çıkarsa üst düzey astronomik bir sayıya ulaşacaktır. Bu olayın gerçekleşmesi için tüm evrenin başlangıcındaki koşulları tam da o değerde olması gerekirdi. Elbette buradan tüm evrenin bu olay için dizayn edildiği sonucu çıkmayacaktır. Fakat şöyle bir gerçek de bulunur ki eğer bir rüzgâr esse ve o ağacın yapraklarının yarısı ağaçtan düşse, bu durumda bir tanesinin kavanoza denk düşmesi şaşırtıcı bir olay olmaz. Kısaca bir rüzgârın çıkıp ağaçtaki yaprakların çoğunu düşürmesi durumunda bir yaprağın kavanoza düşmesi şaşırtıcılığını yitirir. Fakat bu rüzgâr olmasa da o yaprağın o kavanoza düşmesi niyetli bir varlığa çıkmak zorunda değildir. Benzer şekilde çoklu evren varsa evren lehine sunulan ince ayar şaşırtıcılığını yitirir. Fakat bu yoksa ateizm için önemli bir kayıp yoktur. Asıl konuya dönecek olursak, olası çoklu evren modellerini açıklayıp olası eleştirileri yanıtlamaya çalışalım…

Çoklu evren iddiaları “metafizik spekülasyonlar” ve “bilimi temel alan spekülasyonlar” olmak üzere ikiye ayrılabilir. Metafizik spekülasyonlar, tıpkı Tanrı varsayımı gibi, salt düşünce ürünüdür ve felsefi bir iddiadır. Test edilebilme, yanlışlanma, bilimsel dayanağa sahip olma gibi bir durum bu spekülasyonlarda söz konusu değildir. Metafizik çoklu evren iddiası, modal mantıkta söz edilen olası evrenlerin hepsinin bilfiil var olduklarını, hepsinin gerçek olduğunu söyler. Her olası evren vardır; bu görüşe göre sizin aslında cumhurbaşkanı olduğunuz, benim aslında elinde silah tutan “Allah-u Ekber” nidalarıyla yola çıkan IŞİD’li bir terörist olduğum, Dünya gezegeninin hiç var olmadığı, farklı fizik kurallarının var olduğu evrenler mevcuttur.

Bilime dayalı çoklu evren görüşü ise çok sayıda fiziksel teorinin gerektirdiği ya da eldeki verilerden çıkarsanabilecek görüşlerdir. Örneğin olası bir çoklu evren teorisi, özellikle entropi ilkesiyle uyumsuz olduğu için çok fazla tercih edilmeyen salınımlı evren modelidir. Bu modele göre evren sürekli genişler, çöker, genişler, çöker ve bu süreç bu şekilde devam eder. Ayrıca detaylarına bu makalede girmemizin şu an için anlamlı olmadığı bu model “yanlışlanmış” ve yeni veriler doğrultusunda geliştirilmiştir. Bununla beraber Penn Eyalet Üniversitesi’nden Lee Smolin biyolojik doğal seçilimi kozmoloji alanına uygulayıp karadelikten kaynaklanan çoklu evren görüşünü ortaya atmıştır. Büyük patlamanın koşulları ile karadeliğin koşullarının birbirine benzer olmasından yola çıkan Smolin, karadeliklerin yeni bir evrene yol açtıklarını iddia etmiştir. Bu modelde her karadelik, içinde bulunduğu evrenden biraz daha farklı doğa yasalarına yol açan bir evrene yol açıyor, bu fiziksel değerler içerisinden yeni evren üretebilecek olanlar (karadeliği mümkün kılanlar) fiziksel yaşamına devam ediyor ve bu süreç sürekli işlemeye devam ediyor. Tıpkı doğal seçilimde çeşitlilik ve seçilim mekanizmaları olduğu gibi bu görüş de kozmik doğal seçilimi ifade etmektedir. (2) Doğa yasaları çeşitlenir ve yeni evren yaratabilecek olanlar “seçilir.” Brian Greene bu mekanizmayı şu şekilde açıklama girişiminde bulunmuştur:

Smolin, bir çoklu evrenin ortaya çıkmasına ilişkin başka bir mekanizma ileri sürmenin ötesinde, insancı ilkeyle ilişkili bilimsel sınırlamaların etrafında bir bitirme koşusu yapan yeni bir unsur -genetik mutasyonun kozmik versiyonu- devreye sokmuştur. Düşünün, der Smolin, bir karadeliğin çekirdeğinden bir evren doğduğunda, fiziksel özellikleri, örneğin parçacık kütleleri ve kuvvetlerin güçleri ana evrendekilere yakındır, ama onlarla aynı değildir. Karadelikler sönmüş yıldızlardan doğduğundan ve yıldız oluşumu da parçacık kütleleri ve kuvvet güçlerinin kesin değerlerine dayandığından, belli bir evrenin doğurganlığı -üretebileceği yeni karadelik neslinin sayısı- hassas bir biçimde bu parametrelere dayanır. Dolayısıyla yeni nesil evrenlerde parametrelerdeki küçük değişiklikler, bazılarının karadelik üretiminin ana evrenlerinden daha elverişli olmasına, çok daha fazla sayıda yavru evren doğurmalarına yol açar. Birçok ‘kuşak’ sonra, karadelik üretmeye elverişli evrenlerin torunları o kadar fazla sayıda olacaktır ki, çoklu evren nüfusunda ezici çoğunluğu oluşturacaklardır. Böylece Smolin’in önerisi insancı ilkeye başvurmak yerine, ortalamada her yeni kuşak evrenin parametrelerini belirli değerlere -karadelik üretimi için elverişli değerlere- daha da yakınlaştıran dinamik bir mekanizma ortaya koyar. (3)

