Çağdaş siyasetin gerçek trajedilerinden biri, en çekişmeli anlaşmazlıklarımızın var olmayan bir şeyle, yani politik spektrumla ilgili olmasıdır. Sol ve Sağ kavramları bütünüyle kabileci tanımlamalardır, arkalarında onları tek boyutlu bir spektrumda temsil edebilmemizi sağlayacak bütünleştirici bir felsefi yapı veya ilke yoktur.
Bu ilk bakışta oldukça saçma bir iddia gibi gelebilir; ancak bunu elinizin tersiyle itmeden önce politik yelpazenin güçlü biçimde çürütülmüş özcü bir ideolojik kurama yaslandığını göz önüne alın. Bu özcü yaklaşım, siyasette birçok farklı politik mesele varmış gibi görünse de aslında yalnızca bir tane büyük mesele olduğunu; tüm meseleleri birbirine bağlayan temel bir öz olduğunu iddia eder. (örneğin devrim vs muhafazakarlık, eşitlik vs özgürlük, otorite vs özgürlük, realizm vs idealizm vb gibi.)
Bu özcü yaklaşımın alternatifi ise, farklı politik pozisyonların birbirleriyle korelasyona sahip olduğunu çünkü birbirlerine bir kabile üzerinden bağlandıklarını söyleyen “Sosyal Kuram” ideolojisidir. Eğer sağcılar şu anda vergi indirimi yanlısı ve kürtaja karşıysa bu grup ile özdeşleşenler bu pozisyonları toplumsal mutabakat meselesi olarak benimseyeceklerdir, bazı temel ilkelere uymanın ifadesi olarak değil. Diğer yandan eğer Sosyal Kuram haklıysa, politik spektrum pek bir işe yaramamaktadır çünkü yalnızca bir öz yoktur; bunun yerine pek çok farklı politik mesele vardır ve yine bundan dolayı da farklı politik boyutlar bulunur.
Hangi teorinin daha makul ve haklı olduğunu anlamak için, her birinin yaptığı tahminlere göz atalım. Özcü teori, temel/öz ilkelerin politik spekturumu tanımladığını ön gördüğü için ona göre sosyalleşmeden bağımsız olarak kalıcı/tutarlı bir “sol” veya “sağ” pozisyona sahip insanlar bulmalıyız. Ancak biz tam tersini buluyoruz. Jason Weeden ve Rob Kurzban insanların sol-sağ düşünme biçimine maruz kalana dek belli ideolojik kalıplara uyan siyasi görüşlere sahip olmadıklarını belgeledi. Biri siyasi spektrumdan ne kadar habersizse ve daha az kabileciyse, görüşleri mevcut ideolojik konumlanışlara o kadar az uygunluk sergileyecektir.
Sol ve sağ ile ilişkili pozisyonları doğal olmaktan ziyade kabileci gören Sosyal Kuram, kabileler arasındaki değişimin ideolojiler arasındaki değişikliklere sebep olacağını öngörüyor. İşte bu, tam olarak bizim bulduğumuz şeydir. İdeologlar, mevcut bir politikayı kimin desteklediğine bağlı olarak karşıt politik pozisyonları savunacaktır ve oy verdikleri politikacılara uygunluk sergileyecek şekilde pozisyonlarını değiştirme ihtimalleri, pozisyon ve tutumlarına uygun hareket eden bir politikacıya göre çok daha fazladır. Kişinin kendini ideolojik olarak kategorize etmesi, kişinin çeşitli konularda ne düşündüğünü değil, kendine daha uygun gördüğü etiketi gösterir. Sosyal kuramın öngördüğü gibi, insanlar öncelikle kimle özdeşleceklerini ve sonra da politik olarak ne ile özdeşleşeceklerini seçerler. Psikolog Dan Kahan’ın ifadesiyle kişiler, “hangi pozisyon onların başkalarıyla paylaştıkları önemli ortaklıkları destekliyorsa onu onaylıyorlar.” Temel alınmış bir özden ziyade sosyal etki, mali işler, toplumsal ve dış politikalar üzerine görüşlerimizle sağ ve sol grup arasındaki bulduğumuz ilişkiyi açıklar. Oyun, Sosyal Kuram’ın söylediği gibi “kabileyi takip et”tir, özcü teorinin söylediği gibi “ilkeleri takip et” değil.
Kamuoyu anketleri, sol-sağ ideologların genellikle inançlarını kabileye uydurmak için değiştirdiklerini göstererek konuyu daha da açık kılıyor. Yalnızca son 10 yılda; kendini muhafazakâr olarak tanımlayanların Rusya karşıtlığından Rusya yanlısı olmaya, şiddetlice piyasa karşıtlığından şiddetlice piyasa yanlısı olmaya, politikalarda kişisel karakterin onlara güvenmek pek önemli olmadığından oldukça önemli olduğuna inanmaya, dış politikada fazla müdahalecilikten tarafsız olmaya doğru geçtiğini gördük. Tüm değişimlerin ardındaki öz nerededir? Öyle bir öz yoktur. Sol ve sağ ile ilgili tutumlar, temel ilkelerle hiçbir ilgisi olmayan toplumsal nedenlerden dolayı sürekli değişmektedir. Özcü teori, insanların temel bir ilkeden yola çıkarak siyasi kabilelere katıldıklarını, yüzlerce farklı politik pozisyona ulaşabilmek için bu ilkeleri kullandığını ve sonra da bu pozisyonlar yoluyla onlarla hemfikir olanların kabilesine katıldığını iddia ediyor. Diğer yandan Sosyal Kuram ise bunun tam tersini söylüyor: insanlar öncelikle ideolojik bir kabileye katılır, kabiledeki pozisyonlarını sosyalleşme meselesi olarak benimserler ve ancak ondan sonra özcü bir ilkenin tüm diğer pozisyonları nasıl birbirine bağladığını açıklamak için söylem yaratırlar. İdeoloji, kabile faaliyet ve eylemlerine uymanın tersine mühendisliğidir. Eğer Sosyal Kuram doğru ise o halde ideolojiler, Jonathan Haidt’in cümleleriyle ifade edersek, “
Yalnızca yaptıklarımızı haklı çıkarmak veya üyesi olduğumuz grupları desteklemek için kurgulanmış post hoc yapılardır.