Farklı bir çoklu-evren modeli ise “soğan modeli” olarak açıklanabilir. Bu modele göre evrenimiz bir başka evrenin içinde, o evren başka bir evrenin içinde, o evren başka bir evrenin içinde olmak üzere sonsuz evren dizisi mevcuttur. (4) Bunu şu şekilde anlamamız da mümkündür: kuarklar protonları oluşturur, protonlar atomun içindedir, atomlar molekülü oluşturur, moleküller Dünya’yı oluştururlar. Dünya güneş sisteminin içindedir, güneş sistemi bir galaksinin içinde yer alır, o galaksi kendine benzer galaksilerle evreni oluşturur. Bitti. Gerçekten bitti mi? Soğan evren modeli bitmediğini söyler. Bundan yıllar önce evrendeki tek gezegenin Dünya olduğu sanılıyordu ve insanlar kendini buna koşullandırmıştı. Fakat ardından bu şartlandırmanın hatalı olduğu ortaya çıktı. Ardından güneş sistemimizin bir galaksinin içinde olduğu keşfedildi ve günümüzde tek evren savunucularının zihniyetindeki kişiler katı bir şekilde bu galaksiden farklı bir galaksinin olmadığını iddia ettiler. Ardından tek galaksinin içinde bulunduğumuz galaksi olmadığı ortaya çıktı ve tek galaksiden tek evren modeline geçiş yapıldı. Fakat tek evren modeli de zorunlu bir düşünce değildir elbette. Tıpkı bir soğan zarının halkaları gibi evrenimiz bir meta-evrenin, meta-evren ultramega-evrenin içinde olabilir.

Bundan farklı olarak, enflasyona dayalı çoklu-evren modeli sunulabileceği görülüyor. Evrenin oluşumu ile ilgili teorilerden biri olan enflasyon teorisi Büyük Patlama’nın “patlama” aşamasını açıklayan bir kuram olarak tanımlanır. Kuramın temsilcisi olan Alan Guth’un da deyimi ile “Büyük Patlama kuramı hiçbir zaman söz konusu patlama evresiyle ilgili bir kuram olmamıştır. Neyin patladığı, neden patladığı ya da patlamadan önce neler olduğuyla ilgili hiçbir şey söylememiştir.” Evrenin genişlemesindeki genişleme evresini açıklayan kuram ise enflasyon kuramıdır ve yalnızca bunu açıklamakla kalmaz kozmolojideki birçok problemin üstesinden gelir. 1979’da Alan Guth tarafından ortaya atılan kurama göre evren, ilk 10-35 saniyelerde fotonların evrenin her tarafına eşit şekilde dağılabildiği çok küçük bir boyuttan, çok küçük bir zaman dilimi içinde bir portakal büyüklüğüne genişlemiştir. (5) Fakat enflasyon teorisi bununla kalmaz, aynı zamanda çok sayıda evreni gerektirir. Zira enflasyon modelinin gerçekleşmesinin arkasındaki mekanizma aynı zamanda birden fazla evreni, çok sayıda evreni “gerektirmektedir.” Bu kuramın neden çoklu evreni gerektirdiği şu şekilde açıklanabilir:

Andrei Linde, evrenin başlangıcında skaler alanın olabileceği her türlü enerji değerini göz önünde bulundurdu ve hangi durumların şişmeye neden olabileceğini hesapladı. Skaler alan göl gibi pürüzsüz ve düz değil, okyanus gibi çalkantılıydı. Daha bilimsel ifade ile vakumu oluşturan skaler alanda sürekli olarak enerji iniş çıkışları, kuantum dalgalanmaları meydana geliyordu. Bu dalgalanmalar kısa sürdükleri ve minicik oldukları için gözlenememelerine rağmen aniden şişerek makroskobik boyuta ulaşabiliyor, yani yeni evrenlerin oluşumuna olanak sağlıyorlardı. Fakat dalgaların üst üste bindikleri noktalarda enerji yoğunluğu artarken bazı bölgelerde azalıyordu. Böylece evren bazı yerlerin sıcak, bası yerlerinde soğuk olduğu benekli bir yapı alıyordu. Enerjinin yoğun olduğu bölgeler genişlemeyi kesiyor, patlayıp şişiyordu. Soğuk benekler ise ise genişlemeye devam ediyordu. Yoğun enerjili uzay – zaman bölgelerinin patlayıp şişmesi ise yeni evrenlerin yaratılması demekti. Böylece Mega-evren okyanusunda sürekli evren adaları oluşuyordu. (6)

Bununla beraber bugün görelilik kuramı ile kuantum kuramı arasındaki ihtilafı çözmeye yarayan potansiyeli en yüksek aday olan sicim teorisi de çok sayıda evreni gerektirir. Bugün “her şeyin teorisi” olarak anılan M-Kuramı/sicim teorisi, beraberinde çoklu evren görüşünü getirmektedir. Bunu Stephen Hawking şu şekilde açıklar:

M-Kuramının (gözlemleyebildiğimiz yasalardan) çok daha temel yasaları var. Bu nedenle M-kuramının yasaları, iç uzayın nasıl büküldüğüne dayanarak farklı yasaları olan farklı evrenlerin varlığına izin verir. M-Kuramı pek çok farklı uzayın, belki de 10.500 sayıda uzayın varlığını onaylayan çözümlemeler içerir; yani her biri kendi yasalarına sahip 10.500 farklı evreni varsayar. (7)

Sicim teorisinin gerektirdiği çoklu evrenlerden de bahsettikten sonra benim favori mekanizmam olan kuantum belirsizliğinden kaynaklanan zorunlu evren modelinden bahsetmek isterim. Modal kozmolojik argümanda detaylı bir şekilde açıkladığım bu model evrenin herhangi bir etken neden olmadan, kuantum dalgalanmalarıyla oluştuğunu varsayar. Fakat bu modele göre bu dalgalanmaların tek bir kere gerçekleşmesi gibi bir zorunluluğu bulunmuyor. Bu sebeple bu model aynı zamanda çok sayıda evreni zorunlu kılıyor, aslında bakarsanız başlangıcı olan her evrenin var olması bu modele göre zorunlu oluyor. Bu durumda olası her fizik yasası da bilfiil en az bir evrende varlığını sürdürüyor.

Söz konusu çoklu evren teorileri olduğu zaman evrendeki zayıf antropik ilke de daha fazla anlamsızlaşacaktır. Tıpkı bir milyar denemeden sonra dokuz haneli bir kasanın açılmasında herhangi bir olasılıksızlık olmadığı gibi çoklu evren varsa da bu olanaksızlık hassas dengeler üzerinde olmayacaktır. Fakat teist cephe çoklu evren modeline çok sayıda noktadan saldırmaktadır.

Eleştiri: Bilimde her daim daha basit olan açıklamanın seçilmesi gerektiğinden bahsedilir. Tek bir evrenin olması çok sayıda evrenin olmasından daha basittir. İşin içine çok sayıda evren sokunca işi karmaşıklaştırmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Öyle değil mi?

Tam olarak öyle değil… Burada Ockham’ın Usturası olarak bilinen genel bir ilke ile çoklu evrenin tutarlı olamayacağı savunuluyor. Ockham’ın Usturası, iki farklı varsayım söz konusu olduğunda daha basit olanın seçilmesi gerektiğinden bahseden genel bir ilkedir. Genel bir örnek olmakla beraber şu örneği vermek mümkündür; eğer gördüğünüz şey örneğe benziyorsa, ördek gibi yürüyorsa, ördek gibi ses çıkarıyorsa o şeyin ördek olduğunu söylemek “bizim onu ördek olarak algıladığımız tavuk” olduğunu söylemekten daha basittir ve basit olan açıklama kabul edilmelidir. Fakat Ockham’ın Usturası bazı yönlerden sınırlanmıştır. Bu ilke ancak iki varsayım eşit sayıda şeyi açıklıyorsa basit olanın seçileceği yönünde işler. Örneğin evrenin tek atomdan oluşmuş olması 1080 atomun etkileşiminden oluşmuş olmasından daha basittir. Fakat bu iki varsayım arasında tercih yaparken ikincisini tercih ederiz, zira bir varsayımın basitliği, açıkladığı olgulara göre sınırlandırılır. 1080 parçacığın olması daha karmaşık bir açıklama olsa bile bunu kabul ederiz, çünkü bu iddianın, olguları açıklama sınırı daha geniştir. Adolf Grünbaum’un bu konu hakkında şu sözleri konuyu kavrama açısından önemli yol kat etmeye yarayacaktır:

Bazı bilim insanları ve filozoflar dünyaya bakarlar ve ‘Daha basit kuramların doğru olması ihtimalinin daha fazla olduğunu biliyoruz’ derler. Ama bu sadece, onların psikolojik bagajıdır, sorgulama tarzıdır. Nesnel dünyayla hiçbir alakası yoktur. Kimyaya bakın. Antik devirlerde, Thales kimyanın tamamının tek bir elemente, suya dayandığını savunuyordu. İş basitliğe geldiğinde Thales’in kuramı Mendeleyev’in elementlerin periyodik tablosunu koyutlayan, on dokuzuncu yüzyıldaki ‘polikimya’sı’na karşı galip gelir. Ama gerçekliğe uygun olan Mendeleyev’in kuramıdır. (8)

Elbette Grünbaum basitlik ilkesini tümüyle reddetmiyordu. Bu açıklama yalnızca her zaman basit sonuçların kabul edilirliği üzerine küçük bir eleştiri niteliğindedir. Hala Ockham’ın Usturası, eşit sayıda olguyu açıklayan iki kuram arasında daha basit olanın seçilmesi açısından yararlı bir ilkedir. Fakat bu ilkeye bağlı kalarak “Evrende tek galaksinin olması çok sayıda galaksinin olmasından daha basittir o halde tek galaksi olmalıdır” düşüncesi ispatlanamaz. Zira milyarlarca galaksinin olduğunu iddia eden görüşün bilimsel verileri açıklama sınırı daha yüksektir. Benzer şekilde çoklu evreni gerektiren enflasyon teorisi, evrendeki düzlük problemi ile ufuk problemini açıklamakta diğer kuramlara göre daha etkilidir. Yine çoklu evreni gerektiren sicim teorisinin, görelilik kuramı ile kuantum mekaniği arasındaki ilişkiyi açıklamasından dolayı açıklama sınırı daha geniştir. Bununla beraber metafizik çoklu evren teorisi, tek evren teorisine göre felsefi problemleri daha detaylı çözebilme sınırına sahiptir. Neden gördüğümüz evrenin bu şekilde olduğuna dair metafizik sorunun açıklaması, tek evren teorisinde “bu sorunun anlamsız önyargılar içerdiğinden dolayı hatalı bir soru olduğu” iken (ki bu cevabın geçerliliğini düşünüyorum), çoklu evren teorisi bu sorunu daha iyi açıklayacak ve “Her olası evrenin var olması durumunda bu soru geçerliliğini yitirir.” cevabını verecektir. Kısaca çoklu evren teorisi hem metafizik problemleri hem bilimsel problemleri açıklama konusunda tek-evren görüşünden daha etkili olacağı için basitlik eleştirisinden kurtulur. Zira bu eleştiri ancak çoklu evren teorisinin, tek evren teorisinin açıkladığı şeylerden daha fazlasını açıklamadığı durumlarda geçerli olacaktır. Oysa çoklu evren teorisinin açıklama sınırı tek-evren görüşüne göre daha geniştir.