Seçim ve kamuoyu araştırmalarının kapsamlı bir analizi, insanların önce ideolojik bir kabileye bağlandığını -aile, akranları veya kuvvetli bir duyarlılık sahibi oldukları meseleler sayesinde-, ve daha sonra da o topluluk ile ilgili tüm inançları benimsendiğini doğrulamaktadır. İdeolojik kimlikleşme kişinin politik görüşlerinin bir sonucu değil, ana nedenidir. Siyaset teorisyeni Michael Oakeshott’ın aktardığına göre,
Siyasi ideolojiler politik eylemin yarı ilahi ebeveyni olmaktan çok, dünyevi üvey çocuğu gibi durmaktadır… önce siyasi faaliyet gelir, sonra da onu siyasi bir ideoloji izler.
Yani ilkeler, kabileyi takip eder.
Bu iki teorinin siyasi partilere bakış açılarında da farklılık vardır. Özcü teoride, ideolojiler değişmez ve aşkın ilkelerden oluşurken, partiler ise ideolojiler tarafından “ele geçirilebilecek” toplumsal organizasyonlar olarak oluşurlar. Sosyal Kuram’daysa bunun aksine, ideolojiler partileri ele geçirmez; partiler ideolojileri ele geçirir, yani onları yeniden inşa ederler. Araştırmalar bir kez daha ikinci görüşü desteklemektedir: “sağcı” veya “solcu” olarak kabul edilen şey yalnızca Cumhuriyetçi ve Demokrat Partilerin belirli bir anda ne yaptıklarıyla ilgilidir. Sol-sağ ideolojiler kendimizi kandırmaya yarayan araçlardır —bizim partimizin desteklediği apayrı ve farklı meseleleri birleştiren bazı yüce fikirlerin varlığı gibi partizanlığımızın kabilecilik yerine ilkelilikle ilgili olduğuna işaret eden hayallere inanmamızı sağlarlar. Ancak özcü öngörüler ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor.
Özcülerin birçok ortak noktasından biri, pozisyonlarını bu kadar kolay ve çabuk değiştiren muhafazakârlar ya da liberallerin “gerçek muhafazakârlar” veya “gerçek liberaller” olmadığı fikridir. Fakat özcüler bunu yaparken “kişisel dil safsatasına” yakalanıyorlar, bu bir bireyin açık ifadelerin anlamını keyfi olarak değiştirip tanımlayabileceğimize yönelik bir yanlış inançtır. Binlerce kişi üzerinden yapılan araştırmalara göre, Fox Haber izleyen, Bush’a oy veren, Limbaugh dinleyen, CPAC destekleyenler kendilerine “muhafazakar” diyor ve medya da onları “muhafazakar” olarak tanımlıyor, ayrıca destekledikleri politikacılar ideolojik tercih ölçeklerinde “muhafazakar” olarak kodlanıyorlar. Bu yüzden “gerçek muhafazakar” olmanın mümkün olduğu tek anlamda “gerçek muhafazakarlar”. Kabilecilikten daha öte aşkın bir ideoloji tanımı olmadığından dolayı liberal ve muhafazakar kabilelerin üyeleri, tanım gereği “gerçek” liberal ve muhafazarlardır. Aksini iddia edenler güdülenmiş bir akıl yürütmenin pençesine düşerek – özcü bir ilkeye dayanarak kendi ideolojilerini haklı çıkarmaya çalışıyor olabilirler.
Birçoğumuzun niçin siyasi spektruma inanmayı arzuladığını anlıyorum – bu siyaseti basitleştirir ve partimizin kabullerinin altında felsefi bir tutarlık (ve doğruluk) olduğu yanılsamasını verir; ancak gerçeklerle yüzleşmenin vakti geldi bile. Sağcılık ve solculuk kabilece görevlendirmeden biraz daha fazlasıdır. Üstümüzdeki formalarımızı çıkarmak daha rasyonel ve alçakgönüllü, daha az kabileci ve nihayetinde kamu meselelerinde daha açık fikirli olmamıza katkı sunabilir.
Hyrum Lewis- “Our Big Fight Over Nothing: The Political Spectrum Does Not Exist”, (Erişim Tarihi:15.06.2020), Erişim Kaynağı: https://heterodoxacademy.org/social-science-political-spectrum/
Çevirmen: Taner Beyter
Çeviri Editörü: Talha Gülmez