İkincisi, her ne kadar varlık sayısında bir artışa yol açıyorsa bile aslında çoklu evrenin tek evren modelinden daha basit olduğunu iddia etmek mümkün ve akla yatkındır da… Zira evrenin oluşmasını sağlayan mekanizma her ne şekilde işliyorsa bile bunun neden bir kere işlemiş olduğuna dair sistematik bir açıklama sunmak zor durmaktadır. Evren fiziksel bir mekanizma tarafından da oluşsa, hiçlikten de gelse, Tanrı tarafından da oluşturulmuş olsa, var olan evrenin sayısının neden bir olduğu aslında daha karmaşık nedensel ilişkiler gerektirecektir. Tanrı varsa, Tanrı her ne sebeple bu evreni yaratmışsa aynı sebeplerle sonsuz sayıda evren yaratmış olmalıdır. Hiçlikten her ne şekilde açığa çıkmışsa evren, bunun bir kere gerçekleştiğini iddia etmek bir açıklama gerektirir. Eğer zarların titreşmesi ya da karadelik içi evren modeli ya da başka herhangi bir şekilde oluşmuşsa da bu evreni oluşturan mekanizmanın farklı evrenleri de oluşturmasını beklemekten daha doğal bir sonuç yoktur. Bir sayısının diğer sonsuz sayıdan hiçbir üstünlüğü yokken evren sayısının bir ile sınırlı olması açıklamaya asıl muhtaç olan kuram gibi durmaktadır. Kısacası nicelik olarak tek evren kuramını savunmak daha basit gibi gözükse de nitelik olarak çoklu evren kuramları daha basittir ve genelde basitlik ilkesi nicelik değil nitelik üzerine kuruludur.

Bununla birlikte çoklu evrenlerin aslında durumu Tanrı kadar karmaşıklaştırıp karmaşıklaştırmadığı tartışma konusudur. Eğer çoklu evren kavramı yaratacağı karmaşıklık sebebiyle reddedilecekse aynı ilkeyle Tanrı kavramını reddetmek daha makul durmaktadır. Zira işin içine Tanrı gibi özsel bağlamda karmaşık olan bir kavram katıldığı zaman sorun çözülmüyor aksine karmaşıklık binlerce kat artıyor gibi gözükür. Olasılık nosyonu açısından neden evrenin yaşamı destekleyebilecek şekilde ortaya çıktığı sorusu hem çoklu evren hem de Tanrı kavramı ile açıklanabiliyorken Ockham’ın usturasına bağlı kalırsak çoklu evren görüşünün kabul edilebilirliğine çıkmamız gerektiği daha tutarlı bir biçimde savunulabilir. “Evrenimizin başlayabilmesi için özen ve öngörüyle ayarlanmış bir evreni tasarlama kapasitesine sahip herhangi bir Tanrı, karşılamakla yükümlü olduğu açıklamadan daha büyük bir açıklamaya gereksinim duyan en üst düzey de karmaşık ve olanak dışı bir varlık olmalıdır. (9)” Evreni yaratmakla kalmayıp onu özel olarak ve hassas bir şekilde tasarlayıp, evrenle ilgilenen, en ince ayrıntıları hesaba katarak işlev yapan, her parçacığın hareketini en küçük ayrıntısına kadar belirleyebilen, tüm evreni eş zamanlılıkla kontrol edebilen, plan yapan, amaçlara sahip olan kişisel bir varlık basit olamaz.

Sadece bir Tanrının olması her ne kadar konuya yüzeysel bakan insanlar için basit bir açıklama gibi gözükse de aslında öyle değildir. Koyu bir ince ayar savunucusu olan Robin Collins veya Richard Swinburne gibi filozoflar Tanrının ilahi basitliğinden bahsetmesine rağmen ilahi basitlik, özünde muazzam karmaşıklıklıktan farklı durmamaktadır. Elbette Tanrı parçalardan oluşmaz, ama özsel karmaşıklığı olduğu inkâr edilemez. Yalnızca bir Tanrının olması, sonsuz sayıda evrenden daha basit bir açıklama değildir; yalnızca bir tane robot sayısal anlamda binlerce gezegenin var olduğu iddiasından daha basit gibi dursa da robotun içsel karmaşıklığı, robottan yalnızca bir tane olsa bile, sayısız gezegenden daha büyük ve açıklamaya muhtaç gibi gözükmektedir. Tanrının basitliği meselesi de bu şekilde anlaşılabilir; “Sadece bir yaratıcı” ile açıklama yapmak sonsuz sayıda evrenden daha basit gibi durmaktadır, oysa Tanrının özsel karmaşıklığı her fizik yasasının geçerli olduğu çok sayıda evrenden kat be kat daha karmaşıktır.

Bununla beraber çoklu evren kuramının Tanrı varsayımına göre felsefi ve bilimsel problemleri açıklama konusunda da daha geniş sınırlara sahip olduğunu vurgulamak isterim. Evrenimizin neden yaşama olanak sağladığını soran metafizik soruya teizm de çoklu evren görüşü de açıklama getirebilirken evrenimizin neden şu an gördüğümüz şekilde olan yaşama izin verdiğini çoklu evren görüşü teizme göre çok daha iyi açıklayacaktır. Yaşama olanak sağlamayan evrenlere kıyasla sayısı oldukça düşük olsa da farklı fiziksel yasalar altında da kimyasal gelişimin gerçekleştiğini düşünmek mümkündür. Peki neden Tanrı yaşama olanak sağlayan diğer fizik yasaları yerine şu an gördüğümüz şekilde yaşamı olanaklı kılan fizik yasalarını seçmiştir. Elbette bunu irade etmiştir ve “bunu seçmiştir.” Bunu bir zorunlulukla değil, kendi içsel aktiviteleriyle tercih etmiştir ve diğerlerini de seçmiş olması mümkündür. Yani neden yaşama olanak sağlayan fizik yasaları içerisinden farklı doğa yasalarının hüküm sürdüğü evrenlerin değil de bu fizik yasaları kombinasyonunun seçildiğine dair ortaya atılan metafiziksel sorun teizm cephesinden “Tanrının iradesi” ile yanıtlanacak ve bir kez daha tesadüf Tanrısallaştırılacaktır. Bu yanıt, keyfiyeti ilkeleştirdiği için eksik gözükmekte yahut tatmin edici durmamaktadır. Fakat çoklu evren görüşü diğer fiziksel şartların da bilfiil var olduğunu söyleyerek bu soruna açıklık getirecektir.

Sonuç olarak Ockham’ın Usturası, tek evreni çok evrene seçmemiz için herhangi bir dayanak sunmaz, zira çoklu evrenin açıklama sınırı tek evrenden çok daha fazladır. Basitliğin seçilmesi ilkesi bu şartlar altında mümkün değildir. Ayrıca basitlik ilkesi göz önünde tutulduğu zaman çoklu evren görüşü kişisel bir Tanrı görüşünden hem daha basit olup hem de bazı felsefi spekülasyonları yanıtlama açısından daha üstün konumda olduğu için kabul edilen görüş olmalıdır. Bu görüş Tanrının özsel karmaşıklığını dışarıda bırakır, tek evren görüşüne göre daha fazla açıklama sınırına sahiptir, yaşama olanak sağlayan fizik yasaları arasından neden evrenimizdeki yasa kombinasyonlarının seçildiğine dair metafizik sorunun teizm aleyhine açıklayıcısıdır. Kısaca Ockham’ın usturası çoklu evrenden yanadır, teizmden değil…

Eleştiri: Çoklu evren teorileri bilimsel değildir. Bunlar test edilemez veya yanlışlanamaz. Bu sebeple geçerli değildirler. Bunlar yalnızca bir yığın ateistin ince ayar argümanından kaçmak için uydurduğu yalanlardır. Bu sebeple buna inanmak ateizme derin bir iman gerektirir. Öyle değil mi?

Tam olarak öyle değil… İnce ayar argümanının fiziksel bir sorun mu metafiziksel bir problem mi olduğuna doğrudan bağlı olan bu sorun üzerine öncelikle küçük bir nottan söz etmek isterim. Çoklu evren görüşü birkaç ateist müsveddenin ince ayar argümanını çürütmek amacıyla ortaya attığı saçmalıklar bütünü değildir. Zira paralel evrenler tanımı ilk kez Amerikalı fizikçi Hugh Everett tarafından ortaya atılmış olup yalnızca kuantum mekaniğinin farklı bir yorumu olarak var olmuştur. (10) Bu yorumu Schrödinger’in Kedisi Deneyi olarak adlandırılan teorik bir deneyle anlamak mümkündür. Kuantum mekaniğinin sezgilerimize ters ve çok sayıda “anlamsız görünen” sonuçları barındırdığını bu alana giren herkes ilk etapta görebilecektir. Örneğin bir uranyum atomunun bozunup bozunmaması kesin bir belirlenimin sonucunda değil olasılık hesaplarıyla ifade edilmektedir. Buradan yola çıkarak “Schrödinger’in kedisi” adlı teorik deney ortaya çıkmıştır. Bu teorik deneyin düzeneğinde bozunma ihtimali %50 olan bir parçacığın bozunmasıyla ortama zehirli bir gaz salınacaktır. Bu parçacık kimsenin gözlemlemediği kapalı bir kutuda, bir kedi ile beraber durmaktadır. Eğer parçacık bozunursa kedi ölecektir, bozunmazsa yaşayacaktır.

Aşağıda resmedilen düzenek kimse tarafından gözlemlenmeden gerçekleşir. Kutunun dışında olan biz gözlemciler ise parçacığın bozunup bozunmamasını kesin olarak belirleyemediğimiz için kedinin yaşayıp yaşamadığını bilemeyiz. Kedi %50 ihtimalle yaşamaktadır %50 ihtimalle ölmüştür. Tam bu noktada Everett’in kuantum mekaniği yorumu ortaya çıkar ve bu kedinin bir evrende yaşayıp başka bir evrende ölü olduğu iddia edilir. Bu görüşe göre kuantum mekaniği belirsizlikleri paralel evrenlerin oluşmasıyla, yani materyalist evrenin kırınımı olan evrenlerle sonuçlanacaktır. Yani modern anlamda paralel evren görüşünün ortaya çıkması bile ince ayar argümanından kaçmak değildir. Kaldı ki gerek enflasyon teorisinin gerek sicim teorisinin çok sayıda evreni gerektiriyor olması bir keşiftir, “budala” ateistlerin ince ayardan kaçmak için ortaya attığı bir görüş değildir. Hawking’in ifade ettiği gibi “Çoklu evren görüşü, ince ayar mucizesini açıklamak için geliştirilmiş bir kavram değildir. Modern kozmolojideki pek çok farklı kuramın yanı sıra, sınırsızlık koşulunun bir sonucudur. (11)” Ayrıca karadeliklerin, büyük patlamanın tekilliğine benzemesinden yola çıkan Smolin’in çoklu evren görüşü, karadeliklerin ve büyük patlamanın fiziksel durumlarından kaynaklanır. Bunlar bilimsel görüşlerin sonucudur; ince ayardan kurtulmak için ortaya atılmış bir yığın saçma görüşler değildir. Bununla beraber paralel evrenler düşüncesinin Hindu kozmolojisine kadar geriye gitmesi de bu görüşün birkaç ateist tarafından uydurulan bir iddia olmadığını göstermeye yeter. O halde sıradaki sorular yanıtlanmalıdır: Çoklu evren görüşleri bilimsel midir? Bilimsel olması gerekmekte midir?

Çoklu evren iddiasını bilimsel olmadığı için reddeden insanlara anlam veremediğimi söylemem gerekir. Zira çoklu evren teorisinin bilimsel olması gibi bir zorunluluk bile yoktur. Bu teorinin bilimsel verilerle doğrulanmasını beklemek için öncelikle ince ayar argümanının bilimsel bir problem olduğunu iddia etmek gerekir. Fakat ince ayar argümanı bilimsel değil metafiziksel bir iddiadır. Eğer ince ayar argümanını bilimsel bir problem olarak ele alırsanız rahatça “Tanrının bilimsel kanıtı nedir?” sorusunu sorabilirsiniz. İnce ayar mı? O zaman basit bir şekilde “İnce ayar argümanının kanıtı ince ayar argümanıdır” sonucuna ulaşılır. Dikkat edilirse şuna benzer bir akıl yürütme yapılmaktadır:

  • 1- Evrendeki hassas denge (tek evren varsayımındaki ateist eleştirileri bir kenara bırakırsak) iki sonuca ulaşabilir:
  • 1.1- Çok sayıda evren ve fiziksel yasa vardır
  • 1.2- Tanrı bunu bu şekilde ayarlamıştır.
  • 2- Çoklu evrenin bilimsel kanıtı yoktur.
  • 3- O halde Tanrı varsayımı kabul edilmesi gereken varsayımdır.

Fakat bunun tersi de savunulamaz mı? Pek tabii savunulabilir:

  • 1- Evrendeki hassas denge (tek evren varsayımındaki ateist eleştirileri bir kenara bırakırsak) iki sonuca ulaşabilir.
  • 1.1- Çok sayıda evren ve fiziksel yasa vardır
  • 1.2- Tanrı bunu bu şekilde ayarlamıştır.
  • 2- Tanrının bilimsel kanıtı yoktur.
  • 3- O halde çoklu evren varsayımı kabul edilmesi gereken varsayımdır.

Bu iki formülasyon da hatalıdır! Zira evrendeki hassas denge sorunu bilimsel değil metafiziksel bir problemdir. Bu sebeple çözümlerine dair bilimsel kanıt arama düşüncesi de çözümün rasyonalitesi için zorunlu değildir. Yani çoklu evren düşüncesine dair herhangi bir bilimsel kanıt olmasa dahi “evren neden yaşama uyumlu” sorusunu yanıtlamakta kullanılabilir. Tıpkı bu sorunun “Tanrının isteği” şeklinde yanıtlanması durumunda Tanrı’ya dair “bilimsel” kanıt arama girişiminin olmaması gibi… Çoklu evren görüşünün bir an için metafizik bir iddia olduğunu ve test edilemez, yanlışlanamaz olduğunu düşünelim. Bu durum onu kabul edilmez ya da akıl dışı mı kılar? Aynı şekilde Tanrı da metafiziksel bir iddiadır ve test edilip yanlışlanamaz. O halde çoklu evrene getirilen bu eleştiri anlamsızdır. Tanrı yanlışlanabilir mi? Tanrı test edilebilir mi? Hayır! Bu durumda teistlerin bu eleştirilerinin anlamsızlığı da ortaya çıkmayacak mıdır? Kesinlikle çıkacaktır.

Bununla birlikte kimi çoklu evren spekülasyonlarının bilimsel olduğunu ve test edilip yanlışlanabildiğini belirtmek isterim. Örneğin salınımlı evren modeli evrenle ilgili sınanabilir öngörülerde bulunmuştur. Evrenin çökeceği öngörüsü bilimsel bir öngörüdür ve test edilip yanlışlığı gösterilmiştir. Her bilimsel varsayımın yeni olgular ortaya çıkınca geliştirilmesi gibi salınımlı evren modeli de evrenin ivmelenerek genişlemesini kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bununla beraber Smolin’in “karadelikten kaynaklanan evren” modeli, bizzat karadeliklerin fiziksel yapılarından ve dinamik genişleyen evren teorisinin sonuçlarından doğarak ortaya atılmıştır. Gerek karadeliklerin yapısı gerek büyük patlama teorisi yanlışlanabilen, test edilebilen varsayımlardır. Doğal olarak Smolin’in modeli de bilimsel yanlışlanabilen teorilere dayandığından dolayı gayet bilimseldir. Kuantum dalgalanmalarının herhangi bir etken neden olmadan ortaya çıkmış olması bilimsel verilerden kaynaklanan bir varsayımdır. Bununla birlikte çok sayıda evrenin var olacağını söyleyen enflasyon teorisi bilimsel öngörülerde bulunur ve bu öngörüler test edilip yanlışlanabilen öngörülerdir. Çoklu evren üzerine en önemli öngörü ise evrenin doğum halini çeken teleskoplardan sağlanan verilere dair öngörüdür. Çoklu evren modeli çerçevesinde bizim evrenimizin geçmişte başka evrenlerle yapmış olabileceği olası çarpışmaların Kozmik Mikrodalga Arkaplanında (CMB) bırakmış olabilecekleri izleri görmek bu modelin en büyük öngörülerinden biridir. Bu öngörüye dair izler aranırken ilk olarak WMAP adıyla bilinen ilk uydudan elde edilen veriler taranmış ve evren çarpışmalarından kalan izler olarak yorumlanabilecek herhangi bir ize rastlanmamıştır. Fakat daha sonra WMAP uygusundan üç kez daha yüksek çözünürlüğe ve on kez daha yüksek duyarlığa sahip Planck uydusunun verileri incelenince çoklu evrenin öngördüğü somut verilere ulaşılabilmiştir. North Carolina University’den Laura Mersini-Houghton ile Carnegie Mellon University’den Richard Holman, 2005 yılında bu radyasyon üzerinde anomaliler bulunması gerektiğini ve bunun sebebinin diğer evrenler tarafından bizim evrenimizin çekilmesi olduğunu tahmin etmişlerdir ve bu tahminleri Planck uydusu tarafından doğrulanmıştır. (12) Bu veriler elde edilmemiş olsaydı çoklu evrenin bilimsel yönü yanlışlanabilirdi fakat yanlışlanmadı. Astrofizik profesörü George Efstathiou’nun da dediği gibi: “Bu gibi düşünceler şu anda kaçıkça gelebilir, tıpkı Büyük Patlama fikrinin 3 nesil önce kaçıkça gelmesi gibi… Ancak sonradan delilleri elde ettik ve şimdi bu, evren hakkında tüm düşüncelerimizi değiştirdi.”

Çok sayıda evrenin var olduğu fikri elbette farklı evrenlere seyahatle doğrudan doğrulanabilecek iddialardan değildir. Fakat bilimsel teoriler yalnızca doğrudan tespit edilecek öngörüler üzerine kurulu değildir. Elbette kimse dünyanın başlangıcına gidip canlıların nasıl başladığıyla ilgili veriler toplamaz ama buna ilişkin veriler elde edebilir. Elbette kimse evrenin başlangıcına şahit olmamıştır, evrenin başlangıç koşullarını doğrudan tecrübe etmemiştir, ama bunu dolaylı yoldan doğrulamak mümkündür. Benzer şekilde çoklu evren teorisinin bilimsel olması veya onun deneye tabii tutulması demek, farklı evrenleri dolaşmayı gerektirmez. Buna ilişkin dolaylı veriler elde etmek de bilimseldir, deneyseldir.

Sonuç olarak çoklu evren teorilerinin bilimsel verilerle desteklenmediğini iddia eden bu eleştiri haksızdır. Kaldı ki bu eleştiri doğru olsa bile, yani çoklu evrenler hiçbir bilimsel veri ile desteklenmiyor olsaydı bile bu durum hiçbir şeyi değiştirmezdi. Zira bahsi geçen argüman bilimsel değil felsefi bir problemdir ve çözümleri bilimsel olmak zorunda değildir. Teistler çoklu evrenin test edilememesini dert ederken Tanrı’nın test edilememesini dert etmemesi de takdire şayandır. Son olarak çoklu evren teorileri birkaç ateistin ince ayar argümanından kaçmak için ortaya attığı ve varlığına iman ettiği bir iddia değildir. Bahsi geçen eleştiri geçersizdir.

Eleştiri: Çoklu evren teorilerinin çoğu ince ayar argümanını temelden sarsamaz. Hala geçerliliğini korur. Bu durumda ateistler çoklu evren görüşlerinden medet umamaz öyle değil mi?

Tam olarak öyle değil… Eleştirinin haklılık payı olsa bile bu haklılık payı her çoklu evren görüşüne etki etmiyor ne yazık ki… Eleştirinin haklılık payı bulunuyor zira enflasyon teorisinin veya M-teorisinin gerektirdiği çoklu evren, ancak bir tür fiziksel mekanizmanın varlığıyla tutarlı olarak çalışabiliyor. Ayrıca enflasyon teorisinin çoklu evren mekanizmasında da çok sayıda evrene sebep olan mekanizmanın başlangıcının olması gerekiyor. Tam bu noktada ince ayar argümanını kullanan kişi ince ayara dair hükümlerini bir adım geriye çekerek bu mekanizmaya uygulayacak ve “Bu mekanizma X fiziksel değerine sahip olmazsa…” diye devam eden argümanlar dizisini sunacaktır. Bu durumda ince ayar argümanı, boş evrenler yerine maddesel evrenler oluşturacak şekilde ince ayarlanması gereken mekanizmalara taşınacak şekilde geriye kaydırılacaktır.

Fakat eldeki tek çoklu evren modeli enflasyon modeli ve sicim kuramı/M-Teorisi değildir. Örneğin kuantum dalgalanmalarının sebep olduğu çoklu evren modelinde buna benzer bir mekanizma yoktur. Bu sebeple bu eleştiri bazı çoklu evren kuramlarına etki ederken bazılarına da etmemektedir. Bu durumda “ateistler çoklu evren görüşünden medet umamaz” gibi bir düşünce de hatalı olacaktır. Bununla beraber bahsi geçen eleştiri çoklu evrenin bilimsel yönünü ele almakla beraber argümanı bilimsel bağlamdan koparınca anlam kazanmayacaktır. Bu problemin metafiziksel bir problem olduğundan bahsetmiştim. Benzer şekilde çoklu evren gibi “çoklu mekanizma” düşüncesi de mevcut olabilir. Bu durumda nasıl ince ayar bir adım geriye taşınıyorsa metafizik iddia da bir adım geriye taşınabilir.

Eleştiri: Çoklu evren iddiası, birbirinden bağımsız evrenlerin birbirlerini etkilediklerini düşünürler. Bu durum “kumarcı mantık hatası” değil midir? Olaya bu açıdan bakarsak çoklu evren düşüncesi de ince ayar olasılıklarına etki etmez. Öyle değil mi?

Tam olarak öyle değil… Kumarcı mantık hatası, olasılık bağlamında birbirinden bağımsız olan olayları bağlantılı gibi görmeden kaynaklanır. Örnek ile açıklayacak olursak, bir zarı bin defa attığınızı ve hiçbirinde altı gelmediğini düşünün. Bin defa atınca ve hiç altı gelmeyince sezgilerimiz “bin bir” numaralı atışta altı gelme ihtimalinin daha yüksek olacağını söyler. Fakat bin bir numaralı atışta da zarın altı gelme olasılığı değişmez. Yine bu oran 1/6’dır. Çünkü zarın hangi sayıya hangi oranda eğilimli olduğuna dair hesap, hesapladığınız durumdan önce atılmış zarlarla bağlantılı değildir. Kaç kere atarsanız atın, bir sonraki seferde zarın altı gelme olasılığı değişmez. Kumarcı mantık hatasını ince ayar argümanına yansıtan kişiler, çoklu evrenlerin birbirlerinden bağımsız olmasını ele alarak bu görüşün ince ayar problemini çözemediğini iddia etmektedir. Bu iddiaya göre evrenimizden bağımsız evrenler bu evreni etkileyemez ya da ince ayar konusunda şaşırtıcılığı azaltmaz.

Bu evrenden bağımsız evrenlerin, bu evrenle ilişki içinde olmayan evrenlerin, bu evrendeki sonuçları nasıl etkilediğini soran kumarcı mantık hatasına yönelik çoklu evren eleştirisi derin bir yanılgıya düşmektedir. Zira elbette bir zarı bin defa atınca bin bir numaralı atışın altı gelme olasılığı değişmez, fakat çoklu evren düşüncesi “Bu evrenden önce çok sayıda evren oluşmuşsa bu evrenin yaşamı destekleyen fizik yasalarının oluşmasının ihtimali artar.” ifadesini savunmamaktadır. Eğer savunulan görüş bu olsaydı gerçekten de kumarcı mantık hatasına düşüldüğü iddia edilebilirdi. Analoji üzerinden devam edersem şunu söyleyebilirim: Bir zarı bin defa atarsam bin bir numaralı atışta altı gelme ihtimali değişmeyecek olmasına rağmen bin atış içinde bir tane altı gelme ihtimali de şaşırtıcı olmayacaktır. Yani elbette milyarlarca ve milyarlarca evren varsa bir sonraki evrenin yaşama olanak sağlamasının ihtimali aynıdır, fakat milyarlarca ve milyarlarca evren varsa içlerinden birinin yaşama olanak sağlama ihtimali düşecektir. Bu sebeple çoklu evren düşüncesi kumarcı mantık hatasına düşmez.

Sonuç olarak görülebilir ki ince ayar argümanına çok sayıda eleştiri getirilebilecek olmasına rağmen nihayetinde tek başına çoklu evren kuramları cevap vermekte yeterlidir. Elbette diğer eleştirilere farklı makalelerde değinmek mümkündür fakat bu makale özelinde denebilir ki çoklu evren kuramı basittir, beklenendir, bilimseldir ve evrenin yaşamı barındırmasının şaşırtıcı olmadığını göstermektedir de.


Kaynakça ve Notlar:

  1. Richard Swinburne, The Existence of God, Oxford University Press, New York, 1991, s.138’den akt. Emre Dorman, Modern Bilim: “Tanrı Var”, İstanbul Yayınevi, İstanbul, 2013, s.94-95
  2. Lee Smolin, The Life of the Cosmos, Oxford University Press, Oxford, 1997
  3. Brian Greene, Evrenin Zarafeti, çev. Ebru Kılıç, Tubitak Popüler Bilim Kitapları, İstanbul, 2013, s. 447
  4. Carl Sagan, Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları, çev. Reşit Aşçıoğlu, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 283-284
  5. Alan Guth, The Inflationary Universe-The Quest for a New Theory of Cosmic Origins, Basic Books, New York, 1997.
  6. Zeynep Ünalan, “Paralel Evrenler”, Bilim ve Teknik, sayı 513, Ağustos 2010, s.40.
  7. Stephen Hawking, Büyük Tasarım, çev. Selma Öğünç, Doğan Kitap, İstanbul, 2013, s.101.
  8. Jim Holt, Dünya Neden Var?-Varoluş Üzerine Bir Dedektiflik Hikâyesi, çev. Ebru Kılıç, Aylak Kitap, İstanbul, 2013, s.84.
  9. Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı, çev. Tunç Tuncay, Kuzey Yayınları, 2009, s. 140
  10. Hugh Everett, “‘Relative State’ Formulation of Quantum Mechanics”, Reviews of Modern Physics, c.29, sayı 3, 1957
  11. Hawking, age, s.136
  12. Rosie Taylor, “Is our universe merely one of billions? Evidence of the existence of ‘multiverse’ revealed for the first time by cosmic map”, Mail Online, 19.05.2013, erişim tarihi 30.03.2016, http://www.dailymail.co.uk/sciencetech/ article-2326869/Is-universe-merely-billions-Evidence-existence-multiverse-revealed-time-cosmic-map.html

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Akademix Ankara Ekibine Konuk Olduk: Ötanazi Hakkı – Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Dawkins Karmaşası: Natüralizm Saçmalığı – Alvin Plantinga

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü